01/05/2020 | Yazar: Yunus Emre Demir

“Ders vermek isterdim. Çünkü ben sınıfı çok seviyorum, orası benim sahnem. Haftada 12 saat derse giriyorum ve o günlerim çok yoğun geçiyor ama gerçekten her şeyi unutuyorum o zamanlarda.”

Lavanta Tavan: “Ders verirken homofobiyi de unutuyorum başka dertleri de” / ABB Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

LGBTİ+’ların iş hayatında neler yaşadığını konuştuğumuz Lavanta Tavan dizisinde 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’ne özel üçüncü konuğumuz ABB Afrodith. İstanbul gece hayatından da tanıdığımız ABB ile, mesleği olan İngilizce Öğretmenliği hakkında konuştuk.

Önce biraz kendinden bahseder misin? Neler yapıyorsun?

Çok gencim aslında, 31 yaşındayım. Hatay doğumluyum. Aslen İngilizce öğretmeniyim ama mesleğimin son 5 yılında aslında öğretmenlikten ziyade eğitim tasarımcılığı, eğitim yöneticiliği işleriyle uğraştım.

Son 2 yıldır da bir vakıf okulunda bölüm başkanlığı ve direktörlük yaptım. Bunun yanı sıra bir yandan da “dünya öğrencisi, dünya çocuğu yetiştirme” politikasını kendime görev belirlediğim için doktorama devam ediyorum. Doktora programım içerisinde de IB (Uluslararası Bakalorya) dersleri alıyorum. Bu ders içinde çalıştığımız çeşitli başlıklar sayesinde lubunyalığı dersin içine taşıyabiliyorum. Veya ders içinde topluma yararlı hizmet üretirken lubunya sanatını da dahil edebildiğim alanlar açıyorum.

Yani aslında baktığında hayatımın son 1 yılını şekillendirirken, ki bu sizlerle tanışmamla birlikte oldu, lubunyalığı eğitim hayatına nasıl katabilirim araştırmalarıyla geçti ve IB’de bunu çok sorunsuz yapabileceğimi fark ettim.

Bunun dışında 28. İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası Komitesi’nde gönüllüyüm. Parti, etkinlik ve dış lobi komisyonlarındayım. BÜ LGBTİ’nin fahri gönüllüsüyüm. Pembe Hayat’ta gönüllüyüm. Şişli Kent Konseyi LGBTİ+ Meclisi Eğitim Komisyonu’nda görev alıyorum.

Daha önce hiç devlet okulunda çalıştın mı? Çalışma hayatının aşamaları nasıl gelişti paylaşabilir misin?

Bir üniversitede çalıştım o dönemde hatta Şırnak’a İngilizce öğretmeni olarak atandım, gittim, 1 gün kaldım geri geldim. Hatta o yüzden cezaya da düştüm 2 yıl KPSS’ye giremedim. Üniversitede çalıştığım süreç çok güzeldi çünkü dış ilişkiler ofisinde çalışıyordum. Orada profesyonel olarak çalışmadığım süreçte de gönüllü olarak da çalışıyordum. Dolayısıyla tanıdığım ekipti, insanlar beni biliyorlardı. Profesyonel olarak çalışmaya başlamadan önce kimliğimi açıklamamıştım ama herkes neyin ne olduğunu anlıyordu. Hafif kırığımsıyımdır.

Profesyonel olarak çalışmaya başladıktan sonra bir güven geldi bana ve açık kimlikle çalışmaya başladım üniversitede. Bölüm başkanım da, departmandaki sorumlu olduğum kişi de biliyorlardı. Ama bunu tüm üniversite çapında asla yaşayamadım. O zaman şehirde bir de bir LGBTİ+ derneği kurulmuştu. Gezi sonrası, dernek kurulmuş, işler çok iyi gidiyor falan onun özgüveniyle açılmıştım ama çalıştığım ortam zaten çok onu kabul edebilecek bir ortamdı. Herkes aşırı beyaz, farklı farklı bölümlerden hocalardı. O yüzden hiç sıkıntı yaşamadım.

Avantajını gördüm mü evet gördüm. Biz bu pozisyona 3 kişi başvurmuştuk ve çeşitli sebeplerle diğer ikisine kıyasla lubunya olmanın faydalarını gördüğümü düşünüyorum.

