08/11/2006 | Yazar: KAOS GL

6. Türkiye Eşcinseller Buluşması’nın teması ‘Eşcinsel Hareket: Nasıl ve Nereye?’ olarak belirlenmişti. Biribirinden farklı şehirlerden katılan Türkiyeli eşcinseller buluşmanın son gününde bu soruya yanıt aradılar.

6. Türkiye Eşcinseller Buluşması’nın teması ‘Eşcinsel Hareket: Nasıl ve Nereye?’ olarak belirlenmişti. Biribirinden farklı şehirlerden katılan Türkiyeli eşcinseller buluşmanın son gününde bu soruya yanıt aradılar.

KAOS GL

Koray: Bugün 6. Türkiye Eşcinseller Buluşması, Bahar Ankara’nın son günü. Programımızı biliyorsunuz. Birçok etkinliğe katılmışsınızdır. Ama gene de bu toplantının anlamını, önceki toplantılar ile ilişkisini belirtmek istiyorum kısaca. Biz organizasyonu yaparken bu toplantı için oldukça geniş bir başlık belirledik: ‘Eşcinsel Hareket: Nasıl ve Nereye?’ Günlerce, haftalarca konuşulsa da bitmeyecek gibi görünen bir başlık bu. Ve bitmez de. Yani hepimiz aynı fikre varamayız. Sonuçta, bildiriydi, sonuçtu gibi somut şeyler çıkması da gerekmiyor, çıkmaz da sanıyorum. Ama en azından bu konudaki fikirlerimizi öğrenelim ve birbirimizin beyinlerinde soru işaretleri oluşturalım diye toplandık burada.
Bu toplantıya biraz da altyapı oluştursun diye birçok toplantı düzenlendi. Daha küçük toplantılardı bunlar. İsteyenlerin katılacağı ve herkesin her toplantıya katılamayacağı şeklinde oldu bu. Konu başlıklarımız şunlardı: ‘Haklar Özgürleştirir mi? Gey life/Gey liberation’. ‘Kurumsallaşma, Örgütlenme’ ‘Medya ve Azınlıklar’. ‘Lezbiyenler ve Gizlilik’ ve ‘Diğer Toplumsal Hareketler, Örgüt ve Kuruluşlarla Etkileşim’. Bugün burada hepsinden bahsetmeye çalışacağız. Çünkü bağlantıları burada kurmaya çalışacağız. Ve kendimizce bir sonuca ulaşmaya çalışacağız.

Geniş bir başlık. O yüzden ikiye ayıracağız toplantıyı. İlk bölümü ‘Eşcinsel Hareket Nereye?’ sorusunun cevabını vermeye çalışacak, ikinci bölümde ise ‘Eşcinsel Hareket Nasıl?’ sorusunu yanıtlamaya çalışacağız. Nasıl’ı önce, nereye’yi sonra soracağız diye düşündüm. Her toplantıya katılmadığımız için oradaki konuşulanlardan haberdar olamadık. İşte bunu değiştirmek için, yapılan toplantılarda not alınmasını istemiştik. O yüzden toplantılarda not alanlar ya da moderatör olanlar toplantılar hakkında kısaca bilgi verecekler. Ve o anahtar kelimeler veya kendi kafamızda oluşmuş bir takım olgular üzerinden, bu konuları tartışmaya devam edeceğiz.
İlk önce ‘eşcinsel hareket nasıl?’ sorusuna cevap verebilecek olan birkaç toplantımız vardı. En azından onlardan başlayalım ve birbirimizi ateşleyelim. İlk önce Onur’dan ‘Kurumsallaşma ve Örgütlenme’ toplantısında konuşulmuş olanlardan bahsetmesini isteyeceğim. GayAnkara’dan Onur.

Onur: Merhaba. ‘Kurumsallaşma ve Örgütlenme’ başlıklı, 1,5 saat süren bir toplantı yaptık.. Bu toplantının başında bir açıklama yaptım. Eşcinsel hareket hangi yolları deneyerek, nereye varmak istiyor. Biz bu soruya cevap arıyoruz. Ve bunun alt başlığından biri de budur. Ve bu toplantıda insanlar fikirlerini anlatmaya başladılar. Biliyorsunuz, önümüzde bazı pratikler var.. Kaos GL; dergisi ve Parmak adlı gazetesi ile yoluna devam ediyor. Ve ayrıca bir kültür merkezi var. İstanbul’da Lambdaİstanbul’un vakıf projeleri var. Onlar üzerinden bazı şeyler yapmaya çalışıyorlar. Bunun gibi pratik örneklerin haricinde tabi ki insanların kafasında ileriye yönelik ve tam nasıl sonuçlanacağını bilmedikleri bazı projeleri var. Bunlar üzerinden konuştuk. Ve özetle çıkan şeyler tahmin edersiniz ki, geri ve ileri. Benim gözümde tabii. Sizin değerlendirmeniz farklı olabilir. Bazı arkadaşlarımız bu tür projelere başlamak için out olmanın en önemli nokta olduğunu söylerlerken bazı arkadaşlarımız da bunun mümkün olmadığını, Türkiye’nin buna henüz hazır olmadığını belirttiler. Bu noktada tabii ki ben de derin düşüncelere daldım. Anadolu’daki insanlar ve Anadolu kavramı denen şeyin ne olduğu da tartışıldı tabii bu arada: ‘Anadolu’daki insanların out olması zordur ve Anadolu ile batı arasındaki olay çok farklıdır. İkisinin gerçekliği çok farklı ve ikisinin karşılaştırılması yapıldığında, Anadolu'da ki insanların out olmasına gerek yoktur ve onlar out olmadan da bir şeyler başarabilirler.’ dendi. Yani böyle bir fikir de vardı. Bu noktada bir arkadaşımız, ‘Anadolu nedir? Ankara’nın şehir merkezi batı, Sincan’ı Anadolu mu? Bence bunu birileri kendi gerçekliğini somutlaştırmak için bir grup insanı Anadolu olarak çağırıyor. Ve onlara bazı sosyal ve maddi sınırlar çizerek, onların out olmaması gerektiğine dair bir öneri ile karşımıza çıkabiliyor. Ve bu bence bir tehlikedir.’ yorumunu getirdi.

Daha sonra, İstanbul’daki arkadaşlar neden vakfa doğru yöneldiklerini açıklamaya çalıştılar. Bunun temel sebeplerinden birinin yasal zorunluluklar olduğunu, eşcinsellik ile ilgili bir vakıf kurulamayacağını, ancak bunun başka bir ad altında çalışan, ama eşcinsellerin içinde bulundukları sorunları amaçlayarak çalışabilecek bir vakıf kurulabileceğini söylediler. Bunun için gerekli olan, beş kişinin out olmadan imzasının gerektiğini, ve bunun da sağlanabileceğini söylediler. Bu sebeple bu yolu seçtiklerini, ama temel amaçlarının eşcinsellere yönelik bir hareket yapmak olduğunu belirttiler. O arada başka bir arkadaşımız, şöyle bir uyarıda bulundu: ‘Vakıf ve bunun gibi örgütler bazen sistemi tekrardan yaratabilirler. Yani 2-3 kişi vakıf altında kayıtlı olsalar da, bir şey yapamayabilirler. Bu sebeple sistemi tekrar yaratmamasına dikkat etmek gerekir. Ve başka bir arkadaşımız da, tekrar out olma meselesine vurgu yaparak, böyle kapalı bir kurumun yani eşcinsel başlığı altında olmadan başka bir başlık altında toplanmış bir grubun gerçek amaçlara ne kadar ulaşıp, ulaşamayacağı sorusunu gündeme getirdi. Bu karşılıklı bir tartışma olmadı. Bu zaten burada yapılacak olan bir tartışma. O sebeple ben onu buraya bırakıyorum. Bu soruları lütfen aklınızda bulundurun..

Tek ses meselesi vardı. Yani, tek sesin önemli olduğu. Özellikle Kürşad Kahramanoğlu’nun Türkiye’ye yaptığı ziyaretten sonra, insanların kafasında oluşan ‘Acaba bir üst çatı kurulmalı mı?’. ‘Hepimiz tek bir örgüt olarak, en azından ortak örgüt olarak hareket edebilir miyiz?’ ‘Bazı noktalarda beraberce sesimizi duyurabilir miyiz?’ gibi sorulara yanıtlar aradılar. Ve ‘Örgüt ne demektir?’, ‘Nasıldır ve neye karşıdır?’, ‘Bu örgüt içinde insanın ve bireyin durumu ve şekli nedir?’ tarzında tartışmalar devam etti. Gerçi bu tartışmaların içi çok dolmadı. Dediğim gibi 1,5 saatlik bir süre idi. ‘Neye karşı örgütleniyoruz?’ sorusunu sordu bir arkadaş. Bunun cevabını da başka biri ‘Eşcinselliğe karşı olan ve homofobiyi besleyen her şeye karşı!’ diye verdi.

Defalarca out olmak ve out olmamak konusunda düğümlendik. Vakıf olayının, kültür merkezi olayının, diğer var olan ve var olacak projelerin gerçekliliği nedir, out olacak mıyız, ne kadar ortaya çıkacağız, ne kadar ortaya çıkmayacağız... bu sorularda düğümlendik. Bir arkadaşımız, bazı sivil toplum örgütlerine kendisi out olmadan, şu an destek verdiğini söyledi. Eğer kendisi out olursa, işinden olacağını, bu sivil toplum örgütlerine verdiği desteği, sağlayabilen maddi olanaklarını bir anda kaybedebileceğini ve gizliden gizliye, alttan alta bu işi yapabilmesinin daha sağlıklı olduğunu söyledi. Bir yanda somut gerçeklikler, bir yanda herkesin kendi kişisel durumu var sonuçta..

Ardından çok önemli bir konu daha açıldı. Sonuçta Türkiye’de sosyal bir adalet yok. Yani herkesin internet, kitap, dergi, magazin gibi şeylere ulaşma olanağı yok. Çünkü herkesin bunları alım gücü yok. Aynı arkadaşımız bu tarz şeylere ilgi göstermeyen, kendini kapatmış insanlarla bir yere gidemeyeceğimizi ve bu yüzden o insanlara da ulaşmamızın ve ulaşma çabamızın da çok mantıklı olmayacağını söyledi. Bu anlayışa gelen cevap ise şu idi: ‘Türkiye de bir sosyal adalet yok. Yani, sistem bu. İnsanların, internete girip de, ‘Hangi toplumsal örgütler varmış?’ diye araştırmasını bekleyemezsiniz. Çünkü internetten haberi olmayan, olsa da ona ulaşamayacak bir sürü insan var. Çünkü insanların yaşadıkları hayat, kendileri tarafından birebir yönlendirilmiyor Türkiye’de. Kendi seçimleri olsa bu insanlarla uğraşmayabilirsiniz. Ama bu insanlar, Anadolu dediğimiz, tırnak içinde Anadolu dediğimiz, yerde istemedikleri halde, bunlardan habersiz yaşamak zorundalar. Sadece medyanın o bildik haberleri ile bombalanıyorlar. O sebeple böyle bir ayırım yapma lüksümüz yoktur.’
Bu noktada konuşulanlar bir süre sonra başka bir yöne kaydı. Bir arkadaş, ‘Gazete, dergi, kültür merkezi ya da vakıf gibi şeylerin etrafında birleşmek biraz ticari, biraz da kapalı bir örgütlenme sistemidir. Daha geniş tabanlı bir sivil toplum örgütü oluşturulmalıdır’ dedi. Temel olarak aktaracaklarım bunlar.

Koray: Onur’a teşekkür ediyorum. Şimdi Onur’un bahsettikleri ışığında ya da kurumsallaşma ve örgütlenme konusunda söz almak isteyen var mı? Kaos GL’den Ali.

Ali Erol: Out olmak gerekli mi? Gereksiz mi? diye bir soru etrafında yoğunlaşma olmuş. Onur bunu kısa konuşmasında birkaç kere vurguladı. Sanırım biraz fazla ve yoğun bir tartışma olmuş. Bu aslında bizim için yeni bir tartışma olmadığı gibi, Lambda ve Kaos GL’yi temel aldığımızda 7–8 yıldır yapılan ve bitmeyen de bir tartışma. Bana öyle geliyor ki 10 yıl, 15 yıl, 50 yıl sonra bu tartışma bitmeyecek. Çünkü hayat sürekli bir akış halinde ve out olan insanlar, out olmayan insanlar, kendini yeni keşfeden insanlar, kendini keşfetse bile lambdayı, kaosu ve diğerlerini yeni keşfeden insanlar hep olacak, dolayısı ile bu out olma tartışması bitmeyecek.
Ama, mesele, out olma tartışmasının sürmesi değil, bunun hangi zeminde sürüp sürmemesi diye düşünüyorum. Örneğin, biz bu out olma-olmama konusunda her zaman fiili durumu savunduk. Out olmaya psikolojik olarak baktığımızda, 3 aşamalı. Kişinin kendini kabul etmesi ve birincil ilişkide olduğu kişilere artı kamusal alandaki yakın çevresine açılması söylenir. Ve bunu biz amerikancadan öğrendik. Aslında bu doğrudur da. Ben de kabul ediyorum bunu. Çünkü biz de böyle yaptık. Ama bu amerikanca çeviri bize, şöyle bir tehlikeyi de beraberinde getirdi. Out olmak illa kamera karşısına geçmek ve kamusal alanda poz vermek olarak algılandı şimdiye kadar. Ve bu gerçekten, eşcinsel mücadeleye katkıda bulunacak pek çok arkadaşımızın da, daha baştan engellenmesini ve kendini kenara çekmesini beraberinde getirdi. Oysa out olmak mücadele içinde gerçekleşecektir. Yani bir şekilde, sen kendi hayat alanını ve kendi hayat alanına tekabül eden başka hayat alanlarını birlikte savunarak ve bunları geliştirerek out olursun. Onun dışında ‘hah, şimdi ben out oldum’ denilen bir aşamayı düşünmüyorum kendi adıma.

Onun için eşcinsel mücadele ister vakıf, ister başka bir şey, bu somut pratik örnekleri paranteze aldığımda eşcinsel mücadelede out olmak problemi birincil bir problem değilmiş gibi geliyor. Hayatlarımıza nasıl sahip çıktığımıza ve bu hayatımızı gerçekten nasıl yaşamak istiyoruz’a vereceğimiz yanıtlarla doğru orantılı diye düşünüyorum out olmayı.

Kafama takılan ikinci şey, birlikte örgütlenme. Bu konuda da tartışmalar bitmeyecektir. Yani, biz var sayalım ki ilerde bir federasyon oluşturduk. Mevcut gruplar, bundan sonra kurulacak olan gruplar. İster bu gruplar kendini ideolojik olarak tanımlasın, ister tanımlamasın fark etmez. Bir şekilde federasyon bile oluştursak ilerde, bu tartışma devam edecektir. Dikkat etmeli ki, Kürşat tek sesi telaffuz etmemişti. Birlikte ve yan yana mücadeleden bahsetmişti. Bu da tek ses anlamına gelmez. Biz yan yana mücadele edebiliriz. Yeri gelir kol kola gireriz, omuz omuza. Yeri gelir omuz omuza girmeyiz ama birlikte mücadele edebiliriz. Bu ağzımızdan çıkan sesin ya da mücadele pratiklerimizin biricik ve tek doğrusal bir çizgide ilerlemesini gerektirmiyor. Yani o farklı alanların birlikteliği, o farklılık önümüzü açacaktır diye düşünüyorum.

Ve şu an fiili bir durum da var. Düşe kalka ve hayatı keşfederek, bir şekilde birlikte bir kanala akıyor gibiyiz. Akmak zorunda değiliz örneğin. Yani ille de Türkiye’de eşcinseller ve eşcinsel gruplar birleşmek zorunda değil. Böyle bir zorunluluk yok. Ama benim gönlüm örneğin kişisel olarak bundan yana. Bunun sancıları ve gelgitleri elbette yaşanacak. Bu zamana bırakılması gereken bir konu diye düşünüyorum.
Bir diğer şey de, bu okuma ve internet, işte takibi, şu bu üzerine. Birbirini bulan, okuyan, araştıran insanlar var. Bir de işte, cinsel edim anlamında bizim gibi olup da, eşcinsellikle ya da eşcinsel grupların yaptıkları ile ilgilenmeyen bireyler var. Ee, bunlara ulaşalım mı? ulaşmayalım mı? Yani, bu soruda bence sosyolojik anlamda ebesle iştigal. Bu senin ne yapmak istediğine ya da yaptığın şeylerin hayatta nasıl karşılık bulduğuna bağlı. Yani, biz işte beş çayı düzenleyen subay eşleri ya da benzeri gruplar değiliz, işte sümüğü akan, ayağı çıplak çocuklara yardım edelim, giysi toplayalım ya da bilmem n’apalım gibi bir şey değil yaptığımız, kendi hayat alanlarımızı toplumun diğer kesimleri ile birleştirebilme oranında diğer kesimlere ulaşırız. Yoksa masa başından, işte, şurada ya da buradaki eşcinsele de ulaşalım diyerek bir yere varamayız diyorum.

