30/05/2014 | Yazar: Ömer Akpınar

Kadın sağlığı nedir, sağlık başlığı altında böyle bir kategori ne ifade eder sorularına yanıt aramak için Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Prof. Dr. Tuğrul Erbaydar ile görüştük.

Doğurganlıktan beden kontrolüne: Kadınların sağlık hakları Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Çarşamba günü kutlanan Kadın Sağlığı için Uluslararası Eylem Günü vesilesiyle kadın sağlığı konusunu kaosGL.org’a taşımaya çalıştık. Kadın sağlığı nedir, sağlık başlığı altında böyle bir kategori ne ifade eder sorularına yanıt aramak için Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Prof. Dr. Tuğrul Erbaydar ile görüştük.
 
Kaos GL Derneği Danışma Kurulu Üyesi olan Erbaydar, Halk Sağlığı kürsüsünde öğretim üyesi. Kendisi, kadın sağlığı konusunun aile ve kadın hakları üzerinden iki ana döneme ayrılabileceğini söylüyor.
 
“Doğurgan” kadın
 
1970’lere kadar kadın sağlığına annelik rolü ve nüfus planlaması üzerinden önem atfedildiğini belirten Erbaydar, her iki yaklaşımın da kadının doğurganlığına odaklandığına dikkat çekiyor:
 
“Birincisi, ‘kadın sağlıklı olmazsa onun doğurduğu ve yetiştirdiği çocuklar yani yeni nesiller de sağlıksız olur’. İkincisi ise, ‘fazla doğurganlık kadının sağlığını olumsuz etkiler, çocuk sayısı fazla olunca da çeşitli sebeplerle çocuk sağlığı olumsuz etkilenir; ayrıca, nüfusun hızlı artması yoksulluk, işsizlik, vb. sorunların temel sebebidir’ anlayışı üzerine kurulu. Sonuçta bu her iki yaklaşım da esas olarak kadını annelik rolü ile tanımlayan ve konumlayan yaklaşımlar.”
 
Nüfus planlamasının ideolojisi
 
Erbaydar, nüfus planlamasını ideolojik yanını ise şu sözlerle değerlendiriyor.
 
“Nüfus planlaması temelli yaklaşımlar kadın sağlığı üzerinde belirleyici etkide bulunmakla kalmıyor, nüfusun etnik olarak düzenlemesini hedefleyen ırkçı yaklaşımlara, büyük sosyal sorunların nüfus sorunu ile açıklanarak gerçek nedenlerin kamufle edilmesine, gelişmiş ülkelere göçün azaltılması planlarına vb hizmet ediyor. Kısaca, nüfus planlaması her tür toplum mühendisliği projesinin temel çalışma alanlarından birini oluşturuyor.”
 
“Bedenim benimdir!”
 
Peki, nüfus ve aile planlaması yaklaşımından kadın hakları ve üreme hakları yaklaşımına geçiş nasıl gerçekleşti?
 
“Bu geçiş esas olarak uluslararası kadın hakları hareketinin etkisi ile olmuştur. 1980’lerden itibaren kadın hareketinin ve kadın hakları yaklaşımının sağlık sistemleri ve Birleşmiş Milletlere bağlı kuruluşlar üzerindeki etkisi daha belirgin hale geldi. 1994’te Kahire’de toplanan BM Nüfus ve Kalkınma Konferansı bunun resmen ilan edildiği toplantıdır. Toplantının adı Nüfus ve Kalkınma olsa da esasen bu toplantı artık kadın sağlığının nüfus politikalarına bağlı bir konu olmaması gerektiğini ilan eder. Buna göre, kadın sağlığı bir sağlık hakkı meselesidir ve kadınların sağlıkla ilgili hakları, kendi bedenleri üzerinde kontrollerinin tam olması ile sağlanabilir.”
 
Kadınların sağlık hakları
 
Kadınların kendi bedenleri üzerindeki tam kontrolünün nasıl gerçekleşebileceği konusunda Erbaydar, yapıp yapmamalardan oluşan uzun bir liste sunuyor:
 
“Kadınlar kendi üreme, ürememe, evlenme, evlenmeme, birliktelik kurma, kurmama, şiddete, tacize, tecavüze uğramama, her türlü şiddetten korunma, sağlık hizmetlerinden yararlanabilme, genel olarak sağlık, üreme sağlığı ve cinsel sağlık konularında bilgilenme haklarına sahiptirler. Tabi, insan haklarından söz edildiği noktada devletlerin ve tüm diğer kurumların sorumlulukları, yükümlülükleri de söz konusu olmaya başlıyor. Kadın sağlığı hizmetlerinin temel perspektifi kadınların sağlıkla ilgili haklarının sağlanması oluyor. Örneğin, eskiden kadına yönelik şiddet konusu, kadınların acil servislere başvurusu dışında, bir sağlık sorunu olarak algılanmazken, bugün kimse artık bunun tartışmasını bile yapmıyor.”
 
Türkiye’de kadın annelikten kurtulamadı
 
Erbaydar, kadın hakları yaklaşımının uluslararası düzeyde ana-akım görüş haline gelmesine rağmen Türkiye’de tam anlamıyla uygulamaya yansımadığına hatta son dönemde geriye kayma olduğuna dikkat çekiyor:
 
“Son yıllarda sağlık hakkı ve üreme hakları yaklaşımından iyice uzaklaşıldığını gösteren bir dizi gelişmeler var. Son dönemdeki ‘kürtaj’, ‘sezaryen’ vb. tartışmalar bununla doğrudan ilişkili konuların sadece bazıları. Bugün görünen, daha önce Türkiye’nin kendi sosyal dinamiklerinden ziyade BM ve Dünya Sağlık Örgütü tavsiyeleri, AB ilkeleri vb. ile benimsemiş göründüğü, ancak içselleştirmemiş olduğu konumdan geriye kaymakta oluşudur. Bu geriye kayış tıpkı Türkiye’nin demokratikleşme sürecine benziyor. Sağlık hakkı anlamında da bu hükümetten bir şey ummak mümkün görünmüyor. Geçtiğimiz dönemde ‘kürtaj düzenlemesi’ ile ilgili yaşanan yüksek gerilimli tartışma süreci, önümüzdeki dönemde kadın sağlığı hizmetlerinin ‘ana-sağlığı’ konseptine mi geri döneceği, yoksa üreme hakları ve cinsel haklar doğrultusunda mı gelişeceğinin artık Türkiye’nin kendi toplumsal dinamiklerine ve özellikle kadın hareketine bağlı olduğunu gösterdi.”
 
İlgili haberler:
 

Etiketler: insan hakları, sağlık
nefret