Şu an çalıştığın yerde açık mısın?

Ben aslında hiçbir zaman gizlemedim. Kimse bana bunu sormaya cesaret edemedi çünkü o şekilde dizayn ediyorum bütün ilişkilerimi. Sorduğunda doğru cevabı vermekten çekinmeyeceğim kişilerin sormasına müsaade ediyorum ve onlara açığım. Ama sorduğunda doğru cevabı vermem halinde sıkıntı yaşayacağımı düşündüğüm kişilerin sormasına müsaade etmiyorum.

“Açık kimlikli çalışırken daha yaratıcı düşünebiliyordum”

Hem açık kimlikli çalıştığın bir dönem olmuş hem de şu an tam olarak herkese açılmadığın bir dönem yaşıyorsun. Bu iki süreç arasında nasıl farklar var senin için veya fark var mı?

Mutlaka oluyor. Üniversitede çalışırken daha yaratıcı ve daha büyük düşünebiliyordum ama şu an öyle düşünemiyorum. Mesela materyal hazırlarken koyduğum içerikte yalnız bir anne var ve iş yerindeki bir kadından hoşlanıyor, bunu koymak istediğimde kendimi çok sorguluyorum. Ama üniversitede çalıştığım dönemde çok daha rahattım.

Biraz şununla da alakalı, şu an çalıştığım işte sadece çalıştığım kişilerle bir iş yapmıyorum. Aslında çocuklarla bir iş yapıyorum ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu konudaki sınırları çok net. Öğretmenlik mesleğine uygun olmayan davranış olarak nitelendirilip diplomamın elimden gitmesine dahi sebep olabiliyor. Belki de bu yüzden aslında öğretmenlikten tamamen uzaklaşıp eğitim tasarımcılığı ya da insan kaynakları sektöründeki İK eğitim departmanlarına yöneldim ve kendimi o yönde geliştiriyorum.

Nefes almaya ihtiyaç duydun galiba?

Kesinlikle.

Peki ayrımcılığa maruz kaldığını hissediyor musun? Böyle anlarda başa çıkma yöntemlerin neler oluyor?

İşe alım süreçlerinde sanırım biraz alıktırdığım için sorunlar yaşıyorum. Bir de biraz daha bakımlı gidince görüşmeye daha fazla dikkat çekebiliyor. Bu sebeple kaçırdığım işler oldu. Örneğin bir vakıf okuluna başvurduğumda tüm mülakatlarını verdim, bölüm başkanlarıyla yapılan görüşmeler de çok iyi geçti. Sonrasında İK müdürü teftişi sırasında referans listemden daha önce çalıştığım kurumdaki müdürümü arıyor. “Biraz feminen ama sanki, bu konuyla ilgili ne düşünürsünüz?” diye bir soru yöneltiyor eski müdürüme. Bu diyaloglar sonucu ben bu işe alınmadım. Benden kıdem yılı olarak 2 yıl daha az olan birisi alındı aynı pozisyona.

Ama onun dışında diğer yerlerde ben branşımın kaymağını yedim aslında biraz. Nitelikli öğretmenin az bulunduğu bir branş. Bir de ben 2014 yılından beri genelde öğretmenlik pozisyonlarına başvurmadım. Başvurduğum pozisyonlarda da işverenler yüksek lisansı olsun, yayınlaşmış makalesi olsun gibi şeylere bakıyor. Orada zaten skala daralıyor, onun avantajını yaşadım.

İşe alım sürecinde bir diğer yaşadığım sorun da eğitimden ayrı bir sektör ama Türk Hava Yolları’nda oldu. İngilizce sınavdan 5 üstünden 5, psikolojik değerlendirme sınavından da 5 üstünden 4.8 aldım. Evraklarımı götürdüm, mülakata girecektim ama mülakata alınmadım çünkü askerlikten muaf belgem vardı. Onlar askerlikten muaf olanların kabin memurluğu da yapamayacağını söyledi. Orada itiraz etsem de kabul edilmedi ve ben mülakata alınmadım.

İşe alım sürecinde bu iki olayda yaşadım, diğerlerinde de haberim olmadan olmuşsa olabilir bilmiyorum.

