09/07/2008 | Yazar: KAOS GL

‘Artık kimsenin bekleyecek gücü kalmamıştı. İpek gömlekler kapı eşiğinde kalmıştı. Ateşli dudaklar artık birbirlerinin vücutlarında geziyordu ve gezdiği her yeri yakıyordu. İkisinin de içinde volkanlar patlıyor ve ikisi de birbirini kendinden geçiriyordu. Eller birbirlerinin dik çıkıntılarında geziyordu.’ Kaos GL okuru Soykan’ın hikâyesi.

Gecenin nefesi Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

‘Artık kimsenin bekleyecek gücü kalmamıştı. İpek gömlekler kapı eşiğinde kalmıştı. Ateşli dudaklar artık birbirlerinin vücutlarında geziyordu ve gezdiği her yeri yakıyordu. İkisinin de içinde volkanlar patlıyor ve ikisi de birbirini kendinden geçiriyordu. Eller birbirlerinin dik çıkıntılarında geziyordu.’ Kaos GL okuru Soykan’ın hikâyesi.

KAOS GL - 09/07/2008

Soykan

Yalnızlık aslında herkesin hayatının bir köşesinde karşılaşabileceği acı ama bazen de insana huzur veren bir arkadaştır. Bazı insanlar yalnızlığı severler, bazıları ise yalnızlıktan nefret ederler. İşte yalnızlıktan nefret edenlerden biriydi Mehmet. Hayatı boyunca hiç yalnız kalmamıştı. Hep etrafında çok güvendiği ailesi olmuştu. Üniversiteyi kazanıp gittiğinde bile ailesi onu yalnız bırakmamış, annesi her ay onu ziyaret etmişti. Üniversite hayatında da birçok arkadaşı olmuştu. Çok iyi dostluklar edinmişti. Çevresine baktığı zaman birçok insan görmek onu çok mutlu ediyordu. İnsanlarla bir şeyler paylaşabilmek, onlara dertlerini sevinçlerini anlatıp onların dertlerini ve sevinçlerini dinlemek, gerektiğinde onlara tavsiyeler verip yardım etmek, ona hem büyük bir huzur hem de büyük bir mutluluk veriyordu.

Ama artık içi içine sığmıyordu. Sevdiklerinden bir şeyler saklamak hoşuna gitmiyordu. Bunun huzursuzluğunu, hazımsızlığını yaşıyordu. Kendini riyakâr, ikiyüzlü, işe yaramaz, kötü bir evlat ve kötü bir arkadaş olarak görüyordu. Ama yapabileceği çok şey yoktu. Çünkü yalnız kalma korkusu tüm bu duyguların üzerine çıkıyordu. İnsanların ona şu an davrandıklarından farklı bir şekilde davranmalarını istemiyordu. Çünkü şu andaki ilişkilerinden çok memnundu. Bunlara tek bir zarar gelmesini istemiyordu. Açıkça kendine söyleyemese bile yeni bir hayata, insanların farklı davranışlarına, bakışlarına alışamayacağından korkuyordu. Bu yeni hayat onu korkutuyordu.

Artık üniversiteyi bitirmiş iyi bir bankada portföy yöneticisi olmuş yeni arkadaşlıklar edinmeye başlamıştı. Bu yeni işi hayatı onu daha da korkutmuştu. Çünkü bugüne kadar hiç önemsemediği kariyer endişesi ve kariyerinin zedelenmesi de işin içine girmişti artık. Gecelik ilişkiler yaşayıp ismini bilmediği insanlarla yatıp ertesi gün yolda görse bile tanımayan yüzler tanımak şu an için ona en cazip gelen yaşam şekliydi.

Televizyonun başında bütün bunları düşünürken uyuyakalmıştı. Ertesi sabah çalan kapı ziline uyandı. Uykunun etkisiyle o sabah annesinin onu ziyarete geleceğini unutmuştu. Kapıyı açtı. Karşısında 3 aydır görmediği ve çok özlediği sırdaşı, dert ortağı annesi duruyordu. Birden annesinin boynuna atıldı. Annesi de oğluna sarıldı. Birkaç saniye sonra annesi her zamanki şakacı tarzıyla oğluna ‘Ay bu sıcakta bu kadar çok sarılmayı nasıl başarabiliyorsun?’ dedi. ‘Hem sen zayıfladın mı? Ah yavrum benim seni çok mu çalıştırıyorlar yoksa? Neyse artık ben geldim annem merak etme yarın gider müdürlerinle konuşurum.’

