29/11/2006 | Yazar: Kaos GL

‘35 yaşındaydı. Yaklaşık 20 yıldır Fransa’da yaşıyordu. Ölümün yaklaştığını hissettiğini söylüyordu. Bahçede bir çardağın altında oturuyorduk. Dört köşesinde mermer bir sütun vardı. İnsanlar tanışma toplantısından çıkmış turluyordu. İki saat orada oturup konuştuk. Kendi korkularımız üzerine yaptığımız yatırımlardan bahsediyorduk. İkimiz de soğuktan titriyorduk.’

‘35 yaşındaydı. Yaklaşık 20 yıldır Fransa’da yaşıyordu. Ölümün yaklaştığını hissettiğini söylüyordu. Bahçede bir çardağın altında oturuyorduk. Dört köşesinde mermer bir sütun vardı. İnsanlar tanışma toplantısından çıkmış turluyordu. İki saat orada oturup konuştuk. Kendi korkularımız üzerine yaptığımız yatırımlardan bahsediyorduk. İkimiz de soğuktan titriyorduk.’

KAOS GL

Şahin K. - Londra

Ölüm ile bu kadar içli dışı olmasını kıskanıyordum. Halbuki hava ilk gün ne kadar güzeldi. Barselona metrosunda tren beklerken hıçkırmaya başlamış, ağlayamamıştı. O an ölümün ne kadar ona ait olduğunu ve o noktada ne kadar yalnız olduğunu ve benim rolümün onun yaşadıkları içinde ne kadar az olduğunu anladım. Ben ise beni ne kadar sevdiğini söylemesini istiyordum. Trende ağlamaya başladı. Elini tuttum. Her ikimiz de kendi yaşadıklarımız içinde yalnızdık ve farklı farklı nedenlerle kendimize soruyorduk.

Üstelik ben bunu daha önce başka biri ile yaşamıştım, en azından kendime ait bölümünü. 28 yaşındaydı. 12 yıldır HIV pozitifti ve ben kendime baktığım yerde donuktum. Yavaş yavaş ölümün bir şekilde beni tekrar hayata döndüreceğini sanıyordum. Ona aşık olmamıştım. Onun ölümüne tutunmak istiyordum. Yaşlılığı ile ilgili planlar yapmasına şaşar gözlerim dolardı. Yatakta sevişirken her zaman güvenli seks yapmamıza rağmen acaba şimdi mi diye sorardım kendime, şimdi mi virüs vücuduma, kanıma giriyor diye. Daha önce ben bunu yaşamıştım. Kendime engel olamadım. Çünkü kendimi korumayı ve kendi ihtiyaçlarımı söylemeyi yeni yeni öğreniyorum.

Barselona dışında bir manastırdayız. Bahçede sayısız çiçek, bizim kaldığımız binanın ardında büyük bir üzüm bağı var. Gelir gelmez eşyalarımı odaya atıp geçmiş yıllardaki konferanslardan tanıdığım yüzleri aradım. Acaba aralarında ölen var mıydı? Özellikle bir yüzü, bir Macar arkadaşı düşünüyordum. Bir önceki yıl hastaydı ve oldukça zayıflamıştı. Kimseyi göremedim. Köyün içinde dolaşmaya çıktığımda birden karşımda bitiverdi. İyi gözüküyordu. Yanında elinde çiçekler olan biri vardı. Arkadaşım bizi tanıştırdı. Amerikalıydı. Fransa’da yaşıyordu. Hemen elinde tuttuğu çiçeklerden birinin ne kadar faydalı olduğunu anlattı. Dalga geçen bir iki laf ettim. HIV pozitif göçmenler ayrı olarak toplanıyormuş. Macar arkadaşım gitmesi gerektiğini söyledi. O da onunla gitti. Amerikalı ama hoş bir herif diye düşündüm!

İlk tanışma toplantısı. Bu yıl yeni yüzlerin sayısı fazla. Bu yüzden gelirken bir resmimizi getirmemiz söylendi. Bütün fotoğraflar bir kutuya kondu. Herkes sırayla bir tane alıp sahibini bulup ona kendini anlatacaktı. Ben onun fotoğrafını aldım. Takım elbise içinde elleri çenesinde bir masaya dayanmış gülümsüyordu. Fotoğrafı alıp onu bulmadan bahçeye sigara içmeye çıktım. Biraz sonra yaklaşıp neden gelip konuşmadığımı sordu. Senin gelmeni bekliyordum diye yanıtladım.