Koray: Toparlayabilir misin?

Ali: Son olarak, mevcut olan kültür merkezi, gazete, dergi, Lambdacı arkadaşların projesi vakıf ve onlarca örnek... Bunlara, ne gelmiş? ‘Ticari ve kapalı örgütlenmelerdir bunlar, daha geniş tabanlı örgütlenmeler yapılmalıdır’ deniyor. Çok öznel bir tabir kullanacağım ama bıkkınlık veren bir niteleme bu: ‘Daha kitlesel olalım.’ Daha kitlesel olalım demekle kitlesel olunmuyor ki. Ticari ve kapalı olması da hem sosyolojik anlamda, hem de mevcut anlamda doğru değil. Bunların açılımları o örgüt ve kurumların pratikleri ile doğru orantılıdır. Onun için bir şekilde örgütlenme ve kurumsallaşma konusunda ‘şöyle olmalıdır ya da böyle olmalıdır’ dan öte, yine bizim hayallerimizin ve politikalarımızın bileşkesi önemlidir. Önümüzü açacaktır diye düşünüyorum. Bir de, kavramların birbirine karıştırılması söz konusu. Eğer kurumsallaşmadan bahsediliyorsa, şu ya da bu oranda lambda da kaos da, fiilen ve sosyolojik olarak kurumsallaşmıştır. Ve bu bir şekilde daha da yoğun bir kanala akmaktadır. Örgütlenme ise daha başka bir şeydir. Yani örneğin eğitim bir kurumdur. Ama fakülte mi kuralım lise mi kuralım aşamasında örgütlenme karşımıza çıkıyor. Yani kurumsallaşma bir şekilde hayatta karşılığını bulmuştur, geri dönülmez bir şekilde zemin bulmuştur. Ha nasıl zenginleşir ve nasıl önü açılır ve bu kurumsallaşma nasıl bir örgüt ortaya koyar. Bu soru açıkta duruyor.

Koray: Teşekkürler. Anadolu Ayıları’ndan Ahmet.

Ahmet: Onur’un derleyip toparladıkları arasında unuttuğu bir şey var. Arkadaşın biri şey demişti, örgütlenip kurumsallaşırken, bunu siyasetten bağımsız nasıl yapabiliriz. Bunun sorusuna cevap verelim falan demişti. Örgütlenmenin ve kurumsallaşmanın zaten siyasal şeyler olduğunu, kavramlar olduğunu düşünüyorum ben. Eğer sen örgütlenme ve kurumsallaşmayı düşünüyorsan, bu zaten siyasal tavır ve gerekliliktir. Yani siyasetten bağımsız bir örgütlülük olamaz. Çünkü sen ortaya bir tavır koyuyorsun. Tavır siyasal olmalıdır. Karşında bir kitle var çünkü. Heteroseksist ve egemen toplum var. Ona karşı örgütleniyorsun sen. Dolayısı ile bir tavrın olmalı. Bu tavır da siyasal bir tavırdır, diye düşünüyorum.

Koray: Teşekkürler. Yeşim.

Yeşim Başaran: İnsanların hâlâ yıllardır neden siyaset ya da siyasallaşma gibi kelimelerden korktuklarını gerçekten anlamıyorum. Çünkü 26 yaşındayım. 17 yaşından beri içinde bulunduğum her tür, yani sadece eşcinsel hareket değil, her tür toplantılarda, şurada burada kesinlikle bir grup insanda, ‘Aman, işte siyaset demeyin işte parti demeyin şu bu.’ Ya da işte, siyaset deyince akıllarına devlet, parti geliyor. Bunlar da korktukları şeyler ‘Herhangi bir şey siyasi olduğunda onlara karşı bir şey yapıyordur ve de onlar zaten benim hayatımın dışında şeyler.’ gibi bir mantık var herhalde. Niye anlamıyoruz ki? Siyaset, böyle bizden tamamen bağımsız, ben olsam da olmasam da orada olacak. Siyasetçi olan adamları düşünün. Bir şekilde onlar çok üstün insanlar, çok mükemmeller ve biz onların bize zarar vermemeleri için hiç bulaşmamalıyız. Ama siyaset o demek değil. Siyaset senin günlük yaşamını örgütlemek, toplumun birbiri ile ilişkisini örgütlemek. Yani sen varsın diye varlar. Tamam bu doğru ama yani yaptıkları her şey, senin sabah nasıl uyanacağını etkileyen bir şey. Ve sabah nasıl uyanacağına kendin karar vermek isteyebilirsin yani. Ee siyaset bu demek. Niye?

O söyleşide, kurumsallaşmanın bir yolu olarak partileşebilir miyiz, sorusu da atıldı ortaya Ya bu benim hayatta aklıma gelmezdi. İnsanlardan duymasam. Yani sonra anladım ki, siyaset deyince insanların aklına siyasi partiler geliyor. Bunun için, demek ki ‘aha, bir de hareket, şimdi biz, bir dakika burada bir söyleşi var, bir sunuş var. Aman, işte sohbet var. Siyasetten bahsediliyor, kurumsallaşmak gerek’ filan deniyor.

Bu insanlar, ‘evet, biz haklarımızı almalıyız, işte biz acı çekiyoruz, heteroseksist toplum, bilmem ne..’ diyorlar. Evet, ya evet. Ne yapmak lazım? Siyaset. Hhıımmm. Parti kuralım. Yani başka hiçbir mantık göremedim ben bir insanın aklına bunun gelmesinde. Ve.. bir şey daha.. kurumsallaşma denince de, Ali zaten onu söyledi ama ben de yine söylemek istiyorum. ‘Yani illa böyle devlete bir şey kayıt olursa o, kurumsallaşmadır.’ Kurum denilen şey oymuş gibi zannediyor insanlar. Yani adamlar ne güzel oynuyor bizle diye düşünüyorum, insanlar böyle şeyler söyledikleri için. Bir de hani, bu tarz toplantıları önemsemiş gelmiş insanlar bunlar.

Ve yıllardır bu tarz toplantılarda insanların, yani oranını bilmiyorum ama en az yarısı böyle şeyler düşünüyor. Ya böyle şeyler düşünürken bu toplantıları ne olarak ta görüp de geldiklerini anlamıyorum ben. Yani biz şu an kurumsallaşmış bir şey sayesinde buradayız. Birbirimizin yüzünü görüyoruz. Birbirimiz ile sohbet ediyoruz. Birbirimizden güç alıyoruz. Çevremizi değiştiriyoruz filan yani. Böyle şeyler.

X: Arkadaşın dediği bir şeye katılmıyorum. İlk önce şunu vurgulamak istiyorum. Örgütlenme derken, zaten gey olan insanların, yani eşcinsel olan hiçbir insan birbirine tam olarak bağımlı değil. Bağımlı olamadığımızdan dolayı da hiçbir şeyi bir noktaya getiremiyoruz. Arkadaşlar bir şeyi araştırıp getiriyor, tek taraflı. Biz hiçbir şey görmüyoruz. Buraya sadece, işte haftada bir düzenlenen toplantılara geliyoruz. Ve ben şunu çok iyi biliyorum ki: sadece burada konuştuklarımız, burada kalıyor. Hiçbir zaman gerçekte hayat uygulamaya geçilmiyor. Yani geçilmesi de imkânsız. Çünkü ilk önce her şeyden önce eşcinsel olan insanların birbirine olan bağlılığı yok.

Siyaset! Siyaset o kadar basit bir şey değil. Siyaseti illaki parti kurmak, ya da devlete, millete karşı bir şeyleri göstermek amaçlı bir şey yapmak filan değil. Eğer biz eşcinselsek ya da işte kendimizi her ne diye adlandırıyorsak, ilk önce onu kendi benliğimize kabul ettirmeliyiz.
Sonra, internette eşcinseller hakkında, yani, gerekli hiçbir bilgi olduğuna da inanmıyorum ben. İnanmıyorum, çünkü insanlar internete eşcinselliğin ne olduğunu araştırmak için değil, arkadaş, işte arkadaş bulmak için ya da yeni yüzler tanımak için giriyorlar. Tanıdığım her on kişiden dokuzu kesinlikle böyle yapıyor. O yüzden bir şeyleri yaparken sadece konuşmak değil uygulamaya geçirmek önemli.

Koray: Teşekkürler. Kaos GL’den Murat Yalçınkaya.

Murat Yalçınkaya: Eee. Şimdi arkadaşın kesinlikle katılmıyorum demesi aslında, çok sevindirici. Çünkü bu tür toplantılarda hani çok baskın olduğu düşünülen düşünceler ifade edildiğinde sanki diğer kalanlar da böyle düşünüyorlarmış gibi bir hava oluşur ve hep aynı minvalde devam eder. Ama çok böyle yanılsamalı bir tartışma ortamı doğuyormuş gibi oldu o yüzden de katılmıyorum denmesi çok hoş.

Ben de arkadaşın dediğine katılmıyorum bu durumda. Bir defa bütün bu kurumsallaşma ve örgütlenme tartışmasıyla birlikte aslında bizim için en önemli şey kendimize olan inancımızı tazelemek. Bir şeyler yapabileceğimizi, çok dar alanlarda olsa bile, sadece kendi hayatımızla çevrili olsa bile, birşeyler yapabileceğimize ve değiştirebileceğimize inandığımızda, aslında bir başka kişi ile yan yana gelip, o iki kişinin alanını değiştirmeye başlayabiliriz gibi geliyor. Ve bu böyle zincirlenerek gidecek ve hemen ardından da bir şekilde daha fazla insanın bir araya gelmesi, o kurumsallaşma ve örgütlenme denen şeyin ortaya çıkması, beklenen bir şey gibi geliyor. Ama öncelikle kendimize inanmamız gerekiyor. Kendimize güvenmemiz gerekiyor.

Bunun için de hani çok böyle ütopik bir şey gerekmiyor, bunları yapabilmek için. Evet siyaset basit bir şey değil. Ama tüm bu şeylerin üstünde konuşurken de siyaset yaptığımızın hiçbir zaman farkına varmıyoruz. Ya da ‘Siyasetten ne kadar uzak tutarak bu hareketi devam ettirebiliriz’ gibi bir cümlenin ta kendisinin bir siyasi görüş olduğunun hiçbir zaman farkına varmıyoruz. Bir yandan ‘yok biz bir şey yapamayacağız’ deyip umutsuzluğumuzu sürdürürken, öte taraftan da toplantılarda insanları yapmadıkları, edemedikleri, beceremedikleri şeyler yüzünden suçlamak çok doğru gelmiyor bana.

Koray: Teşekkürler. Türkiye Ayıları’ndan Murat.

Murat: Ben az önceki arkadaşa birkaç konu dışında çok fazla katıldığımı söyleyemeyeceğim. Bu tür toplantıların işe yaramadığını ve işte yaramayacağını, söylüyor. Şurada haklı olabilir. Şu anda yaramıyor olabilir belki. Ama daha sonra yaramayacağına kesinlikle katılmıyorum. Bundan beş on sene önce şu anda yapabildiklerimizi hayal bile edemiyorduk. Tüyap’ta insan hakları fuarına katıldığımızda, göğsümüzü gere gere oraya biz, Türkiye eşcinsel oluşumları diye yazdık. Ve hiç kimseden utanmadan. Biz buyuz görün, bilin. Yani buna ev kadını da geldi, çocuk da, karı-koca da, polisler de geldi, gezdi. Bu nasıl oldu? Böyle ufak ufak, üç beş kişi orada burada toplandı. Bu bir havuz diye düşünün. İçine damla, damla damlayacak. Bir de bizim şark zihniyetimizden, müslüman olmamızdan gelen bir takım şeyler var. Ne diyeyim. Açmazlarımız, zorunluluklarımız mı var? Biz ilk önce kendimizi eşcinsel olarak kabul edemiyoruz ki. Kendi aramızda bile, neyin tartışmasını yapıyoruz? İşte, ikimiz de ibneyiz ama o benden daha kadın, daha ibne. Hep böyle işte. Bunları tartışıyoruz. O daha ibne ben ondan daha az ibneyim. İlk önce biz kendimizi kabullenelim. Bu da out olmakla olabilecek bir şey ama, bunu herkes yapar ya da yapamaz. Ben belki şanslıyım. Aileme de açıldım. İşyerime de açıldım. Üniversitede hocalarım da biliyordu. Ve bugüne kadar ters bir tepki ile karşılaşmadım. Sadece annem işte, ayşe teyze, fatma teyze, mehmet amca ne der? O, onun korkusunu yaşadı. Onun için eşcinsel bir oğula sahip olmak belki hayal kırıklığı idi ama çok da kötü bir şey değildi.

Bunlar, böyle şeyler. Yani tamam belki şu anda konuşuyoruz, çok bir şey çıkmamış gibi geliyor ama mutlaka olacak. Açıkçası bunlar beni çok heyecanlandıran şeyler. Bir de ilgilenmek isteyen adam ilgileniyor. Tamam, buraya gelir, konuşur, konuşur hiçbir şey yapmayabilirsin de. Ama ben bir çok iletişim grubuna üyeyim. Hepsini takip ediyorum. Ne diyeyim? Pozitif olarak ortaya veya fiziksel olarak bir şey koymuyorum belki ama kendimi geliştirme açısından bir şeyler yapıyorum. Ve aslında bu gruplar çok önemli. Ben Türkiye Ayıları grubunun üyesiyim. Adam iki senedir üye. Gıkını çıkartmayan bir üye. Yani internete de ulaşmış, her türlü bilgiye de sahip, bilmem ne, sağ sol! Ama bu gruplar sayesinde ailesine değil belki ama bize karşı, kendisine karşı out olmaya başlıyor. En basit bir örnek. İşte Emre diye bir arkadaşım var.

Dışarı bile çıkmayan bir insandı. İki senedir üye olduğu halde. Ve böyle bir ufak ufak, toplantılara gele gide, konuşa konuşa, bugün artık çok rahat bir şekilde, o bunalımdan, o buhrandan kurtuldu. Açıldı. Tamam belki ailesine out olmadı, okulda bilmiyorlar ama bunlar çok önemli şeyler. Ve eşcinsel hareketin ilerlemesi için de mutlaka, ilk önce bizim eşcinselliğimizi kabul etmemiz, bunun bilincine varmamız gerekiyor. Dışarıya hep, uçkur derdinde değiliz biz, diyoruz. Ama aslında uçkur derdindeyiz. Bu kadar basit. Bir tek homoseksüeller değil heteroseksüeller de öyle. Çünkü dünya seksin üzerinde dönüyor. Bu kadar basit bir şey. En doğal içgüdümüz bu. Ama bunu biraz bir kenara itip de, bir şeyler yapmaya çalışırsak bir şeyler olacaktır diye inanıyorum. Olmalı.

Koray: Teşekkürler. Şimdi de Adana’dan katılan bir arkadaşa söz veriyorum.

A. : Ben her iki arkadaşın söylediklerine katılıyorum. Bir kere insanın, kendi kendine, ben eşcinselim, ben geyim, diyebilmesi gerekiyor. Bunu kendine inandırması gerekiyor. Ben Adana’dan geldim. Adana’da eşcinsellerin toplanabileceği veya böyle buluşup sohbet edebileceği herhangi bir mekan yok. O tür bir rahatlık yok. Zaten çok kısır bir kent. Kaldırmaz. Daha evvel hep bu şekilde ben de inanmıyordum buna. Adana’da bunu yapamayız. Adana bunu kaldırmaz. Adana kısırdır. Şu olur bu olur gibi düşünüyordum. Ama şimdi değil’ Ben inanıyorum. Yani bir şeylere bir yerden başlamak gerekiyor. Toplumu inandırmadan önce, insanın kendi kendini inandırması gerekiyor. Ben bunu başaracağım. Ki zaten bir laf vardır: inanmak başarmanın yarısıdır diye. Önce bir inanmak gerekiyor. Yapmak istediğin şeyi hakikaten başarabileceğine inanmak gerekiyor.