Mehmet birden şaka olduğunu unutup ‘Anne ben çocuk muyum? Artık beni çocuk olarak görmekten vazgeç’ diye çıkıştı. Annesi güldü: ‘Ah benim saf çocuğum biliyorum artık evlenip bana torun verecek yaşa geldin.’

‘Ne? Evlilik mi? Sanırım konuyu kapatsak iyi olacak.’

‘Kapı önünde mi konuşacağız? Oğlum içeri alsana beni yorgunum zaten.’

O sabah annesiyle oturup hasret giderdiler. Annesi Ankara’dan getirdiği, kendi elleriyle yaptığı reçellerle oğluna güzel bir kahvaltı hazırladı. Oğlu işe giderken onun için en güzel takımlarından birini seçti ve kapı önünde ona bir şans öpücüğü vererek oğlunu işe uğurladı.

O gün Mehmet’in yeşil gözleri farklı parlıyordu. Uzun boylu olması nedeniyle annesinin seçtiği siyah takım elbise ve pembe gömlek buğday tenine uymuş ona farklı bir hava katmıştı. Herkes o gün Mehmet’in o parlak ışığını fark etmişti. Mehmet’in de içi içine sığmıyordu. Nedenini bilmediği bir güven ve heyecan vardı üzerinde. Odasına geçti, masasına oturdu. Aklına saat 11’de yapacak olduğu iş görüşmesi geldi. Hemen telefonu açtı, alt kattaki sekreteri aradı ve görüşmenin iptal olup olmadığını sordu. Sekreterden olumlu bir yanıt alınca da içindeki bir anlık korku ve heyecana su serpildi. Rahatladı ve bu rahatlıkla bilgisayarını açtı. Maillerine göz atmaya başladı. Ama önce şirketin maillerine değil de özel maillerine göz attı, belki eski partnerlerinden birinden bir mail gelmiştir diye. Evet, birkaç mail vardı ama istediği kişiler değildi. Sonra şirket maillerini kontrol etmeye başladı. O sırada telefon çaldı. İçinden umarım bu günkü neşemi bozacak bir telefon değildir diye geçirdi ve telefonu açtı. Telefondaki biraz önce telefon açtığı sekreterdi.
‘Mehmet Bey Necati Bey çok üzgün olduğunu, acil bir toplantısının çıktığını ve gelemeyeceğini söyledi. Fakat yerine yardımcısı Bora Bey gelecekmiş sizi bilgilendirmek istedim.’

Bunları duyunca biraz üzüldü. Çünkü bu işte daha yeniydi ve önemli bir iş görüşmesini hiç tanımadığı biriyle yapacaktı. Necati Beyi üniversite yıllarından tanıyordu, hatta yanında 1 aylık bir staj bile görmüştü, bu yüzden biraz rahattı. Ama şimdi gelecek olan kişiyi tanımadığı için gerilmişti. Hemen son kontrolleri yapmak için çantasından evraklarını çıkardı ve incelemeye başladı. Anlam veremediği bir heyecan kaplamıştı içini. Kafasından hiç aklına gelmeyecek şeyler geçiyordu. Gelecek olan kişiyi merak ediyordu. Saatine baktı saat 11’e gelmişti. Bunu görünce heyecanı daha da arttı. Bu işi alırsa çok kısa bir sürede işinde çok güzel bir işe imza atmış olacaktı. Saat on biri altı dakika geçmişti nihayet telefon çaldı ve sekreter Bora Bey’in geldiğini haber verdi. Telefonu kapattı, on saniyelik o kısa sürede bir kez daha kravatını düzeltti, kendinden emin bir tavır aldı ve misafirini beklemeye başladı. Kapı çaldı; kendinden emin, tok bir sesle ‘girin lütfen’ dedi. Kapı açıldı, tüm dikkatini kapıdan içeri girecek olan Bora Bey’e vermişti. Karşısında yaklaşık otuz yaşlarında, uzun boylu, ela gözlü, elinde bir çantası olan esmer yakışıklı bir adam duruyordu. Birkaç saniye onu izledikten sonra kendini toparladı ve ‘buyurun hoş geldiniz’ deyip elini sıkabildi. Elini sıktığında öyle bir şey hissetti ki tüm tüyleri diken diken olmuştu.