‘Biliyor musun, ilk sevgilim bir Türktü. Üniversitedeyken tanışmıştık. Okul bittikten sonra İstanbul’a geldik. Tavırları birden değişti. Bana, karısıymışım gibi davranmaya başladı. Çok kıskançtı. Altı ay sonra Fransa’ya geri döndüm. Bir daha görüşmedik.’

35 yaşındaydı. Yaklaşık 20 yıldır Fransa’da yaşıyordu. Ölümün yaklaştığını hissettiğini söylüyordu. Bahçede bir çardağın altında oturuyorduk. Dört köşesinde mermer bir sütun vardı. İnsanlar tanışma toplantısından çıkmış turluyordu. İki saat orada oturup konuştuk. Kendi korkularımız üzerine yaptığımız yatırımlardan bahsediyorduk. İkimiz de soğuktan titriyorduk.

‘Bu muhabbet korkutucu, çok derin. Biraz yürüyelim mi?’
‘Burada oturmak istiyorum. Mermer sütunların arasından geçip buradan çıktığımızda hiç bir şey eskisi gibi olmayacak ve ben içinde bulunduğum duygudan çıkmak istemiyorum’
Sessizce bana baktı.
‘Hiç bir şey değişmeyecek’

O zaman kendine ait bir şey söylediğini anlamamıştım. Ben ise kendim için, ona tutunmamak gerektiği gibilerinden bir sonuç çıkarmıştım.

‘Kalkalım mı?’
‘Kalkarsak seni öpmeme engel olamayacağım’

Kalktı. Mermer sütunların arasından geçerken içim titredi. Bağa doğru yürüdük. Kapı kilitliydi. Üzerinden atladı. Ben bir şey demeden onu takip ediyordum. Elimde halen fotoğrafı duruyordu.

‘Bu fotoğrafı bana verir misin?’
‘Benim için çok önemli bir fotoğraf, veremem’

Birden bire anlatmaya başladı.
‘Ben sekiz yaşındayken annem gözlerimin önünde intihar girişiminde bulundu. Başka bir erkeğe aşık olup babamdan ayrılmıştı. Bu kez aşık olduğu erkek onu terk etmişti. O günden sonra anneme hep ben baktım. İkide bir psikiyatri kliniklerine yatıp çıkıyordu. Böyle bir şeyi seninle paylaşma nedenim daha önceki konuşmaların içindeki baştan çıkarma oyununa son vermek.’

Sustu. Onu öpmemi bekliyordu. Ben ise daha önceki konuşmamızın ne kadarının başta çıkarma oyunu üzerine olduğunu düşünüyordum. Fotoğrafını geri verip ‘Yemeğe geç kalıyoruz. Gidelim.’ dedim. Konuşmadan yürüdük. Rahibeler bir sağa bir sola koşturup yemek servisi yapıyorlardı. Bu kadar çok insanı manastırda görmekten mutlulardı. Yemek sırasında ayrı yerlere oturduk.
Yağmur yağıyor, konferansa katılanlar manastırın salonunda toplanmış sohbet ediyorlardı. Kimseye söyleyecek bir şeyim yoktu. Yalnızlığımın farkındaydım. Seyahat etmekten hoşlanmam. Gittiğim şehirlerde hemen Londra’yı özlerim. İçimde bir şeyleri açmanın, asmanın zorunluluğu ya da kendimi, korkumu hiç bir zaman olduğu gibi kabul etmemiş olmanın zorluğu insanlarını tanımadığım, bir duygumun olmadığı bir şehirde kendimi buluvermişliğim ile ağırlaşırdı.
Birileri ile konuştuğumu hatırlıyorum. Saat 11’e doğru odama giderken yanıma geldi.

‘Yatmaya mı gidiyorsun?’
‘Evet’
‘Seninle gelebilir miyim? Sevişmek zorunda değiliz. Birbirimize sarılıp uyuyabiliriz de.’
‘Biliyorum.’

Oda. Hiçbir kokusu yok. Soyunup yatağa girip onu seyretmeye başladım. İç çamaşırları ile kaldığında utangaç bir şekilde kollarındaki KS izlerini gösterdi. (AIDS ile ortaya çıkan bir tür cilt kanseri).

‘Altı aydır kimse ile yatakta sevişmedim. Sadece parklarda karalıkta. Şimdi ışıkta sana bunları göstermem garip. Seninleyken kendimi rahat hissediyorum.’