İkincisi bu tür toplantılar gereksiz veya bir şey vermiyor diye de düşünmüyorum. Hakikaten veriyor. Yine kendimden örnek vereceğim.. 27 yaşındayım ve geyliğimi beş ay evveline kadar reddediyordum. Beş aydır geyliğimi kabul ediyorum. İlk toplantım. Yani bu tür bir gruptaki ilk toplantım. Bu toplantıdan, bu etkinlikten çok şey aldım. Çok şey kazandırdı bana bu toplantılar. Bu anlamda Adana’ya götüreceğim çok şey var. Adana’da yapacağım çok şey var. Dediğim gibi zaten yeni keşfedilmiş bir durum olduğu için, henüz çevre geliştirme aşamasındayız. Yeni insanlar tanımaya çalışıyoruz. Gerçekten Adana’da gizli gey çok. Potansiyel çok yüksek. Ama insanlar bunu bir şekilde, ne bileyim belki de homofobik olduklarından reddediyorlar. Gey olduğu halde, gey misin diye sorduğumuz zaman belki de geyliğe karalayıcı şeyler söylüyorlar. Ben gey değilim! O nedir? Şu nedir? Falan gibi şeyler. Ama başarılmayacak gibi değil tabi ki, geçen günkü sohbetlerde yapıldığı gibi etkileşim çok önemli. Diğer gey gruplarla, diğer toplumsal gruplarla etkileşim çok önemli.

Yardım almak adına söylüyorum bunu. Ben Adana’da böyle bir şey yapacağım demiyorum ama tabi ki bu tek başına, bireysel olarak yapılacak bir durum değil. Elbette ki Kaos GL’den, Lambdaİstanbul'dan yardım isteyeceğim. Mutlaka bu tür toplumsal örgütlerden (örgüt diye adlandırıyorum ben bunları), muhakkak yardım isteyeceğim. Muhakkak etkileşim sağlanacak bir şekilde. Yapılmayacak bir şey değil. Ben mutluyum. Gerçekten! Artık kabullenebiliyorum gey olduğumu. Ne mutlu geyim diyebiliyorum. Çünkü eşcinsellik bence çok büyük bir ayrıcalık. Çünkü hiçbir heteroyu, bir eşcinsel ile aynı kefede tartamam. Yani bir eşcinselin sahip olduğu potansiyele hiçbir hetero sahip olamaz. Yani duygusal anlamda, yaratıcılık anlamında, ufkumun geniş olması anlamında yapamaz.

Koray: Teşekkürler. Lambdaİstanbul’dan Umut.

Umut: Ben kurumsallaşmanın bireylerden başlayıp ama daha sonra gruplar içinde olan hareketine değinmek istiyorum. Ben bunu birkaç kişi ile Ankara’da, İstanbul’da veya Adanalı arkadaşlarla da konuşmaya çalıştım. İlki şu: Muratın dediği örnekten gelerek, yalnızca tek sesi değil dayanışmayı da doğru düzgün yapamadığımıza inanıyorum. Mailing listler de bunun bir açıkça göstergesi. İlk önce insanların bu tür çalışmaları yaparken birbirlerine ısınması gerektiğini, eleştiri yaparken de biraz da kendilerini eleştirmeleri gerektiğine inanıyorum. Yani herkesi eleştirebiliriz. Evet. Ama bizlerin de eleştirilecek yönleri var.

Siyaset denildi az önce. Siyaset epey bir konuşuldu. Siyaset konusunda Türkiye aslında eğitilmeye açık bir platform. Kaos’taki arkadaşlarım bilir, en başta siyasete ve politizme aslında ne kadar karşı olduğumu. Ama bu tür gruplar sayesinde ben de siyasete açıldım. Belki bir şey yapmadım. Ama, insanları eğitebileceğimize, bizlerin en azından eğitilebileceğine inanıyorum. Bir de şunu söylemek istiyorum. Kurumsallaşmaya karşı olan arkadaşlar, aslında kurumsallaşarak neler yapabileceğimizin farkında değiliz. Hareket diyoruz. Eşcinsel hareket diyoruz. Eşcinsel hareketin ne olması gerektiğini, neyle savaştığımızı aslında daha bilmiyoruz.
Projeler üretmekten bahsediyoruz biz. O projeleri hayata geçirebilmek için, bazı kurumlardan para alabilmek gerekiyor veya destek sağlanması gerekiyor. Dayanışma sağlanması gerekiyor. Ve bunlar hareketi oluşturuyor. Bazen belli bir şeylere imza atabilmek, belkide out olabilmek gerekiyor! Ve bir de kurumsallaşmaya karşı olan insanların bir öneri getirmelerini bekliyorum ben.

Ayrıca bir şey daha söylemek istiyorum. Diğer sivil toplum örgütleri aslında bize dayanışma gösteriyor. Yurt dışından bize, eşcinsel grup olmayıp, bizlere yardım etmek isteyen humanist gruplar var. Yani arkamızda bir dayanışma örgütü var. Ve bekleyerek çok fazla zaman kaybettiğimize inanıyorum ben.

Koray: Teşekkür ediyorum. Diğer toplumsal hareketlerle ilişkiler biraz sonra konuşulacak. Anadolu Ayıları’ndan Ahmet’e söz veriyorum.

Ahmet: Örgütlülük ve kurumsallaşma noktasında, out olmanın gerekliliği ve gereksizliği konusuna değinmek istiyorum biraz. Ortada iki söylem var.. Biri illa out olalım, bir de illa out olmayalım. Ama bunun ortasının da olabileceğini düşünüyorum. Yani illa örgütlenmek için herkesin out olması, ve kurumların tümünün out olması gerekmiyor. Örneğin, Lambda bunu vakıflaşarak gösteriyor. Biz de Lambda’nın açtığı bu yolda, bir takım kazanımlara sahip oluyoruz. Out olmadan ama. Kendi grubumdan örneklemek istedim, Anadolu Ayıları olarak biz, şu anda out olmanın bizim için çok lüks olduğunu düşünüyoruz. İçimizde out olmuş insan yok. Yani, illa da herkesin olması gerekmiyor. Bazıları olur, bazıları olmaz. Bunun ortası da var. Bunu da görmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Bir diğer nokta da, Adanalı arkadaşın Adana’da böyle bir girişim yapacağını söylemesi. Adana’da aslında biz bir toplantı yaptık. Türkiye’nin en doğusunda. Bilinçli eşcinsel gruplar anlamında, bir toplantı yaptık. Ama arkadaş duymadı. Bu da bizim iletişim eksikliğimizden kaynaklanıyor. Bunun da kurumsallaşmayla, örgütlü olmakla, grup olmakla ve onlarla iletişim kurmakla mümkün olabileceğini düşünüyorum. İnsanlar arasında iletişimi ve örgütlülüğü en iyi grupların ve kurumların sağlayabileceğini düşünüyorum.

Koray: Teşekkürler. Kaos GL’den Ali Özbaş.

Ali Özbaş: Sürekli yeni nesil geliyor, sürekli olayı henüz bilmeyen insanlar geliyor. Bazı şeyleri yeni yeni fark eden orta yaşın üstündeki insanlar belki de uyanıyor. Ama hep bir yenilenme oluyor. Bilgisiz insan oluyor. İster bir dergi ile, ister çeşitli yollar ile kalıcı şeyler bırakmış, yazılı dokümanlar bırakmış da olsan, buna ulaşmamış, okumamış, okumayacak insanlar da geliyor. Dolayısı ile bazı tartışmalar asla bitmeden ya da senin benim on yıl önce tartışıp noktayı koyduğunu düşündüğümüz noktalarda bile ‘ay gene mi?’ dedirten şeyler oluyor. Dolayısı ile bunun hiçbir şekilde çözüm yolu yok. Televolelerde, magazinlerde çıkan şeyleri bile, duymayan insanlar oluyor. Ama bu değil ki, sen ne yaparsan yap, ulaşamayacaksın, duyuramayacaksın! Bunda herhangi bir moral bozucu ya da her şeyi bir kenara bıraktırıcı bir yan yok.

Ama biz bu buluşma öncesi, şöyle bir dergide yer alan, ki bizlerin kayıt altında tutma gibi bir alışkanlığımız yoktu. İstanbuluşma adı verilen ilk buluşmadan bugüne, yazılardan oluşan 27 sayfalık bir doküman aldık. Dolayısı ile bu 27 sayfayı oluşturacak şeylere baktığımızda hâlâ orda sorun gibi gelen şeyler, devam ediyor olabilir. Ya da bayağı yol alındı da denebilir. Sonuç itibarı ile bugün Kaos Kültür Merkezi’ni bir mekan olarak düşünüp okulundan lisesinden kalkıp gelen insanlar var. Ben bu insanları belki herhangi bir film gösterisinde ya da toplantıda görmüyorum. Sinirleniyorumdur ya da bu da sadece burayı algılayışıdır, gelebileceği bir kafe olarak görmesidir. Ben bunun için mi zamanımı harcıyorum, diyebiliyorum.

Kurumsallaşmada kurum kendini örgütlenmede örgüt kendini, oluşturuyor. Gönül isterdi ki yaşlanırken, bazı şeylerin çok hızlı gerçekleşmesi ve somut olarak bazı şeyleri görmüş olalım. Burada yaşlanmak, maalesef hayatın getirdiği, yılların getirdiği bir yaşlanma. Yoksa ‘ aaa, yok canım sen yaşlı değilsin’ diye insanlardan bir rahatlama beklentisi değil. Yani, yaşlanıyoruz ve onun için ben on yıl sonra bu dağ bayıra çıkabilecek miyim? Ama belki güzellik de orda olacak. İşte o zaman 17-20 yaşlarında insanlar dağa çıkarken, kırk elli yaşında birileri de tırmanıyor olacak. Belki o bir yerlere dönerken varacak, ama olsun, olacak. Belki, işte, her şey belkiler üzerinde değil ama yıllar sonra hiçbirimiz tatmin olmamış dahi olsak, birşeyler yapılıyor.. Bunun, adı ne olursa olsun.

Koray: Teşekkürler. Kaos GL’den Kahraman.

Kahraman: İnsanların özgür olmaktan korkmalarının iki nedeni olduğunu düşünüyorum. Öncelikle, Türkiye’de zaten genel bir çürüme var. Ahlaki değerlerde ya da bütün değer yargılarında bir zayıflık, çürüme var. Bu örgütlerde de gösteriyor kendini. Türkiye’deki örgütlerde gerçekten bir çürümüşlük var. İnsanların bu yapıdan korkmaları normal geliyor bana. Bundan da önemlisi, ‘Türk halkı neden aydınlarla birleşemiyor?’ sorusu. Çünkü çok uzaklar. Aydın olmak, o fikirleri savunmak marjinallik. Örgütlülük de böyle. Bu ülkede örgütlülük marjinal. Yani Türk aile yapısında, eğitiminde, o baskıcı, otoriter baba ve anne içinde yetişmiş bir çocuk, ardında devlet merkezi ve çok ağır bir devlet, baskıcı bir devlet... Sonra eğitim sistemi ezberlemeye yönelik. Sorgulamayı, eleştirel bakmayı reddeden, öğrenmeyi insandan iten bir eğitim sistemi...

Bu sistemden yetişmiş insanların örgüte olumsuz bakmaları çok da ters bir durum değil. Örgütlü olanların bunu bilmesi gerekiyor. Yani, neden insanlar örgütü sevmiyor? Örgütsel yapıdan kaçıyor? Çünkü noktalar belirgin. Devlet, teokratik, dini yapı da çok kuvvetli. Ve felsefe yasak dinde. Düşünmek yasak. Böyle bir yapının olduğu ülkede insanların korkması anormal gelmiyor. Ama, savunanların bunun bilincinde olması gerekiyor. Bir şeyler yapmak isteyen insanlar, karşısındaki kendini örgütlülükten uzaklaştırdığı zaman ‘ben bunun neden böyle olduğunu biliyorum. Çünkü nerde yetiştiğini, 28 yaşında ise, bu noktaya nasıl geldiğini biliyorum.’ deyip kendi çizgisini buna göre çizmesi gerektiğini, yani durduğu noktadan bir geri adım atmaması, karşısındakini anlaması gerekiyor, diye düşünüyorum.

Koray: Teşekkür ediyorum. Kaos GL’den Atilla A.

Atilla A.: Ben, genel tartışmayla ilgili bir şey söyleyeceğim. İnanmak sözcüğü çok kullanılan bir şey genelde. Bir fikir tartışması inanç meselesi olarak kondu mu, kimileri inanıyorum, kimileri inanmıyorum şeklinde çekimleyerek bu fiili, bir kakafoni yaratmak oldukça olası bir şey. Katılıp, katılmamak gibi. Bu bizi bir yere götürecek bir şey değil ama. Bu, yönteme dair bir saptamaydı. Onun dışında, Türkiye’deki gey hareketin hazır ideolojiler üzerinde bir yapılanması olmadığını tespit etmek gerekiyor. Ya da bunun hakkını teslim etmek gerekiyor. Bu güne kadar örgütlü olarak çalışan grupların perspektifine baktığımız da, diğer örgütlerle ya da siyasi olarak tanımlanan örgütlerle ilişkilerine ve onlarla aralarına koydukları mesafe aslında nasıl bir yolda ilerlenmek istendiğinin de bir göstergesidir.

Tabii herkesin bir politik görüşünün olması doğal. Ama bunun eşcinsel hareketin nereye gitmesi konusunda, ya da nereye gideceği konusunda nasıl sorusuyla da ilişkisi var. İnsanlar bir kimlik olarak kendilerini ortaya koyarken de aslında söyledikleriyle de politiktirler. Ve ait oldukları grupta, yapmak istedikleri çalışmaları o yönde ilerlemesi için kendi fikirlerini beyan ederler. Şu anda buradaki insanların hepsinin kendi fikirlerini beyan ederek, bu tartışmadan çıkacak sonuca katkı sağlamak ya da bunu engellemek anlamında konuşmaları gibi. Bu kadar.

Koray: Teşekkür ediyorum. Aramıza Konya’dan katılan bir arkadaşımıza söz vermek istiyorum şimdi de.

Suat: İki seçenek var. Ya eve girip inzivaya çekileceksin ya da bekleyeceksin ya da gerçekliğini kabul edip yaşamaya devam edeceksin.. Kurumsallaşma. Yani kavram çok da önemli değil bana göre. İki arkadaş birbirini tanıdıktan sonra, bir evde çay içiyorsun, muhabbet ediyorsun. Ya beraber bir pastaneye gidelim diyorsun. Ve ortak bir tavır alıyorsun. Bir duruş. Üçüncüyü buluyorsun, dördüncüyü buluyorsun. Yani kaostan ya da lambdadan çok şey beklemek doğru değil. Yani tırnağın var ise başını kaşı mantığı da biraz doğru. Yani kendi kurumsallaşmanı kendi çevrende yapacaksın.. Konya’da eskiden tesettürlü olmayan bayanlara çok tahammül yoktu. Ancak üniversite sayesinde çoğalınca, artık tahammül ettiler. Yavaş yavaş tesettür değişti Konya’da. Üste eşarp, alta pantolon. Yani, ister istemez ayak uyduracak o da sana.

Koray: Teşekkürler. Kaos GL’den Atılım.

Atılım: Benim kurumsallaşma ve örgütlenme konusunda birkaç endişem var. Hedefleri belirlerken, bazı araçları tamamen hedef olarak gördüğümüzde, birçok şeyi kaçırdığımıza inanıyorum. Yani bugün, bir vakıf kurmayı, bir örgüt kurmayı hedef olarak koyduğunuzda, salt o açıdan baktığınızda bir çok şeyin arka planda kaldığına inanıyorum. Örneğin, bunları bir araç olarak görmenin daha sağlıklı olduğuna inanıyorum. Örneğin, hepimizin hayalinde bir kültür merkezi vardı ama bu kültür merkezi bir araçtı. Veya kaos gl dergisi veya parmak gazetesi. Yani amaç sadece bir dergimiz olsun veya bir kültür merkezimiz olsun değildi de bu kültür merkezi, dergi, vesaire gibi araçlarla nelerin yapılabileceği idi. Benim endişem açıkçası şu. Yani gerçekten bir kurum hedef! Peki kurum oldu. Yani bunun pekisi benim bakış açımdan daha önemli. Sanıyorum bunlar biraz daha tartışılmalı ve netleşmeli diye düşünüyorum. Bir şey daha ekleyeceğim.

