02/03/2015 | Yazar: Yıldız Tar

Filmmor’un başlamasına sayılı günler kala festival ekibinden Melek Özman sorularımızı yanıtladı.

Filmmor’dan Özman: ‘Bizi güçlendirecek Amazonlara ihtiyacımız var’ Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Filmmor’un başlamasına sayılı günler kala festival ekibinden Melek Özman sorularımızı yanıtladı: Marjinalize edilen gruplar olarak bazen dağınık olduğumuzu görünce üzülüyorum. Ama dünyanın her yerinde benzer şeyleri söylediğimizi, etrafında örgütlü olduğumuz fikri üretime dönüştürdüğümüzü görünce mutlu oluyorum.
 
12 yıl önce “Kadınlar Sinema Yapıyor” diyerek, “kadınlarla kadınlar için” yola çıkan Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali’nin 13. yolculuğu 13 Mart Cuma günü, İstanbul’da başlayacak. 27 Nisan’a kadar 6 şehirde “Kadınların Sineması, Kadınların Direnişi, Direnişin Sineması” perdede olacak.
 
Direniş temasıyla yapılacak festivalin son hazırlıkları sürerken Filmmor’dan Melek Özman ile hem bu yılki festivali hem de kadına yönelik şiddeti ve temaya uygun olarak direnişi konuştuk.
 
Geçtiğimiz festivallerden kendisini etkileyen anları, festivale saldırmak için gelip “Hocam gerçekten tebrik ediyoruz, şurada Ermeni filmi gösterilecek diye iki gün boyunca kadın filmi izlettiniz. Bravo size” diyenleri, en çok etkilendiği anları büyük bir samimiyetle anlatan Özman sorularımızı yanıtladı.
 
Filmmor’dan kadınlar son hazırlıkları konuşuyor
 
“Kadınların direnişi, direnişin sineması”
 
Filmmor’un bu seneki teması ne ve nasıl filmler bizi bekliyor?
 
Tema iki türlü ortaya çıkıyor. Kadınların gündemine ve feminist gündeme bakıyoruz. Aynı zamanda filmlerin gündemine bakıyoruz. Kadın sinemacıların ne konuda film yaptığını da inceliyoruz. Bu ikisinin çakışmadığı bir zaman hiç olmadı. Kadınlar için dünya o kadar küresel bir yer ki… Bu sene de mesela gelen filmlere göre sürekli temayı değiştirdik. Tema hakkında çok konuştuk ama son kertede dünyanın her yerinde kadınlar kadınlara karşı bir saldırı ve savaşı algılıyor ve ona karşı direnişin filmlerini yapıyor. Bizim de temamız “Direniş” zaten. Haliyle işimiz çok da zor olmadı.
 
Ezilen grupların hareketleri ve örgütlenmeleri de zor. Kadınların örgütlenmesi çok zor. Evlerdesin, yalıtılmışsın, birbirini bulacaksın… Buluşulacak camiler, kahvehaneler yok. Bununla birlikte bir fikir etrafında örgütlü olduğumuzu görmek umut verici. Marjinalize edilen gruplar olarak bazen dağınık olduğumuzu görünce üzülüyorum. Ama dünyanın her yerinde benzer şeyleri söylediğimizi, etrafında örgütlü olduğumuz fikri üretime dönüştürdüğümüzü görünce mutlu oluyorum. Bu yıl mesela herkes kadınların direniş hikâyelerinin filmini yapmış. Sadece kadınların kadın olmaktan kaynaklı yaşadığı sorunlara karşı direnişin değil başka meselelerde kadınların direnişlerinin de filmleri yapılmış. Temiz su hakkı için de ekonomi için de direnenler arasında çoğunluk kadınlar. Gezi’de kadınların çoğunluk olması tesadüf değilmiş.
 
“YPJ’li kadınlar 21. yüzyılın Amazonlarıdır”
 
Kadınların gündemi ve filmlerin gündemi genelde çakışıyor dedin. Bu sene de tema direniş…
 
“Kadınların Direnişi, Direnişin Sineması” dedik.
 
Peki, seni kişisel olarak en çok etkileyen kadın direnişi hangisiydi? Melek kendisini en çok hangi kadın direnişinde buldu?
 
YPJ tabi ki ve Deniz Fırat özellikle.
 