Dakikalar hipodromda koşan at misali hızla geçiyordu. Bora Bey konuştukça Mehmet onu izliyor, bu dakikaların hiç geçmemesini içinden geçiriyordu. Karşısında tamamen kendine öz güveni olan genç yakışıklı bir iş adamı vardı. Onun akıcı konuşmasına dalıp gitmişti. Yaklaşık bir saatin sonunda görüşmeleri bitti ve Mehmet, Bora’nın elini bir kez daha sıktı.
‘Anlaştığımıza sevindim. Hem sizin hem de benim için iyi bir iş olacak.’

‘Umarım Mehmet Bey, tekrar görüşmek üzere hoşça kalın.’

El sıkıştıkları sırada Mehmet’in eline metal bir şey çarpmıştı. Kapıdan çıkarken eline baktı ve Bora’nın parmağındaki alyansı gördü. Bora o kapıdan çıkıp gitmişti artık ama Mehmet’in içini nedenini bilmediği bir üzüntü kaplamıştı. Bütün gün etkisinden kurtulmaya çalışmasına rağmen bir türlü başaramamıştı.

Akşam eve döndüğünde annesi onun için bir sürpriz hazırlamıştı. Yıllar önce Mehmet 9 yaşında iken oturdukları Ankara Keçiören’deki mahallelerinde karşı komşuları olan annesinin arkadaşı Melahat Hanım ve neredeyse Mehmet ile aynı yaşta olan kızı Zehra o gece Mehmetlere yemeğe gelmişlerdi. Mehmet kapıdan girer girmez annesi ona kaş göz işaretleriyle içeride misafirler olduğunu anlatmaya çalıştı. Mehmet içeri girince misafirlere selam verdi daha sonra da üzerini değiştirmek üzere odasına gitti. Her zamanki gibi takımını ve gömleğini çıkarıp düzgünce askıya astı ve dolabına koydu. Yorgunluğunun dinmesi için giyinmeden yatağına uzandı ve o gün olanları düşünmeye başladı. Kendine itiraf edemese bile artık açıkça belliydi. Mehmet Bora’dan etkilenmişti. Fakat Bora’nın evli olma ihtimali onun kendine bile bunu itiraf etmesine izin vermiyordu. Düşünceler kafasından tek tek geçerken annesinin ‘Mehmet’ sesiyle kendine geldi. Üzerini giydi ve salona geçti.

Yemekte her şey güzel gidiyordu. Annesi, oğlu ve misafirleri için bütün gün uğraşmıştı. Mehmet de uzun süredir yediği aperatiflerden bıkmıştı ve annesinin nefis yemeklerini iştahla yiyordu. Fakat yemek sırasında bir süre sonra annesi ve Melahat Hanım çocuklarının güzel yönlerinden birbirlerine ne kadar çok yakışacaklarından bahsetmeye başladılar. Mehmet o an ilk kez anladı ki aslında bu yemek Mehmet ve Zehra’nın arasını yapmak için kurulmuş bir çöpçatan yemeği. O an içinden masadan kalkıp ‘ben evlenmek istemiyorum buna hazır değilim’ diye bağırmak geldi ama hiçbir şey belli etmeden tatlıları almak için mutfağa giden annesinin arkasından gitti.

‘Anne ben evlenmek istemiyorum. Bu nasıl bir yemek? Ben evleneceğim zamanı ve insanı kendim seçebilirim.’

‘Ben sadece seni düşünüyorum oğlum. Zehra iyi bir kız hem bak o da öğretmen olmuş.’

‘Anne bu konuyu bir kez daha açmayacağım sana tek bir cevabım var: Hayır!’

Anne ve oğul ellerinde tabaklarla geri döndüler masaya ve o gece misafirlerini uğurladıktan sonra erkenden yattılar.

Ertesi sabah Mehmet geç kalmıştı işe ve annesinin hazırladığı kahvaltıyı yemeden yola çıktı. İş yerine vardığında sekretere arayan soranın olup olmadığını sordu.

‘Efendim sizi Bora Bey aradı konuşması gereken acil bir konu varmış birazdan burada olacak.’