Bu tartışmanın, netleşme ve dayanışma için bence kurumsallaşma sürecinde olsun ya da olmasın, bireysel eşcinsel politikası üzerinde ciddi bir tartışma yaratması gerektiğine inanıyorum. Bu dayanışmamız için çok daha sağlıklı bir zemin olacaktır. Birbirimizi anlamamız ve gideceğimiz yol ve ulaşacağımız hedefler anlamında, hem de gerçekten vereceğimiz savaş ve mücadele anlamında bize çok şey katacağına inanıyorum. Yani bu, işte şurada şöyle idi biz de bu politikayı benimsiyoruz değil de gerçek uzun ve sancılı bir dönemde olabilir bu. Uzun ve sancılı dönemleri geçerekten kendi politikalarımızı üretmemiz gerektiğine inanıyorum ben.

Koray: Teşekkür ediyorum. Lambdaİstanbul’dan Özgür.

Özgür: Ben de aslında tam arkadaşa yanıt verecek şeylerden bahsedecektim. Şimdi, kurumsallaşma neden? ‘Eşcinsel hareket nereye ve nasıl?’ yazıyor. Yani bir yere gidiliyor sonuçta. Bu beni çok sevindiriyor. İşte Kaos bir şeyler yapıyor. Lambda bir şeyler yapmaya çalışıyor. Çünkü bir hedef var. Ona ulaşılmaya çalışılıyor. Daha fazla insana ulaşılmaya çalışılıyor. Yapmak istediklerimiz kendi örgütlenme, biçimlerimizi aşıyor. Yapmak istediklerimizi yapabilmemiz için, örgütlenme biçimimizi tekrar gözden geçirmek zorunda kalıyoruz. İşte, kaos kültür, vakıflaşma, diğer grupların projeleri varmış, onları duymuyoruz bilmiyoruz ama bu tip projeler lüks değil. Bunların altında mutlaka bir neden yatıyor. Yani, senin söylediğine çok katılıyorum. Vakıflaşma tabiki bir araçtır. Hiçbir zamanda amaç olamaz. Kültür merkezi de bir araçtır. O da amaç olamaz.

Yani, endişelerini haklı görüyorum ve sana yani, Lambda'dan bir insan olarak şöyle söyleyebilirim ki endişelenmene gerek yok kimse bunu amaç olarak görmüyor. Yani bu nihai son değil. Vakıflaşma olduktan sonra bizim hayatımız birden bire güllük gülistanlık olacak, out olan arkadaşlarımızı atv’ye show habere, aktüele yollayıp çok popüler, tüm Türkiye’nin tanıdığı bir vakıf olacak değil yani. Gayet küçük, emin adımlarla, inandığımız ve şu örgütlenme biçiminde gerçekleştiremediğimiz projelerimizi gerçekleştirmek için yapıyoruz bunu. En azından biz bütün gün telefon hattında psikolojik destek verecek bir eleman çalıştırmak istiyoruz. Buna maaş ödenmesi gerekiyor. Belli bir kurumun oluşması gerekiyor. Şimdi bu kurum tabii hani arkadaşlar söyledi. Nasıl bir kurum olacak? Tekelci, biraz baskıcı, bir kaç kişinin yönetimi altında bir kurum mu olacak? Yani, biz bunu da konuşuyoruz. Yani, bunun olabildiğince çoğulcu bir kurum olması için elimizden geleni yapıyoruz. Böyle kaygılarımız tabii ki var.

Koray: Özgür’e teşekkür ederim. Burada konuyu bir başka atölye konumuz ‘Diğer toplumsal hareketler, örgüt ve kuruluşlarla etkileşim’le genişletmek istiyorum.

Onur: Konu başlığı Avrupa birliği çevresinde gelişti. Bu konuda Avrupa birliğinden geniş bir gömlek istendiği ve bizim tüm dertlerimizin Avrupa Birliği’ne ihraç edildiği konusunda bir fikir ortaya atıldı. Özetle bunu kesinlikle söyleyebilirim ki Avrupa Birliği’nin somut bazı destekleri olabilecektir. Ama kesinlikle bizim de burada yapmamız gereken şeyler vardır. ‘Tamamen bütün sorumluluğu ve yükümlülüğü Avrupa Birliği’ne atmamız kadar saçma bir şey olamaz’, gibi bir karara bağlandı. Bunu da her halde herkes taktir eder.

Öbür konu ise, daha çok bizim gruplar arası pratiklerimizdi. Bu konuya yeterince değinilmedi ama. Biz Kaos GL ve GayAnkara, Kültür Merkezi’nde buluştuğumuz diğer toplumsal hareketler diyebileceğimiz anarşist arkadaşlar, marksizm üzerine çalışan arkadaşlar ve İnsan Hakları Derneği’nden arkadaşlar ile sürekli toplantılar halinde olmaya çalışıyoruz. Onlar sunumlar yapıyorlar, fikirlerini anlatıyorlar. Örneğin mayıs ayı içinde antimilitarist bir açıklama yapılacağını söyledi anarşist arkadaşlar. Bu konuda bizden de desteklerin olup olmayacağını sordular. Böyle pratikler de var önümüzde.

Ve toplumun diğer dinamikleri ile bizim aramızda nasıl kesişmeler olduğuna noktalara varmaya çalışıyoruz. Bunların üzerinden çalışıyoruz. Avrupa Birliği her ne kadar somut ve önümüzdeki bir adım olsa da Türkiye’de var olan diğer gruplar da bir o kadar somut ve gerçek. Onlarla olan kesişmelerimizi değerlendirmek muhakkak bize yarayacaktır sonucuna varılmıştır diyebilirim. Benim söyleyeceklerim bu kadar.

Koray: Teşekkür ediyorum. Aslında, bu atölyenin sadece Avrupa Birliği’ni değil Avrupa’daki diğer örgütleri de kapsayacak şekilde bizim dışımızdaki ama bir şekilde kesiştiğimiz ya da karşı karşıya geldiğimiz diğer toplumsal hareketler, örgütler ve kuruluşlarla etkileşimimiz şeklinde bir tartışma olmasını düşünmüştük. Bu konuda söylemek istediği bir şeyi olan var mı? Evet, Yeşim.
Yeşim: Aslında ben o toplantıda olmadığım için genel bir şey söyleyemem ama sadece şöyle bir şeyi hatırlatmak istedim. Eşcinseller toplumun her kesiminde olduğuna göre, sevdiğimiz ya da sevmediğimiz her tür sivil toplum kuruluşunun içinde de eşcinsel bireyler var. Bu tartışma kısmında bu bilgiyi unutmadan tartışalım, düşünelim istedim. Onu hatırlatmak istedim.

Koray: Teşekkürler. Ali.

Ali Erol: Program da diğer toplumsal hareketlerle iletişim, etkileşim başlığı olduğu halde, bu toplantı biraz ‘Avrupa Birliği’ne katılalım mı? Katılmayalım mı? Beş yıl sonra mı katılırız? On beş yıl sonra mı katılırız?’ gibi soyut bir şey üzerine yapıldı. Burada ben bir şeyin altını çizmeye çalışıyorum. Danirmarkalı arkadaş, Heribert ve benim dışında birkaç arkadaş daha farklı yerlerden hareket etsek de ortak bir nokta yakaladık. Bu da, yasal düzenlemelerdi. Yasal düzenlemelerle Avrupa Birliği’ne katıldığımızda ve Avrupa Birliği’nin şu kısa vadeli, orta vadeli bize verdiği ödevlerin bir şekilde yerine getirildiğinde, Heribert'in deyişi ile ‘kültürde’, Danimarkalı arkadaşın deyişi ile ‘mentalitede ya da zihniyette, yani insanlar arası ilişkilerde’ bir değişikliğe otomatikman yol açacak mı, yol açmayacak mı? Bu soru unutuluyor.

Toplumsal hareketleri, birini diğerinden karşıt görmemekle birlikte benim için daha anlamlıymış gibi geliyor. Örneğin: Anadolu Ayıları, elbette ki, şüphesiz ki tüm eşcinseller, bizim için de bu geçerli. Anadolu Ayıları, Türkiye Ayıları ya da ayı kavramı, işte erkek bedeni ve benzeri konular. Şimdi bu tartışılıyor ama sanki bu tartışma diğer toplumsal hareketler tarafından hiç yapılmamış gibi sıfırdan başlıyormuşuz gibi. Oysa feminizim ve eşcinsel kurtuluş hareketinin altmışlı yılların sonunda, özellikle yetmişli yıllarda tartıştığı ve hallaç pamuğu gibi attığı o fikir ortamına Anadolu Ayılarının, Türkiye Ayılarının had safhada ihtiyacı olduğunu düşünüyorum ben. Beden sorgulaması, gender ve benzeri durumlar açısından.

Buna benzer maddi olarak da, yani kendimizi algılama ve tanımlama anlamında da diğer toplumsal hareketlerle iletişime ve etkileşime ihtiyacımız var. Ayrıca, biz bu toplumda bir şekilde insanlarla birlikte yaşayacaksak ve bu kısır döngüyü, bu çemberi bir şekilde kıracaksak, bunun en yakın etkileşimi bizim yanı başımızda yaşayanlarla çoğu zaman gizli olarak yaşadığımız, bazılarımızın işten dolayı, bazılarımızın cinselliğinden dolayı dahil olduğu gruplarla iletişime nasıl geçilir sorusu, biraz eksik kaldı. Burada da konuşulabilir bu

Koray: Teşekkür ediyorum. Ali.

Ali Özbaş: Diğer toplumsal örgütlerle iletişime geçme, onlara ortak hareketlerde bulunma hiç kimsenin karşı olmayacağı, olmaması gereken bir durum sanırım. Çünkü her mesleğin, hemen hemen bir odası bulunuyor. İşte tabipler odası, mühendisler odası gibi. Çeşitli sendikalar var. Memur sendikaları, işçi sendikaları var. Yani çeşitli kurumlar var. Bunlar kendi haklarından hareketle ortaya çıkmış kurumlar. Ve zaman içinde birbirlerine ters düşen yanları birbirlerini eleştirdikleri yanlarının üzerinden de olsa gelinen noktada birlikte hareket etmenin gerekliliğinden dolayı, çeşitli platformlar kuruluyor. İşte, özelleştirmenin alıp başını gittiği ve çeşitli meslek ve kitle örgütlerini zorladığı, zor durumda bıraktığı noktada bu özelleştirmeye karşı platform şeklinde bunlar bir araya geliyor.

Bir şekilde bu yürümüyor ve dağılıyor ama yeniden bir araya gelmenin yolları aranıyor ve bugün gelinen noktada emek platformu adı verilen, oldukça geniş tabanlı bir birliktelik oluşturuluyor. Ha, bu birliktelikte sadece adının var olması üzerinden, belki bir kırılma, eleştirme gibi şeyler de yaşanıyor. Ama buna rağmen bu birliktelik kaçınılmaz ve küreselleşme adı verilen saldırıya karşı da benzer bir şekilde bu güçlerin, bu sivil örgütlerin, bu kurumların küreselleşmesinin zorunlu olduğu açık ve ortaya çıkmış bir şey! Birbirinden siyasi görüş olarak farklı olsalar da. Kamu-sen ile Kesk diyelim, iki memur örgütü, iki memur konfederasyonu bir çatı altında birleşebilmesi gibi.

Ama sonuçta bunların hepsi kendi ideolojileri, kendi sınıfları yönünde mücadele veriyorlar ya da vermiyorlar, ama bazı noktalarda bir araya gelebiliyorlar. Bizler de diğer kurumlar ile bir araya gelebiliriz. Sonuçta bir hak talebi ile yola çıkılmış, bir şeyleri alma talebi ile yola çıkılmış. Bir araya gelme, ortak şeylerde bulunmamız kaçınılmaz. Ama bu noktada şöyle bir şey var. Onların bir ters, olumsuz yaklaşımlarına, görüşlerine karşı bizler de biraz daha çok çalışacağız.

Koray: Teşekkürler. Ahmet.

Ahmet: Birey olarak zaten değişik alanlarda, değişik toplumsal örgütlerin içinde yer alıyoruz. Örneğin: ben hekim olarak, Türk Tabipler Birliği'nde, memur olarak, KESK’e bağlı bir sendikada üye olarak görülüyorum. Aynı zamanda eşcinselim. Eşcinsel kimliğimle de böyle bir ortamdayım. Yine aynı şekilde, diğer toplumsal örgütlerle birlikte hareket etmenin, onlarla dayanışma içine girmenin yolunun yine kurumsallaşmadan geçtiğini düşünüyorum. Onların bizi, muhatap almaları için ya da bizi kabul edebilmeleri için örgütlü olmamız gerekiyor. Şu anda gerçek bir örgütlülük içinde değiliz.

Ya da örgütlülüğünü tamamlamış kurumlar değiliz. Öyle bir yapılanmamız yok. Emek Platformu örneğin. Öyle bir platform içine giremiyoruz. Ne olarak gireceğiz. Önce kurumsallaşmamız gerekiyor diye düşünüyorum.. Bir de Ali’nin değindiği bir şeye, ayılarla ilgili noktaya gelmek istiyorum. Ali, feminist hareketin tartıştığı bir noktanın, Anadolu Ayıları ve Türkiye Ayıları’nın da sorunu olduğunu vurguladı ama bunun, sadece bu iki grubun değil Türkiye eşcinsellerinin sorunu olduğunu düşünüyorum.

Ali Erol: Onu söyledim, canım.

Ahmet: Biz tartışamadık bile ama. Yani şurada, şu baharankara gerçekleşti, ayılıkla ilgili hiçbir şeyi konuşamadık. Gerçi bu istem dışı oldu ama yine de hiçbir şey konuşamadık.

Ali Erol: Sağlık olsun.

Ahmet: Buna zemin hazırlandı, doğal koşullar.

(Gülüşmeler...)

Ahmet: Ormana gittik ormanda tabii şey oldu.

Murat Y.: Halbuki doğal mekanınız.

Koray: Onur’a söz vereceğim.

Onur: Şimdi ben bu toplantıya katılan biri olarak konuşayım. Her ne kadar diğer toplumsal hareketlerle ilişkiler konuşulmadıysa da ve onun konuşulması gerektiği kanısı varsa da Avrupa Birliği konusunda konuşulanlardan bahsedeceğim. Bu da yabancı arkadaşların değindiği bazı noktalar. Yirmi sene önce Danimarka’da olan bir siyasal bir olay varmış. Bir milletvekili, parlamento üyesi, çıkıp artık gey hakları için savaşacağını söylemiş. Ve bunun Danimarka’da yirmi sene önce başlayan bir hareket olduğunu ve hızla geliştiğini, yani ‘Biz de sizin gibi böyle oturup bir konuda ne yapacağız? Ne edeceğiz?, diye konuşurlarken birden hızlanmaya başladıklarını’ söyledi bu kişi. Ve onların hâlâ bazı haklar için savaştıklarını, Hollanda ve Danimarka dışında bir ülkede eşcinsel olmanın o kadar da şanslı ve güzel olmadığını, Avrupa’nın da toz pembe olmadığını ekledi. O yüzden Avrupa’da da işlerin bitmediğinden ve Türkiye’de de bu sebeple Avrupa’ya bel bağlayarak bazı şeylerin bitirilmiş olmayacağından, oraya girince her şeyin lank diye çözümleneceğinden bahsetti.