Ne etkiledi seni YPJ’de ve Deniz Fırat’ta?
 
Rojava’nın anayasası farklı. Oradaki maddeler bizim Türkiye’de de istediğimiz şeyler. YPJ’yle dünyanın her tarafından gazeteciler görüştü, yazdılar. Onlardan dinlediklerim ve okuduklarım çok etkiledi. Yine YPJ’li kadınlarla görüşmelerim beni çok etkiledi. Bir yandan Kobanê’nin kazanmasını siyaseten de istiyorum. IŞİD’in kaybetmesini istiyorum. Bu duygu keskin. Ama YPJ’li kadınlardan dinlediklerim sonucu hepimizin umudunu taşıdıklarının farkında olduklarını gördüm. “Biz bütün dünya kadınları adına, kadınların özgürlüğü adına savaşıyoruz” diyorlardı. Bu çok umut verici. Hatta bana Elle’in Cosmopolitan’ın YPJ’den bahsetmesi de kötü gelmedi. YPJ’yi hiç duymayacak kadınların bu vasıtayla haberdar olması iyi geldi. Sinemacı olmaktan herhalde ben hâlâ belli imgeleri önemseyen birisiyim. Onlar 21. yüzyılın Amazonları ve bizim bu yüzyılda bizleri güçlendirecek Amazonlara ihtiyacımız var. Siyasetin dışında bir şey söylüyorum. Kâbuslarımızda IŞİD’liler, kadın katilleri var. O sebepten bizim düşlerimizde Amazonların olmasına çok ama çok ihtiyacımız var. YPJ’ye siyaseten çok karşı, nefret söylemi üreten kadınların bile o imgeden beslendiklerini ve güçlendiklerini düşünüyorum.
 
Duygu olarak haksızlık etmek istemiyorum. YPJ çok gündemde ama ben bir feminist olarak her öldürülen kadında da başka bir şey yaşıyorum. “Bir kadını kaybettik” değil, “Bir yol arkadaşımızın yanında olamadık” hissiyatı yaşıyorum. O kadınların hepsi de erkek egemenliğine karşı direniyorlar. Tek başına, tek bir kadının bile desteği olmadan direniyor kadınlar. Şu siyasi iklimde çok önemli bir şey bu. Dizini kırıp oturmuyor kadınlar. Bazen çocukları bile destek olmuyor ama ölümü göze alıp boşanmak istiyorlar. YPJ gibi örgütlü de değil bu kadınlar. Yapayalnız direnen kadınlar… Bir can kaybetmek kadar o kadınların yapayalnız direnmek zorunda kalması da beni çok etkiliyor…
 
“Melek olduğumuz zaman öldürülmemize tepki var”
 
Bu yapayalnız kalma halinin üstesinden nasıl gelebiliriz sence? En son Özgecan’ın ardından sokaklarda tepki gösterildi ama bunun bir tık sonrasında gündelik hayatta yalnızlık sürüyor. Bu yalnızlık duvarı nasıl aşılabilir?
 
Özgecan eylemleri ve tepkiler üzerine daha fazla düşünmem lazım. Aklımda birçok soru var. Kime sorsak kadın cinayetlerine karşı olduğunu söyler. Erkekler de karşı olduklarını söylüyor. Ama eğer kadın cinayetlerinde öldürülen kadınlar öldürülmeseydi, o adamlardan boşansaydı, kendi mahallelerinde yalnız ve dul bir kadın olarak yaşasaydı güvende olacak mıydı? Onu destekleyecekler miydi? Kimsenin iyi niyetini tartamayız, sorgulayamayız ama mahallelerinde yalnız yaşayan bir kadın olduğu zaman onu destekliyorlar mı? İyi niyetlilerse kocaları gibi öldürmeyebilirler ama gözleriyle 24 saat denetim altında tutacaklar mı? Hayatını kısıtlayacaklar mı? Ben kısıtlayacaklarını düşünüyorum.
 
Bir sürü başka soru da var aklımda. Özgecan evli olsaydı, bardan çıkmış olsaydı, bara gidiyor olsaydı aynı tepki verilecek miydi? Ben vermeyeceklerini düşünüyorum. Çünkü bir melek tanımları var. Özgecan’a en çok melek dediler. Biz kadınların melek olduğu durumda öldürülmesine karşı büyük bir tepki var ama biz melek olmak durumunda değiliz. Melek olmak ne demek? Mesela ben bence bir meleğim. Ama ben bu toplum için melek değil şeytanım çünkü namus denen şeyi reddediyorum.
 