İçini birden dayanılmaz bir heyecan kaplamıştı. O anda elleri titremeye başlamış, dizlerinin bağı çözülmüştü. Odasına geçti, bilgisayarını açtı ve pencereden dışarı bakmaya başladı. Kendine hem çok şaşırıyor hem de içinden gelen sesi dinlemeye çalışıyordu. Biraz sonra Bora kapıda göründü. Pencereden Mehmet’in baktığını fark edince sıcak bir gülümsemeyle el salladı. Mehmet’in içi ürpermişti o sıcak gülümseme karşısında. Kapı çaldı ve içeri Bora girdi. Bu seferki selamlaşma yine resmi bir şekildeydi. İki iş adamı iş konuşmaya başladılar. Fakat biraz sonra kapı çaldı ve içeri bankanın genel müdürü Haluk Bey ile bankada uzun süredir çalışan yaklaşık 35 yaşlarında bakımlı görüntüsüyle tüm banka çalışanlarının güvenini kazanan, bu güne kadar bankada Mehmet’e hep sahip çıkan Sevilay Hanım girdi. Banka müdürü önce Mehmet’i tebrik etti. Sonra Mehmet’in bankada yeni bir eleman olduğunu bu tür büyük işler için toy olduğunu bu yüzden bu işi takip etme işini Sevilay Hanım’a verdiğini söyledi. Mehmet kendini elinden oyuncağı alınmış bir çocuk gibi hissediyordu. Aslında iş onun için önemli değildi. Onu en çok kızdıran Bora’nın bundan böyle Sevilay’ın yanına gidecek olmasıydı. Kendini ağlamamak için zor tutuyordu. O anda içinden Bora’nın ‘hayır ben Mehmet Bey’le çalışmak istiyorum’ demesini bekliyordu adeta. Fakat Bora böyle bir şey demedi.

Haluk Bey ve Sevilay Hanım odadan çıktılar. Mehmet tüm cesaretini toplamıştı artık. Bora’yla sadece iş değil birazdan özel konuşarak onun dostluğunu kazanmalıydı.
‘Sevilay hanım iyi bir bayandır hem bundan böyle güzel bir bayanla çalışacaksınız adınıza sevindim. Ama beni de unutmayın arada ziyaretime beklerim.’

‘Tabi ki ne demek her zaman hatta arkadaşlığımızı dışarıda da devam ettirebiliriz. Mesela bu akşamüstü iş çıkışı bir yerlere gidip bir şeyler içmek isterim.’

Mehmet bu karşı konulmaz teklif karşısında önce biraz şaşırdı. Sonra istekli olduğunu belli etmemek için nasıl bir cevap verebileceğini düşündü.

‘Benim için uygun ama bir şartım var ben ısmarlayacağım.’

İki genç adam el sıkıştılar ve birbirlerinin telefonlarını aldılar. Mehmet’in içi içini yiyordu. Durmadan saatine bakıyor kafasında akşamüstü konuşacağı konuları belirlemeye çalışıyordu. Bora’nın özel hayatını çok merak ediyordu ama bu tür sorular sorduğunda alacağı tepkiyi tam kestiremiyordu. Ne de olsa onlar sadece 2 kez görüşmüştü ve bunlar da iş görüşmeleriydi.

Saat beş gibi Mehmet bankadan ayrıldı. Bankanın önünde cep telefonunu çıkardı Bora’yı arayacaktı fakat o sırada içinden gelen ses onun aramasını beklemesini söylüyordu. İçindeki sese kulak verdi ve bankanın yakınlarında bulunan genellikle öğle yemeklerini yediği cafeye gidip oturdu. Telefonunu belki duymam diyerek cebinden çıkarıp masanın üzerine koydu; garsonu çağırıp bir bardak meyve suyu söyledi. Birkaç dakika sonra telefon çalmaya başladı. Arayan Bora’ydı. Telefonu yine kendine güvenini belli eden tok sesiyle açtı ve Bora’yı oturduğu cafeye davet etti. Yarım saat sonra Bora geldi.

‘Hoş geldiniz nasılsınız?’

‘Ben çok iyiyim ama önce halletmek istediğim bir konu var aramızdaki bu resmiyeti kaldıralım burası iş yeri değil artık iş arkadaşı değil normal arkadaşız.’

‘Peki sen nasıl istersen.’

Duyduğu bu cümle onun Bora’nın özel hayatıyla ilgili sormaya çekindiği soruları için bir zemin oluşturmuştu. Hiç vakit kaybetmeden konuya girdi.

‘İki arkadaş olarak birbirimizi biraz daha yakından tanıyalım o zaman mesela evli misin? Çocuğun var mı?’

‘Evet, 2 yıllık evliyim ve 7 aylık bir oğlum var.’

Bu kısa ve net cevap belki de Bora’nın evli olduğunu kendi kendine hatırlatmak istemesiydi. Ve bu cevap Mehmet’i üzmüştü. Parmağındaki yüzüğe rağmen o hep belki nişanlıdır diye aklından geçirmişti.