Bu konuya özellikle değinmek istiyorum. Hâlâ özellikle Hıristiyan kesimlere, kiliseye ve toplumun tutucu kesimlerine karşı savunmada olduklarını ve kendilerini korumak durumunda kaldıklarını anlattılar. Bir arkadaş da şöyle bir şeyden bahsetti. Örneğin: Avrupa Birliği eğitim projelerine Türk eğitim projelerinin, gey lezbiyen haklarının Türk yasalarında olmadığından dolayı alınmadığını, bu konuda direkt siyasal örgütlerin sorumlu olduğunu ve bu sebeple onlar üzerine bir baskı kurulabileceğini söyledi. Kısaca, direkt olarak Avrupa Birliği’nin eğitim programından siz diskalifiye ediliyorsunuz çünkü, medya bundan bahsetmiyor, dedi.
Örneğin gey ve lezbiyen haklarının yasalarımızda yok diye biz eğitim desteği alamıyoruz. Hiçbir medya kurumu ’Ey Türk milleti, duyun’ demiyor. Ve hükümet de bunu hiçbir şekilde duyurmuyor. Siyasal organlar da duyurmuyor. Böyle küçük noktaları bilmekte fayda var. İlerde bunun gibi benzer örnekler ile karşılaşıldığı zaman daha güçlü örgütlenme ile bunlara müdahale etmek gerekecek diye düşünüyorum. Bu kadar.

Koray: Teşekkürler. Ali.

Ali Erol: Şimdi bu diğer toplumsal hareketler ya da işte haklar, hukuklar konusunda Avrupa birliği gündeme geldiğinde unutulan bir şey var. Bugün, Avrupa Birliği eşittir haklar, özgürlükler gibi geliyor. Ama Avrupa’nın şu an içinde bulunduğu durum unutuluyor. Bugün Avrupa’nın aslında bir şekilde kıta olarak bir getto olduğu ve bu kıtanın Avrupa dışında ki insanlara kapalı olduğu, Avrupa’da yaşlı insanların, parası pulu olduğu halde sürüklendiği yalnızlık, Avrupa’da yükselen yeni sağ ve ırkçılık, Hollanda’nın mülteci kamplarının yarısı eşcinsellerle dolu olduğu halde Birleşmiş Milletler’den bu insanlar için alınan paranın dörtte üçünün iç edilip, geri kalanının kırıntı olarak bu mültecilere verildiği ve eşcinsel cenneti olan Hollanda’nın mülteci kamplarındaki eşcinsel ve transeksüellere cehennem yaşattığı.. Hep bunlar unutuluyor.

Artı bugün Güney Kıbrıs’ın ve Romanya’nın Avrupa Birliği sürecine girmesi ile o ülkelerde yaşayan eşcinsellerin elbette ki haklarına ve hukuklarına sahip olduğu ama örneğin: İngiltere’deki yaş sorunu, yine Avrupa’nın merkezinde olduğu halde Thacher döneminde çıkartılan eşcinselliğin "propogandif" olarak kullanılmasını yasaklayan ve bunu da ilgili hukukun ve yasanın keyfi olarak yorumlayarak bu alanı genişletmesi... Bütün bunlar unutuluyor. Üç yıl sonra mı? beş yıl sonra mı? girileceği hayal edilen bir Avrupa için bunca enerji harcarken yanı başımızda ki kadınlarla, feministlerle ve diğer toplumsal kesimlerle iletişim kurmak için, bırak çabayı ve enerjiyi, kafamızda bir soru bile oluşmaması benim dikkatimi çekiyor.

Yani bütün bunlar çerçevesinde ‘Önce o mu, bu mu?’ sorusu yanlış bir sorudur. Merak ediliyor ise Avrupa Birliği’ne girmek için kampanya ya da enerji sarf etmeyeceğim. Ama Avrupa Birliği’ne karşı bir kampanyanın içinde de yer almayacağım kendi adıma. Fakat birincil olanın diğer toplumsal kesimlerle iletişim ve etkileşime geçmek olduğunu söylüyorum. Çünkü biz Avrupa Birliği’ne ülke olarak girsek bile eşcinsel olarak şu an kapalı olduğumuz adacıklarda yaşamayı, kendimizi dönüştürmenin, dönüştürürken de bu toplumu dönüştürmek için yine bu toplumda yaşayan insanlar ile birlikte yan yana mücadele etmek gerekli olduğunu düşünüyorum. Eğer bu toplumdaki diğer toplumsal kesimler ile iletişim ve etkileşime geçmediğimiz sürece yasal düzenlemeyle bir şekilde Avrupa Birliği’ne girilse de bu toplumun kültür ya da zihniyet ya da insan ilişkisi anlamında dönüşmeyeceğini düşünüyorum.

Koray: Teşekkür ediyorum. Ve on dakika ihtiyaç molası veriyorum.

Atilla A.: Bir şey söyleyebilir miyim? Bir kamera fobim olduğunu burada tespit etmiş bulunuyorum. O yüzden çok kasılıyorum. Diğer toplantılarda o kadar rahat konuşan ben... Konuşmayayım diye yalvardım arkadaşlar.

Kameraman: Konuşurken başkasını çekerim.

Murat Yalçınkaya Tabii, tabii. Beni çek.

(Gülüşmeler)

Murat Yalçınkaya Yok yok şaka yapıyorum.

Atilla: ‘Haklar özgürleştirir mi? Gey life/Gey Liberation’ adlı çalışma atölyesinde iki başlığımız var idi. Ve birinci başlığın perspektifini Murat arkadaşımız çizmişti. Ve ortaya birkaç soru atmıştı. Bu sorular öncelikle ‘Hak talep ediyor muyuz?’, ‘ Hak talep ediyorsak bu haklar heteroseksüel hakları mı?’ ve ‘Bu talep ettiğimiz haklar aslında sistemi desteklemek anlamına mı geliyor?’ idi. ‘Gey life/gey liberation’ ile ilgili perspektif çizme işini de Ali arkadaşımız üstlenmişti. O da konuya gey life/gey liberation’ın bir karşıtlık olup olmadığı sözü ile başladı. Haklar verilmez alınır. Tepeden inme hakların bize yarar getirip getirmeyeceği, bu Avrupa Birliği’ne girme sürecinde eşcinsellerin cinsel ayrımcılığa karşı korunması ile ilgili verilebilecek hakların ya da yasal düzenlemelerin bize bir fayda getirmeyeceği söylendi.
Bu bağlamda yine insanlara ‘gel seni özgürleştireceğiz’ diye bir çalışma içinde olup olmadığımız konusuna değinildi. Ve buna karşı bu örgütlenme yapılarının, oluşturulan grupların böyle bir çalışma içersinde olmadığına, ama amaçlarımızın ne olduğunun hâlâ süreç içersinde tartışarak konuşarak belirlendiğine ve önemli olanın da ‘gel seni özgürleştireceğiz’ gibi bir şey olmadığına değinildi. Sonra üzerinde durulan şeyler bunun bir bilinçlendirme süreci olduğu, birlikte etkileşim, dönüşüm ve evrilmek ve hak mücadelesinin aynı anda hep birlikte bu gey hareket içersinde yer aldığı idi.

Sonra medyadan söz edildi. Medyayı bir şekilde kullanmak, kendimizi ve yapmak istediklerimizi anlatmanın gerekliliğinden konuşuldu. Konuşulan önemli şeylerden birisinin gey life’ın, Amerikan life denilen yaşam biçiminin geyler için uyarlanmış bir modeli olduğu ve bunun gey liberation hareketinin başlangıcından yükselmesine doğru sermaye tarafından geylerin parasının keşfedilişi ve geylere özel bir yaşam alanının kurulması ile ilgili, buna yönelik üretimin artmasından bahsedildi. Ve bu bağlamda Türkiye’de de aslında tam bir gey life’ın olmadığı, henüz bunun oluşup oturmadığından bahsedildi. Ve işte bunun aslında çok da tehlikeli bir şey olduğu konuşuldu. Tehlikenin de gey life’ı oluşturan faktörlerin sistem tarafından ‘alın işte şu kolaylıklar ve bu yaşam tarzı ve oturun oturduğunuz yerde’ gibi bir şeyi oluşturduğundan bahsedildi.

Yine, toplantının sonlarına doğru out olunma noktasına gelindi. Yani out olmamamız nedeni ile yaşadığımız sıkıntıların bu gey hareketin yükselmesinin önündeki en büyük engel olduğundan bahsedildi. Bu arada toplantının sonlarına doğru Radikal gazetesi ekleri genel yayın yönetmeni Tuğrul Eryılmaz da katıldı ve o da genel olarak katıldığı bölümden itibaren eksik olan şeyin politik olmamamız ve politik bir söylem kullanmamamız olduğunu söyledi. Daha politik bir söylem kullanırsak ve politika üretebilirsek gey hareketin ve gey özgürleşme hareketinin hem medyada hem de gündemde yerini alacağını söyledi.

Koray: Çok teşekkür ediyorum. Heribert’e söz vereceğim.

Heribert: Hukuk üzerinde duruluyor. İster örgüt olsun, yani kurumlaşma olsun ister Avrupa Birliği’ne ilişkin olsun en önemlisi hukuktu bence. Hukuk önemli bir alan, kesinlikle ihmal edilmemesi gereken bir alan. Ama pek tabii öyle bir avantaj var: hukuki şeyler anlamak, konuşmak kolay. Çünkü önünde bir yasa var, konuşabilirsin. Böyle mi? Böyle mi? Yani çok somut, ortada, çok doğaçlama yapmak gerekmiyor. Açıyorsun kitabı, böyle, böyle şeyler yazıyor. Ama dikkatli baktınız mı yasa ile uygulama arasında belirgin bir fark var.

Yani bazı yasa uygulanıyor, bazıları uygulanmıyor. Bir örnek vereyim mesela, örneğin bu polisin zihniyeti, hakimin zihniyeti, kültürle etkili şeyler. Bunları da göz ardı etmemek lazım. Mesela Türkiye’de eşcinsel karşıtı belirgin yasalar zaten söz konusu değil. Bizi kısıtlayanlar daha çok insan hakları ile ilgili yasalar. Örgütlenme özgürlüğü, fikir özgürlüğü.. böyle şeyler önemli. Bunun için de başka alanları düşünmek lazım. Mesela çözüm analizi bende de hazır olarak yok. Ama bunları da ihmal etmemek gerektiğini düşünüyorum. Ya da Atilla’nın dediği bir şey, bazen araçlara hedefmiş gibi bakıyoruz. Tamam, aslında biliyoruz, araç bir hedeftir ama bazen bu da çok net açıklamıyor. Özgür demişti, tamam mutlaka hedeflerimiz var ama o bile hedefleri açıklayamadı. Hedef olmadığını söylemiyorum. Ama bunu konuşmak gerekir diye düşünüyorum.

Artı başka bir şey var. Organizasyonu bir hedefe koyduktan sonra organizasyon kendi kendini amaçlıyor. Böyle düşünülmemiş bile. Böyle bir tehlike var. Böyle bir eğilim var. Bence bunu önlemek için insanların bilinçli olması gerekir. Yani organizasyon üstü bir yapıya sahip olunması gerekiyor. Yani organizasyon bir araç. Yani özgür bireylerin birlikte olabilmek için bir araç olabiliyor. Ama böyle yapmak gerekiyor. Sonuçta her zaman araç olduğunu unutmamak gerekiyor. Ve fikir alışverişinde bulunursak belki birbirimizin bakış açılarını göreceğiz, bir şeyler geliştirmek için belki başka nokta, hatta belki daha kolay noktalar buluruz.

Koray: Onur'a söz vereceğim.

Onur: Avrupa Birliği’ne ister istemez tekrar değineceğim. Çünkü tekrar konu geldi. Avrupa Birliği’ndeki hakların tekrar Türkiye’de kullanılmasının biraz hazırcılık olduğundan, tepeden inme hakların bizlere yaramayacağından bahsedildi. Ben bundan sıkılmaya başladım. ‘Avrupa’daki haklar tepeden inmedi. Orda eşcinseller kazandılar bu hakları.’, demişti Ali. Ve bu hakları burada kullanmak hazırcılık değil. Sonuçta yine eşcinsellerin savaşımları ile kazandıkları hakların burada kullanılabileceğini düşünmek bana umut veriyor. Tabii ki bunun kolay olmayacağını hepimiz biliyoruz. Bunun için bizim de savaşmamız gerektiğini herkes farkında. Ve kullanılmayan hak, hak olmaktan çıkıyor.

Onu hak olarak tarif edemezsiniz. Ama olmayan hak da hak olarak tabir edilemez. Hatta kullanılacak bir madde bile yoktur ortada. Ondan da bahsedemezsiniz. Sadece sizin böyle bir doğal hakkınız olduğundan söz edersiniz ama yasalarda veya toplumun mentalitesinde böyle bir şey yoktur. Bunun ikisinin arasında ki çatışma işte Avrupa’dan gelen hakların hazırcı ve Türk’lere (türk deyip demediğimden emin değilim) verileceği gibi bir sonuçla çözümleniyor gibi geliyor bana ki bu çok yanlış. Bunu öncelikle belirtmek istiyorum. Bir de şu var. Sistem sorgusuna girip duruyoruz. Bu tabii ki yapılması gereken bir şey. Ama şu özellikle söylenmiş: Türkiye’de Amerikan tarzı gey life’ın olmadığından bahsedildi. Türkiye’de para olmadığı için bunun olmadığını düşünüyorum ben.

Çünkü artık devir tüketim devri. Bunu hepimiz biliyoruz. Bunu söylememek bunun yokluğunu sağlamak anlamına gelmiyor. Bunu söylemek lazım. Korkmamak lazım. Tüketerek biz kendi tercihlerimizi ortaya döküyoruz. İşte benim kıyafetim. İçimdeki işte mavi şey. İşte kulağıma taktığım küpe.. Beni sokakta ‘aa, bu adam gey’ diye verebileceğim sinyallerin maddeleri. Ve ben bunlar ile insanlara bir şeyleri verebiliyorum. Daha doğrusu vermeye çalışıyorum. İşte Zara’da alışveriş etme kapasitesine sahip olan geyler, daha erkeksi çizgilerden değil de, daha böyle gey çizgilerden bahseden kıyafetler alıyorlar. Ve insanların gözlerinde bir gey imajı oluşturmaya başlıyorlar. Yani bunun doğruluğu ve yanlışlığı bir tarafa, artık insanlar yaşam düşüncelerini, sosyal ve felsefi düşüncelerini ister istemez, gidip kredi kartları ile alabilecekleri şeyler ile göstermeye başladılar.

Bu anlamda bizde para yok. O zaman biz de simgesel işaretler veremiyoruz etrafımıza. Bu anlamda da bizde gey life’ın olmaması çok mantıklı geliyor bana. Ama dediğim gibi bunu ben kötü olarak yorumlamıyorum. Yani insanların bu simgeleri ve işaretleri göstermek için alışveriş olmaları, sistemi besliyor olmaları her ne kadar, bize yanlış gelse de parası olanlar için, herhalde en basit ve en güzel yol olarak geliyor. ‘Aaa, bu gey kokusu’ falan demek insanların hoşuna gidiyor artık.

Koray: Ahmet’e söz veriyorum.

Ahmet: Gey yaşamı üzerinden bahsedildi. Ben bunu çok doğru bulmuyorum. İşte gey elbisesi. Gey parfümü falan. Olaylara karşı gey life kavramına da biraz karşıyım. Çünkü gey kavramının bugün karşıladığı anlamdan dolayı biraz karşıyım. Lezbiyenler bile aynı anlamda kullanılıyor. Bir hata yapılarak aynı zamanda genel olarak eşcinsel kelimesinin karşıtı olarak kullanılıyor. Burada dikkat etmemiz gerektiğini düşünüyorum bu. Haklar konusundan bahsedildi...

Atilla A.: O ‘gey’ sözcüğün Ayıları da kapsamadığını söylemek istiyorsun

Ahmet: Evet kapsamadığını, işte orda vurgu yapmak istiyorum. Yine aynı şekilde gey liberasyon noktasında hakların ve modelin karıştırıldığını düşünüyorum. Yani Avrupa’daki modeli mi istiyoruz? Yoksa o haklarımı istiyoruz? Bu noktada da bir hata yapıldığını düşünüyorum. Karışıklıklar var. Bunun dışında yine bu gey liberasyonun etikle alakalı olduğunu, yani gey life denen o yaşamdaki etik değerlerle alakalı olduğunu düşünüyorum. Onun için Avrupa modeline biraz da karşı çıkıyorum . Etik şeylerden, farklılıklardan dolayı. Kendi modelimizi kendimizin yaratabileceğimizi düşünüyorum.

Koray: Suat.

