15/03/2020 | Yazar: Kaos GL

Göç, queer, akademi… Berlin’de bir masanın etrafına oturduk ve başladık konuşmaya.

Göç ve queer üzerine yuvarlak masa: göçmen denilen özne hep heteroseksüel mi? Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Almanya’da yaşayan, queer çalışan iki “queer” ile Türkiye’de yaşayan iki “queer” bir gün bir yuvarlak masaya oturmuşlar ve fıkra başlamış…

Göç, queer, akademi… Berlin’de bir masanın etrafına oturduk ve başladık konuşmaya. Göç çalışmalarından girdik, kendi göç hikayelerimize daldık. Akademinin hal-i pür melalini konuşalım derken arafta kalmalara, bir yerde ibne diğerinde yabancı olmalara değindik.

Yıldız Tar: Yener seninle başlayalım mı? Göç ve queer çoğu zaman birlikte düşünülmeyen bir mesele. Birlikte nasıl düşünebiliriz ya da şu an göç çalışmaları queeri bir şekilde içeriyor mu?

Yener Bayramoğlu: Yeni yeni içermeye başladı ama bu biraz biz queer göçmenlerin zorlamasıyla oluyor. Göç çalışmalarına, diaspora çalışmalarına baktığımızda halen çok heteroseksüel bir cenahtan ilerlediğini görüyoruz. Göçmen denilen özne, hep heteroseksüel özne olarak düşünülüyor. Genel politik tartışmalarda da böyle, medya temsillerinde de böyle, akademik tartışmalarda da böyle. Yeni gelen göç çalışan insanların çoğu halen göçü heteroseksüel bir göç olarak yorumluyor. Ama öte yandan biz queer göçmenler biraz bu queer göç mevzusuna dikkatleri kaydırmayı başardık bence. Arzunun, cinselliğin, cinsiyet kimliğinin de aslında göçte önemli bir dinamik olduğunu queer göç çalışmaları söylemeye başladı. Bu alanda da bir sürü çalışma var son dönemde. Çok enteresan, bundan birkaç ay önce bir toplantı oldu kuşaklararası göçmenler arasında gerginliğe dair. Beni de çağırdılar. LGBTİ göçmenler arasında, kuşaklararasında bir gerginlik var mı yok mu konusunda bir şeyler söyleyeyim diye. Yani mevzu şu; özellikle son iki yıldır Türkiye’den gelen bir sürü göçmen var ve bu yeni gelen göçmenler eğitimliler, akademisyenler ve farklı bir sınıfı temsil ediyorlar ve birinci, ikinci kuşak göçmenlerle aralarında da aslında bir sınıfsal gerginlik var. Bunun konuşulması istendi. Ben orda aslında tam da bu konuştuğum şeyden bahsettim. Aslında queerin de göçün bir dinamiği olduğunu anlatmaya çalıştım. Sonra ilk soru oradaki bir amcadan geldi. LGBTİ ne demek dedi. Lezbiyen, gey, biseksüel, trans, interseks dedim. Konumuzla ne alakası var dedi. Tam da bu yüzden alakası var dedim. Konu ile alakası olmadığı düşünülüyor. Queer göç çalışmalarıyla da aslında biz konunun çok alakalı olduğunu anlatmaya çalışıyoruz.

Aylime Aslı Demir: Ben de Yener'in açtığı mevzuya bir soruyla dâhil olmak istiyorum. Göç literatürü genelde göçün kaynakları ve nedenlerine dair çalışıyor. Bunun kültürel, siyasal ya da ekonomik nedenle gerçekleştiğini söylüyor ve haliyle bu nedenle göç edenleri araştırıyor. Ama bir taraftan hem kendimizden hem Türkiye LGBTİ+ camiasından bildiğimiz üzere göç, taşradan büyük şehirlere bir yaşam alanı bulabilmek için de gerçekleşiyor. Bazen gerekçesi üniversite, bazen gerekçesi tamamıyla hayatta kalma, farklı nedenlerle büyük şehirlere göç ediliyor. Bu bahsettiğin Türkiyeli olan buraya yerleşen birinci dalga olan göç genelde ekonomik nedenlerle olan göç olarak adlandırıldı. İkinci dalga 80 darbesi ile beraber gelen siyasi nedenlerle göç. Peki, üçüncü dalga? Bu dalgayı birleştiren şey ne mesela? Sence nasıl tarifleyebiliriz bu üçüncü kuşağı ve bu kuşağın sınıfsal olarak farklılaştığını söylüyorsun diğer iki gruptan. Peki, bunlar içerisindeki queerler, LGBTİ+’larda da bu sınıf ve diğer jenerasyonlardan uzaklaşma yaşanıyor mu?

