13/02/2015 | Yazar: Yıldız Tar

AKP ve MHP’nin LGBTİ haklarını kendiliğinden yasal güvenceye kavuşturmaları imkansız.

Halkevleri Başkanı Oya Ersoy: Sağın LGBTİ haklarını tanıması imkansız! Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
“AKP ve MHP’nin LGBTİ haklarını kendiliğinden yasal güvenceye kavuşturmaları imkansız. Burada bize, ilerici, devrimci, sol, sosyalist kuvvetlere iş düşüyor. Bu hakların hepsinin tanınması bizim hep beraber yürüteceğimiz mücadeleye bağlı.”
 
“Siyasetin O Biçimi” dosyasında Kaos GL ve SPoD’tan LGBTİ aktivistlerinden sonra sıra siyasetçilerde. Seçimler ve parlamentodansa sokağı ve halkın hakları siyasetini önemseyen Halkevleri’nin Genel Başkanı Oya Ersoy ile Türkiye’deki siyasal durumu, LGBTİ haklarını, vekalet ve temsil siyaseti dışındaki olanakları konuşuyoruz.
 
Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP iktidara gelmeden önce eşcinsellere yasal güvencenin şart olduğuna ilişkin sözlerini hatırlattığımızda Ersoy AKP’nin bir dönem konjonktürel olarak özgürlük gibi kavramları araçsallaştırdığını söyledi. Ersoy’a göre AKP son dönemlerde iyice artan otoriter uygulamalarıyla kendine döndü. “Fıtrat” açıklamalarını hatırlatan Ersoy, “Onların ‘fıtratı’ bize yaşam hakkı ihlali olarak dönüyor. AKP’nin fıtratında özgürlük ve eşitlik yok” dedi.
 
Türkiye’de LGBTİ hakları konusunda hiç iyi durumda olmadığımızı, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine ilişkin hiçbir hakkın olmadığını vurgulayan Ersoy, sol, sosyalist kuvvetlerden baskı uygulanmadıkça sağ iktidarların bu hakları tanımasının imkansız olduğunu da belirtti.
 
Ersoy’a göre AKP sokakta mücadeleyle durdurulabilir. Esas olanın toplumsal hareketlerin kendisi olduğunu savunan Ersoy, “Bir halk hareketi varsa elbette ki onun her yerde temsili de olur. Mesele hareketin kendisini yaratabilmek” dedi.
 
“Onların ‘fıtratı’ bize yaşam hakkı ihlali olarak dönüyor”
 
Türkiye’de LGBTİ hareketinin geldiği aşamayı nasıl değerlendiriyorsun? Buna bağlı olarak LGBTİ haklarında ne durumdayız sence?
 
LGBTİ haklarında hiç iyi bir durumda değiliz. Türkiye’de cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine ilişkin herhangi bir hak tanınmış durumda değil. Bu sebepten her gün bir cinayet yaşanıyor. Sosyal haklardan yararlanma noktasında sıkıntılar devam ediyor. Çalışma hayat başlı başına mesele. Neredeyse sıfır istihdam durumundayız. Bu ülkede mücadele edilmeden alınan hak yok. LGBTİ mücadelesinin de elbette kazanımlar var ama LGBTİ hakları açısından herhangi bir gelişmeden bahsedemiyoruz. Üstüne üstelik daha kötüye gidiş olduğunu düşünüyorum.
 