Garson bu arada iki tane soğuk birayı getirmişti. Mehmet hemen biraz önce sorduğu sorunun yanlış anlaşılmasını önlemek istercesine kendi hayatı ile ilgili bir şeyler anlatmaya başladı.

‘Annem bana evlenmem gerektiğini söylüyor. Sanırım artık yaşım geldi. Ama benim hiç evlilik gibi bir düşüncem yok daha yeni bir iş buldum biraz kendimi toparlamak istiyorum. Hem daha gençliğimin baharındayım, biraz eğlenmek benim de hakkım.’

Bora güldü evet, dedi ‘bu yakışıklılıkla bu yaşta evlenirsen yazık etmiş olursun.’

Mehmet bir an gülümsedi içinden Bora’nın onu yakışıklı bulmasına seviniyordu.
Mehmet bir an içinden kendiyle ilgili gerçeği Bora’ya söylemek istedi ama kendini frenlemek zorundaydı. Ama bir yandan da bir şeyler yapması gerektiğine inanıyordu. Konuşmalar üniversite anılarına kadar indi. Bu arada garson 5. biralarını getiriyordu. Mehmet bir an bu hoş sohbetten sıyrıldı ve saatine baktı saat 9:30 u geçmişti. Bora’ya
‘Karın seni merak etmesin istersen yarın ve ya başka bir gün devam edelim’ dedi.

‘Karım burada değil annesi rahatsız onu ziyarete İzmir’e gitti. Yani anlayacağın bekar sayılırım birkaç gündür.’

Beşinci biralarını da içtikten sonra kalktılar. Bora’nın arabası olmasına rağmen sarhoş olduğunu düşündüğü için taksi çevirdi yoldan ve Mehmet’i de aynı taksiye davet etti.
‘Gel aynı taksiye binelim önce beni sonra da seni bırakır.’

Mehmet taksiye bindiğinde çok heyecanlanmıştı. İlk kez taksinin arka koltuğunda Bora’ya bu kadar yakındı. Bora’nın da duyguları farklı değildi. O da Mehmet’ten hoşlanmıştı iki erkek bir taksinin arka koltuğunda hiç konuşmadan birbirlerinin gözlerine bakarak dakikalarca yolculuk ettiler. Sonunda Bora’nın evinin önünde taksi durdu. Bora hiçbir şey söylemeden önce taksinin parasını ödedi, sonra Mehmet’in elinden tutup taksiden dışarı çıkardı. Mehmet hiç itiraz etmiyor Bora ne isterse onu yapıyordu. Taksi gitti Mehmet taksinin arkasından bakakaldı.
Bora Mehmet’i apartmanın içine doğru sürükledi ve apartmanın merdivenlerine geldiklerinde Bora Mehmet’in dudaklarına yapıştı. Mehmet de karşılık verdi ve dakikalarca o apartman boşluğunda öpüştüler. Artık kimsenin birbirine söyleyecek sözü yoktu. Ateşli bedenler birbirlerini birer mıknatıs gibi çekiyorlardı. Kimse bu çekim gücüne karşı koyamazdı. Öpüşerek merdivenleri tırmandılar. 3. kata geldiklerinde Bora elini cebine attı ve evin anahtarını çıkardı. Usulca kapının 3 kilidini açtı. Her kilit açıldığında Mehmet’in de yüreği ürperiyordu. Sanki o kapının ardında beklediği bir şey vardı ve ona ulaşmak için sabırsızlanıyordu.

Sonunda kapı açılmıştı ve Bora Mehmet’e usulca ‘gel’ dedi. Mehmet içeri girdi kapıyı kapattı ve kapının oradaki duvara dayanıp ateşli dudaklar yine birleşti. Artık kimsenin bekleyecek gücü kalmamıştı. Bora Mehmet’in elinden sürükleyip yatak odasına götürdü. İpek gömlekler kapı eşiğinde kalmıştı ateşli dudaklar artık birbirlerinin vücutlarında geziyordu ve gezdiği her yeri yakıyordu. İkisinin de içinde volkanlar patlıyor ve ikisi de birbirini kendinden geçiriyordu. Eller birbirlerinin dik çıkıntılarında geziyordu. Mehmet kendini yatağa sere serpe attı. Ritmik hareketlerle ikisi de birbirini zevkin doruklarında dolaştırıyordu. Nefesler hızlandı, inlemeler sıklaştı ve sonunda ikisi de rahatladı. Sarhoşluğun da verdiği etkiyle ikisi de uyuyakaldı…



Etiketler:
İstihdam