Yener Bayramoğlu: İlk önce ilk soruna yanıt vereyim. Bence birleştiren şey hakikaten bu sınıfsal mevzu. Yeni dalga, new wave deniyor. New wave facebook grubu falan da kuruldu. Yeni dalga diyorlar kendilerine ve hepsini birleştiren şey bence sınıfsal ortaklık ve önceki dalga göçmenlerden ayıran şey de o. Hepsi eğitimli. Ben on yıl önce taşındım buraya. On yıl önce taşındığımda benim gibi o dönem taşınan insanlar öğrenciydiler, zar zor geçinmeye çalışıyorlardı. Bu yeni gelen insanlar arasında çok büyük bir kesim iş bularak geliyor. Burada IT'de iş buluyorlar. Dolayısıyla bambaşka bir hikâyeyle geliyorlar buraya. Öte yandan tabi yeni gelen dalga arasında LGBTİ’ler de var. Benim gözlemlediğim şey, orada da bir sınıfsal mevzu dönüyor. LGBTİ oldukları için kendilerini daha Avrupalı gören, Avrupalı kimliğini benimseyen ve buradaki eski nesil göçmenlere yukarıdan bakan, homofobinin tek kaynağı olarak buradaki Türk göçmenleri gösteren bir LGBTİ camiası da var yeni gelenler arasında ve bu da biraz sınıfsal mevzu ile alakalı bence. 

Yıldız Tar: Ben tam burada Zülfukar sana dönmek istiyorum. 2012’deki tezinde sen çok çarpıcı bir alıntıya yer veriyorsun. Eğer Almanca’dan doğru tercüme edebildiysem “Orda ibne, burada yabancıyım” diyor bir görüşmecin. Göç etmiş olmak, göç etmek ve aslında Almanya'da bulunmakla bu ikili hal nasıl bir durum yaratıyor? Çifte ayrımcılık diye söylenen mesele göçmenlerin gündelik hayatlarını nasıl etkiliyor sence?

Zülfukar Çetin: Bu alıntının sahibi Türkiye'den gelen bir gey birey. Bir şekilde beyaz Alman sevgilisiyle tanışıyorlar, âşık oluyorlar ve o aşktan dolayı da Almanya'ya gelip yaşamını burada kurmaya çalışan bir arkadaş. “Orada ibne, burada yabancıyım” derken kendisi, bir yandan Türkiye'de yaşamış olduğu homofobik ayrımcılıklara değiniyordu, her türlü ayrımcılığa… Mesela askerlikten muaf olma sürecinde ya da mücadelesinde o pembe teskereyi alma çabaları sırasında yaşadıklarını, çürük raporu için vermiş olduğu mücadeleyi, çektirmiş olduğu fotoğraflar ve bunlarla birlikte orada yaşamış olduğu aşağılanma süreçlerini anlatıyordu. O yüzden Türkiye'de yaşamış olduğu şiddet dolu o homofobiden kaçarken burada da başka bir kimlikle karşı karşıya kalıyor, yabancı olma kimliği ile. Yani Türkiye'de, yabancı olmak gibi bir derdi yoktu. E tabi ki Türkiye'deki ibne kimliğini Almanya´ya beraber getiriyor. O da bir şekilde örüntülü yabancı olmakla beraber ve kendisi çok yönlü ayrımcılığa maruz kaldığından bahsediyor. Çünkü oradaki ibnelik durumu burada nikâh dairesinde ortaya çıkıyor. Buradaki nikâh dairesindeki memurlar nasıl yabancı bir ibneyle beyaz Alman ibne evlenebilir kısmını anlamıyor. Yasal olarak mümkündü ama o zamanlar çok yeniydi. O yüzden birçok nikâh memuru için soyut bir şeydi ve ilk kez böyle bir durumla karşı karşıya kalmışlardı. Ondan sonra birçok ırkçı ayrımcılığa maruz kalıyor iş piyasasında. Özellikle iş bulamıyordu. Ya da kendisi sanatçı ve eğitimli, akademisyen. Ama gidip bulaşıkçılık yapmak zorunda kalıyor bir süre. İş bulamıyor ve birdenbire sınıf değiştiriyor ırkçılıktan dolayı. Türkiye'de orta sınıfa ait iken burada birdenbire orta sınıfın altına düşüyor. Kocasına bağlı kalıyor ekonomik olarak, yasal olarak ve o bağlılık da ilişki içinde birçok şeyi değiştiriyor ve ilişki içinde de ırkçı olaylar kendini gösterebiliyor. Özellikle bir sürü beyaz Alman Türkiye'yi, birçok Ortadoğu ülkesini maçoların, siken erkeklerin olduğu cennet olarak görüyorlar ve gidiyorlar. Bir sürü kişiyle beraber oluyorlar ve kısmen de evleniyorlar. Buraya getiriyorlar, ithal ediyorlar yani Türkiyeli ve diğer Ortadoğulu geyleri. Çok yönlü ayrımcılık, Türkiye'den, Ortadoğu’dan gelen birçok geyin, lezbiyen, trans bireyin burada otomatikman karşılaşmış olduğu bir durum. Bunun sınıfsal sonuçları var. Yani orta sınıftan gelip çok güzel koşullarda yaşayıp da burada birdenbire birine bağlı yaşamak zorunda kalmak mesela.