Özellikle AKP iktidarının Ortadoğu politikasında bataklığa saplandığı, neoliberal politikalar sonucu tüm hakların gasp edildiği, yolsuzluk ve hırsızlıkların ortalığa döküldüğü, doğanın ve kentin talanının hiç olmadığı kadar arttığı ve bütün bunların sonucu olarak da kitlesel işçi katliamlarının yaşandığı bir süreçten geçiyoruz. AKP tüm bunları din perdesiyle gölgelemek niyetiyle hareket ediyor. Diğer yandan de ideolojik olarak da yukarıdan aşağıya bir şekilde gericiliği örgütlüyor. Bunun en büyük karşılığı ise kadınlar ve LGBTİ’ler açısından yaşam hakkı ihlali oluyor. Bundan sonraki süreçte bütün bu hak mücadeleleri aynı zamanda yaşam hakkı mücadelesi olarak sürecek. Her gün kendi politikalarını gölgelemek için gerici söylemler üretiyorlar. Bu söylemler de genellikle kadın düşmanı söylemler oluyor. “Fıtrat” meselesi maden katliamında; kadın erkek eşitliğinde ve yanlış hatırlamıyorsam son olarak Kocaeli’de LGBTİ haklarına ilişkin bir panele karşı açıklama yapan ve kendilerine “insan hakları savunucuları” diyen bir grubun açıklamasında da karşımıza çıkıyor. Kocaeli’de bu grup “Eşcinsellik fıtrata aykırıdır. Fıtratınıza dönün” diye açıklama yaptı. Onların “fıtrat” dedikleri bizim için yaşam hakkı ihlali olmuş oluyor.
 
Bu noktadan hareketle; Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP iktidara gelmeden önce eşcinsellere yasal güvencenin şart olduğuna ilişkin sözlerini hatırlatmak istiyorum. 2002 yılında bunu söyleyen Erdoğan’ın partisi o dönemden bu zamana yasal güvence bir yana; homofobiyi Meclis kürsüsünden kurumsallaştırdı. Bu ifade ile devamındaki ifadeleri ve uygulamaları birbiri ile çelişiyor. AKP’nin dönemleri arasındaki bir fark mı bu durum? Nasıl değerlendiriyorsun?
 
Eşitlik, özgürlük ve demokrasi AKP’nin fıtratına ters. AKP iktidarını kurumsallaştırana kadar bir dönem bu tarz söylemleri kullandı. Özgürlükçü birtakım söylemleri araçsallaştırdı. O dönem meşruiyet sağlama ve iktidarını kurumsallaştırma süreciydi. Devamında AKP kendi aslına döndü. Söylediklerinin hiçbirinin gerçekliği olmadığı gibi, AKP döneminde insan hakları konusunda herhangi bir iyileşme ya da özgürlükten bahsedemiyoruz. O dönemde bu tarz söylemler iktidarı ele geçirme mücadelesinde kullanıldı. AKP bu ülkede yıllardır demokrasi, eşitlik ve özgürlük için mücadele eden güçlerin söylemlerini içererek ve kullanarak şu anki koltuklarına oturdu.
 
“Sağın LGBTİ haklarını yasal güvenceye kavuşturması imkansız”
 
LGBTİ’lerin anayasa hakları AKP ve MHP tarafından engellenirken; AKP Hükümeti döneminde, Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca yaşanmayan bir şey yaşandı ve eşcinsellik çok açık biçimde Meclis kürsüsünden birkaç kez “hastalık” ve “bozukluk” olarak ifade edildi. Hakların olmayışını ve nefret söyleminin Meclis’te bu kadar rahat ifade edilebilmesini nasıl değerlendiriyorsun?
 
Anayasa denen şey bir toplumsal sözleşmedir. Başta bu toplumsal sözleşmede ve devamında diğer yasalarda cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine ilişkin hakların tanınmaması; yoğun bir şekilde deneyimlenen nefret saldırılarının ve ayrımcılığın temel sebeplerinden birisidir. LGBTİ’ler yasal olarak korunmasız ve güvencesiz bırakılıyor. Aynı zamanda bu durum sağın hiçbir şekilde özgürlüklerden yana olmayacağını görmemizi sağlıyor. AKP ve MHP’nin LGBTİ haklarını kendiliğinden yasal güvenceye kavuşturmaları imkansız. Burada bize, ilerici, devrimci, sol, sosyalist kuvvetlere iş düşüyor. Bu hakların hepsinin tanınması bizim hep beraber yürüteceğimiz mücadeleye bağlı.
 
