05/10/2016 | Yazar: Yıldız Tar

‘Din ve LGBTİ Hakları’ sempozyumunda Almanya, Güney Afrika, İsrail ve Türkiye’den LGBTİ aktivistleri ülkelerindeki durumu tartışmak için bir araya geldi.

Kimsesiz topraklardaki inançlı LGBTİ’ler ve ‘hayatı seçmek’ Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Berlin'deki “Din ve LGBTİ Hakları” sempozyumunda Almanya, Güney Afrika, İsrail ve Türkiye’den LGBTİ aktivistleri ülkelerindeki durumu tartışmak için bir araya geldi. Dindar LGBTİ örgüt temsilcilerinin de konuştuğu panelde cinsellik ve inanç pratikleri tartışıldı.

Kaos GL ve Heinrich Böll Stiftung’un “Din ve LGBTİ Hakları” sempozyumunun ikinci oturumunda LGBTİ ve inanç hakları aktivistleri, toplumsal dönüşüm ve güncel durumu tartıştı.

Koray Yılmaz Günay’ın kolaylaştırıcı olduğu oturumda Güney Afrika Inner Circle’dan imam Dr. Muhsin Hendricks, Michael Brinkschröde, Bat-Kol’dan Sarah Weil ve Kaos GL’den Aylime Aslı Demir konuştu.

“İnançlı bir eşcinsel olarak kimsesiz topraklardayım”

Brinkschröde, “İnançlı bir eşcinsel olarak kimsesiz topraklarda yaşadığımı düşünüyorum. İnançlı LGBTİ bireyler, laik gey kurumlarına güvenemiyor. Yıllar boyunca laik gey kurumlarından uzak durdum. İnançlı LGBTİ’leri, ‘aptal, kandırılabilecek, sessiz bırakılacak kişiler’ olarak görenler de var ancak LGBTİ toplumu içinde farklılıkları kucaklayacak yaklaşımların da olması sevindirici” dedi.

Doktora tezini Hıristiyan homofobisi üzerine yazmak istediğini ancak alanda çalışan hoca bulamadığını söyleyen Brinkschröde, eşcinsel olduğu için kilisede de çalışamadığını söyledi. Kilise adına dini eğitim vermek istediğinde, “Ne sor, ne konuş” cevabıyla karşılaştığını anlattı.

Brinkschröde, 90’lı yıllarda Katolik rahip ve piskoposlarla LGBTİ konusunu konuşmak için iletişime geçmenin mümkün olmadığını belirterek; “Birçok bilim insanı ve liberal görüşe sahip piskoposlar kendi çalışmalarını yürütmek zorunda kaldı. Papa Benedikt’in 2011 yılında görevinin sonunda Rahipler Meclisi’ne gey ve lezbiyenlerin dahil edilebileceğine dair bir umudumuz oluştu. Gey ve lezbiyen ağını kurduk. Son beş yılda çok verimli bir ağ kurma siyaseti yürüttük. Kilisenin halihazırda devam etmekte olan çalışma kuralları çalıştaylarına katıldık” dedi.

LGBTİ’lere kilise bünyesinde destek kurmanın kurumsallaşması için de çalıştıklarını vurgulayan Brinkschröde, “Altı bölgede kilise dahilindeki LGBTİ’lerin desteklenmesi için çalışmalarımız var. Örneğin Frankfurt Şehir Kilisesi’nde LGBTİ’ler kendilerine destek bulabiliyor” ifadelerini kullandı.

“Din, LGBTİ hareketinin müttefiki olmalı”

Dindar lezbiyen örgütü Bat-Kol’dan Sarah Weil, İsrail’de LGBTİ’lerin durumuna ilişkin konuştu. “Kimliklerimiz ortak paydası dinler arası diyalogu teşvik ediyor” diyen Weil, dinin hâlâ LGBTİ’lere yönelik şiddetin mazereti olarak görüldüğünü belirtti. “Din aslında herkes için adalet, insan hakları gibi yüksek değerler için de kullanılabilir. Din bir yerlere gitmiyor, kaybolmuyor. Aksine büyüyor. Dindar kişilerin sayısı artıyor. Dolayısıyla dinin etkisi de artıyor. Durum böyle olunca sahip olduğumuz hakları kaybetme riski de artıyor. LGBTİ eşitliği için mücadele eden kişiler için din iyi bir müttefik olmalı” dedi.

“Önce kalpleri değiştirmelisiniz, şahsi diyaloglar kurmalısınız” diyen Weil, dindar LGBTİ’lerin dindar kalma ya da açılma ikilemi yaşadıklarını hatırlattı.