Aylime Aslı Demir: Özellikle üçüncü dalgayla gelenlerin Türkiye'de belli orta sınıf alışkanlıkları var ve aslında onları "hayata bağlayabilecek" belli yapısal şeylere sahipler. Peki, neleri yok ki Türkiye'de, burası hâlâ bir cazibe merkezi ve neden geliyorlar?

Zülfukar Çetin: Ben bir ayrım yapmak istiyorum. Üçüncü dalga derken 2015'ten sonra gelen new wave denilen dalgadan bahsediyorsunuz. İkinci dalga da 80'li yıllardan sonra. Ama arada da gelenler oldu. 90'lı yılların sonunda gelenler var. 2000'li yılların başında gelenler var. Orta sınıf derken onun tanımını yapmak lazım. Orta sınıf ne demek Türkiye koşullarında? Sadece iş bularak değil burs bularak gelen insanlar da var. Ama onlar da süreli. Onların kontratları bitiyor belli bir süre sonra ve durum tekrar şuna dönüyor: Biz iki yıl sonra ne yapacağız? Birçok akademisyen bugün o soruyla meşgul. Şimdi herkes bir yıllık iki yıllık ya iş sahibi, burs sahibi ama onlar da sınıfsal düşüş tehdidi ve korkusu ile yaşıyorlar.

Yener Bayramoğlu: Diğer yandan Türkiye'deki akademik sistem aslında bütün bu politik mevzulardan bağımsız olarak daha güvenli bir sistem. Yani bir pozisyonunuz olduğunda hayatınızın sonuna kadar orada çalışabiliyordunuz. Ama Almanya’daki sistem öyle değil. Bütün sözleşmeler iki yıllık, bir yıllık, üç yıllık, hadi şanslıysan dört yıllık. Profesör olana kadar o pozisyondan bu pozisyona koşturmak halindesin ve müthiş güvencesiz bir ortam. Türkiye'de akademik özgürlük kalmadı diye buraya geldiler büyük bir umutla ama aslında buradaki akademik özgürlük zaten çoktan gitti neoliberal sistemden dolayı. Para veren mercilerin hoşlandığı konularda iş yapmalısın. İşini o şekilde pazarlamalısın ki fonlar alabilesin, araştırma yapabilesin. Bir umut hani bir gün profesör olana kadar. Müthiş bir güvencesiz bir durum bu ve sadece Türkiye'den gelen akademisyenlerin değil buradaki akademisyenlerin de, yani Alman akademisyenlerin de dert yandığı bir durum, belirsizlik.