Yasalar ve haklara ilişkin konuştuk ancak homofobi ve transfobi aynı zamanda toplumsal sorunlar değil mi? Toplumsal alanda neler yapılmalı?
 
1990’lı yıllarda başlayan LGBTİ mücadelesinde Haziran İsyanı bir toplumsal meşruiyet alanı yarattı. Haziran İsyanı hak mücadelesi yürüten diğer kesimlerdeki LGBTİ algısında; LGBTİ’lerin bir bütün olarak görünürlüğünde bir eşik atlattı. Bundan sonraki süreçte Haziran İsyanı’nın bu hattının ilerlemesi gerekiyor. Erkek egemen, cinsiyetçi ve homofobik sisteme karşı eşitlik, özgürlük ve saygı talebiyle ortaya çıkan bu dinamikten ilerlememiz gerekiyor. Haziran İsyanı’nın açtığı yolu nasıl genişleteceğimiz ise hepimizin problemi.
 
Bu noktada sağı bir kenara bırakıp sola ve özelde de Halkevleri’ne dönersek; Halkevleri LGBTİ hakları alanında ne gibi bir programa sahip, şimdiye kadar neler yaptı ne ilerisi için planları nedir?
 
Halkevleri içerisinde bu konuda özel bir çalışma yürüten arkadaşlarımız olmadığı için yaptığımız çalışmalar doğal olarak hak talebinde bulunan öznelerin mücadelesiyle dayanışmak şeklinde oluyor. Biz bu konu hakkında eğitim ve bilinçlendirme çalışmaları yürütüyoruz bu aşamada. Mahallelerde çeşitli sempozyumlar ve film gösterileri vasıtasıyla bilinçlendirme çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Onun dışında gericilik karşıtı mücadelede LGBTİ vurgularımız var. Gericilik karşıtı mücadelemizi yürütürken halk içerisinde de homofobinin gericiliğin bir parçası olduğunu söyleyerek ve göstererek mücadele yürütüyoruz. Geçenlerde mesela Kızılay’ın kan almama meselesine dair arkadaşlarımız eylemler yaptılar.
 
Bir yandan eğitim çalışmaları sürerken Halkevleri’nin çeşitli eylemliliklerle homofobi ve transfobi karşıtı mücadelede yer aldığını söyleyebilir miyiz?
 
Evet ama bunu çok abartmamak lazım. Şu aşamada homofobi ve transfobiye karşı mücadelemiz yeterli değil. Homofobi ve transfobinin yıkılması için yürüttüğümüz çalışmaların önemli olduğunu düşünüyorum ama bu çalışmaların yeterli olduğunu söylemek biraz abartmak olur. Daha fazla çalışma yürütmemiz gerekiyor.
 
Fotoğraf: Liseli Genç Umut’un homofobik Kızılay’ı protestosu
 
“AKP sokakta mücadeleyle durdurulur”
 
Siyasetten bu kadar konuştuktan sonra seçimlerden bahsetmemek olmaz. Benim gözlemlediğim ve bildiğim kadarıyla Halkevleri’nin seçim gündemiyle ilgili çalışmaları genelde diğer siyasi yapılardan farklı oluyor. Deyim yerindeyse sandıktan çok o süreçte kendi politik mücadelenizi genişletmek ile ilgileniyorsunuz. Bu seçimde de aynı yöntem devam edecek mi?
 
Seçim dediğimiz zaman bunu biz senin de ifade ettiğin gibi bir sandık tavrına indirgemiyoruz. Seçim dönemleri ülkenin siyasallaştığı dönemlerdir. Bu süreçteki seçimlerde handikap Haziran İsyanı gibi halkın kendi taleplerini ortaya koyduğu ve sokaklara döküldüğü bir isyandan sonra üç seçim döneminin gelmesidir. İsyanın talepleri ve bu talepleri ilerletilmesi açısından sıkıntılı bir süreçten geçtiğimizi düşünüyorum. Özellikle sol açısından problemli bana kalırsa. Halktan önce sosyalist kurum ve kişiler seçim havasına girdi.
 
