26/09/2011 | Yazar: KAOS GL

"İzledim ve çarpıldım... ‘Zenne’, Altın Portakal adaylarından. Şaşırdım. Nasıl yapmışlar diye..." Ayşe Arman röportajı.

Dürüst olmak mı önemli hayatta kalmak mı? Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde yarışacak 'Zenne'nin yönetmenleri Mehmet Binay ve Caner Alper ile Ayşe Arman görüştü.
 
- ‘Zenne’ çok etkiledi beni. Bugüne kadar izlediğim en güzel Türk filmlerinden biri. Çekmek aklınıza nereden geldi?
- MEHMET: ‘Zenne’, bizim ilk uzun metraj filmimiz. Biz belgeselciyiz, yola yine belgesel diye çıktık. Konumuz da İstanbul’da yaşayan İzmirli bir zenneydi: Zenne Can. İşte o belgeselle uğraşırken...
- CANER: Korkunç bir şey oldu! Ahmet’i kaybettik. Önce inanamadık, “Olur mu öyle şey” dedik. Büyük şok yaşadık. Düşünsenize, en yakın arkadaşlarınızdan biri, babası tarafından öldürülüyor. Hem de ne için? Ailesine eşcinsel olduğunu itiraf ettiği için...
- MEHMET: Altı ay hayattan koptuk, resmen paralize olduk. O arada, Ahmet’in hikayesi, bütün dünyada yankı buldu. The Independant bile, ‘Türkiye’nin ilk eşcinsel namus cinayeti!’ diye olayı birinci sayfasına taşıdı. Biz de Ahmet’i hiç unutmadık. Bir sabah Caner, “Zenne Can ile Ahmet’in hikayesini kurgusal bir filmde bir araya getirmek istiyorum. Kafamda bir senaryo var. Ne dersin?” dedi. Son üç yıldır bu filmle kafayı yiyoruz, varımızı yoğumuzu bu filme yatırdık. Sonunda çektik ve Ahmet’e ithaf ettik.
- Bu filmi yapma sebebiniz ne? Ahmet Yıldız’ın anısına mı, ibret olsun diye mi, yoksa Türkiye’deki eşcinsellerin sorunlarına ayna tutmak için mi?
- CANER: Aslında hepsi. Bu filmde, Doğu da Batı da var. Eşcinselliğe Doğu’yla Batı’nın bakışı farklı. Türkiye’nin doğusuyla batısı bile farklı. Bunu anlatmak istedik. Ama her şeyden önemlisi, vicdan meselesi. Bu filmi yapmak, bizim vicdan borcumuzdu.
- Nasıl yani?
- CANER: Biz farkında olmadan Ahmet’i etkiledik. Ona bizim gibi gey örnekler olabileceğini de gösterdik.
- “Bizim gibi” derken...
- CANER: Bizim ailelerimizin cinsel kimliğimizle bir problemi yok. Onlardan gizlimiz saklımız da. Bizi olduğumuz gibi kabul ediyorlar. Dolayısıyla, “Merak etme, bir gün seni de ederler, sen onların evlatlarısın” mesajı verdik. O, öldürülmekten korkuyordu, biz de onu rahatlatıyorduk, bir şey olmaz diye.
- Fenaymış...
MEHMET: Evet. Benim annem Ahmet’e sarılıp, “İnsan çocuğunu her türlü bağrına basar, dert etme. Annenlere selam söyle, olur mu?” diyordu. Kimse hikayenin böyle bir finali olabileceğini tahmin bile edemedi. İşte yine geldik, Batılı, Doğulu ayrımına. Çünkü biz ‘Batılı’yız, Ama Ahmet’in ailesi ‘Doğulu’. Onlar oğullarının eşcinsel olduğunu kabul edemediler. Onlar için bir namus meselesi haline geldi, Ahmet’in dünyadan silinmesi gerekiyordu, sildiler.
 