Zülfukar Çetin: Ama bir soruya cevap vermedik biz daha. Türkiye'de ne yoktu da insanlar buraya geldi, değil mi? Türkiye'de birçok şey var, birçok şey de yok. Özgürlük hani cinsel özgürlük… İnsanlar yaşıyor bir şekilde aslında. Belki yeraltında, belki gizli, belki daha açık. Ama bu gerçekten de bir sebep mi onu bilemiyorum. Çünkü bu yeni dalga dediğimiz olay homofobi ile çok alakalı bir şey değil bence. Sonuçta AKP'nin artırmış olduğu politik baskı sonucu insanlar buraya gelmeye başladı. Hangi akademisyenler geldi ona bakmak lazım. Çünkü birçok akademisyen gelemedi. Daha fazla risk altında olan akademisyenler orada kaldı. Onların da ayrı bir sınıfsal aidiyeti var. 

Yener Bayramoğlu: Ya da zaten uluslararası ağları olan insanlar gelebildi mesela. Bu tabi ki göçü kolaylaştırdı. Yani bütün bu uluslararası akademik ağda yer almayan, Anadolu’daki üniversitelerdeki insanlar çıkamadılar, kaldılar orada. 

Yıldız Tar: Ama bir yandan da 2015 sonrası gelen LGBTİ+’lar gerçeği var. Akademisyen olanları da var ama akademisyen olmayanlar üzerinden hep küçük oranlarda bir göçlerden bahsedebiliyoruz. 2015 sonrasında ama LGBTİ+ kişi ve aktivistlerin daha yoğun olarak göç ettiğini de görüyoruz. Onur Yürüyüşü yasaklandı diye gittim diyen oluyor, Ankara'da yasak var diye gittim diyen oluyor. Yani aslında biraz artan kurumsal politik nefret iklimiyle de alakalı gibi geliyor son dönem göç. Siz öyle bir şey gözlemliyor musunuz Almanya'da. Bu mesela nasıl bir fark oluşturuyor?

Zülfukar Çetin: Mutlaka. Ben onu hissettim yani birçok gelen aktivist queer arkadaşlar o baskıdan dolayı geliyorlar. Hani tamam biz coğrafyamızı değiştirdik ama birey olarak ve bir grubun temsilcisi olarak yaşamları da değişti gibi geliyor bana. Çünkü Türkiye'de daha aktivist, daha politik iken, biraz daha bohem bir hayat sürdürülüyor Almanya’da. Ben de bohem hayatı severim tabi…

Yıldız Tar: Bohem hayattan neyi kast ediyorsun? Mesela Türkiye'de bir aktivistken, sokaktayken mesela Almanya'da öyle bir hayat sürmüyor musun? Öyleyse neden sence?

Zülfukar Çetin: Bana öyle geliyor. Belki sadece yılda bir kere, işte alternatif Pride hazırlığı varken biraz bir şeyler oluyor. Hani sadece belli bir dönemde bir aktivizm görülebiliyor ama onun öncesi ve sonrasında politik aktivizm sürmüyor…

Yener Bayramoğlu: Ben katılıyorum bir noktaya kadar anlattıklarına ama öte yandan Türkiye'den yeni gelen aktivistlerle birlikte aslında buradaki aktivist ortam, aktivist söylemler de dönüşmeye başladı, yeni bir soluk getirdiler bence. İşte bu mesela queer men of color toplantıları, GLADT’ın tekrar ayaklanması, Kuir+ Lubun Berlin Pride’ın kurulması gibi meseleler de var. Yani Türkiye'deki gibi sokakta aktivizm çok olmayabilir ama Türkiye'de de artık sokakta aktivizm yapılamıyor. Türkiye'nin eski halindeki gibi bir sokak aktivizmi belki doğrudan her gün yapmıyorlar ama yeni şeyler, yeni alanlar açılıyor. Gazino Neukölln mesela Berlin'deki gece hayatını dönüştürüyor ya da Berlin'deki LGBTİ+ söylemini dönüştürüyorlar, queer men of color gibi yeni kavramlar ekleyerek yeni tartışma alanları açıyorlar.

Zülfukar Çetin: Kısmen katılıyorum, kısmen katılmıyorum. Bu men of color ayaklanmasının bizimkilerle hiçbir alakası yok. Hatta kesişim bile göremiyorum. Bu people of color, men of color ve queer olmak, bu kesişimsellik zaten hep vardı.

