01/07/2011 | Yazar: Burak Cop

‘Yaşadığımız ülke gerçekten de anayasasında yazdığı gibi laik ve demokratik bir ülke olsaydı, inançlı insanların inançlarını (cemaatlerin ve devletin de desteği ve koruması ile) ifade etmeleri ve yaymaya çalışmalarının mümkün olması kadar, inançsız insanların da aynı şeyi yapması olanaklı olurdu.’

Kamusal Alanın ‘Ekşi’mesi mi? Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

 

Din hakkında eleştirel ‘entry’ler yazan Ekşi Sözlük yazarlarının savcılıkça ifadeye çağrılması ‘kamusal alan’ın daralmasına delalet ediyor. Bunu Türkiye’de geçen yılki referandumdan beri olup bitenlerden ayrı düşünmek zor.
 
Din hakkında eleştirel ‘entry’ler giren Ekşi Sözlük yazarlarının kapısına polis dayanması, ifade özgürlüğü açısından çok sıkıntılı bir duruma delalet ediyor. Durumun bizatihi sıkıntılı olmasının yanında, yeni bir döneme girmiş olmamız yahut bir süre önce girmiş bulunduğumuz yeni dönemde bir adım daha ilerlenmiş olması ihtimali de önemli bir sıkıntı kaynağı.
 
Memleketimizin gündeminde siyaset her zaman öncelikli bir yere sahiptir ve genelde de gerilimli bir bağlamda mevzubahis yeri işgal eder. Şimdilerde ülkenin siyasi gündemi gene yoğun, gene gerilimli. Her üç muhalefet partisinde de halkın oyuyla seçilmiş tutuklu milletvekilleri var ve bu vekiller YSK yahut mahkemeler marifetiyle olmaları gereken konumdan alıkonuyorlar. Gündemdeki temel mesele bu iken, dini eleştiren Sözlük yazarlarının savcılıkça ifadeye çağrılması ilk bakışta kayda değer bir konu olarak görülmeyebilir. Ancak bu son derece hatalı bir bakış açısı olur.
 
Neden hatalı olur? Çünkü nasıl ki milletvekili seçilmiş bir grup insanın özgürlüğüne kavuşmasının engellenmesi bir demokrasi sorunuysa, bu yazıda konu edeceğimiz olay daha büyük ve “temel” bir demokrasi sorunudur. Üstelik, ilk bakışta ilintisiz gibi görünen bu iki hadiseyi birbirine bağlayan bir zamkın olduğu ve bu zamkın da “Yeni Türkiye” olduğuna dair bir şüphem var. Bu şüphenin temelli mi temelsiz mi olduğu, herhalde önümüzdeki birkaç yıl içinde yaşanacaklarla açıklığa kavuşacak.
 
Sayılarının 50 civarında olduğu zannedilen bir grup Ekşi Sözlük yazarı, Hz. Muhammed hakkında yazdıkları yorumlardan ötürü savcılıkça çağrılıp ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldılar. İddiaya göre Adnan Oktar adlı şahsa yakın biri tarafından bir şikâyette bulunulmuş ve Sözlükçüler de bunun üzerine ifadeye çağrılmıştı.
 
“Adnan Hoca olarak tanınan Adnan Oktar’ın Ekşi Sözlük yazarlarının ifadesini aldırtması ilk vukuatı değil. Adnan Hoca’nın internet sitesi yasaklatma kararları yıllardır sansür halini almıştı” diye yazan BirGün gazetesi, konuyla ilgili haberinde ayrıca şu ifadelere yer verdi:
 
“Kendisiyle ilgili en ufak bir eleştiri ya da yorumda harekete geçen Adnan Oktar, bugüne dek sanal alemin en popüler sitelerinden Google.Groups, Ekşisözlük, Süperpoligon, Antoloji.com, Gazete Vatan, Richard Dawkins ve yazar Turan Dursun’la ilgili internet sitelerine erişimin engellenmesi kararını aldırtmıştı. Oktar’ın özellikle Silivri Asliye Hukuk mahkemelerinden kolaylıkla ihtiyati tedbir kararı çıkartması ‘Adnan Hoca istiyor Silivri kapatıyor’ başlıklı haberlere konu olmuştu. Oktar bugüne kadar kendisiyle ilgili haber, forum ve okur yorumları nedeniyle sayısı 70’i bulan internet sitesine engelleme kararı çıkarttırdı. Bu kararlardan çoğu Gebze ve Silivri mahkemelerinden çıktı”
 
Darbe Hukukunun Anti-Demokrat Uygulayıcıları
Türkiye’nin, pek çoğu darbe ürünü olan (ve sonradan değiştirilseler bile üzerlerine sinmiş koku bir türlü dağılmayan) kanunlarında, yani söz gelimi Anayasası, siyasi partiler kanunu, seçim kanunu, ceza yasası, terörle mücadele yasası vs.’lerinde yığınla anti-demokratik hüküm var. Bu kanunların uygulayıcısı konumundaki savcı ve hâkimlerle onların emrindeki polisler de anti-demokrat kafa yapısına sahip insanlar olunca, sözümona laik bir devlet olan Türkiye’de dini eleştirmek “halkı kin ve düşmanlığa bilmem ne etmek” gibi muğlâk kanun maddelerinin ilgi alanına giriveriyor.
 
