01/11/2011 | Yazar: Aslı Alpar

Kaos GL’nin düzenlediği Ekoloji Forumu Ankara Mimarlar Odası Toplantı Salonunda, 29 Ekim günü gerçekleşti. Saat 13:00’te başlayan Forum; sunumlar ve katılımcıların tartışmalarıyla yaklaşık beş saat sürdü.

Ekolojik Mücadele Ankara’da Tartışıldı Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Kaos GL’nin düzenlediği Ekoloji Forumu Ankara Mimarlar Odası Toplantı Salonunda, 29 Ekim günü gerçekleşti. Saat 13:00’te başlayan Forum; sunumlar ve katılımcıların tartışmalarıyla yaklaşık beş saat sürdü.
 
Ekoloji Forumu, teorik ve pratik alanlardan iki ayrı oturumdan oluştu. Mutlu Dulkadir’in kolaylaştırdığı “Ekolojik Siyasetler” oturumunda, Hande Atay, Ümit Şahin ve Güray Tezcan sunum yaptılar. İkinci oturumunda yüzünü pratiğe dönen Ekolojik Forum’da, ekolojik siyasetlerin mücadele içindeki yerine değinildi. Remzi Altunpolat’ın kolaylaştırdığı ikinci oturumda Gaye Yılmaz, Ümit Tatar, Cömert Uygar Erdem, Mustafa Ebarilköse ve İbrahim Ögeyik konuştular.
Hande Atay: “Ekososyalizm aynı zamanda marksizmin özeleştirisidir”
Mutlu Dulkadir, açılışta, çevre bilincinin radikal ve reformist ayrımı üzerinde durdu. Ekolojik kriz ile kapitalizm arasında bağ kurmayan reformist ‘çevreci’ hareket ve bunun aksi bir görüşü içinde barındıran ekolojistlerden bahsetti. Mutlu Dulkadir’in kısa girişinin ardından ilk konuşmacı Hande Atay, ekososyalizm üzerine bir sunum yaptı. Atay, ekososyalizmin ayrı bir ideoloji değil bir ideolojik eklenme olduğunu vurguladı. 1960’ların ardından dünyada marksizmin ‘yeşil’ sorgulamasıyla bu eklemlenmenin meydana geldiğini ifade eden Atay, ekososyalizmin aynı zamanda marksizmin bir özeleştirisi olduğuna değindi. Hande Atay, ekososyalistlerin, kapitalizmin dayattığı ’yeşil pazarların’ mümkün olamayacağını ifade ederken, bu mücadelenin öznesinin sınıf ve kimliğin birleştiği yeni hareketlerin içerisindeki kesimler olduğunu ve bu mücadelenin enternasyonal kimliğinin bulunduğu ekledi. Ekososyalizmin, pratik içinde inşa sürecinde olduğunu hatırlatan Atay’ın ardından ikinci konuşmacı Yeşiller Partisi Eşsözcüsü Ümit Şahin, yeşil hareketin tarihi üzerine konuştu. 
Ümit Şahin: “Bir ayağı sokakta bir ayağı parlamentoda”
Şahin konuşmasına, Yeşil Hareketi diğer hareketlerden ayıran en temel özelliği vurgulayarak başladı. Bu ayrım, diğer hareketlerin temelindeki insan merkezciliğin aksine yeşiller hareketinin ekolojik merkezci yapısıydı. Şahin, bugün artık Avrupa’da bir siyasi seçenek olarak görülen yeşil hareketin 1970’li yıllara rastlayan tarihini kısaca özetlerken,  yeşil hareketin, dünyadaki hızlı nükleer silahlanmaya karşı barışı savunan, savaş karşıtı bir hareket olarak yeşerdiğini söyledi. Dönemin giderek totaliterleşen Doğu Bloğu ülkelerinin ve Batı Avrupa’daki marjinalize olmuş şiddet taraftarı şehir gerillalarının içine doğan yeşil hareket; pasifist bir yöntemi tercih ederek, postmodernitenin politikadaki görünümünden beslenmiş, kaynak sorunu ve çevre kirliliğini en önemli sorunu olarak ele almış ve 68 hareketinin kazanımlarını göz ardı etmeyerek politik bir alternatif haline gelmişti. Yeşil hareketin en önemli isimlerinden biri olan Alman aktivist Petra Kelly’den alıntıladığı ‘parti olmayan parti’ olarak Yeşiller Parti’sinin durumunu özetleyen Şahin, Yeşiller Parti’sinin anti-otoriter yapısını, ‘bir ayağı sokakta bir ayağı parlamentoda’ sözleriyle açıkladı.
 