BİZ ONUN İÇİN ABİ GİBİYDİK
 
- Siz onu tanıdığınızda kaç yaşındaydı?
- CANER: 24. Öldüğünde 26. Biz ona göre biraz daha abi gibiydik. Kitap filan veriyorduk. İlk ‘Beyaz Kale’yi okudu, sonra Fethiye Çetin’in ‘Anneannem’... “Bizler ne kötü insanlarız!” diye hıçkıra hıçkıra ağladı. Ne versen kapan bir çocuk, zehir gibi zeki, sonra ‘Kara Kitap’ı okudu, “Sen niye böyle şeyler yazamıyorsun?” diye beni sorgulamaya başladı. Derken film arşivimize dadandı.
- ‘Zenne’nin ne kadarı kurgu?
- CANER: Ahmet’in iki kız kardeşi var, biz bir gösterdik. Sevgilisi Türk, İbrahim, biz, Alman yaptık. Bütün isimleri değiştirdik. Hem senaryoyu yazarken özgür kalabilmek için hem de hukuk danışmanımızın talimatlarına uymak için.
- Anne-baba?
- CANER: Filmde, anne ve baba dengesini, güçsüz, neredeyse iktidarsız bir babadan ve çok saldırgan bir anneden oluşturduk. Görsel olarak daha kolaydı. Oysa, gerçek hayatta tam tersi. Annesinin pasif agresif, babasının daha saldırgan olduğunu biliyoruz.
- MEHMET: Caner 11 defa değiştirdi senaryoyu. Geriye döne döne, geliştire geliştire. Sonra Amerika’da bir senaryo yarışmasına gönderdi. 2000 film arasından ilk 100’e girdi. Derken ilk 20’ye. İlk beşe düşemedi ama çok güzel bir ‘senaryo analizi’ geldi jüri üyelerinden.
- CANER: Evet, müthiş tüyolar vardı içinde. Biz de tam İstanbul’u kartpostal haline getiriyorduk ki, “Yapmayın” dediler, “Bu hikaye, New Jersey ya da Bremen’de de geçebilir. O kadar etkileyici ki, fondaki şehrin neresi olduğu hiç önemli değil, siz sadece hikayeyi iyi anlatın.”
  
HEPSİ EŞCİNSEL DEĞİL BİSEKSÜEL, GEY, ASEKSÜEL
 
- Bu filmi bir misyonu gerçekleştirmek hedefiyle mi yaptınız?
- CANER: Evet, birçok misyonu var filmin. Karakterler bazında düşünecek olursak, bir kere, aile kontrastları var. Eşcinsel oğlunu koruyan aile var, eşcinsel oğlunu vuran aile var. Bir tanesi, ‘sevgi’ adı altında, çocuğunu korkunç bir hapiste tutuyor, diğeri de beynine silahı dayıyor, aklınca namusunu temizliyor. Bir de, ‘Hepsi eşcinsel işte!’ klişesi vardır bizde. Herkesi aynı potaya koymak. Biz bunu anlatabilmek için, üç farklı karakter yarattık. Hepsi eşcinsel görünüyor ama bir tanesi biseksüel, bir tanesi gey, bir tanesi de aseksüel.
- İzlerken ben de hepsi gey sandım...
- CANER: Değil işte. Evet, Zenne Can, müthiş dans ediyor ama seks ilişkisi yok, erkek arkadaşı yok. İstemiyor. Cinsel birleşmeyi reddediyor. Nereden biliyoruz? Askerden çürük raporu alabilmesi için gereken ‘fiili livata’ fotoğrafını vermiyor. Danny ise biseksüel, daha önce bir kız arkadaşı olmuş, şimdi Ahmet’le birlikte. Ahmet ise gey. Ama gelgelelim, o jürinin karşısında rapor alıp askerlikten muaf olabilmeleri için, hepsi tek tip kalıba girmek, gey olmak ve bunu kanıtlamak zorundalar.
- MEHMET: Çünkü bizim toplumumuzda eşcinsel kadınsıdır, kırıtır, makyaj yapar. Oysa Ahmet, normal hayatta sadece beyaz tişört giyiyor, erkeksi ve sakallı. Ama jürinin karşısında sakalını kesip, makyaj yapmak durumunda.
- CANER: Cinsel olarak da, pasif olmak zorundalar. Oysa eşcinseller mutlaka pasif olur diye bir kural yok.
“Biz geyiz. Ailelerimizin cinsel kimliğimizle bir problemi yok. Onlardan gizlimiz saklımız da yok. Bizi olduğumuz gibi kabul ediyorlar. Ama Ahmet’i etmediler, dünyadan sildiler.
Takma adı Adonist’ti
- Ahmet Yıldız’ı öldürenin babası olduğu kesin mi?
- CANER: Evet. Davanın başından beri, bu ihtimal üzerine gidiyorlar. Cep telefonu sinyallerinden. Sonra mesajlar var. Görgü tanıkları var. Babası yani. Aynı sinyali Ahmet öldürüldükten sonra Kuzey Irak’tan alıyorlar, sonra telefon kapanıyor.
- Ahmet’in öldürüldüğünü duyduğunuzda ne hissettiniz?
- MEHMET: Ben tesadüfen Erivan’da soykırım müzesinde, ölmüş çocuk fotoğraflarına bakıyordum. Caner haber verdi, ağlamaya başladım. Annemi aradım, o da ağladı.
- CANER: Ben de, “Adonis öldürülmüş!” diye mesaj aldım. Çok popülerdi, çok güzeldi Ahmet, o yüzden nickname’i Adonis’ti. Uzun süre ölümüne inanamadım.
- Sevgilisi İbrahim nasıl biri?
- MEHMET: Ahmet’e çok sahip çıktı. Ahmet’in de onu çok sevdiğini iyi biliyoruz. Ahmet ona, “Babacım” dermiş. Babasının öldürdüğü birinin, sevdiği adamı, “Babacım” diye çağırması hayli ironik.
 