Weil, “Yaradılıştan bu yana herkes Tanrı’nın bir görüntüsüdür. Dolayısıyla herkes saygı görmeye ve haysiyete ihtiyaç duyar” diyerek ekledi:

“Birkaç sene önde ultra muhafazakar çevrelerde bulundum ve benin cinselliğim endişelendiriyordu. Cinselliğimi dinselliğe dönüştürmek istedim, yapamadım. Çok kötü hissettiğim bir dönemdi. Utanç duygusu kaplamıştı beni. Tanrı’nın benden beklediklerini yerine getiremediğim için ya kendimi öldürecektim ya da hayatı seçecektim. Ben hayatı ve kendimi olduğum gibi kabul etmeyi tercih ettim.”

“Lut kavmi bir imtiyaz ve iktidar hikayesidir, eşcinsellerin helak edilmesi değil”

Muhsin Hendricks, Güney Afrika’da evlilik eşitliği sürecinde Müslüman örgütlerin karşı çıktığını hatırlattı. Inner Circle olarak o süreçte çalışmalar yürüttüklerini de söyleyen Hendricks, “Böylece eşcinsel evliliğe evet diyen tek Müslüman örgütü olduk” dedi.

İslamofobinin küresel olarak arttığını, buna bağlı olarak İslami muhafazakarlığın da güçlendiğini savunan Hendricks, “Güney Afrika’ya bakacak olursak, camilerin hâlâ erkekler tarafından yönetildiğini görüyoruz. Sünni ve Şii mezheplerinin çoğunda hâlâ eşcinsellik ölüm cezasını gerektiren bir durum. Sodom ve Gomora; yani Lut kavmi hikayesi İbrahimi dinlerde eşcinselleri kınamak için kullanılıyor. Ancak Lut kavminin eşcinsellikten dolayı helak edilmediğini söyleyen din alimleri de var. Bu hikayenin cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ile alakası yok. Kuran’daki ayetlerde eşcinsellik geçmiyor. Lut kavmi ayrıcalıklı bir sınıf ve imtiyazdan bahsediyor. Eşcinsellik her toplumda var olan bir özellik. Hz. Muhammed’in dönmekten korktuğu Lut kavmi, ayrıcalık ve imtiyazların toplumu yönettiği bir kavimdi. Bugün de hâlâ imtiyazlı sınıfların iktidarı sürüyor” dedi.

İslam’ın reforma açık bir din olduğunu savunan Hendricks, “Daha önce de reformlar oldu ve heteroseksist, erkek egemen din yapısını ancak bizler değiştirebiliriz” ifadelerini kullandı.

“Tarihsizleştiren ‘insanlık’ söylemleri meseleyi anlık gibi gösteriyor”

Son konuşmacı Aylime Aslı Demir, “Ölülerimiz, Biz // Öteki Olarak Ölmek” sempozyumu ve kitabından bahsetti. Türkiye’de dinsel, cinsel ve etnik ‘sapkınlar’ olarak görülen üç ‘lanetli grubun’ bu sempozyumda bir araya geldiğini vurgulayan Demir, kitaptaki “Kadın olduğunu söylediği için öldürülen bir kişinin cenaze namazının er kişi niyetine kılınması en büyük zulüm değil midir” sözünü hatırlattı.

LGBTİ’lerin ölme biçimlerinin “sıra dışılığı ve dehşete düşürücü” olması itibariyle farklılaştığını aktaran Demir, “IŞİD ile birlikte sanki tarihin bu dönemine ve sadece belli bir coğrafyaya özgün bir katliam biçimi varmış gibi düşünülüyor. Oysaki tarihin farklı dönemlerinde, farklı inançlar adı altında katliamlar yapıldığını Orta Çağ’dan biliyoruz” dedi.

Ölü bedene yapılan müdahaleler ve ölüm ritüellerinin engellenmesi veya zorlaştırılmasına değinen Demir, “Genelde nefret cinayetleri sonucunda kaybettiğimiz arkadaşlarımıza dair ne yapacağımızı iyi biliyoruz. Bir şekilde bildiğimiz ve alıştığımız bir süreç. Ama trans geçiş sürecinde yaşamını yitiren arkadaşımız Doğa’nın ardından ne yapacağımızı bilemedik. Cenazeyi sahiplenmeyen aileye mi kızalım, yoksa er kişi niyetine gömen imama mı?” diye sordu.

“İnsanlık dışı”, “medeniyet” gibi söylemleri eleştiren Demir, “Tarihsizleştiren bu tarz söylemleri meseleyi biricikmiş gibi gösteriyor. Biz böylece o olayı mümkün kılan bağlantıları göremiyoruz. Öte yandan Türkiye’de ‘gerçek dindarlar şiddet uygulamaz’ gibi bir söylemle ‘bir esas dinin olduğu, bu esas dinin LGBTİ’leri içerdiği’ algısı var ancak ‘gerçek’ ve ‘esas’ gibi kavramlar ile yine yaşanan süreçler ve tarihsellik göz ardı ediliyor” şeklinde konuştu.

İlgili haber:

İslam, Hıristiyanlık ve Yahudilik’te LGBTİ’ler nasıl ele alınıyor?


Etiketler: yaşam, din/inanç
nefret