Suat: Hazırcılık mıdır? Değil midir? Bu konuda önemli gördüğüm bir şey var. Hazırcılık değildir. Ama soğuk süte maya katarsanız o yoğurt olmuyor. Aynı şeklide bir örnek. Türkiye’deki Kürtçe problemi. Avrupa Birliği’ne girme sürecinde hazırlanan ulusal programa bu kadar değinildi. Çünkü hâlâ toplumumuz bunu kabullenmiş değil. Avrupa bize dayatsa da kabullenmen bu olmuyor. Deniyor ki ‘Kürtler evlerinde Kürtçe konuşabilirler.’ Yahu 250 yıldır zaten evlerinde Kürtçe konuşuyor bu adamlar. Önemli olan işte televizyonda konuşabilmesi, ya da gazetede. Eşcinsellikte de aynı. Avrupa sana dayatsa ne olacak ki, senin toplumun kabul etmiyorsa. Bu çok önemli.

Koray: Teşekkürler. Atılım.

Atılım: Ben Onur’un söylediklerine bir şeyler ekleyeceğim. Allahtan paramız yok diyorum. Biz de gey life’ı yaşayıp, yaşantımıza geçirmemişiz.

Murat Yalçınkaya Bu geçirmemiş halimiz mi?

(Gülüşme)

Atılım: Bilemeyeceğim. Ayrıca tartışırız bunu. En azından benim bakışım sadece eşcinsellik olarak değil düşüncelerin, metalara dökülüp de o metalarla sıkıştırılıp kalması. Çünkü yerinde sayıyor. Düşünce metaya dönüştüğü anda yerinde saymaya başlıyor. Hâlâ böyle paramız yokken, bir şansımız varken bu fırsatı kaçırmayalım diyorum. Çünkü ister Amerikan modeli olsun ister onu da geçtik böyle gey life’ta demeyelim, bu tür bir metalaştırmanın ciddi sorunlar oluşturacağını ve hatta şu anda savaşını verdiğimiz kadın hareketinde ‘mini etekli kadın nokta noktadır’la bence aynı çizgiye yöneliyor. Veya bugün bir eşcinsel efemine ise işte para ile seks yapıyordur. Yani bunun ucu algıladığıma göre buralara dayanıyor veya tabanında bu var. Kişisel olarak ben bu bakışa karşı çıkıyorum.


Koray: Teşekkürler. Özgür.

Özgür: Şimdi o günkü workshop’ta ben bir takım şeylere biraz hiddetlendim açıkçası. Gerçekten gey, lezbiyen, travesti, biseksüel kimliği bir insanın çok güçlü kimliği midir? Yani yaşamını onunla açıklayabilir mi? Veya yaşadığı kırılma noktalarında, toplumdan uzaklaştırıldığı, sınırsallığa itildiği noktalarda yaşam görüşünü sorgulayıp, ona cephe alması şart mıdır? Ben bu konuda çok düşünüyorum ve vardığım nokta, değildir oluyor.. Şimdi bu konunun konuşulması, en azından bilincinde olmamız önemlidir ama bunun altında yatan nedenler gey, lezbiyen, travesti, biseksüel kimliğini aşan şeyler. Yani bunlar çok daha ciddi politika gerektiren şeyler.

Yani ibne teorisini veya kuramını ciddiye almadığım anlamında söylemiyorum ama durduğumuz noktadan bunları açıklamaya çalışmanın da biraz yanlış olduğunu düşünüyorum. Bunlar çok bireysel. Örneğin: hani ben de gey life diye çizilen şeyin karşısındayım ama burada biz eşcinsel gruplar olarak buna karşı tavır alıp o insanların eğitilmesi gereken ‘gel, biz seni özgürleştirelim’ diye workshoplara, seminerlere falan sokulması gereken insanlar olarak mı algılıyoruz? Yani bu insanların burada bulunmaya hakları yok mu? Yani bu gibi şeyler bana çok tehlikeli geliyor. Tamam, bunları konuşalım ama bağlayıcı bir şeyler de çıkmamalı. Veya ötekileri sindirecek bir takım şeyler çıkmamalı bu konuşmaların altından. İşte biz gey life’ı aşağılayarak bazı insanları küstürmemeliyiz. Çünkü bu onlarında mücadelesi. Ve yani bu bir seçim hakkı.

Koray: Teşekkürler.

X: Ben eşcinselliği sınırlar içine hapsetmekten bahsetmek istiyorum. Bu da tek tipleşmeye neden oluyor. Bu da mesela kendini yeni keşfetmekte olan bir insanı yanlış yönlendireceğine, onu hediyelik eşyaya çevirmek gibi bir şey olduğuna inanıyorum ben.

Ali Erol: Bu haklar konusunda sürekli bulanık kalan, bazen bilinçli mi yapıyoruz dedirten bir noktanın altını çizmek istiyorum. Örneğin: Türkiye’de bu Kemalist süreçle birlikte cumhuriyet döneminin başında ne denirdi örneğin bize, kadınlara tanınan haklar bugün pek çok birinci sınıf Avrupa toplumu ve de ülkesinden önce Türkiyeli kadınlara tanınmıştır. Ama Avrupa’da bile bazı kadınlara tanınmayan bu haklar Türkiyeli kadınların hayatlarını ne ölçüde dönüştürmüştür ve Türkiyeli kadınları ne ölçüde özgürleştirmiştir sorusunun cevabını bulamayız örneğin biz burada. Bu bir. İkincisi haklara karşı olmak, olmamak artık böyle saçma bir dualist yaklaşımı bir yana bırakmak gerekiyor diye düşünüyorum ben.

Bu benim daha önce unuttuğum bir şey değildi. Ben modele ve yönteme dair eleştiri getiriyordum. Yoksa Avrupa Birliği’nin orta vade dediği süreçte bizim yerine getirmemizi söylediği, Türkiye’nin yerine getirilmesini söylediği haklar benim karşı olduğum haklar değil. Bu haklar Avrupa Birliği ülkelerinde, Avrupalı eşcinsel kardeşlerimiz tarafından mücadele edilerek, o Avrupa Birliği ülkelerine kabul ettirilmiş haklar. İşte burada farklı bir model karşımıza çıkıyor: Bugün örneğin, psikiyatri bilimi eşcinselliğin artık hastalık olmadığını yani psikoseksüel bir bozukluk olmadığını kabul edip bugün DSM4’e kadar geldi ise bu, bilimsel alanda yapılan böyük araştırmalar sonucu olmadı. Tam tersi Kuzey Amerikalı eşcinsel kardeşlerimizin bizzat kendilerinin o kıstırıldıkları psikolojik, dinsel ve hukuki katmanların dışına çıkarak, eşcinselliği yatak odasının dışına çıkartarak bir hayat tarzı yarattıkları için psikiyatri, eşcinselliğin psikoseksüel bir bozukluk olmadığına karar verdi.

Elbette ki bunu böyle klişe aktarıyorum zaman kazanmak için. Bunun dışında bu haklar konusunda daha net geriye ne kalıyor bilmiyorum ama bunları hatırlatma gereği duydum. Bir diğeri ise bu gey life konusu. Şimdi Özgür’ün son söylediklerine tersinden de olsa katılıyorum. Gey life’a eğer gerekiyorsa, ortadan kaldırmak için bir tekme de bizim vurmamız gerekiyorsa, vurmalıyız ya da vurmalıyım diye düşünüyorum. Ama tersinden katıldığım şu. Bugün biz ne yaparsak yapalım milyonlarca insanın olduğu bir toplumda eşcinsel kurtuluşçuları da olacaktır. Clubçılar da olacaktır. Hah, tersinden katıldığım nokta, bu bir şekilde yaşam hakkı bize birileri tanımazken biz de başkalarına yaşam hakkı tanımayalım gibi bir söz, söz konusu ise elbette ki Özgür’e katılıyorum.

Ama Türkiye’de eşcinsel hareketin önüne gey life’ı birileri şu ya da bu şekilde dayatıyor ise ya da artık Türkiye’deki büyük başlar da akıllanıp köprünün altından çok sular aktığı için ve de dünya bir şekilde entegre sürece girdiği için Türkiyeli eşcinseller artık yadsınamayan bir gerçeklik olarak ortaya çıktığında bu dayatılacak ise elbette ki buna da karşıyım. Niye bunu savunayım ki. Bugün örneğin gey life nedir? Türkiyeli eşcinsellerin kendini özgürleştireceği bir alan değildir. Eğer ekonomik olarak belirli bir olanağa sahip değil ise Türkiyeli eşcinseller her kanaldan engelleneceği ve kendini geliştirmek bir yana tam tersi kendi düşünsel ve de fiziksel yaratıcılıklarını ketleyen bir sürece sokuluyor. Yani bir hayat tarzı olarak. Bugün örneğin bir eşcinsel işçi pekala, Avrupa’dan biz tek kanalla alıyoruz bilgileri. Unuttuğumuz yönler var. Eğer önümüze gey life konacak ise eşcinsel bir işçi kendi çalıştığı iş alanında diğer heteroseksüel kadın ve erke işçiler ile birlikte hareket etmek ve bağlı olduğu sendikada ortaya çıkmak gibi bir kanalda söz konusu iken biz bunu unutuyoruz.

Avrupa’dan her türlü örneği onlarcasını binlercesini okuyanımız da, okumayanımız da biliriz. Ama Avrupa’da farklı örnekler olduğunu da hatırlatmak gerekiyor. Ben bunu yapıyorum kendi adıma. Bugün İngiltere’nin en büyük sendikası UNISON’un bir gey lezbiyen işçiler seksiyonu var ise bugün Avrupa çapında sendikaların gey lezbiyen çalışanlarının ortak toplantıları var ise bunlardan da haberdar olmak gerekiyor. Nasıl oluyor da işte Sidney’inden Berlin’ine kadar yapılan bir aşk yürüyüşünden bilmem neyine kadar haberimiz oluyor da Amsterdam’da yapılan bir gey lezbiyen işçiler kongresinden haberimiz bile olmuyor. Bu soruyu soruyorum ortaya. Yani ben hâlâ gey, lezbiyen öğrenciler, işçiler ya da her ne ise kendi bulunduğumuz hayat alanında aynı sorunları yaşayan heteroseksüellerle birlikte hareket edebildikleri oranda özgürleşecekler ve önümüz böylece açılacak diye düşünüyorum kendi adıma.

Koray: Teşekkürler. Oya.

Oya: Ben eşcinsel harekette niye bulunuyorum diye kendime soruyorum, neden bu toplantılara geliyorum? Neden Sappho’nun kızlarının içinde idim? Neden bunları yaptım? Ya eşcinsel hareket nereye ve nasıl gidiyor derken kurumsallaşmanın da amacı olarak gördüğüm toplumun içinde ayrımcılığa ve eşitsizliğe karşı da savaşım. Kesinlikle bu. Yani benim için. Ben eşitlikçi bir insanım. Yani feministim derken, önce hümanistimdir. Eşitliği savunduğum için feministim kadınların ezildiği ataerkil toplumda yaşıyoruz. Feminist olmak zorundayım çünkü eşitlik için buradayım. Mesela arkadaşlarım ile konuştuğumda, benim eşcinsel kimliğimi biliyorlar, ama benim bu hareket içinde bulunmamı bir türlü anlayamıyorlar.
Ben herkesin, bütün erkeklerin gey, bütün kadınların da lezbiyen olduğu bir toplumda yaşamak istemiyorum. Kesinlikle. Bu yüzden de eğer bir amaç belirliyorsak bu amaç, bence ‘toplumun içinde diğer insanlarla birlikte nasıl yaşayabiliriz, ayrı bir toplum yaratıp da nasıl yaşayabiliriz’, olmamalı.

Koray: Çok teşekkürler. Murat.

Murat Yalçınkaya Şimdi İnsan Hakları Derneği’ndeki panelde, çıkışta da böyle Tuğrul Eryılmaz, ‘Ya ne bu böyle. Felsefi, felsefi tartışıyorsunuz ya. Yaşıyoruz ya. Yaşama dair bir şeyler yapalım’, derken, aslında belki de bizim toplantılarda çoğunlukla yaşadığımız bir soruna da işaret ediyordu. Ama ben yılda iki kez yapılan bu toplantıların karşılıklı olarak fikir alışverişine ve böyle bir tartışma ortamının yaratılmasına hizmet ettiğini düşündüğüm için böyle bir kaygı duymuyorum. Çünkü sonuç olarak gruplar kendi yerlerinde yapacakları işleri yapıyorlar. Bir şekilde proje oluşturuyorlar. Bu projeye destek istiyorlar. Bu şekilde iş kotarılabiliyor.
Çünkü böyle iki günde yaptığımız iki saatlik toplantılardan çok proje çıkmıyor. Özgür’ün, gey life’ı bu şekilde sorgulamamızın bize ne gibi bir yararı olabilir, gibi formüle edebileceğim düşüncesi çok ‘sense’ etmiyor bana. Şimdi anlamsız vurgu edemeyince İngilizce oluyor. (Gülüşme)

Hayatta ne gibi seçimler yaptığımız bizi çok belirliyor. Ve gey life’ı masaya yatırdığınızda, analiz ettiğinizde sizin nasıl bir seçim yaptığınız da çok anlaşılır. Ama bir özgürleşmeden söz ediyorsak ve bir özgürleşme taraftarı olarak hayatımızı kuruyorsak ‘gey ya da lezbiyen olmak bizim hayatımızı ne kadar açıklayabilir’ sorusuna da cevap verebiliriz. Çünkü böyle bir harekete girdiğinizde öne çıkan durum, gey ya da lezbiyen olmaktır. Ve bu nasıl bir hayat sürdüğünüzü de belirler.

Elbette ki gey life ile gey liberation birbirlerine zıt uçlarda yer alan iki olgu değil. Sonuç olarak ben de Zara’dan pabuç aldım. Evet, çok param yok ama koku alırken başka bir şeyi de gözetiyorum. Şimdi Semiyake’nin herkeste koktuğu gibi bende kokmadığını, benim tenimin farklı bir Semiyake kokusu yaydığını söyleyerek kendi kişisel farklılığımı da koymaya çalışıyorum. Ama böyle bir tartışma söz konusu olduğunda hayatta belli tavır almak söz konusu olduğunda elbette ki tavrımı özgürleşmekten yana kullanıyorum.. Ama, işte gey özgürleşmecisi, işte liberation savunucuları.. hem bir taraftan Marlboro içiyorsun, bir taraftan da özgürleşmekten söz ediyorsun gibi bir şeye düşmezsek eğer, gey life ve gey liberation tartışmasının hepimiz için çok yararlı bir seçim olacağını düşünüyorum ben.

Bir de, bu tek tip tartışma şöyle bir tehlikeyi de beraberinde getiriyor. Bizim derdimiz tek tipleşmek mi? Bu salona baktığımızda evet, aslında bir tek tipleşme var bu gruplar içersinde. Çünkü bu gruplara katılımda, yani başta sen şöylesin böylesin, girme ya da girmeme, giremezsin gibi bir şeyler olmasa da hayat içersinde çok doğal elemeler oluyor. Kendini ait hissediyorsun, hissetmiyorsun ya da onun, yeni katılan kişinin kendini ait hissedebileceği bir ortam yaratıyorsun ya da yaratamıyorsun. Ama biz daha (ayılar böyle bir ayrım yaptıkları için söylüyorum) şu kadınsılık ve erkeksilik meselesini ya da laçoluk ve lubunyalık meselesini daha çözememişken hani bir de karşımıza şimdi bir ayılık durumu çıkıyor ki.. buradan kurtuluşun gey’i gayı yapmakla olabileceğini...

Murat: Abi hepimiz ibneyiz, işte

Murat Yalçınkaya Hah bir taraftan da bu durum var.

Murat: Ama fetişlerimiz farklı. Mesela dün akşam Baharankara partisinde lavaboya gittim, yüzümü yıkıyorum, orda iki arkadaş konuşuyordu. Biri dedi ki ‘Partiye gelmek için iki saat önce kuaföre gittim, gölge attırdım, belli olmuyor mu?’ Ben çok güldüm ve onu boğasım geldi. Bana bu durum, bir erkeğin ‘gölge attırdım, belli olmuyor mu’ gibi bir kaygı duyması bana çok komik geliyor. Onun için de aynı şey geçerli olabilir. Bu arada.. Murat seni de koklamak istiyorum, nasıl kokuyor tenin diye...