En iyi niyetli olanlar kadınların öldürülmesine karşı belki ama yine de kocasıyla dizini kırıp oturması, kocasıyla sorunları varsa barışması isteniyor. O yüzden kimse kadınların özgürlüğünden yana değil. Öldürülmesini desteklemiyor olmak kadınlar için özgür bir yaşam istiyor oldukları anlamına gelmiyor.
 
En başta söylediğin yere geri dönersek; birbirini bulmak zor dedin. Filmmor 13. yılında ve Filmmor bu zaman zarfında kadınların birbirini buldukları bir yer olabildi mi? Yalnızlığı aşabilecek bir alan yaratabiliyor mu Filmmor?
 
Filmmor’u ilk oluşturduğumuz zaman “Burası kadınların örgütleneceği bir yer olmayacak” demiştik. Biz kadınlar için buluşma, iletişim ve üretim alanları oluşturmak için yola çıkmıştık. Her sene daha fazla iletişim ve üretim alanı olması gerektiğini konuşuyoruz. Daha fazla sinemacının gelmesini, daha çok kadını çağırmayı istiyoruz ki bu buluşma alanlarından daha fazla sinema çıksın.
 
İlk yıllar bize akıl öğretmeye, nasıl sinema yapacağımızı göstermeye, festivalin nasıl olması gerektiğini bildirmeye gelen çok fazla erkek olurdu. Çok zamanımızı ve enerjimizi alırdı bu durum. Ama artık Filmmor izleyicisi kadınlar bizim yerimize cevap veriyor. Bir forum gibi oldu.
 
İlk yıllar söyleşilerde önce kadınlara söz veriyorduk mesela. Kadınların sözü bitince erkeklere söz veriyorduk. İlk sözü alıp “doğru perspektifi” koyacak erkek kadar özgüvenli olamıyoruz! Buna rağmen kadınlar söz almaya çekinirse diye söz alacak kişiler belirlerdik kendi aramızdan. Artık bunların hiçbirini yapmıyoruz. Söyleşiyi modere edip çıkıyoruz. O dayanışma alanları güçlenme alanları da oluyor aynı zamanda.
 
Kadınların bir sürü dayanışma ve güçlenme alanı oldu Filmmor’un da katkılarıyla ama yine de bu alanlardan eve dönüldüğünde o koca evde bekliyor olacak. Kadınları güçlendiriyor ama aynı zamanda bir sorumluluğa da ortak oluyoruz. Her özgürlük taleplerimizin bize şiddet olarak da dönebildiği bir dünyadayız. Başka mekanizmalara da ihtiyaç var sanki.
 
“Madem canımız birbirimize emanet, o zaman savunacağız!”
 
Ne gibi bir başka mekanizma?
 
Kadınlar her yerde, her sokakta ve her mahallede kendini savunmak durumunda. Dayanışma ve öz savunma grupları kurmak zorundayız. Başka yolu yok. İstanbul Feminist Kolektif’te de her yerde de durumu tespit etmenin ötesinde neler yapılabileceğini konuşuyoruz. Madem birbirimizin canı birbirimize emanet bu durumda yan komşuyu duyacağız. Hem kendimizi hem onu savunacağız. Dolayısıyla artık kadınlar birbirini görmek zorunda. Bir grup feminist Türkiye’nin her yerine dağılıp öz savunma grupları kuracağız gibi bir şeyden bahsetmiyorum. Erkek şiddetine karşı gerektiğinde şiddetle bile kendimizi savunmak durumunda kalabileceğimiz gerçeğini ve bunun meşruiyetini önce biz kadınlar göreceğiz galiba.
 
Filmmor 13 yıllık tarihi boyunca Türkiye’deki kadın mücadelesinin de bir parçası oldu. Bu 13 yılı gözden geçirdiğimizde kadın mücadelesi açısından önemli anlar yaşandı. Bu anlar da Filmmor’u muhakkak etkiledi. Senin en etkilendiğin sene hangisiydi?
 