AHMET EŞCİNSEL OLDUĞUNU İTİRAF ETMESE ÖLDÜRÜLMEYECEKTİ
 
- Filmde Ahmet’in babasına eşçinsel olduğunu itiraf ettiği bölüm çok çarpıcı...
- CANER: O sahneyi, Ahmet’in kendi notlarından yola çıkarak yazdım. Babasıyla Kürtçe konuşarak yakınlaşmaya çalışması, itirafı, ağlaması, babasının bir süre sessiz kalması, sonra onun da ağlaması, hepsi, bire bir yaşanmış. Ahmet bize kendisi anlattı. Biz sonradan babasının neden ağladığı da anladık; Ahmet öldükten sonra...
- Neden?
- Belki de törenin keseceği cezaya ağlıyordu. Artık oğlu itiraf etmişti, ortada şüphe filan kalmamıştı. Öldürülmesi gerekiyordu. O zamana kadar sadece şüpheleri vardı, harekete geçmek için kanıt arıyorlardı. Kanıta gerek kalmadan Ahmet kendisi anlattı.
- Bu itiraftan ne kadar zaman sonra öldürüldü?
- CANER: Bir buçuk ay.
- Peki söylemeseydi, itiraf etmeseydi, yaşama şansı olabilir miydi?
- CANER: Evet, kesinlikle.
- Peki bu sonuçta sizin payınız ne kadar?
- Biz doğrudan teşvik etmesek de, onun için örnek teşkil ettik. Bizimle birlikte San Francisco’ya geldi, internette dolaşan Ahmet’in bütün fotoğraflarını biz çektik. Filmin sonundaki görüntüler de o zaman çekildi.
CANER: Batılıların Doğu’ya pompaladığı, “Açık ol, dürüst ol, itiraf et!” bizim gibi toplumlarda her zaman işe yaramıyor. Dürüstlük bazen öldürüyor. Filmin sloganının çıkış noktası da bu. Batı’da 80’lerde tam da bu mesajlar veriliyordu. Çünkü eşcinsellere ayrımcılık yapılamayacağı hakkındaki yasa, kanunlaşmıştı. Biz belki de Türkiye’de, bu rüzgardan nasibini alan şanslı bir eşcinsel azınlığın içinde yer alıyoruz. Ailelerimize cinsel yönelimlerimizi yansıtabildik, onlarla paylaşabildik. Ama Ahmet öldü gitti.
- MEHMET: O yüzden sorulacak esas soru şu: Dürüst olmak mı önemli, hayatta kalmak mı?
 
