12/10/2011 | Yazar: KAOS GL

N.Ç. bundan sekiz sene önce, iki kadın aracılığıyla 7 ay boyunca, aralarında bizim vergilerimizle karınlarını doyuran resmi aktörlerin de olduğu 31 erkeğin tecavüzüne uğradı.

Karartısı Kalkasıca Hakimler! Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
N.Ç. bundan sekiz sene önce, iki kadın aracılığıyla 7 ay boyunca, aralarında bizim vergilerimizle karınlarını doyuran resmi aktörlerin de olduğu 31 erkeğin tecavüzüne uğradı. Bakın bakalım, bir çocuğun, müstakbeli dahil bütün hayatını karartmanın bedelinin resmi takdiri neymiş bu memlekette?
 
MEHMET ATAK
Tiyatro sanatçısı, Aktivist
 
Bedenin yaraları zamanla iyileşir, peki ya ruhun yaraları? Cumartesi Anneleri oturma eyleminde, Döndü Anne “Belli oldukları halde çocuklarımızın katillerini, onlara bu müsaadeyi verenleri ellerinde yetki olduğu halde yargılamayanlar, bize çocuklarımızın kemiklerini vermeyip bir mezarı bile çok görenler, inşallah çocukları üzerinden bizim yaşadıklarımızı yaşar” diye beddua etti, senelerin figanından kekrekleşmiş sesiyle. Beddua, başı Farsça, devamı Arapça; “lanet”, “ilenç”, “ah”; gücümüzün yetmediği yerdeki havalemiz, umarsızlığın bulaşmaya mecbur ettiği melanet... El-Camiu’s-Sahih’de (İmam Tirmizi’nin, İslam literatürünün en güvenilir hadis kitaplarından kabul edilen kitabı; bizde daha ziyade Sünen-i Tirmizi ismiyle tanınır.) “Mazlumun zalime olan bedduaları reddedilmez” der.
N.Ç. “Bu benim utancım değil, ismimi saklamıyorum” dese de, ben zaten telafi edilemeyecek kadar hasar görmüş bu genç kadına N.Ç. demeye devam edeceğim. N.Ç., 2003 senesinde, henüz 12 yaşında bir sübyan iken, Mardin’de iki yetişkin kadın tarafından pazarlanarak, aralarında yüzbaşı, kaymakamlık yazı işleri müdürü, ilköğretim okulu müdür yardımcısı, mahalle muhtarı gibi meslekleri işgal etmiş 31 yetişkin erkeğin tecavüzüne uğramıştı.
“Mü’min erkeklere söyle, bakışlarını indirsinler -haramdan sakınsınlar-, ırzlarını korusunlar. Muhakkak ki Allah, yaptıkları şeylerden haberdardır.” (Nur 30)
 
Zorunlu göç çocukları
“Zorunlu Göç Çocukları” birkaç sene sonra genleşmesi tamamlanınca bir çöplük gibi patlayacak, coğrafyanın çok büyük bir meselesi, büyük bir utanç. Devletin resmi rakamlarına göre bölgede 5 bin civarı köy boşaltılmış, yakılmış, insanları topraklarından sürülmüş. Şehirde paraya tahvil edebileceği hiçbir zenaatı olmayan bu insanlar, salt açlık sınavında tüm değerlerini terk edip hayatta kalmanın bedeli olarak her şeyi kabullenmek mecburiyetinde bırakılmıştır. Bundan sekiz sene önce, Mardin’e düşürülmüş bir aile, 12 yaşındaki kızlarının getirdiği gündelik ekmeğe öyle muhtaçtı ki, gözlerini, algılarını tümden kapatmışlardı. Sözümona gazete satan sübyan ise, bu ekmek pahasına Türkan Temel ve Emine Akyol isimli iki kadın (!?) aracılığıyla 7 ay boyunca, aralarında bizim vergilerimizle karınlarını doyuran resmi aktörler, Kızıltepe Kaymakamlığı Yazı İşleri Müdürü olan Recep Sakız, Mardin İl Jandarma Komutanlığı’nda görevli yüzbaşı Ersun Erdemir gibi devletluları da olan erkek(!?)lerin tecavüzüne uğruyordu.
“Mü’min erkeklere söyle, bakışlarını indirsinler -haramdan sakınsınlar-, ırzlarını korusunlar. Muhakkak ki Allah, yaptıkları şeylerden haberdardır.” (Nur 30)
Bu insanlık suçu ilk ortaya çıktığında medya kısa vadeli meta değerinin kokusunu alıp mal bulmuş mağribi gibi, N.Ç.’yi deşifre etmecesine üzerine atıldı; türlü devlet erkanı boy gösterdi. Ama dava bir türlü tamamlanmıyor, tecavüzcüler, pazarlamacılar tutuksuz yargılanıyordu. N.Ç. dönemin Adalet Bakanı’na yazdığı ilk mektupta “Sayın Bakan... adım N.Ç., 13 yaşındayım. ...7 ay boyunca bana tecavüz ettiler. Bana ve mağdur olmuş bütün genç kızlara bunu yapan suçlulara çok ama çok büyük ceza verilsin istiyorum. Bu kızınızın başına gelse ne hissedersiniz...” diyordu.
 