Murat Yalçınkaya Semiyake kullanmıyorum bu aralar. (Gülüşme)
Buradan çok şeyler öğreneceğiz sonuç olarak. Sizinle bunu tartışmak erkeksilik ve kadınsılık konusunda bizim için çok yeni bir alan açacak. Ama bu tek tipleşme cidden çok önemli bir problem. Ve gerçekten de ‘gey’ kelimesi kendi cinsinden hoşlananların belli bir politik mücadele içersinde kendilerine taktıkları isimden çok başka bir şeyi ifade eder hale geldi. Baştaki o ideolojik alt yapı çok büyük bir değişim geçirdi. Artık başka türlü bir gey imajı var. Ve bu sorunlarla karşılaştığımızda onları nasıl çözeceğimize dair önemli fikir uçuşmaları yapmamız ve bunları Ahmet’in de söylediği gibi kapalı alanlarda yaparak fikirlerin kaçmasını engellememiz gerekiyor sanırım.

Koray: Teşekkürler. Özgür.

Özgür: Bana kalırsa o atölyedeki ‘gey life’ sorunsalı şöyle bir fikirden kaynaklanıyor: Biz toplumla entegre olamayan insanlarız, toplum yüzünden toplum fırsatlarından çok fazla yararlanamayan, sistem dışına itilen insanlarız. Sistem dışından sistemin eleştirisini yapmak çok daha kolaydır. Çünkü hem sistemin kolaylıklarından yararlanamıyorsunuz hem de onun tiran yönlerini görmeye başlıyorsunuz. Onu dışından eleştiriyorsunuz çünkü dışından eleştirmek biraz daha kolaydır.

Peki bu sistemin içinde yer alan arkadaşlarımız yok mu? Aktüel dergisi örneğin: Aktüel bir gey dergisi oldu, sürekli çıkıyor, yüz bin satıyor, iki yüz bin satıyor.. Ya da Show TV haberde, magazinlerde, televolelerde sürekli ‘gey life’ üzerine sürekli görüntüler kullanılıyor. Ve bir şekilde insanlar ‘gey life’ diye tabir edilen yaşamı kabul ettiler hatta onu Avusturalya’da veya Amerika’da olduğu gibi fetişleştirdiler. Yani heteroseksüeller bile geylere özenir oldu.

Geyler bu hayat tarzını çok daha kolay yaşıyor oldular. Bu şu demektir: Geyler sistemin içine entegre edilmişlerdir. Ayrıca, insanların hepsinin özgürleşmeyi istediğine inanmıyorum ben. Bunu karamsar buluyor olabilirsiniz ama böyle bir derdi olduğuna imkanı olsa bile bunları kullanmak istediğine inanmıyorum. Bizim anladığımız anlamda özgürleşme derdi olan insanların sayısı gerçekten çok az. Ekonomik özgürleşmeyi herkes ister. İnsan olarak özgürleşme derdinde olan insanların sayısı çok az. Şimdi gey life Türkiye’nin eşcinsel nüfusunun % 90’ını kendi sisteminin içine çekti. O insanlar sistemle barışık bir şekilde tüketiyorlar, para harcıyorlar, kuaförlere gidiyorlar. Ekonominin çarkının bir parçası oldular. Çok da fazla bir şey istemiyorlar. Çünkü rahat yaşadıklarını düşünüyorlar. Peki bir takım şeyleri bu yaşamın içinden, sorgulamak mümkün değil mi? İlla sistemin dışında mı olmak gerekiyor? Sistem tarafından itilmiş olmak mı gerekiyor sorgulamak için? Ben bu sorulara yanıt arıyorum. Murat gibi ‘siz özgürleşeceksiniz yeter ki içinizdeki özgürleşme isteğini ortaya çıkartın ve özgürleşin’ demek de bir garip faşizanlık gibi geliyor bana.

Murat Yalçınkaya: Bunu böyle formüle edersen komik olur tabii canım.

Özgür: Özgürleşme insanın içinden gelen bir şeydir. Bu sistemin içinde veya dışında olmakla çok ilgili bir şey değildir. Gey olmanla, heteroseksüel olmanla çok alakalı bir şey değildir. O yüzden şimdi biz gey, lezbiyen hareketinin geleceğini konuşurken bu konuda hata yapmayalım. Bunların farkında olalım ama kimseyi dışlamayalım ya da ‘bu böyle yapılır, yapmayan gruplar da ölsün.’ demeyelim.(Gülüşme) Bu aşağılama meselesi değil.. Kendimizi biraz daha genişletelim. Kaos GL veya Lambda kaç kişiye ulaştı diye soruyorum. On bin kişiye ulaştıysa göbek atarım ben burada. Yok böyle bir şey. Çok az bir kitleye ulaşıyorsunuz. Peki Aktüel kaç kişiye ulaşıyor? Show haber, televoleler kaç kişiye ulaşıyor? Biz bunlarla mücadele edemeyiz. Biz biraz daha kendimize çeki düzen verip biraz daha kapsayıcı olalım.

Koray: Ahmet.

Ahmet: ‘Bu sisteme entegre olmayalım, sevelim ama muhalefet etmeyelim’ gibi şeyler söylüyorsun. Ama öncelikle bir duruş içinde olmalıyız. Politik olmaktan bahsediliyor. Bu bir duruş işte. Sağlıklı duruşa varmanın yolu politik olmakla ilgili bir şey. Benim anladığım kadarı ile depolitize olmaktan bahsediyorsun. Yoksa yanlış mı anladık.

Özgür: Hayır, dışlayıcı olmayalımdan bahsediyorum. ‘Yani özgürleşmek isteyenler gelsin buraya, ötekiler zaten gey life ile idare edeceklerdir.’ gibi bir anlayışın karşısındayım.

Ahmet: Ama öyle bir şey denmiyor.

Özgür: Aslında bu tartışmanın altındaki mantıkta ne yazık ki böyle bir durum var.

Ahmet: Hayır. Öyle bir şey algılamadım ben. Böyle bir gerekliliğin olduğu vurgulanıyor ama herkesin aynı tavır içinde olması gerekmediği de vurgulanıyor. Zaten çözüm de burada. Herkes aynı şeyi düşünmek durumunda değil. Ama yöntemde politik olmalıyız. Çünkü haklar o şekilde koparılıyor. Bir başka noktaya, ‘gey life’dan kaynaklanan gey duruşu konusuna gelmek istiyorum. Ya da ‘ayılığın yeni çıkışı’ noktasına gelmek istiyorum. Ayılık yeni çıkmadı, her zaman vardı. Biz bedensel olarak, anlayış olarak her zaman vardık. Yalnızca kendimizi isimlendirdik ve eşcinseller için kamusal alan diye tabir ettiğimiz ortama kendimizi attık. Bu noktada tepkiler ile karşılaşıyoruz. Ve biraz öncede bahsettim, bugün gey kelimesinin kavram olarak içeriğinden ve farklı noktalara gelindiğinden bahsettim. Bugün gey kavramı, lezbiyenleri, ayıları ve diğer eşcinsel grupları dışlayacak bir grubu anlatır hale gelmiş.

Atilla A.: Nasıl bir grubu?

Ahmet: Onur’un bahsettiği gibi: Gidip şu parfümü kullanan, şöyle davranan, işte şöyle giyinen, marka giyinen veya işte kadınsı davranan bir kesimi tanımlar hale gelmiş. Bu benim bakış açım. Bu yüzden ayılık biraz da politik olarak çıkmış bir şey. Bir zamanlarki gey kavramının çıkış noktası gibi bir çıkış. Bir ayırım. Yani biz kendimizi eşcinsellikten koparmadan, içinde fakat farklı bir erkek eşcinsel grubunu nitelendiren bir kavram olarak ayılığı ortaya koyuyoruz. Biz eşcinseliz ama böyleyiz. Yani gey diye tabir edilen insanlardan biraz farklıyız. Çünkü gey kelimesini eşcinsel kelimesi ile özdeş algılamıyoruz. Eğer öyle ise biz de geyiz.

Murat: Yani Ahmet kısaca diyor ki biz transeksüel lezbiyenleriz arkadaşlar.

Ahmet: Yani bir anlamda öyle. Transeksüellik ne ise?

(Gülüşme)

Nejat: Sizin bildiğiniz bir ‘Alman gey life’ı ya da ‘İngiliz gey life’ı var ise ben de öğrenmek isterim. Çünkü benim bildiğim formüle edilmiş bir gey life yok. Gey life, birileri tarafından üretilen, dikte edilen bir şey değil. Gey life, o ülkedeki insanların hep beraber yaptıkları ya da ürettikleri bir şey. Bu anlamda hiçbir grubun cesaret gösterip de bir hayat önerebileceğini sanmıyorum. Kim kime hangi hayatı önerebilir ki? Böyle yapmayın da böyle yapın ya da böyle yapanlar var bunları yapmayın, diye kim diyebilir ki.

Herkes kendi hayatını, kendi değerleri ile seçer. Bu anlamda kullandığınız kokuyu belki bir başkasının kullandığına benzediği için seçebilirsiniz ama aslında siz onu beğendiğiniz için seçiyorsunuzdur. Yani on tane gey kokusu vardır ve siz bundan birisini seçersiniz. Bir tane gey kokusu yok ki. Dolayısı ile siz aslında kendi seçimlerimizi ortaya koyuyorsunuz. Örneğin bir çanta alacaksınız. Çanta alırken bir bond çanta da alabilirsiniz, bir evrak çantası da alabilirsiniz. Bir sırt çantası, postacı tarzında bir sırt çantası da alabilirsiniz. Bir kadın çantasına daha yakın bir çantada alabilirsiniz. Burada ki seçim size kalmış. Ama gey life size illa bir kadın çantası alın demez. Bu sizin seçiminize kalan bir şey. Dolayısı ile kendi hayatımızı kendimiz kuruyoruz. Bir başkasının bunu bana dikte ettireceğine inanmıyorum ve bunu kimseye önereceğime inanmıyorum. Dolayısı ile bu, bizi tek tip eşcinsel kavramına götürüyor. Ben bu içinde bulunduğum grubun ve diğer grupların insanlara ‘şu hayat tarzını seçin’ deme rahatlığının ya da gücünün olduğuna inanmıyorum.

Bu çalışmaları yapan, herhangi bir öneride bulunan bir anlayış var ise onun da yanında değilim. Eşcinsellerin daha özgür düşünmesini, daha özgür yaklaşımlarda bulunmasını sağlayacak çalışmaların yanındayım ben. O anlamda bizim gibi örgütlerin asıl yapması gereken şey eşcinsel olan insanların perspektiflerini açmak. Yani ‘Arkadaşım Amerika’da bu böyle imiş, eşcinseller banka kuruyorlar, bunun ardında da şunlar, negatifleri ve ekstraları da bunlarmış. İstediğini yap.’ demek... Yani biz sanıyor muyuz ki buradan alacağımız bir karar ile eşcinsel hareketini yönlendirip bu tür bir hayat tarzı yapacağız. Üzerinde konuştuğumuz, kusura bakmayın ama buraya gelmeyen insanlar. Buraya gelen insanların zaten bunları okuması, düşünmesi zaten var. Bizim yapabileceğimiz şey ise bu insanlara ulaşıp bildiklerimizi paylaşmak olabilir. Onlara önerilerimiz olabilir. Asla hiçbir şekilde ‘şu hayat tarzı yanlıştır, şu doğrudur’ diyebileceğimizi sanmıyorum. Çünkü ona hakim değiliz.

Bir şeyi önereceğim. Bir örnekte yanlış yapıldı. Neden Hollanda da ki bir sendika toplantısı duyulmuyor da, bir mardigras duyuluyor. Bu çok normal. Çünkü Mardigrasın yıllık geliri elli milyon dolar ve oraya gelen insan sayısı sanırım 3-5 milyon gibi bir şey. Bir sendika toplantısına giden sayısı daha azdır. Magazinel ve parasal olarak bunun daha çok şişirilmesi gayet normal. Ama biz gruplar olarak o toplantıların yapıldığını ve bunların sonuçlarını, adına çalıştığımız insanlara sunmak zorundayız. Zaten o noktada bizim görevimiz var.
Çok kısa bir şey daha söyleyeceğim. Lambda’nın vakıf çalışmalarında bir amacımız var. O amacın içerisinde alacağımız şeyleri göreceksiniz. Daha sonra da objektif adı verilen, yapılması gereken bölümler var. O bölümlerden bir tanesi bir bina tahsisi, bir tanesi vakfın kurulması. Yani vakıf herhangi bir şekilde amaç değil. Olamaz da zaten. Eğer buna amaç olarak bakıyorsanız bina almayı da bir amaç olarak görebilirsiniz. Bu tabii yanlış algılamaktan başka bir şey olmaz. Ama vakıf kurmayı amaç olarak gördüğümüzü düşünmemenizi özellikle istiyorum. Çünkü o zaman çok büyük bir yanlış yapmış olursunuz. Teşekkürler.

Koray: Teşekkürler. Murat’a söz vereceğim.

Murat Yalçınkaya: Nerde durduğunuz elbette söyleyeceğiniz şeyleri belirliyor. Yani burada gey life’tan söz edilirken, tırnak içine alınan bir gey life’tan söz ediliyor sonuç olarak. Ve bunun ideolojik bir şey olduğundan söz ediliyor. Ve buna karşı geliştirilen şey de aslında bir ideolojiden kaynaklanıyor. Yani ortada bir popüler kültür kuramı var iken ve beğenilerimizin, isteklerimizin nasıl örgütlendiğine, nasıl dikte edildiğine, şekillendiğine dair bir kuram varken ve bunun aslında şöyle bir akşam oturup reklamları izlediğinizde bize nasıl bir yaşam tarzı sunduğuna ilişkin azcık eleştirel baktığımızda çok kolay çıkarsayabileceğimiz bir şeyken, herkesin özgür olduğunu, kendi hayatını biçimlendirirken özgür olduğu gibi bir boşluğu yaratmamalıyız bence.

Yani nasıl yaşamamız gerektiği elbette ki ‘sen şöyle yapacaksın’ der gibi söylenmiyor ki. Kimse salak değil. Neyi tüketeceğimiz ya da neyi nasıl yapacağımız elbette ki başka türlü mesajlar ile iletiliyor bize.. Haa, dışından bakarsınız ya da içinde olursunuz bu da çok karışık. Yani neyin içindeyiz, neyin dışındayız çok karmakarışık şeyler. Yani eleştiri getiren kişi, ‘Ben sistemin dışındayım’ dediğinde aslında ne kadar dışındadır ki? Elbette ki dışında değildir. Tam da ortasında yer alıyordur belki de. Belki gözlüğünün numarasını değiştirir. Biraz uzaktan bakmaya çalışır. Yakın gözlüğünü takar onun ile bakmaya çalışır. Ama o sistemin içindeyken sizin nerede durduğunuz önemli. Neyin bakışından, hangi bakış açısı ile baktığınız önemli.
Yoksa liberal ve takla atmış bir sağ ideolojiyle herkes özgürdür. Kişinin bireysel seçimi ile alakalıdır demek ki bu şuursuzluk hali. Bu Özgür’ün dediğine geliyor: Elbette ki insanlar özgürleşmek için can atmıyorlar. Bunu Marx da on dokuzuncu yüzyılda söylemiş. Kimsenin derdi değil ki özgürleşmek. Yani doğru söyledi, yalan söyledi ama öyle. Yani ama içinden iki üç tane enayi çıkıyor ve ‘niye özgürleşemiyoruz?’ diye soruyor. Ama o enayiler yüzünden zaten devrimler oluyor ya da işte büyük değişiklikler gelişiyor.. Ve işte o değişiklikleri de sürükleyenler sistemin içinden çıkan adamlar oluyor. Çünkü uzak bakışı sağlayabiliyorlar bir şekilde. Hani Lenin’in en uyduruk şeylerinden bir tanesi vardı ama çok da doğru bir laf eder ‘en iyi devrimciler küçük burjuvalardan’ çıkar diye. Mersi. (gülüşme)

Koray: Teşekkürler. Atılım.

Atılım: Birincisi bu özgürlük anlayışını gerçekten anlamadım. Çünkü aldığım eğitim bu toplumun ve insanların belli metalar yaratılarak, nasıl kıstırılabildiği ve nereye yönlendirilebileceği konusunda. Böyle bir eğitim almış iken bu kadar özgür olduğumu sanmıyorum. Kimbilir benden önce kimler bu eğitimi aldı ve beni nasıl, nerelere sıkıştırdılar. Sistemin içinde ya da dışında olmak, işte geylife’ı, yani kimse, özellikle Kaos GL için konuşayım kimseyi dışlamıyor. Ama şöyle de bir gerçek var ki o içinde yaşayan ve onun ilerlemesini isteyen insanın da ciddi anlamda gelip bir şeyler yapma derdi olmuyor. Yani sen onu dışlasan da dışlamasan da gelmiyor zaten.
Çünkü zaten yarın öbür gün yeni bir gey bar daha açılacak.. Yeni gey kıyafetleri satılan bir yer de açılacak. Sen ne kadar ortaya çıktıkça sistem senden ki parayı almak için yeni bir şeyler zaten üretecek. Sen o insanı ister dışla ya da ister dışlama, o zaten onun istediği şekilde ilerliyor.

