04/02/2010 | Yazar: Bawer Çakır

82 yıllık Oscar ödülleri tarihinin dördüncü kadın yönetmen adayı Bigelow daha önce Coppola, Wertmüller ve Campion'a verilmeyen heykeli havaya kaldırıp bunu b

Kathryn Bigelow

82 yıllık Oscar ödülleri tarihinin dördüncü kadın yönetmen adayı Bigelow daha önce Coppola, Wertmüller ve Campion'a verilmeyen heykeli havaya kaldırıp bunu başaran ilk kadın olbilecek mi? Sinema dünyası ve kadınlar 7 Mart gecesi yapılacak töreni bu sorunun yanıtını öğrenmek için bekliyorlar.

Lina Wertmüller, Jane Campion, Sofia Coppola... Bu üç isim 81 yıllık Oscar ödülleri tarihinde en iyi yönetmen dalında aday olan üç kadın yönetmen. Hiçbiri ödül töreninde sahneye çıkıp teşekkür konuşması yapmadı. Çünkü 81 yıllık geçmişinde Akademi yönetmen dalında hiçbir kadını "tercih etmedi".
 
Dün 82. Oscar Ödülleri için yarışacak adaylar açıklandı. Beş yönetmenin yarıştığı kategoride bir kadın bulunuyor: Kathryn Bigelow.
 
Sinema çevreleri ve tahminciler Bigelow'un heykeli havaya kaldıran ilk kadın yönetmen olup olamayacağına dair sorular sormaya başladılar. Ancak 82 yıllık Oscar tarihi bu yıl da Oscar'ın kadın yönetmenlerden yana gülmeyeceğini söylüyor.
 
Sinema dünyasının en şatafatlı ve bir o kadar da önemsenen ödülü olan Oscar'ın bugüne kadar hiçbir kadına verilmemiş olması elbette mühim bir mesele. Zira bu aynı zamanda ödül tarihindeki en dikkat çekici istatistik. Ve "En İyi Yönetmen Ödülü" "erkeklik" konusunda diğer kategorilerden fersah fersah önde.
 
The Hurt Locker: Bir savaş ve erkeklik hikâyesi
"The Hurt Locker /Ölümcül Tuzak"ta Irak'ta görev yapan seçilmiş askerlerden oluşturulmuş bomba imha ekibinin hikâyesini anlatan Bigelow bu ekibe atanan çavuştan yola çıkarak bir erkeklik hikayesi anlatıyor. James isimli çavuş Irak'ta girişilen sıcak çatışmalar sırasında ekibini tehlikeli bir kovalamacanın içine atıyor. Kendisinin de diğerlerinden farklı olmadığını göstermek için giriştiği bu hırslı kanıtlama yarışında bir süre sonra kontrolünü kaybediyor. Ve bu bir grup erkeğin arasında çığırından çıkmış bir kaosa sebep olur. Kaos aynı zamanda ekibin dışında, yani Irak'ta da kol gezmektedir.
 
Savaşı erkeklerin hırsları, karakterleri, erkeklikleri üzerinden anlatan ve bir şekilde feministlerin dünyanın her yerinde söylediği gibi savaşanların erkekler olduğunu mağdurlarının da hep kadınlar olduğu yönündeki söylemi de bilerek ya da bilmeyerek arkasına alan film bir anlamıyla da yıllar önce gazeteci Nadire Mater'in "Mehmedin Kitabı"nda da aktardığı gibi savaşın savaşanlarda da ne gibi psikolojik tahribatlara yol açtığını göstermeye çalışıyor.
 
Mark Boal'ın yazdığı, başrolünde çavuş James rolüyle Jeremy Renner'in yer aldığı ve bu performansıyla En İyi Erkek Oyuncu ödülüne aday olduğu film İnternet Film Veri Tabanı (IMDB) isimli İnternet sitesinde 10 üzerinden sekiz puan almış durumda. Oylamanın izleyiciler tarafından yapıldığını ve sitenin dikkatle takip edildiğini hatırlatmakta bu noktada fayda var.
Filmle ilgili eleştiriler de ortalamanın üstünde seyrediyor.
 
Bundan tam 24 yıl önce, Lina Wertmüller Hitler'i eleştiren İtalyanca filmi "Seven Beauties" ile En İyi Yönetmen Ödülü'ne aday gösterilmişti. Ancak ödül o yıl John G. Avildsen'in erkeklik kutsaması "Rocky"e gitti.

Gazlanan erkekler vs. sinemacı kadınlar
Bundan tam 17 yıl sonra, 1993'te Jane Campion harikulade filmi "The Piano" ile ödüle aday gösterildi. Herkes "tamam, şimdi olacak" diye bekliyordu. Ancak Akademi heykelciği "Schindler'in Listesi"nin yönetmeni Steven Spielberg'e verdi.
 
Ve son kadın yönetmen adayı "Lost in Traslation" ile Sofia Coppola oldu. 2003'teki bu adaylık üzerine çok sayıda yazı yazıldı, Coppola'nın rakiplerinin ihtişamının aksine sinemanın hakkını veren bir film yaptığı konusunda birleştiler. Tahminler Campion'unkinden daha gür dillendiriliyordu. Ama ödül o yıl da bir kadına gitmedi. Oscar "Yüzüklerin Efendisi: Kralın Dönüşü" ile Peter Jackson'a gitti.
 
81 yılda aday olma başarısı "gösteren" üç kadın heykelciği sinemanın üç büyük ismine kaptırdılar. Tarihteki ödüle aday dördüncü kadın yönetmen olan Bigelow'un da rakibi bu yılın en çok konuşulan filmi "Avatar"ın yönetmeni James Cameron.
 
Altın Küre'de ödülü kaptırdığı Cameron'ın eski eşi olan Bigelow'un bu yıl bu zinciri kıracağına dair pek de olumlu cümleler henüz yazılmadı. Zira "Avatar"ın gişe başarısı, hakkında neredeyse her ayrıntısına dair çıkan yazılar, filmin her geçen gün daha da ilgiyle takip edilmesi karşısında henüz dünya genelinde çok fazla gösterim şansı bulamamış "The Hurt Locker"a pek şans tanınmıyor.
Bunun bugüne kadar ödülün hep erkeklere de verilmesiyle de ilgisi elbette var. Eleştirmenler bu ödülü bir gün bir kadının alabileceğine giderek daha az inanıyorlar.
 
Ne yazık ki Hollywood da Akademi de erkek egemen tercihleriyle biliniyor. Zira örneğin ABD'de gösterime giren çok sayıda filmin küçük bir kısmı kadınlar tarafından yönetiliyorlar. Bu kadınların sinemaya olan ilgisizlikleri ya da "beceriksizlikleri" değil. Sektörün tamamen erkekler üzerine kurulmuş ve dilini de tercihlerini de hep bu yönde veriyor olmasından kaynaklanıyor.
 
Sinema kadınların işi gibi görülmüyor hala. Akademi de sektör de kadınların "oyuncu" ve en fazla "senarist" olarak yetinmesini istiyor.
 
Şimdi sinema dünyasına emek vermiş, veren, dirsek çürütmüş, çürütmeyi de sürdüren tüm kadın yönetenler ve genelde tüm kadınlar adına 7 Mart'ta Los Angeles'taki törende sahnede adı okunanın Bigelow olmasını ve Oscar'daki erkek egemen zincirin bu hamleyle kırılmasını bekleyelim.
 


Etiketler: kültür sanat
nefret