Türkiye’de laikliğin büyük ölçüde bir yalan olduğu, devletin Sünni din adamlarına Sünni olmayan yurttaşlardan vergi alarak maaş ödemesinden tutun, kafa kâğıdında “dini İslam” yazan her öğrenciye Sünni inancının ortaöğretimde zorla öğretilmesine kadar bin türlü örnekte karşımıza çıkıyor (üstelik devlet AİHM’in bu konuda kendisini mahkûm ettiği kararın gereğini yerine getirmemeyi de sürdürüyor). Türkiye Cumhuriyeti’nin esasen laik bir devlet olmaması yeni bir şey de değil. Bu, Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar uzanıyor.
 
Osmanlı Devleti’nin yerini T.C alırken Şeyhülislamlığın yerini Diyanet İşleri Başkanlığı, Evkaf ve Şeriye Vekâleti’nin yerini de Vakıflar Genel Müdürlüğü aldı. Nasıl ki Sünni din adamları Osmanlı Devleti’nin fetih ve gaza siyasetlerinin ayrılmaz ve önemli bir parçası olmuşlarsa, Türkiye Cumhuriyeti’nin de kendini “yayma”, farklı unsurları asimile etme ve egemen değerlerini yeniden-üretme konusunda da önemli bir işlev yerine getirdiler ve getiriyorlar. 12 Eylül’den sonra Alevi köylerine devlet eliyle camiler yapılması buna örnektir.
 
İnançlılar Görüşlerini Yayabiliyor, Ya İnançsızlar?
Yaşadığımız ülke gerçekten de anayasasında yazdığı gibi laik ve demokratik bir ülke olsaydı, inançlı insanların inançlarını (cemaatlerin ve devletin de desteği ve koruması ile) ifade etmeleri ve yaymaya çalışmalarının mümkün olması kadar, inançsız insanların da aynı şeyi yapması olanaklı olurdu. Ama olmuyor işte. Normalde olması gereken nedir? ‘Kamusal alan’da (bunu Türkiye’de yaygın olan dejenere anlamıyla değil, Jürgen Habermas’ın içeriklendirdiği anlamda kullanıyorum) farklı siyasi, felsefi ve inançsal görüşlere sahip insanlar bir araya gelirler. Ve basitçe, tartışırlar.
 
Kamusal alan 18. yüzyılda ortaya çıkmış, burjuva demokrasisine ait bir kavramdır. Kamusal alan devlet otoritesinin dışındadır. Orada yurttaşların ortak ilgi alanına giren konular tartışılır, müzakere edilir. Orada devlet otoritesi de eleştirilir. Kamusal alan bir tartışma alanıdır, siyaset meydanıdır. 18. yüzyılda ilkin İngiltere’nin kahvehanelerinde, Fransa’nın salonlarında, Almanya’nın lokantalarında vücut bulmuştur. Tarihe bakıldığında görülür ki, kamusal alanın gelişimi ile basın özgürlüğü el ele giden olgulardır.
 
Twitter, Ekşi Sözlük vs.: Kamusal Alan
Her ne kadar kapitalizmin belli bir gelişmişlik düzeyine erişmesi, yani finansal sermayenin egemenliği altındaki tekelci kapitalizme erişilmesi sonucu medyanın büyük sermayenin kontrolüne girmesi, dolayısıyla da bir tartışma ve aydınlanma/aydınlatma düzlemi olmaktan çıkarak egemen sınıfların toplumu manipüle etme vasıtası haline gelmesi kamusal alanı zedelese de, günümüzde kamusal alan hâlâ vardır. İşte, Twitter bir kamusal alandır. Ekşi Sözlük bir kamusal alandır. İnternette pek çok mecra kamusal alandır.
 
Ama Türkiye’de internet üzerindeki artan sansürün kamusal alanı, alanımızı örselemesi sorunuyla karşı karşıyayız. Tarihsel olarak kamusal alanın doğuşuyla özgür basının doğuşu arasındaki ilişkiye az önce değindik. Türkiye’de basının iktidar karşısındaki bağımsızlığı, özgürlüğü ne hâldedir, bu konuda yeterince yazılıp çizildi, bir şey söylemek yerine bunun değerlendirmesini okurlara bırakmak istiyorum.
 
Öte yandan mevzubahis ülke bir de kağıt üzerinde laik olup gerçekte İslam devleti olan bir İslam ülkesiyse, kamusal alanda dini (kâh genel olarak örgütlü dinleri, kâh spesifik bir dini) eleştirmek git gide zorlaşıyor. Oysa ki inancına güvenen, yani kendine güvenen kişi ve kurumlar, kamusal alanda fikrî bir güreş için mindere çağrıldıklarında, kendilerini mindere davet edenleri derbest etmezler öyle değil mi…
(ntvmsnbc)


Etiketler: yaşam, din/inanç
İstihdam