Güray Tezcan: “İnsanlığın hayvan ve doğa üzerindeki iktidarı hoş görülemez”
Birinci oturumun son konuşmacısı Yeryüzüne Özgürlük Derneğinden Güray Tezcan, siyasi literatürde çok yer edinmemiş olan ‘türcülük’ kavramı üzerinden hazırladığı sunumu katılımcılarla paylaştı. Türcülük kavramını faşizm ve cinsiyetçilik üzerinden betimleyen Tezcan, insanların hayvanlar üzerinde kurduğu iktidarın hoş görülmemesi gerektiğini vurguladı. Tezcan’ın sunumunda hayvanların, giyim, gıda, eğlence, deney ve sahiplik (pet-shoplar bağlamında)-sahipsizlik gibi konularda türcülüğe uğradığı vurguladı. Genelde mülkiyet algısı ve sosyal darwinizm görüşünün türcülüğe izin verdiğini ifade eden Tezcan, mülkiyet kavramıyla hayvanların insanlar için yaratılmış olduğuna ve sosyal darwinizmle evrim sonucunda galip gelen insanlığın hayvan ve doğa üzerindeki iktidarının haklı çıkarıldığına dikkat çekti. Türcülükten vazgeçecek bir toplumsal dönüşümün çok zor olduğunu söyleyen konuşmacı yine de bir takım iyileşmelerin yaşandığından da bahsetti. 2008 yılında İspanya’nın primatlara ayrıcalık tanıyarak haklar verdiğini ve Fransa’da etin yasaklanması için bir yasa tasarısının parlamentoya sunulduğunun bilgisini bizlere ulaştırdı.
Gaye Yılmaz: “Kapitalistler havayı ve suyu ticarileştirdiler”
Forumun ikinci oturumunda ise, suyun metalaşması üzerine bir sunumla, emek-sermaye çelişkisine dikkat çekti Gaye Yılmaz. 1970’lerin küresel pazarında düşen kar oranlarıyla birlikte, kapitalistlerin rekabet alanı henüz bulunmayan ve kar oranlarını arttıracağını düşündükleri yeni bir metaya duyulan ihtiyaçla, havayı ve suyu ticarileştirdiklerini ifade etti. Kyoto Protokolünün emisyon ölçümü ile temiz havanın metalaştırıldığının altını çizen Yılmaz, borsalarda işlem gören karbon kredilerinin işleyişini özetledi. Yenilenebilir enerjinin önemine vurgu yapan Yılmaz, ancak yenilenebilir enerji teknolojisinin endüstrileştirilmesine karşı olduğunu ve beraberinde, bu enerji modellerinin başka bir toplumsal formasyon altında gerçekleşmesinin doğa için hayati önemde bulunduğunu ekledi.
 
Cömert Uygar Erdem: “Mücadele birlikte örülmeli”
Tarımda endüstrileşme üzerine konuşan Cömert Uygar Erdem, Türkiye’de ekolojist yöntemlerle tarım yapan küçük toprak sahiplerinin kazancına sermaye sahiplerinin ortak olma çabası sonucunda oluşan reflekslere değindi. Cömert, kırsalda yaşanan endüstrileşme sürecine ilişkin refleksleri, bir grubun direnerek ekolojist tarıma devam etmesi, bir başka grubun alandaki ranta gözünü dikmiş olan büyük sermaye sahipleriyle rekabet edebilmek için makineleşmeye ve tarımda kimyasal madde kullanıma gitmesi ve diğerlerinin de sermayenin bu çağrısına olumlu yanıt vermesi olarak özetledi. Erdem,  Gerze direnişinden bir örnekle kırsaldaki mücadelenin ilk refleksinin ekonomik kaygılar olduğu ancak bu kaygıların ‘doğanın tahribatı’ kaygılarıyla birleştirilmesi ve mücadelenin birlikte örülmesi gerektiğine vurgu yaptı.
 