Tecavüzcüye ‘iyi hal’ indirimi
Ben N.Ç.’yi birkaç sene önce, uslanmaz iki insan hakları savunucusu Eren Keskin ve Leman Yurtsever vasıtasıyla tanıdım. Çok zeki, çok hassas, her şeye, herkese karşı teyakkuzda, himayesine girdiği iki kadın dışında hiç kimseye, hiçbir şeye güvenemeyen bir kız. Utanç vakası ortaya döküldükten sonra, ailesinden alınıp Adana Çocuk Esirgeme Kurumuna verilmişti. Ama kaçtı, İstanbul’a geldi ve “beni çok zor doğurdunuz” dediği, soyismini kullandığı Eren Hanım ve Leman’a sığındı. Hikayeyi parça parça ilk dinlediğimde müthiş bir tiksinti, müthiş bir utanç, müthiş bir umarsızlık duydum.
“Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını, cehennem için var ettik.” (Araf 179)
Bir sübyan, aylarca fiili livata dahil türlü tecavüze uğramıştı. Vücudunun henüz farkında bile olmaması gereken bölgelerini, Leman aylar boyu elleriyle ilaçlayarak iyileştirmişti. Ya ruhun yaraları?
Bir süre önce ilk avukatı Meral Danış, bu insanlık suçunun ve faillerinin “zaman aşımıyla” tarihin tozlu raflarına gizlenmeye çalışıldığına dikkat çekmişti. Hakim, bir sübyanın bu tecavüzlerde rızasıyla orada olduğuna, hukuki terimle “farik ve mümeyyiz” olduğuna karar verip zorla alıkoyma suçundan gelecek cezaları kırptı, kimisinin “duruşmadaki iyi hal”lerinden (!?) takdiri indirimler yaptı.
4 sanık, suçu işledikleri ispat edilemediği için ayrı ayrı beraat ettirildi. Diğer tecavüzcüler 1 sene 4 aydan 4 sene 10 aya değişen cezalara çarptırıldılar. Erkek (?!) hakimin, sadece iki sübyan pazarlamacısı kadın(?)a ağırlaştırma takdiri işledi ve onlara 9’ar sene ceza verdi. Aradan 7 sene 6 ay geçtiği için, olağanüstü zaman aşımına tabi tutarak, kamu davalarının ortadan kaldırılmasına karar vermesi de üzerinin kaymağı oldu. Bir çocuğun, müstakbeli dahil bütün hayatını karartmanın bedelinin resmi takdiri buymuş demek bu coğrafyada.
N.Ç. mahkemenin neticelenmesi ardından kaleme aldığı mektubunda “Bu ülkenin vatandaşı olsaydım, aynı sonuçla karşı karşıya kalır mıydım bilmiyorum?” diyor. Türk ya da çakma Türk değilsen, ne kadar vatandaşsın? Devlet dersinde, ikinci kez öldürülmüş bir çocuk karşısında, bir kez daha Maveraünnehrin nereye döküleceğini bilen çıkmadı; avuntum artık yakındır diye, kocaman kalpli solgun bir halk çocukları ayaklanması. N.Ç.’nin son duruşmadaki avukatı Reyhan Yalçındağ “Tecavüzün bir insanlık suçu olduğunu bir kez daha vurgulamak ve hatırlatmak istiyorum. Bu nedenle de mağdurun, bütün insanlık ailesi olduğu için, toplumsal adalet duygusunu biraz daha onaracak daha adil bir karar çıkmasını bekliyorduk. Maalesef olmadı. Temyiz dilekçesi sunduk.” dedi. AİHM’ye başvuracağını açıklayan Keskin ise solgun halk çocuklarının kalbinden çıkan sesi tercüme etti “Hakimler, tecavüz suçuna ortak oldular!”
Bana açılmış davalar harici, kah gözlemci olarak, kah destek için türlü davaya girdim. Ve bu davalarda hakimler ekseriyat, kendi ideolojilerini mevcut hukukun üzerinde tuttular, mevkilerine vehmettikleri imtiyazla davrandılar. Ve hakimlik mesleğini yapan, bana yukarıdan bakan bu insanların maaşını nispetince ben vergilerimle ödüyorum.
Artık ödemek istemiyorum! Hakimlik mesleği feshedilsin. Hukuğa bir faydası yok.
Bu bir fantezi değil, vergi mükellefi bir vatandaş olarak ciddi talebim! Pekâlâ da hızla uygulanabilir, miadını doldurmuş, adalet duygusunu rencide eden bir meslek ortadan kaldırılabilir. Tarihin tozlu sayfalarında kaybolmuş türlü meslek var.
 