Devlet, katillerin peşine kararlılıkla düşmüyor
- Bu film, sizin için aynı zamanda bir ‘günah çıkarma’ seansı sayılabilir mi?
- CANER: Hayır hayır, bu filmi sanki sadece biz yapabilirdik. Yapmalıydık, yaptık.
- MEHMET: Bizde cinsel yönelimleri yüzünden ölenler olduğu gibi, hayatta kalan ve başkalarına örnek teşkil eden insanlar da var. Biz filmimizde iki sonucu da gösteriyoruz. “Bakın” diyoruz, “Siz geldiğiniz çevre itibariyle Ahmet’e daha yakın olabilirsiniz, o zaman dikkatli olun, yavaş yavaş ilerleyin ve hayatta kalın! Ama farklı bir kültürden geliyorsanız, çevreniz buna hazırsa, renklerinizi gizlemeyin.” İki örneği de koyuyoruz.
- MEHMET: Ahmet çok cesur ve kavgacı bir çocuktu, ailesini değiştirebileceğini sandı. Ben mesela benzer zorluklar yaşasam, yurtdışında gidip, hayatımı farklı bir şekilde kurmayı tercih ederdim. Ahmet bunu reddetti. İnatla, “Ben burada yapacağım” dedi. Doğulular daha bir cesur, daha bir mert oluyor. Genel olarak baktığımızda şunu fark ediyorum: Batı’nın Doğu’yu hızla değiştirme çabası. Avrupalı Türkiye’ye baktığında, hep beğenmediği ve değiştirmek istediği şeyleri anlatıyor. Aynı şekilde bir Amerikalı da Avrupa’da bazı şeyleri beğenmiyor. Biz de Türk olarak, Doğu’ya gittiğimizde İran’ın, Afganistan’ın bazı şeylerini beğenmiyoruz. Herkesin kendi ‘Doğu’su var. Herkesin acilen ve hızla değiştirmek istediği bir yapı var. Ama biz, kendi kültürel değerlerimiz ve yapımızı bilmeden, verdiğimiz hızlı kararlarla büyük hatalar yapabiliriz.
- Bu ülkede geylere, cinsel kimliklerini gizlemelerini mi öğütlemek gerekiyor?
- CANER: Şöyle söyleyelim: Hayatta kalmalarını öğütlememiz lazım! Bu Batı dalgasına kendilerini kaptırmamaları gerekiyor. Türkiye’nin durumu da bir tuhaf, bir taraftan töre, eşcinsel çocukları da öldürüyor, öte taraftan Batı’ya karşı sanki böyle bir şey yokmuş gibi davranıyor. Veya siyasiler, “Eşcinseller mi? Biz görmüyoruz, dolayısıyla öyle bir problem yok” diyebiliyorlar.
- Peki bu baba, kırmızı bültenle aranıyor da, niye bir türlü yakalanamıyor?
- CANER: Ben, devletin töre kararlarına çok fazla müdahale etmek istemediğini de düşünüyorum. Sadece Ahmet’in hikayesinde değil, bütün namus cinayetlerinde sanki devlet, katillerin peşine kararlılıkla düşmüyor. Ayrıca geyler tabii ki sahipsiz.
Geylere hayatta kalmalarını öğütlememiz lazım! Bu Batı dalgasına kendilerini kaptırmamaları gerekiyor.
 