Özgür: Ama eşcinsel hareketin bir sonraki adımından bahsetmiyoruz.. Ya da Kaos’un içersindeki yüz kişiden bahsetmiyoruz anlıyor musun?

Atılım: Şu gerçekleri unutuyoruz. Özgürlük özgür olup olmamak, özgür seçimler, yani bunları tartışmak bile bence çok anlamsız. Bu gerçekleri görmeden dışlamayalım, o insanları da alalım. ‘Onlar gelmesin, onlar bir şeyler katmasın.’ Ama bunun real bir tabanı yok ki. O insanın gelip bir savaş vermesinin işte tabanı yok. Zemini yok. Anlatabiliyor muyum? Yani ne için savaş verecek o insan.

Koray: Teşekkürler. Atilla’ya söz veriyorum.

Atilla A.: Bütün özgürlükçü hareketler de bir bilgi akışını içerir. Yani bilgi elden ele ya da dilden dile dolaşarak bir yerlere ulaşır. Gey life problemin de bir kapatılma süreci söz konusu. Türkiye’deki eşcinsel harekette gazete, dergi çıkarmak, toplantılar yapmak, organizasyonlar düzenlemek, kültür merkezi, vakıf açmak. Hepsi bir bilgiyi bir kesime ulaştırmak için yapılan çalışmalar. Ama bu bilgiyi ulaştırmak için yapılan çalışmalar aynı zamanda bilgiyi oluşturma sürecini de içeriyor.
Ve en baştaki noktaya döneceğim. Bir arkadaşımız demişti: Bir şeyler yapılıyor, yapılıyor ama bunlar yanlı bir şekilde üretiliyor. Yansız bir bilgi yok. Yani yapılan her şey politiktir. Örneğin, ansiklopediler böyle maddelerden oluşur ve insanlara sadece bilgi verir hani bir şey değildir. Yani kapitalizm, Marks’ın yazdığı kapital değildir. Ya da Orhan Pamuk’un yazdığı bir romandaki perspektif de yoktur diyebilirim. Ama ansiklopedilerde bile karşılaştırma yaparsak aynı maddeleri değişik ansiklopedilerden bunların çeşitli bakış açılarından ya da çeşitli söylemlerden çıktığını anlaya biliriz.

Koray: Teşekkürler.

Murat: Şimdi bu gey life diyoruz. Ben yine katılıyorum sana Nejat gerçekten anlaşılmıyor ama aynı şekilde herhalde sen kullanırken de pek emin değilsin çünkü gey life style haline getirilirken bu budur, gey life. Yani biz bir yaşam sitili haline dönüştürmek ve dediği Atilla’nın kapatmak kendi içine, ve bunu tabii ki geylerin kendi çok ta severek ve de isteyerek kendi determinasyonları ile yapmasıdır. Bununla mı sınırlanmalı? Yoksa bunun karşısında işte gey politik veya işte ibne teorileri falan dediğimiz şekilde yapılması mı? şeklinde bir ikileme, bir karşıtlığa dönüştürülüyor.

Bir benzetme yapıldı: çanta almak. Şunu mu alayım? Bunu mu alayım? Mesela ben işte resmi bir işte isem neden kabul edilebilir bir çanta taşımak zorundayım. Alarak yani belli bir bedel vererek, belli bir mağazadan almak zorundayım. Kapitalist ilişkilerin içinde bulunmak zorundayım. Plastik bir çanta ile gidersem neden beni ayıplarlar düşüncesi vardır. Veya işte kendi evde yaptığım bir heybe ile gidersem, neden ben o sistemin içersine uymayan olurum. Bunu düşünmek gerekiyor. Yani ille o var olan egemen ekonomik ve sosyoekonomik düzenin içersinde neden ille bir payım olmasını ben özellikle isteyeyim. ‘Aaa, ne olur değişik gey sitiller yaratalım ve bunu sürdürelim, sizinde canınız yanmasın.’ Sanırım tartışılan bu. Ama ille seçim hakkından bahsediliyorsa ben seçim dediğimiz şeyin ne kadar bir seçim olduğunu bilmiyorum.

Koray: Teşekkür ediyorum. Şimdi Oya ve Zeynep’in yaptığı atölye çalışması ile ilgili söyleşiyi devam ettirmek istiyorum. Zeynep.

Zeynep: Bizim konumuz, Türkiye’de kadın olmak bu kadar zor iken, eşcinsel bir kadın olup yaşamda saklanarak neler elde ettikleri ya da bundan dolayı ne gibi zarar gördükleri idi. Biz bunu üç başlığa ayırdık: Kadın olmak, eşcinsel kadın olmak ve saklanma. Ve bular ile ilgili egzersizler yapıldı. İşte egzersizlerden kimlik, stereotipler, erkeklik, kadınlık, cinsiyet üzerine bizde olan ya da bize dayatılan ne gibi şeyler olduğu çıktı. Oradan gelinen nokta Türk toplumunda eşcinsel de olsalar heteroseksüel de olsalar erkekler için çok belirlenmiş kodlar var iken kadınlar için bunun çok belirsiz olduğuydu. Ve dolayısı ile lezbiyenliğin de bir kimlik olarak çok belirsiz olduğu, görünürlüğünün az olduğu ve bu yüzden de saklanmasının kolay olduğu konuşuldu. Daha sonra herkes kendi hikayesini ve kendi bakış açısını anlattı.

Koray: Teşekkürler. Bu konuda konuşmak isteyen? Anadolu Ayıları’ndan Murat.

Murat: Ben bir şeyi merak ediyorum.

(Gülüşme)

Atilla: Transeksüel lezbiyen!

Murat: Ya da bir arkadaşımızın deyimi ile kıllı bir lezbiyen! Şunu merak ediyorum: Lezbiyenlik niye toplum tarafından daha kolay kabul edilir bir şey olarak görülüyor. Bu konuda fikri olan bir arkadaşımız var mı? (Gülüşme) Ben bunu çok merak ediyorum. Hatta iki lezbiyeni birlikte görmek Türk erkeklerinin büyük bir fantezisidir ama eşcinsel erkeğe tahammülü yoktur. Niye kabul ediliyor bu? Veya kabul ediliyormuş gibi gözüküyor?

Koray: Filiz.

Filiz: Türk toplumundaki genel yargı penatrasyon olmadıktan sonra, tek en önemli nokta budur. Yani, erkekte de hep tek bir noktada. Bu da olmadığı için kadınların seksi daha hoş, cazibeli, yani.

Murat: Daha soft ve hard değil yani.

Filiz: Evet.

Zeynep: Cinsel ilişki olarak görülmüyor. Ciddiye alınmıyor. Penetrasyon olmadığı için.

Filiz: Ciddiye alınmıyor.

Ahmet: Fizikle alakalı bir şey olabilir mi?

Filiz: Nasıl yani?

Ahmet: Yani fizik ile alakalı, onu izlemekle, kendini izlemekle alakalı bir şey olabilir mi?

Zeynep: Kadın ciddiye alınmıyor zaten. İki kadın hiç ciddiye alınmıyor.

(Gülüşme)

Filiz: Ya da bu geçici bir şeye dönüşüyor. Oldu, yaşandı ve bitti. Fanteziydi. Maceraydı. Lezbiyenlerde bu daha çok, ‘Eee, hadi yaşadın bu kadar yeter evlenmiyor musun?’a dönüştü. Bunlar çok sık yaşanıyor. İnsanlarda bu sadece kısa dönem yaşanacak bir macera, heyecan gibi bir şey oluyor.

Koray: Teşekkürler. Oya.

Oya: Lezbiyenlik toplumda daha kabul edilebilir bir şey değil kesinlikle. Çünkü lezbiyenlik porno filimlerde gördükleriniz gibi kadınların sevişmesi değil. Yani lezbiyen ilişki dediğimiz şey kadının kadınla duygusal ve cinsel birlikteliğidir. Türkiye’de lezbiyenlik denince, siz eşcinsel erkeklerin aklına bile böyle bir imge geliyor.

Ahmet: O gelmedi. Murat görsel açıdan belki cinselliğe vurgu yaparak söyledi ama bunu kastettiğini zannediyorum ben.

Murat: Yok herhangi bir şeyi vurgulamadım. Kolay kabul edilmiş gibi geliyor bana dedim. Ama bunun içinde cinsellikte gelir, ne bileyim fikir olarak da bir şey gelebilir.

Zeynep: Bu bir kimlik olarak kabul edilmiyor. Yani bu...

Murat: Es geçiliyor.

Zeynep: Yani kimlik olarak, ortaya kendini politik bir şekilde koyduğun zaman asla kabul edilmiyor.

Ahmet: O zaman dediğim doğru benim. Yani bedenle alakalı bir şey. Bedenin izlenmesi, seyredilmesi veya röntgencilik ile alakalı bir şey.

Koray: Araya girmeyelim. Lütfen.

Oya: Ben anlamıyorum hâlâ! Çünkü ben lezbiyenlikten bahsediyorum siz hâlâ görsellikten bahsediyorsunuz.

Ahmet: Hayır cinselliği baz alarak söylüyoruz. Yani iki kadının....

Oya: Sorun bu zaten. Lezbiyenlik deyince bazıları yalnızca kadın kadına sevişmedir sanır. Yani lezbiyenlik, eşcinsel kadın olarak görülmüyor açıkçası. Hatta ben eşcinselliğimi söyleyeceğim zaman lezbiyenim demekten ziyade ben eşcinselim demeyi tercih eder oldum. Yani çünkü arada bir gazetelerin ana sayfalarında bile nerdeyse sosyetenin yeni çılgınlığı lezbiyenlik falan gibi bir şey çıkıyor. Yani onlar için bu bir fantezi! Erkekler tarafından belki hoş görülüyor ama neden heteroseksüel kadınlar tarafından hoş görülmüyor? Onlar ‘ay ne kadar kötü’ falan diyorlar yani. Sonuçta tabii ki kadın vücudu hoş olduğu için kadın kadına cinsel ilişki de hoş görülüyor ama lezbiyenlik bu değil. Bunun böyle görülmesi yüzünden de lezbiyenlik bir cinsel kimlik olarak kabul edilmiyor. Yani en büyük sorun bu aslında.

Koray: Teşekkürler. Yeşim.

Yeşim: Atölye çalışması konusunun kadın olmak, eşcinsel bir kadın olmak ve saklanmak olarak belirlenmesini ben çok mantıklı ve hoş bulmuştum.. Çünkü zaten eşcinsel olmanın yanı sıra kadın olmaktan kaynaklı bir durumumuz var. Biz eşcinselliği, erkek eşcinsellerden farklı keşfetme, kabullenme, yaşama, kendinle başa çıkma, etrafına dert anlatma süreci olarak geçiriyoruz. Mesela dünkü partide kaç erkek var demiştiniz? 120 filan değil mi?

Atilla A.: 125!

Yeşim: Ve bize niye partiye gelmediniz filan dendi. Biz de evde 17 kişi idik. Bu bile bugüne kadarki bütün lezbiyen etkinlikleri içinde yüksek bir yüzdeydi.. Peki başka şeyler? İşte kafelere gidin, kitapçı gezin. Sokaklarda dolaşın. Farklı saatlerde farklı semtlerde bilmem ne yapın. Ne kadar kadın göreceksiniz? Yine benzeri bir oranda kadın göreceksiniz. Peki toplumda ne kadar kadın var? Aşağı yukarıya yarı yarıya. Nerde o kadınlar? Başka deneyimler yaşıyorlar hayatlarında. Başka sorunlar ile uğraşıyorlar. Erkeklerin yaşamadıkları, şeyler ile uğraşıyorlar. Ve o sürecin içinde kimlik olarak lezbiyenliği kurmak, politika üretmek, geylere olduğu kadar kolay değil lezbiyenler kadınlar için.

‘Siz niye kendi partinizi ayrı yaptınız. Biz toplanıp hep birlikte şey yapmak istiyorduk. Siz gittiniz filan’ dendi. Öyle demeyenler de oldu, diyenler de oldu. Yani ben hayatımda ilk defa o kadar çok lezbiyen kadınla birlikte oturup, içki içip, müzik dinleyip, sohbet ettim filan. Genelde kavga ile sonuçlanırdı ya da çok can sıkıcı olurdu. Hiç hoşlanmazdım. Ama dün akşam ki muhteşem bir şeydi. Hayatımın en önemli gecelerinden biriydi benim için. Çünkü bir sürü farklı şey yaptık ve çok hoştu. Buradakine benzer bir toplantı da yaptık. Sarhoştuk, saatlerce sürdü, parçalı parçalı, ama bir sürü şey konuşuldu. Bunu çok alakasız bir şekilde şuraya bağlayacağım.

Bu toplantılarda her sene BaharAnkara ya da Güzİstanbul’da biri çıkıp der ki ‘Ben lezbiyenlerin, erkeklerden daha kolay yaşadığını düşünüyorum bu toplumda’. Ben, dün geceki gibi bir gece yaşadım diye yirmi altı yaşımda mutluluktan gözlerimden yaşlar aktı. Yani bana nasıl olurda bir lezbiyenin erkeklerden daha kolay yaşadığı söylenebilir ki bu toplumda? Farklı sorunlarımız var. Aynı sorunlarımızın yanı sıra, sorunlarımızda farklılıklar da var. Ne gözüküyor. Bir adam porno seyredip ‘Ulan iki kadın’ deyip zevk alıyor diye bu lezbiyenliğin kabul edildiği anlamına gelmez ki. Aksine hiç olmadığı bir hale sokulduğu anlamına gelir ki bu seni daha da çok çileden çıkaran bir şey.

Ya da şey ‘Aman efendim, iki kadın bedeni, ne hoş, ne estetik’. Kadın bedenine yüklenen diğer anlamlar ki onlar zaten başlı başına tartışılıp, konuşulması gereken konular. Geçiyorum. Kadın bedenine yüklenen o anlamdan dolayı lezbiyenlik böyle şiirsel, bilmem ne filan bir şeymiş gibi görülüp, lezbiyen bir kadın gelince ‘ah ne hoş, demek ki kadınla oluyorsun’ falan. Bu yaklaşımlar olumlu ve hoş gözükmesine rağmen aslında tuzak yaklaşımlar. Yani böyle şeyler var diye lezbiyen bir kadın yurttan atılacakken atılmıyor değil. Annesinden dayak yiyecekken yemiyor değil. İki sevgili kendileri dışında hiçbir hayatta yaşayacak bir şey bulamadıkları için günlüklerini yazıp balkondan kendilerini atmıyor değil. Yani böyle şeyler varken, ben valla çok bunaldım.

Yani, lezbiyenler hiç acı çekmiyor, ne mutlu. Kafeye gidiyorsun ‘Lezbiyen varmı? Ulan kimse yok. Ben eve gidiyorum’ diyorsun. E niye, bir sürü insan akşam ailesinin evinde yaşadığı için çıkamıyor. Ailesiyle yaşayan geyler çıkabiliyor. Ve onun dışında çıkabilse bile, evine döneceği zaman, gece belli bir saatten sonra o sokaktan geçerek evine dönmek istemiyor. E gündüz zaten okuldu, işti, şu, bu.

Ahmet: Ama burada sorun biraz erkek ve kadın olmak zannedersem.

Yeşim: Onu diyorum zaten. Yani eşcinsel kadınların içinde bulunduğu durumu anlamaya çalışırken onların kadın olmalarından kaynaklı var olan hayat koşullarını göz ardı etmemek gerekiyor. Yani magazin dergilerinde sanki ‘Aaa, lezbiyenler, çok güzel eğlenceli bir hayat yaşıyormuş’ gibi düşünüyorsunuz.

Koray: Katıldığınız için çok teşekkür ediyorum.

Kaynak: Kaos GL, Baharankara eki, Yaz 2001, Sayı 8

Etiketler:
nefret