Hukukun işlemediği ‘erkeklik’
Sırtından sekiz kurşunla öldürülen 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ın katili 4 özel timci Mehmet Karaca, Yaşefettin Açıksöz, Seydi Ahmet Töngel ve Salih Ayaz’ı “meşru müdafa”dan beraat ettiren bunlar; Siirt’te silahsız kalabalığa tam otomatik silahla kurşun yağdırıp bir insan öldüren, ismini bulamadığım (ki insanlık suçlularını deşifre etmenin bir miktar da olsa toplumsal adalet duygusuna katkısı olacağına inanıyorum) uzman çavuş G.Y.’yi beraat ettiren bunlar; PVSK Kurbanı Gençler’in katili polisleri beraat ettiren, en fazla bir cana karşılık iki sene ceza kesen bunlar; hiç bir rasyonel delil olmadan, kolluk ifadesi üzerinden TMK Mağduru Çocuklar’ın ikibinden fazlasını, okulları, evleri belli olduğu halde tutuklu yargılayan, yaşlarından fazla ceza kesen bunlar; TCK 301’den ceza keserek Hrant Dink’i hedef gösterip katlinin müsebbibi olan bunlar; iki kez beraat etmiş, tüm bilirkişi raporları “bomba yok” demiş Pınar Selek’in bir kez daha ağırlaştırılmış müebbetle yargılanmasını isteyen bunlar; terfileri, tayinleri yüksek kurulun elinde diye kendi kararlarında bile ısrar edemeyenler bunlar; ismiyle cismiyle yalan yere “canlı bomba” olarak ifşa ederek Hülya Tarman’ı sosyal ölüme mahkum eden basını beraat ettiren bunlar; vicdani redcilerin askeri mahkemelerdeki işkence davalarında sanıklara “komutanım” diyen bunlar...
Birebir başımdan geçen, hukuktan müstakil bir hakim hikâyesi anlatayım. Uzun sürece yayılmış 6-7 duruşma yapıldı. Bir video kaydı delil gösterilip, TCK 318’den yargılanmıştım. Kelimelerimin, cümlelerimin hakimin takdirince yeniden tanzim edilip zapta geçmesini istemediğim için, başta müdafaa değil izahname olduğunu belirtip, iddianameyi hazırlayan savcının TCK 271, yani “suç uydurma”dan yargılanmasını talep eden kısa bir metindi. Bir daha duruşmalarda hiç konuşmamıştım. Avukatım Ömer Kavili bir duruşmada hakimin mevcut hukuka göre bu duruşmayı sürdürerek hangi maddelerden suç işlediğini zapta geçirmek isteyince, hakim katibe bizi salondan attırmak istedi. Kavili’nin “Hukuken katibin böyle bir yetkisi yok, polis çağırmanız icap eder,” ikazı üzerine polis çağırdı ve attırdı. Hakim nihayetinde “delil yetersizliği”nden beni beraat ettirdi, ancak dava bitiminde bize teslim edilen ‘delil cd’de tek kare görüntüm bile yoktu. HYSK de hakim Canan Küçükali’nin bu mevcut hukuku iplemeyen icraatı hakkındaki şikayetimizi “delil yetersizliği”nden düşürdü. Türkiye, AİHM’den, bu hukuksuz hükümler sebebiyle en çok ceza alan ülke. Ve bu cezaları da kararlarında ideolojilerini mevcut hukuka muteber gören, müsebbibi hakimler değil, vergilerilerimle nispetince ben ödüyorum. Yani tedavülden kalkması elzem bir mesleğin erbaplarının suçunun cezası yine bana kesiliyor.
Ben de hakimlik mesleğine bir bedduayla veda edeyim: “Karartısı kalkasıca!.” (star)
mehmet_atak1@hotmail.com 

Etiketler: insan hakları
İstihdam