EŞCİNSEL ÇOCUĞUN GELECEĞİNE ANNESİ KARAR VERİYOR. İSTERSE HAYAT VERİYOR, İSTERSE O HAYATI GERİ ALABİLİYOR
 
- Siz geylik maceranızı, ‘dikensiz gül bahçesi’ gibi mi yaşadınız?
- CANER: Olur mu? İkimizin de aileleriyle ilgili problemleri, endişeleri vardı. Arkadaşlarımızın geyik malzemesi olduk.
- MEHMET: Bu yüzden bazı arkadaşlıklarımız bitti.
- CANER: Bunu çok kolay kabul eden arkadaşlar da bizi memnun etmedi. “Niye sorgulamıyorsunuz, niye endişelenmiyorsunuz?” dedik.
- MEHMET: Hepsi bir süreç.
- Peki sizin hayatınızda bu, bir ‘ekstra bagaj’ değil mi?
- CANER: Biz bu bagajla yola çıktığımız için, bacaklarımızın daha kuvvetli olduğunu düşünüyorum. Ağırlıkları daha iyi kaldırabiliyoruz. Öldürmeyen şey, insanı gerçekten güçlü kılıyor. Sadece hayatta kalmayı becermek gerekiyor.
- MEHMET: Bir de şu var: İnsanın kimliği, tek bir şeyden oluşamaz. Benim hayatta en çok ilgilendiğim şeylerden biri, kriz bölgelerinde gazetecilik yapmak, fotoğraf çekmek, tarih, müzik. Benim cinsel yönelimim, tek kimliğim olamaz ki. İnsanları sadece cinsel hayatlarıyla yargılamak doğru değil. Bu filmde anlatmak istediğimiz biraz da bu.
 
ANNELER ÇOCUKLARIYLA BİRLİKTE İZLESİNLER
 
- Korkmadınız mı filmi yaparken?
- CANER: Korktuk.
- MEHMET: Halen endişelerimiz var.
- CANER: Annelerimiz, “Kendinize dikkat edin!” diyor. Ahmet’in ailesinden bir kötülük gelebileceğini düşündüğümüz kadar, hikayeyi yanlış anlatmaktan da endişe ediyoruz. Ahmet’i tanıyanlara ve filmi seyredecek geylere karşı sorumluluğumuz var. Bu film çok daha sert olabilirdi ama bunu istemedik. Bizim hikayemizin neredeyse naif denecek bir dili var. Çünkü biz anneler çocuklarıyla birlikte bu filmi izleyebilsinler istiyoruz.
- MEHMET: Biraz da aileleriyle çocukları barıştırmak istiyoruz.
 
ANNE, KORURSA YEŞERİR KORUMAZSA ÖLÜR
 
- Hangi anne kolaylıkla, “Bir tanem, canım evladım, eşcinsel olsan da başımın tacısın!” diyebilir ki. Bilmediğim için soruyorum. Hemen diyebiliyorlar mı? Yoksa böyle şeyler sadece Amerika’da mı oluyor?
- MEHMET: Orada da kolay olmuyor ama bu meselede, belirleyici olan anne.
- CANER: Anne korursa yeşerir, anne korumazsa ölür!
- Bu mudur yani, eşcinsel çocuğun hayatına, geleceğine aslında anne mi karar veriyor?
- CANER: Kesinlikle öyle.
- MEHMET: Anne bir sürü şeyi engelleyebiliyor. İsterse hayat veriyor, isterse o hayatı geri alabiliyor. Böyle bir gücü var. Ama bazen de binlerce yıllık töreye karşı çıkamıyor...
 
ASKERDEN ÇÜRÜK RAPORU ALMAK İÇİN FİİLİ LİVATA KONTROLÜ YAŞAYAN YAZAR VAR
 
- Eşcinsellere rapor verirken yaşanan rezillikleri göstermişsiniz filminizde. Gerçekten böyle şeyler oluyor mu bu ülkede?
CANER: Oluyor tabii ki. Biz herhalde yüzde 20’lik kısmını verebildik. Çok daha trajik, çok daha sert hikayeler var.
- ‘Fiili livata’ fotoğrafı istendiği doğru mu?
- MEHMET: Kesinlikle doğru. Hatta, “Artık fotoğraf yeterli değil, video istiyoruz” diye söylendiğini de biliyoruz. Ama böyle bir uygulamanın olmadığını, sadece psikolojik test yapıldığını söyleyenler de var. Sanki bir iyiye gidiş söz konusu. Ama bu, Türkiye’nin her yerinde böyle mi bilmiyoruz. Köşe yazarı olup, ‘fiili livata’ kontrolü yaşamış insanlar tanıyoruz.
 
Ayşe Arman - Hürriyet

Etiketler: kültür sanat
İstihdam