29/06/2006 | Yazar: Fatih Özgüven

"Şu kadarını söyleyeyim, 'Poseideon' maceracılara, ailelere ya da aile olacaklara müsamahalı, hizmetlilere (hele hizmete çok istekliyseler), etnik azınlıklara (hele kaçak yolcuysalar) ve yaşlılara karşı önyargılı; bu tip filmlerde ilk kez gördüğümüz eşcinsel kahraman da kurtulmakla birlikte iyice bir 'ıslatılıyor'." Fatih Özgüven'in kaleminden.

"Şu kadarını söyleyeyim, 'Poseideon' maceracılara, ailelere ya da aile olacaklara müsamahalı, hizmetlilere (hele hizmete çok istekliyseler), etnik
azınlıklara (hele kaçak yolcuysalar) ve yaşlılara karşı önyargılı; bu tip filmlerde ilk kez gördüğümüz eşcinsel kahraman da kurtulmakla birlikte iyice bir 'ıslatılıyor'." Fatih Özgüven'in kaleminden.

Kaos GL

Fatih Özgüven

Wolfgang Petersen'in 'Poseidon'una fragmanındaki dev dalga için gittim. Memnun da kaldım. Derin ve büyük sularla aranızda bir çekim varsa, 'Poseidon'u görün. Kendisi kadar suyla takıntılı 'su kardeşi' James Cameron'un filmlerinde görülen 'birazdan olacakları geciktirme', kendini tutma rejimi, dolayısıyla uzun girizgahlar yok Petersen'de. Dalga hemen geliyor. Filmin gerisi, su, ateş ve başdöndürücü boşluklar kat'ederek, dev pervaneler alt ederek tepetaklak olmuş bir geminin 'dibine tırmanmak' üzerine... Tabii, böyle filmlerde hep olduğu gibi bir avuç kazazede ister istemez bir 'cemiyet' oluşturuyorlar. Bu filmlerde, karakterleri korkunç kaderlerine postalayan ya da hayatlarını bağışlayan senarist ve yönetmenlerin sadistçe eğlendikleri duygusuna kapılır insan.
'Poseidon'da batan gemiden kurtulanlar sembolik bir 'cemiyet' midir yoksa genel sadistliklerin kurbanları mı onu değerlendirmek keyfinize kalmış. Şu kadarını söyleyeyim, film maceracılara, ailelere ya da aile olacaklara müsamahalı, hizmetlilere (hele hizmete çok istekliyseler), etnik
azınlıklara (hele kaçak yolcuysalar) ve yaşlılara karşı önyargılı; bu tip filmlerde ilk kez gördüğümüz eşcinsel kahraman da kurtulmakla birlikte iyice bir 'ıslatılıyor'. Şiddetli suyun amansızlığıyla insanoğlunun onu altetmek konusundaki kararlılığını anlamak istiyorsanız, Gaston Bachelard'ın 'Su ve Düşler' kitabını (YKY) tavsiye edeceğim aslında. Yenilerde çıktı. Bachelard bir tür 'unsurlar felsefesi' yapar ve kitabın 'Şiddetli Su' bölümünde insanın öfkeli suyla ilişkisini şöyle ortaya koyuyor: 'Dünya Benim Kışkırtmamdır.' Dolayısıyla, 'Dört maddesel unsur dört farklı kışkırtma türü, dört öfke türüdür.' 'Su ve Düşler'e vereceğiniz para boşa gitmeyecek çünkü Bachelard'ın kitabına çok yakında gene ihtiyaç duyacaksınız. Shyamalan 'Sudaki Kız' diye bir film yapmış ve fragmanlardan anladığımız kadarıyla bizi bu kez de kımıltısız suların tekinsizliğine götürecek. Shyamalan'ın masum bir havuzla neler yapabileceğini bir düşünün.

Haftanın diğer kayda değer filmi, gürültülü, gürültücü ve sersemletmeye kararlı 'Domino'nun çok kanallı anlatı ve anlatım dünyasının yanında 'Poseidon' mono bir 45'lik gibi kalır aslında. Kuru hatta kupkuru 'Domino', okyanusların tersine çöllerde ve genellikle kurak arazilerde geçiyor ve bu (bir kısmı ruhani) çöllerin altında o güzel meşrubat reklamındakini andıran herhangi bir 'su rüyası'ndan da eser yok. (Bir-iki Hollywood havuzu var ama onlar ancak kuraklığı pekiştirmeye yarıyorlar...) 'Domino', anlatı düzeyinde, çocukluk kâbuslarını alt etmek, babanın 'yakışıklı yokluğunu' özlemek, ayran gönüllü anneyi affetmek, onların yerine konulan arkadaşlarla bir 'Jules ve Jim' masalı yaşamak, kadere dayılanmak, öte yandan Amerikanın etnik çeşitliliğinin garip tezahürlerine ya da görsel medyaya dair bir şeyler söylemek gibi işlere kalkışıyor. Anlatım düzeyindeyse, belki malzemenin kalabalıklığından ya da sansasyonelliğinden, bunca iplikten dokunmuş 'kumaş', ara sıra renkleri kaymış bir batik, fosforlu bir poster ya da bir blucin reklamı etkisi uyandırmıyor değil. Keira Knightley'i hanım hanımcık olmayan bir rolde görmek, film yıldızlığı müessesesinin dibine vurmuş Mickey Rourke'u seyretmenin verdiği her zamanki sapıkça zevk, arada Tom Waits'e, Lucy Lui'ya rastlamak filmi gene de eğlenceli kılıyor. Ama sonunda, Domino kızın (hâlâ pek hoş olan) anne Jacqueline Bisset'yi affedişi pek ikna etmedi beni. 'Yeni zamanlarda' geçen, yeni zamanların endişelerini barındıran bir nevi Patty Hearst hikâyesi 'Domino' ve Patty Hearst hikâyesi gibi de öğretici, 'boyun eğdirici' bir sonla bitiyor. Kim bilir, belki de Patty Hearst hikâyeleri mevzuları, 'kahramanları' ve doğaları itibarıyla böyleler.







Etiketler: kültür sanat
nefret