Cömert Uygar Erdem: “Munzur’da kurulması planlanan barajların amacı enerji sağlamak değil”
Cömert Uygar Erdem’den sonra söz alan Dersim Derneği Munzur Koruma Kurulu Başkanı İbrahim Ögeyik, Devlet Su İşlerinin verdiği rakamlara dayanarak, Munzur’da kurulması planlanan 8 küçük barajın, Türkiye’nin toplam enerji ihtiyacının binde doksansekizini karşılayacağını yani bu barajların amacının enerji sağlamak olmadığını vurgulamakla sunumuna başladı. Unesco’nun 1972 yılında koruma altına alınmasını önerdiği Munzur Vadi’sinin Türkiye’nin ilk milli parkı olduğunu sözlerine ekleyen Ögeyik, bu coğrafyadaki canlı çeşitliliğinden de bahsetti. Munzur vadisine kurulması planlanan barajların bu bölgenin tarihi ve doğal güzelliklerini yok edeceğini, bu yüzden mücadele ettiklerini anlattı. Ögeyik, Dersim Dernekleri altında örgütlendiklerini, bu derneklerde oluşturdukları koruma kurulları aracılığıyla mücadele ettiklerini, derelerin kardeşliği platformuyla ortak çalıştıklarını, defalarca AİHM’e başvurduklarını, geniş katılımlı yürüyüşler gerçekleştirdiklerini ifade etti.
 
Ümit Tatar: “Gerze’de direnen 300 kişiye dava açıldı”
Sinop ve Gerze’deki nükleer ve termik santral karşıtı deneyimlerini aktarmak üzere konuşan Ümit Tatar, bölge halkının çok önemli bir kısmının bilinçli olduğunu, bu sebeple büyük bir direniş gerçekleştirebildiklerini anlattı. Tatar, Sinop’ta 150 Km’lik bir alana 3 termik, 1 nükleer ve sayısız Hes’in kurulması planının tamamıyla Sinop’u yok etme planı olduğunun farkında olan Sinop halkının 23 Ağustos ve 5 Eylül direnişlerini paylaştı. ÇED raporunun alınması için gerekli zemin etüdünü, ihaleyi alan şirkete yaptırmayacak denli örgütlü Sinop halkı 5 Eylül günü kolluk güçlerinin saldırısıyla dağıtılmıştı. Ümit Tatar, direniş sırasında yaşanan hukuksuzluğu anlatırken, alandaki yaklaşık 300 kişiye kamu malına zarardan dava açıldığını ve direnişin bu yolla bastırılmaya çalışıldığını örnekledi. 21 Aralık’ta ÇED raporu için son günün dolacağını hatırlatan Tatar, mücadelelerine destek beklediklerini vurguladı.
 
Mustafa Eberliköse: “Doğanın metalaştırılma sürecinin son ayağı Hes’ler”
İkinci oturumun son konuşmacısı, Derelerin Kardeşliği Platformundan Mustafa Eberliköse, Artvin deneyimlerini paylaştı. Eberliköse, doğanın metalaştırılma sürecinin son ayağının Hes’ler olduğunu ifade ettiği sözlerine, Derelerin Kardeşliği Platformu’nun işleyişini anlatarak devam etti. Derelerin Kardeşliği Platformu’nu, mücadelenin öznesi olarak, yerel halkı kabul eden, ancak şehirlerdeki destekçilere de söz hakkı tanıyan şeffaf bir oluşum olarak tanımlayarak devletin her türlü baskısına karşı ortak mücadeleyle kazanım sağlanacağına inandıklarını altını çizdi.
Ekolojik mücadele LGBT’lerin de mücadelesi!
Sunumlar, sorular ve konuları derinleştiren sohbetlerle son buldu. Ekolojik mücadelenin, LGBT bireylerin katkısına duyduğu ihtiyaç, sunumlarda da ortaya çıktı. Sistemin daha fazla kâr için, yağmalamaktan çekinmediği doğanın üzerinde kurduğu otorite, sistemin kadınlar üzerinde kurduğu otoriteden, LGBT bireyler üzerindeki iktidarından farklı olmadığı ortaya kondu. Forum’da, teoride ve pratikte LGBT’lerin gündeminde ekolojik mücadelenin de yeri olduğu vurgulandı. 

Etiketler: yaşam, ekoloji
nefret