Yıldız Tar: Sonuçta senin gözlemin ama ben şeyi merak ediyorum. Senin mesela bu HIV alanındaki çalışmanda da, diğer yerlerde de çok temel bir odak noktan var. O da inşa edilen Batılı kimlik ve o kimliğin sürekli ya çeperde tuttuğu ya da dışarı attığı kimlikler toplamı. Ben Türkiyeli LGBTİ+'ların Almanya'daki batılı beyaz LGBTİ+ kimliğinin nasıl dışına itildiğini merak ediyorum.

Zülfukar Çetin: O konuda bir araştırma yapmak lazım. Şu anda sadece tahminlerden yola çıkabiliriz değil mi? Çünkü burada mesela egzotikleştirilme olayı çok fazla var. Türkiye'den bir sanatçıysa, Türkiye'den bir queer ise, Türkiye'den bir kadınsa özellikle burada yardıma muhtaç, acınası ve egzotik bir şey olarak bakılıyor. Onunla ilgili çok fazla cinsel fanteziler de kurulabilir. Özne olarak görülmüyorsun daha çok. Kendini birçok anlamda ve birçok kere ispatlamak zorundasın. Acınacak durumda olmadığını, kendine ait bir takım kuvvetinin olduğunu, gücün olduğunu, mücadele edebilecek kapasiteye sahip olduğunu, bilgili olduğunu, aptal olmadığını, Almancaya hakim olmasan bile bunun kendi yetersizliğin olmadığını kanıtlamak zorundasın.

Yener Bayramoğlu: Bence bizim çevremizdeki Türkiye’den gelen LGBTİ+ aktivistler Alman LGBTİ+ aktivizmine dahil olmak yerine kendi alanlarını açtılar…

Aylime Aslı Demir: Ben tam bu noktada ikinizin de akademisyen kimliği üzerinden bir soru sormak istiyorum. İkiniz de açık kimlikleriyle üniversitede çalışan akademisyenlersiniz. Şu an hâlihazırda çalıştığınız konularla ilgili muhtemelen Türkiye'nin en açık görüşlü üniversitelerinde bile büyük bir zorlukla karşılaşıyor olabilirdiniz. Çalışma nesnesi olarak, hali hazırdaki çalıştığınız konuları belki seçebiliyor olacaktınız ama kendi kimliğinizi kamusal alanda açıklıkla paylaşamıyor olabilirdiniz diye bir öngörüde bulunabilirim diye düşünüyorum. Bu tarz sebeplerle Almanya’ya göç etmeyi de gözlemliyorum ben. Siz böyle bir şey gözlemliyor musunuz? Diğeri, Türkiye'de üretim alanını nasıl görüyorsunuz? Burada bu kimliğiniz nasıl eşlik ediyor çalışmalarınıza? Öte yandan Türkiye'de ihraçlarla beraber ve pek çok imzacı akademisyen göç etti ve şu anda neoliberal sistemin talep ettiği konular çalışıyor ve bu imzacı akademisyenlerden de muhtemelen gender, queer çalışmaları bekleniyor. Bir yanda Türkiye'de bu kadar pek çok insanın çalışmadığı bir konuyken ve şu anda buna artan ilgi, mesela queer akademisyen ağının oraya çıkması gelecekte Türkiye'yi nasıl etkileyecek sizce? Bu akademisyenler dönecek bir gün Türkiye'ye ve bu alanda yurtdışında bu kadar yapılan faaliyet Türkiye’nin gelecek akademisine ne tür katkılar sağlayacak?