İlk yıllar yapabiliyor olmak çok etkileyiciydi. Festival zor ve külfetli bir iş. Hele Gezici Festivalleri yapabiliyor olmak beni çok etkiliyordu. İstanbul’a haksızlık etmek istemem ama Gezici Festivaller bir başka oluyor. Filmler kadınlara iyi gelsin, kadınlar mutlu olsun istiyorsun. Ne bileyim Batman’a bir gidiyorsun kadınlar sinemaya geldiği için mutlu oluyor. Çoğu zaman kadın filmleri festivali olduğu için bizim başka şehirlerdeki etkinliklerde erkekler gelmiyor. Onlara yer kalmıyor çoğu zaman. Hatta bazen “Salonumuz küçüktür erkekler gelmesin” duyuruları yapılıyor. Biz onlara karışmıyoruz, yereldeki örgütlerin inisiyatifine bırakıyoruz.
 
2005 yılında Batman’da olduğumuz zaman Kürtçe üzerindeki yasak çok güçlüydü. Biz de kadınlar filmleri anlayabilsin diye Kürtçe simültane çeviri yapmaya karar verdik. Bunu da birkaç gün önce söyledik. Anadil mücadelesine katkı gibi bir yerden de değildi bu kararımız. Çok basit temel bir şeydi: Kadınlar Türkçe bilmiyor ve filmleri izlemek, anlamak istiyorlar. Buna izin verilmedi. Şiddetli tepkiler de oldu. Kültür Müdürü yereldeki kadın örgütlerinden kadınların üzerine yürüdü. Biz festivale gittik ve kapı duvardı her yer. Kablo yok, bir sürü sıkıntı var. Kablo soruyoruz, salon görevlileri “Kilitli, anahtar yok, bekçi kaçtı” gibi bir sürü şey anlatıyorlar. Festivali fiilen yaptırmamaya karar verdiler. Zaten robokop halinde polisler var her yerde. Vali’ye gittik, randevu istedik, hezeyan halinde görüştük. Bekleyen kadınlar var sonuçta, otobüslerle uzaklardan gelmişler… Vali bize “Çok haklısınız, bütün bunlar sizin önünüzde olduğu için çok üzüldük” dedi. Biz olmasak her şeyin olabildiği koşullar. Biz döndük özel izinle ve filmleri izledik. Çok güzel geçti. Kikir kikir izledik filmleri. Vali’nin iznine rağmen kablo bile vermediler ama neyse ki biz kaplumbağa gibi sırtımızda festivalle gezdiğimiz için kendi olanaklarımızla yaptık. Hem yaptığımıza hem de kadınların festivali sevmesine çok mutlu olduk. Festival bitti bu sefer de yanımıza polisler geldi. “Çok güzel bir festival yaptınız elinize sağlık” dediler.
 
Beni bu kadar etkileyen sanırım bu ülkenin böylesi sürreel olması. Her yıl böyleydi. Sinop’ta mesela festival öncesi bir yerel gazete Ermenice film göstereceğimiz için hedef göstermeye başladı. Ermenistan Kadın Filmleri diye bir bölümümüz vardı. Faşist bir gazetenin başlattığı provokasyon yayıldı. “Önce festival diye gelirler sonra bir bakarsınız topraklarımız Ermenilerin olmuş” diye yazılar yayınlanıyor. Acayip şeyler yazıyorlar. Arada havaya da giriyoruz, feministlerden bu kadar korkuluyor mu diyoruz. Biraz kalabalık gittik. Festival izleyicisi vardı bir de balkonda polisler, siviller, elleri tesbihli genç delikanlılar… Bekliyorlar ki saldırsınlar. İki gün geçti ve filmleri izlediler. Hangi filmin Ermeni filmi olduğunu ayıramadıklarına bile eminim. En sonunda bir sivil polis yanımıza geldi ve “Hocam gerçekten tebrik ediyoruz, şurada Ermeni filmi gösterilecek diye iki gün boyunca kadın filmi izlettiniz. Bravo size” dedi. Ermeni filmi izleyeceğiz kavga çıkartırız diye geldiler ve sanki eziyet etmişiz, kandırıp kadın filmi göstermişiz gibi davrandılar. 

Etiketler: kültür sanat
İstihdam