Kollarımı açtım. Birbirimize sarıldık. Bir süre seviştikten sonra 14 yıllık bir ilişkinin yeni bittiğini, eski sevgilisinin de HIV pozitif olduğunu anlattı. Üç dört ay önce çok hastalanmış. Sevgilisi kendisinin de geçeceği bir süreci onda izleyip yüz yüze gelmektense ayrılma kararı vermiş.

‘Beni çok kırdı. Ben hastanedeyken bütün eşyaları alıp gitti. Halen de beni aramıyor.’

Ertesi gece Barselona’ya inip konferans sırasında tanıştığımız İspanyol bir karı koca ile güzel bir akşam yemeği yedik. Bizim gey olup olmadığımızı anladılar mı bilemiyorum. Kadın birbirimizi uzun zamandır tanıyıp tanımadığımızı sordu. Ben daha dün tanıştık deyince birbirlerine baktılar.
O gece çok içki içmiştik. Ertesi sabah yemek salonunda onu çömelmiş gördüm. Titriyordu.

‘Ne oldu?’
‘Pek iyi değilim. Bana bir kahve getirir misin?’

Bir sandalye getirdim oturması için. Tekrar hasta olmaktan ne kadar korktuğunu söyledi.

‘Bu halde gitmek istemiyorum.’
‘Konferans sonuna kadar kal istersen... Kalmanı İstiyorum.’
‘Kalamam, hastanede randevum var... Belki bir gün daha. Biletimi değiştirmeye gelir misin benimle.’

Yağmur yağıyordu. Ayakkabısının altı delikti. Soluklanması için bir kafede oturduğumuzda çoraplarını çıkarıyordu kurutmak için. Gözleri doluyor, ağlamak için tuvalete gidiyordu sık sık. Fransa’da grev olduğu için bileti sadece altı saatliğine erteletebildik.

Ben ise onun için her şeyi yapmaya hazır olduğumu düşünüyordum, bütün hayatımı değiştirmeye. Kendimi bütünüyle ona vermeye (adamaya) hazırdım, bana verilmemiş bütün şeylerle birlikte. Oysa kendi sınırlarımı korku ile genişlettiğimi bilirdim.

Odada yalnızdım. Tek kişilik yataklarımız hâlâ birbirine bitişik. Yastığını kokluyorum. Hâlâ kokusu üzerinde. Bir tek saç teli, alıp cüzdanıma koyuyorum.

Tuvalette oturuyorum... Bir şeyler yazmak istiyorum... Son iki günün benim için ne kadar ağır olduğunu... Bilmiyorum bu cümleyi... kendime sesli söyleyebilir miyim... Ölümün yaklaştığını hissediyorum. Bugün yolda yürürken öyle demişti... Ve bunu söyleyen insanı bu kadar çok sevmiş olmam... ve yapabileceğim hiç bir şeyin olmaması.

(Ağlıyorum)

... Ne yapabilirim... bilemiyorum... İçime defalarca baktım... Başkasının acısını kendim için kullanıp kullanmadığımı anlamak için... ve.. buna yanıt veremiyorum... nasıl... iki gün önce tanıştığım bir insanı... bu kadar sevebilirim... ve bu kadar acı çekebilirim... bu acının bana... ait olan... bir yanının farkındayım ama... bunun aynı zamanda... (Ağlıyorum)... benim yalnızlığımdan kaynaklandığını da biliyorum... nasıl oluyor da... belki de bu soruyu kendime sormam gerekiyor... nasıl olur da.. ölmek üzere olan bir insanla... yatağa girip sevişebilirim korkularım ile birlikte.. nasıl olur da... vücudundaki izlere bakabilirim ve kollarımı açabilirim... korkuyla ve aşkla... burada yaptığım.. şey.. eğer bir tercih ise bu bana ait biliyorum... bu tercih bana ait.. ve böyle bir tercihi yapmış olmam... olmamın bencillikle hiç bir alakası yok... şu anda odanın içinde onun varlığını yoğun hissediyorum ve... onun ölümden ne kadar korktuğunu ve... ne kadar yalnız olduğunu... bilmek... bundan başka gidebileceğim nokta var mı bilemiyorum... birisiyle tanışırsın ölmek üzeredir.. sevişirsin... orada olursun... yaşarken birlikte olamadığın bir insanı ölürken sevmek... bu çok zor... çok zor... çok zor... bugün bir arkadaşım böyle bir şeye hazırdın ve bu yüzden oldu dedi.. bir şekilde olanları değiştirebilseydim..............

artık anılarım olsun istemiyorum.



Kaynak: Kaos GL, Mart 1997, Sayı 31

Etiketler: insan hakları, sağlık
nefret