Yener Bayramoğlu: Bence geri dönmeyecekler. Bu biraz zamanında Türkiye’den gelen işçiler hakkında söylenenler gibi oldu, “geri dönecekler köylerine, Almanya'daki kültürü Anadolu'ya yayacaklar”… Benim buraya gelme nedenim Türkiye'deki akademide queer çalışamayacağımı gördüğüm içindi. Birincisi buydu ama ben buraya gelirken Türkiye'deki akademiye geri de dönmek istiyordum ve eğer Almanya'da, yurtdışında doktora yaparsam Türkiye'deki akademide daha rahat iş bulurum kafası da vardı bende o dönemler. Burada rahat rahat queer çalışırım umuduyla geldim ama hayal kırıklığına uğradım. Bizim enstitüde tek queer çalışan insan bendim. İletişim bilimlerinde doktoramı yaptım ve genel olarak Almanya'daki iletişim bilimlerinde queer çalışan kim vardır desen iki-üç kişi zar zor sayarım. O anlamda Türkiye'den çok da farklı bir durum yok. Queer çalışan akademisyenler belli alanlarda belli disiplinlerde toplanıyorlar. Belki o disiplinlerde biraz daha rahat ilerleyebilirsin queer çalışan queer bir akademisyen olarak. Ama diğer alanlarda, mesela iletişim bilimleri gibi bir alanda sadece queer çalışmış olmanı istemiyorlar. Bu yüzden Almanya'daki akademinin de bu anlamda sarsılması gerekiyor. Ama öte yandan bu queer tartışmaları Almanya'daki akademilere geldi ve belli başlı üniversitelerde ve belli başlı bölümlerde yavaş yavaş insanlar bu konulara da yer verelim kafasındalar ama o da aksesuar olarak kalıyor.

Zülfukar Çetin: Şu anda Yener'le bir ders veriyoruz bizim üniversitede. Üniversite 1923 yılından beri var diye biliyorum. Tarihinde ilk kez bu sömestr queer ve gender dersi veriliyor, bu da bizim girisimlerimiz sonucu oldu.  Daha önce üniversite konuyla hiçbir temasta bulunmamış…

Yener Bayramoğlu: Bu da aslında senin az önceki ikinci sorunla da belki alakalı olabilir bu. Bazı kavramlar, bazı tartışmalar moda oluyor, akademide de moda oluyor. O zaman herkes akademik interest listesinde keyword olarak queere de yer veriyor ama bakıyorsun hayatı boyunca ne queer çalışmış, ne bu konuda bir şey yazmış etmiş. Bir de yani şimdi mesela queer olsun, post kolonyal olsun, feminist literatür olsun, feminist teori olsun bu tarz şeyler, tartışmalar disiplinler aslında böyle modalık şeyler değil aslında. Hayatından, kendi özgeçmişinden çıkarak kendini bu yolda buuyorsun. Queer bir çevrede bu tartışmaları öğrendiğin için, belki de kendin de queer olduğun için queer çalışmaya başlıyorsun. Ya da siyah olduğun için zamanında sömürgeleştirilmiş bir toplumdan geldiğin için post kolonyal çalışıyorsun ya da feminist olduğun için feminizm çalışıyorsun. Bundan birkaç ay önce Berlin'de bir konferans oldu. Ve ben diyordum ki; yakında beyaz heteroseksüel cis adamlar da queer çalışmaya başlayacak diye ve nitekim o an da geldi çattı. Kanada'dan bir akademisyen, two-spirits'lerle ilgili bir sunum yaptı ve bu sunumuna da şöyle başladı: “Ben beyaz heteroseksüel cisgender bir adamım”. Üstelik birlikte çalıtığı two-spritslere Berlin’e gelmeleri için fon çıkmazken bu beyaz adama çıkmış. Eğer queer kavramı sadece moda bir kavram olursa, bu tarz hiçbir şekilde queer'e uymayacak çok sorunlu iş ilişkileri de doğuyor. 

Zülfukar Çetin: Aslında Aylime şeyi de sormuştu. Bunların Türkiye için nasıl bir anlamı var? Bence bizim kim için yazdığımız önemli. Kendimize sormamız gereken sorular var: Kime yönelik yazıyoruz? Bizim okuyucularımız kim? Ben yazarken mesela mutlaka benim önümde bir okuyucu kitlesini hayal ederek yazıyorum. Ona göre yazıyorum. Acaba bizim buradaqueer ve gender çalışan arkadaşlar kendi metinlerini yazarken acaba fonu veren kişilere hitaben mi yazıyorlar ve yayınlıyorlar yoksa eleştirdikleri kurumlara, kuruluşlara, bireylere yönelik mi yazıyorlar? Ya da bütün bu baskıya, şiddete, ayrımcılığa maruz kalan kitleye yönelik mi yazıyorlar? Çünkü ben okuyucu olarak bana hitap eden şeyleri okurum. Eğer bizim arkadaşlar bana hitap etmiyorsa okumam onları zaten. O yüzden biraz da yazma amaçlarına göre o durum değişebilir. Birçok insan bugün sistemden kaynaklı parayı veren kuruma, kuruluşa yazıyor. Çünkü ona göre puan alacaklar, değerlendirilecekler ve akademik kariyerleri alacakları puanlara göre belirleniyor. 