Özellikle AKP yukarıdan aşağıya faşizmi ve gericiliği örgütleyerek, Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle birlikte parlamentoyu da ‘sıfırlayarak’ yeni bir sistem oluşturdu. AKP gündelik ihtiyaçlarına göre hukuku ve meclisi inşa ettiği bir sistem kurdu. Ak Saray’da da bir tür Bakanlar Kurulu kuruluyor. Böylesi bir dönemde seçim tartışması yapıyoruz. Biz AKP’nin gerek savaş politikalarının, gerek neoliberal politikalarının gerekse de gerici politikalarının ancak halkın kendi gücüyle sokakta engellenebileceğini düşünüyoruz. Böyle bir sistemde solun ve sosyalistlerin görevi de AKP’yi geriletmek değil bu sistemin yıkılması olmalıdır. Haliyle bu dönem bütün bu mezhepçi, gerici, neoliberal politikalara karşı halkın hak mücadelesinin sokakta yükseltileceği bir süreç olarak geçmelidir. Bu sürecin de böyle yönetilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Evet AKP’nin kentlerin ve doğanın talanını içeren politikaları var ama buna karşı HES’lere karşı derelerine, ormanlarına, korularına, zeytinine ve kentlerine sahip çıkanların yürüttüğü mücadeleler var. Ve ancak bu şekilde yağma ve talan politikalarının durdurulabildiğini de görüyoruz. Sürecin AKP’nin bütün bu politikalarını sokakta durdurarak örgütlenmesi gerektiğini ve bir yerlere havale eden, vekalet veren ya da vekalet eden bir yönelime de girilmemesi gerektiğini düşünüyoruz.
 
“Önemli olan hareketin taleplerinin hayata geçirilmesidir”
 
Bu vekalet ve temsil meselesi Gezi’den sonra LGBTİ hareketinin de gündemine oturdu. Yerel seçimlerde CHP ve HDP’den LGBTİ adaylar çıktı. Cumhurbaşkanlığı seçim süreci geçti ve nihayetinde genel seçimler süreci öncesinde de LGBTİ hareketi seçimi, siyasi temsil ve katılımı tartışmaya başlıyor. Bu bağlamda benzer tartışmaları başka başlıklarda yürüten bir siyasi gelenek olarak siyasi temsil ve katılım meselesini nasıl yorumluyorsunuz? LGBTİ adayların varlığı etkili bir yöntem midir? Çok önemli bir mesele midir sizce?
 
Doğrudan temsili bu kadar öne çıkaran bir hareket olarak bu soruya “Tabi önemli olur” demem mümkün değil. Ama “etkisiz olur” da diyemem. Buna elbette ki LGBTİ hareketinin kendisi karar verecektir. Ama burada biz özellikle yerel yönetimlerinden meclise kadar her yerde LGBTİ hareketinin ve yine LGBTİ toplumunun doğrudan temsil kanallarının yaratılması gerektiğini savunuruz. Kota gibi tartışmaları ve talepleri öne çıkartabiliriz. Bu talepler bizim de taleplerimiz olur. Onun dışında homofobi karşıtı birtakım talepler yine bizim taleplerimiz olur.
 
Sadece LGBTİ meselesinde değil genel olarak temsil ve “vekalet” dediğiniz meseleye niye karşı çıkıyorsunuz?
 
Hareketin kendisi olduktan sonra bunun her tarafta temsili olur. Önemli olan hareketin kendisini yaratmaktır. Mesela Kürt hareketi açısından sandık, seçim ve milletvekilliği ikincil planda olan bir şeydir. Sandık tavrı da her zaman ikincildir. Aslolan bir halkın siyasi taleplerinin yaşama geçirilmesi mücadelesidir. Temsil meselesine biraz böyle yaklaşıyoruz.
 

Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam