11/09/2014 | Yazar: Mehtap Doğan

Ali’nin tabutu avluya getirildiğinde imam, "kadınlar arkaya, erkekler öne geçsin" dediğinde bir kadın olarak arkaya itilmekten çok, cinsiyet mücadelesi vermiş bu kalabalığın neye göre ayrışacağını düşündüm.

LGBTİ hareketinin önemli aktivistlerinden ve Voltrans’ın kurucularından Ali, 26 Eylül’de “rahim kanseri” nedeniyle aramızdan ayrıldı. O gün Karacaahmet’te alışılmadık bir cemaat vardı. Yanımıza yaklaşan gençten bir kadın "hangi ünlü öldü?" diye sordu. Öyle ya bu kadar "marjinal" insan ancak bir ünlünün uğurlamasında olabilirdi! 
 

Ali’nin gidişi LGBTİ’lerin sağlık hakkına erişiminin önündeki engelleri bir kez daha görünür kılmakla kalmadı, "farklı" olmanın yarattığı zorlukları da görmemizi sağladı.
 
"İsimlerin de cinsiyeti var. Kadınlara kadın, erkeklere erkek ismi veriliyor. Resmi belgelerde değişikliğe gitmek için herhangi bir şey yapmadım ama en azından belli bir çevrede Aligül olarak çağrılmak istedim. Bu ismi hem içinde bulunduğum fiziksel hali (hâlâ kadın biyolojisine sahibim) ve kendimi algılayışımı (erkek olarak algılıyorum) simgeliyor oluşu, daha önceden kullandığım isme benzerliği, hem de kendi transfobim yüzünden aldım. (…) Kadınsın işte neden erkek ismi kullanıyorsun ki denilmesinden korkuyordum. Sonrasında bu korkuların yersiz olduğunu gördüm. Nisan 2008’den beri ailem ve işim dışında kalan çevremde Aligül olarak çağrılıyorum. Kendi kendime Aligül dediğimde komik geliyordu. Sonra düşündüm ki kadın ismimi söylediğimde gülmüyorum. Bu farkındalık beni kendime getirdi. Artık Aligül benim için diğer isimler gibi bir isimdi." 
 
Bu cümleler Türkiye’nin ilk trans erkek inisiyatifi Voltrans’ın kurucularından Ali Arıkan’a ait. Lambdaistanbul LGBTİ Dayanışma Derneği’nin eski üyesi ve LGBTİ hareketinin önemli aktivistlerinden biri olan Ali, son nefesini verene kadar bu alanda mücadele etmesine, politik tartışmalarda sözünü esirgememesine, sadece LGBTİ’lerin değil kadınların da sorunları üzerine çokça kafa yormasına rağmen binlerce trans erkek, eşcinsel kadın, bekar anne gibi jinekoloğa gitmekten çekindi ve sırf bu nedenle geç teşhis edilen kanser hastalığı nedeniyle 26 Eylül 2013’te aramızdan ayrıldı. O gün Karacaahmet’in pek de alışkın olmadığı bir cemaat vardı. Yanımıza yaklaşan gençten bir kadın "hangi ünlü öldü?" diye sordu. Öyle ya bu kadar "marjinal" insan ancak bir ünlünün uğurlamasında olabilirdi! Cenazede LİSTAG; LAMBDA, SPoD, SFK, Mor Çatı, İFK gibi çeşitli LGBTİ ve feminist örgütlerde politika yapanlar ağırlıktaydı. Ali’nin tabutu avluya getirildiğinde imam, "kadınlar arkaya, erkekler öne geçsin" dediğinde bir kadın olarak arkaya itilmekten çok, cinsiyet mücadelesi vermiş bu kalabalığın neye göre ayrışacağını düşündüm. Ali’nin vefatı LGBTİ’lerin sağlık hakkına erişiminin önündeki engelleri bir kez daha görünür kılmakla kalmadı "farklı" olmanın yarattığı zorlukları da görmemizi sağladı.
 
- Bana göre bu cenaze pek çok ayrıntısıyla diğer cenazelerden ayrışıyordu. "Erkekler öne, kadınlar arkaya geçsin" denildiğinde ne hissettiniz?
 
Öner: O sırada bir itiş kakış oldu ama imam dedi diye ne öne, ne de arkaya geçtik. Cuma namazından çıkan bir grup erkek ’kadınlar geriye doğru açılın’ dedi. O grup öne doğru geçerken de yer vermemeye çalıştık. Belli açılardan bu törene uymak zorunda kaldık. Ali nasıl bir şey ister diye konuşma fırsatımız olmadı. Hiçbirimiz ölümü konduramıyorduk. Yine de olabildiğince prosedüre müdahale ettik. Mesela yıkamaya bizim arkadaşlarımız girdiler. Tabutun üstündeki kadınlar için pembe, erkekler için mavi olan isimlikleri değiştirip mavi isimlik koydurduk ve üzerine Ali yazdırdık.
 
Özlem: Ali Destek Grubu adında bir e-posta grubumuz var. Cenazeyi almaya gruptan Aydın’la birlikte gitmiştim. Kendimizi nasıl tanımladığımızdan bağımsız olarak Aydın erkek, ben kadın görünümündeydim. Görevli imzalanması gereken kâğıdı Aydın’a uzattı. Biz mümkün mertebe ikili cinsiyet üzerine kurulu sistemden kaçacak, kendimizi rahat ifade edebileceğimiz bir dünya kuruyoruz ama hastalık, ölüm gibi durumlarda mevcut sistemle karşı karşıya kalıyoruz. Ali’nin süreci bu anlamda bizi de büyüttü ve deneyim kazandırdı. Mesela cenazeyi ben de taşımak istedim. Beni ’hanımefendi siz taşımayın’ diye geri ittirdiler. Ya o benim arkadaşım, bırakın ben taşıyacağım, siz karışmayın dedim.  
 
- Seni neden engellemek istediler? Kadın olduğun için mi, günah olduğu için mi?
 
Özlem: Hem günahtı, hem ağır kaldırmak erkek işiydi, hem de cenazeyi taşımak kadınların görevi değildi. Sen kendine başka bir dünya kuruyorsun ama bazı anlar oluyor ki o minik ayrıntılarla örülmüş koca sistemle karşılaşıyorsun. İşte bu yüzden Ali ile geçirdiğimiz zaman çok kıymetli. Çünkü o minik minik şeyleri değiştirdik, dönüştürdük. Hastanede kimsenin Ali’nin kimlik ismini hatırlamaması bence çok önemliydi. O gücü kendi yarattığımız dünyadan aldık. Dirayetli ve kendinizden emin olunca düzeni değiştirebiliyorsunuz. Mesela mavi kartı değiştirmeyi biz değil güvenlik görevlisi bir kadın akıl etti. Tabutun başına da gökkuşağı bayrağını koydurduk. Biz Ali’nin erkek olarak gömülmesini istiyorduk. Hayatının son zamanlarını erkek olarak geçirmişti ve bunun için çok mücadele etmişti.
 
- Böyle cenazeler için bir imamınız var mı peki?
 
Öner: Bu cenazede birkaç şeyi fark ettik. Birincisi nefret cinayetlerinde transları ya aileler ya da arkadaşları gömüyor. Böyle bir mücadelenin içinde olmamıza rağmen, ne yazık ki böyle bağlantılarımız yok. Hatta cenazelerin nasıl gömüldükleriyle ilgili fikrimiz bile yok.
 
Özlem: Çok keskin bir çarpışmaydı aslında ve ilk kez ne yapacağımızı şaşırdık. Gezi Direnişi sürecinden Antikapitalist Müslümanlar’la bağlantı kurmuştuk. Onlardan cenazede yanımızda olmalarını istedik. Bizi kırmadılar. Karacaahmet’in imamı hem Ali’nin kendi talebini, hem de ailesini gözeterek cinsiyetsiz bir dil kullanmaya gayret etti. Mesela Ali’nin kimlik ismini kullanmadı ve ’hatun kişi’ demedi.
 
- Hastane sürecinde yarattığınız alternatif aile modelini nasıl örgütlediniz?
 
Öner: Böyle zamanlarda hiç ortada olmayan bir aile çıkıveriyor ve senin nasıl bir hayat yaşadığına, neleri biriktirdiğine, nelerden geçtiğine, nasıl düşündüğüne bakmaksızın kan bağının verdiği güçle senin üzerinde hak iddia edebiliyor. Senin hayatında yıllarca olup olmamalarının bir önemi yok yani. Kan bağı nedeniyle istediği zaman ortaya çıkıp seninle ilgili bütün kararları alabiliyor. Biz de kan değil sevgi bağıyla birbirine bağlanmayı ilk defa bu sayede pratik etmiş olduk. Ali’nin babası yaşlı ve hastaydı, annesini erken yaşta kaybetmişti, tek çocuktu ve pek akrabası yoktu. Belki sorumluluğu alacak büyük bir ailesi olsaydı sürece o kadar müdahale edemezdik.
 
Özlem: Gerçekten enteresan zamanlardı. Sabah erkenden uyanıp, hastaneye gidiyor, Ali’ye refakat edip oradan da işe dönüyorduk. Hafta sonu bir şey yapacaksak önce bütün refakatler tamam mı diye bakıyorduk. Bir yandan Gezi Direnişi devam ediyordu ama biz Ali ile birlikte başka bir direnişi yürütüyorduk. Bu süreç şu açıdan da önemliydi; kalabalık ailelerde bile bazen sorumluluk bir kişiye kalır. Biz burada birbirimizin fiziksel ve psikolojik durumlarını bile gözetiyorduk. Hastanede geçen bir buçuk aylık süreçte herkes Ali’nin kimlik ismini unutmuştu. Arada bir gelen hasta bakıcı kimlik ismiyle seslenildiğinde, doktor ’Ali Bey diyeceksiniz’ diye düzeltiyordu. Ali orada yalnız değildi ve arkasındaki destek çevreyi de etkiliyordu. 
- Neden başkasının değil de Ali’nin cenazesini konuşuyoruz sence?
 
Özlem: Trans erkeklikle ilgili mücadelenin görünür olması, cinsel istismar ve şiddet konuları onun için çok önemliydi. Hayatına dokunan şeyleri bir şekilde görünür kılıp kendi mücadelesinin parçası yapıyordu ve etrafındaki insanları bu mücadeleye katıyordu. Bu kadar insana böyle bir emekle dokunduğu için bugün Ali’yi konuşuyor olmamız tesadüf değil. Hasta olduğunda bu kadar insanın ona bakması harcadığı emeğin karşılığıydı.
 
- Ali kendisini trans erkek olarak tanımlamaya nasıl başladı?
 
Özge: Ali ile Amargi’ye aynı dönemlerde girmiştik. Yaklaşık dört-beş ay sonra, lezbiyen tanımıyla rahat hissetmediğini, kendini trans erkek olarak tanımladığını söyledi. Bir kadın örgütünde açılan ilk trans erkekti. Aslında belli transnormativite kalıplarını da kabul etmiyordu Ali, ameliyat olmak istemiyordu, hormon kullanmak istemiyordu. O yüzden kendisini trans erkek olarak tanımlamasının yıllarını aldığını ve transgender kavramının kendisini iyi hissettirdiğini söylerdi. Amargi’de bir kafa karışıklığı yarattı bu durum tabii ki, ama en çok da bu kafa karışıklığının açtığı tartışmalar iyi oldu. İkili cinsiyet sistemi ve kızkardeşlik üzerine daha fazla kafa yormamı, daha geniş bir yerden bakmamı sağladı.

Peki, bu deneyim sizin kendi cinsel yöneliminizi, cinsiyet kimliğinizi sorgulamanıza sebep oldu mu?  
 
Özge: Erkekten kadına translar varsa, kadından erkeğe translar da olmalıydı, ben en çok bunu nasıl akıl edemediğime şaşırmıştım. Sonrasında kendimi neden kadın olarak tanımladığım, bunu nasıl içselleştirdiğim üzerine çok düşündüm. Cinsel yönelimimizi seçemiyoruz ama politik bir tercih olarak nasıl tanımlayacağımızı seçebiliriz. Kimden hoşlandığımız önemli değil, hoşlandığımız bedenin biyolojisi de, envai çeşit tanımı olabilir bunun. Trans erkeklik ve transgender kavramı artık daha çok biliniyor. İnsanların içine sıkıştırıldıkları kalıplardan çıkmaları için daha fazla seçenekleri var. Ali’nin deneyimlerini tüm açıklığıyla paylaştığı “Hikayeci” ve “Cinsel İstismardan Hayatta Kaldım” adlarında iki bloğu var. Hikayeci’deki blog yazılarını kitaplaştırmak istiyoruz. İyi ki Ali kendi mücadelesini böylesine samimi ve açık bir dille görünür kıldı, bize kişisel olarak öğretilen o alan daha güzel politik kılınamazdı. (geziYorum çekiYorum)

Etiketler: yaşam
nefret