Yener Bayramoğlu: Evet. O sistemin çetrefilliğiyle alakalı insanların rahatlıkla okuyamayacağı, ulaşamayacağı, uluslararası bir bilimsel akademik dergilerde yazılarının yayınlanması gerekiyor ki yarın öbür gün profesör olabilesin, bu alanda yazmaya devam edebilesin. Bu yazılar da çok zaman alan emek alan yazılar. Dolayısıyla doğrudan aktivistlerle paylaşabilecekken oturup zamanını böyle yayınlara ayırıyorsun. 

Aylime Aslı Demir: Aslında merakım sadece bunu aktivistlerle paylaşıp paylaşmayacakları noktası değil. Çünkü akademinin kendi içinde getirdiği kurallar silsilesi var ve bence salt akademinin içinde olmanın kendisi de başka türden bir aktivizm olarak okunabilir. Kaos GL'nin çalışma alanlarından bir tanesi bu nedenle akademi, bu nedenle hakemli akademik dergi çıkartıyor bir taraftan. İşte bu nedenle Ankara Üniversitesi'nde ders yürütmeye çalıştı yıllarca yüksek lisans, doktora öğrencilerine. Dolayısıyla salt o alanda üretilen bilginin, yani bilginin kendisini heteronormativitesini ortaya çıkarmanın kendisi de akademi içerisinde bence ayrı bir çalışma alanı.

Yıldız Tar: Kime yazıyoruz meselesi mühim bence. Mesela medya üzerinden düşününce gazetelere gittiğimizde, onlarla görüştüğümüzde dediğimiz temel bir şey var. Haberi çerçevelendirmek kadar hangi çerçevede servis ettiğin, kime haberi yayınladığını düşünmek de önemli. Mesela ana akım bir gazete şu anda okurlarının içerisinde LGBTİ+’lar da olduğunu düşünmüyor. Dünyanın en iyi haberini bile yazsa bunu düşünmediği için günün sonunda ya benim çocuğum eşcinsel diye ağlayan bir anne röportajı oluyor ya da vah vah yazık! Bunun homofobi, transfobiden yapmıyor. Burada yola çıkarken orada okuru olabileceğini düşünmüyor. Özne olarak görmüyor. Bu göç meselesinde bir özneleşme hali de önemli. Göç mevzusunda kırılgan bir zeminin içerisindesin ve özne değilsin, olamıyorsun. Olamadığın yerden başka bir yere giderek özne olmayı talep ediyorsun. Ben çoğu zaman özellikle LGBTİ+ göçünde mağduriyet kadar bir yandan bir taleple ve iradeyle de gittiğimizi düşünüyorum iç göçte ve dış göçte. Daha iyi bir hayat talep ediyorum. Sevişmeyi talep ediyorum. Partner bulabilmeyi istiyorum. Yani bir arzuyla birlikte gidiyorsun. Ama gittiğin yer ise, mesela iç göç hikâyelerinde, ben İstanbul'a gittim mesela. İstanbul benim için büyük bir hayal kırıklığıydı. Bir zemin ararken orada da bu sefer zeminsiz bırakılıyorsun. Yine bir zemin bulamıyorsun. Yine kırılgan bir yerde duruyorsun ve bir de bunun üzerine aslında bir ırkçılık meselesi de eklendiğinde mesele karışıyor. Kopmak istediğin, kaçmak istediğin bir yer var. O ailen olabilir, zulüm gördüğün ülke olabilir, zulüm gördüğün şehir olabilir… Bir de asla içine giremediğin zeminsiz kaldığın bir yer var. Haliyle bir yandan kaçtığın şeyi özlerken de düşünebiliyorsun. Ama sonra özlediğin şeyin de aslında fantezi olduğunu fark ediyorsun ama burada da başka bir fantezinin ortasındasın ve arafta kalıyorsun…


Etiketler: insan hakları, yaşam
nefret