Tabii ben çok kurum değiştiren biri olmadım. 2 üniversitede ve 2 okulda çalıştım. Dolayısıyla çok yer değiştirmediğim için çok fazla sorun da yaşamadım ama şu an çalıştığım kurumda inanılmaz homofobik bir direktörle çalışıyorum, onun sıkıntısını çok yaşadım. Benim gibi İngilizce öğretmeni olan ama daha açık kimlikli olan kardeşim bu direktör yüzünden işe alınmadı aynı vakıf tarafından.

Nasıl baş ediyorsun dersen de bunun için çok büyük planlar yapıp entrikalar çevirmem gerekiyor. O kişinin oradan gitmesi için etkili olabilecek kişilerle saçma sapan ilişkiler kovalıyorum. Mesela İK işe alım uzmanımıza ücretsiz İngilizce dersi falan verip aramı iyi tutmaya çalışıyorum. Bu entrika süreçlerinin sonunda da bu bahsettiğim direktörle ilgili resmi bir soruşturma başladı. Yani anlayacağın kin tutuyorum, savaşıyorum.

Yani aslında çok belirgin bir ayrımcılık suçu var ve onunla baş edebilmek için çok fazla uğraşman gerekiyor. Bu süreç aslında senin için yorucu da olabilir. Motivasyonunu etkiliyor mu?

Ben savaşmayı seviyorum. İşin özüne baktığında ekstra mesai veriyorum, ekstra kafamı yoruyorum. O İK’daki kişiye bedava verdiğim dersleri toplasan bir yurt dışı tatili çıkarırdım yani.

Biraz da sektörden bahsedelim istiyorum. Eğitim sektörünün bir lubunya için avantajları veya dezavantajları var mı?

Çocuklarla ve gençlerle çalışıyoruz. “Lubunya” çocuklar tarafından seviliyor. Lubunya olduğunu bildiğim tüm öğretmenler çok seviliyorlar. Sevildiğin yerde bilgi aktarımın da çok iyi geçiyor zaten. Dolayısıyla işini daha iyi yapmış oluyorsun.

Yani bir de lubunyalar genelde iş arkadaşları tarafından da seviliyorlar ve kurumun kültürünü etkileyebiliyorlar. Bizim vakfa bağlı 8 kampüsümüz var yarısında lubunya var, yarısında yok. Lubunyaların olduğu yerlerde enerjinin daha yüksek olduğunu hissediyorum. Diğer yerlerde sürekli bir şikayet, mutsuzluk var. Ben hep onların ihtiyacı olanın bir lubunya olduğunu söylüyorum.

Eğitim sektöründe de özellikle yabancı diller alanında çok fazla lubunya var. Hem öğrenciler arasında hem de çalışanlarda.

Peki sence bu bir kaçış alanı mı?

Dil çalışmak benim için çok daha güzel. Ben sayısalda okusaydım daha fazla zorlanırdım, çok heteronormatif geliyor o alanlar bana. Burada binlerce farklı şey okuyorsun ve onlarla ilgili dil sorularını çözüyorsun ve üstüne düşünürken, çalışırken aslında sınırlandırılmıyorsun. Dil çok özgür bir alan çalışmak için.

Özel okullarla alakalı bu aralar çok fazla olumsuz haber duyuyoruz, öğretmenlerin maaşlarını alamaması hakkında. Devlette çalışan öğretmenler de mezun olduktan sonra çok da hazır olmadığı koşullarda genelde köy okullarında görevlendiriliyorlar. Sektör sence nasıl bir sektör?

Bok gibi. Çünkü ülkede tıp tercihi yapabilme başarı tabanı 50 bin, öğretmenlik 300 bin. Yani doktor olabilmen için ilk 50 binde olman lazım ama o doktoru yetiştirecek kişi olman için 300 binin içinde olsan yetiyor ki geçen seneye kadar sınır da yoktu öğretmenlikte. Şu an Türkiye’deki çoğu üniversitede eğitim fakültesi var. Eğitim fakültesi olmayanlar da formasyonla öğretmen yetiştiriyor. Zaten ihtiyaçtan daha fazla mezun olan bir alan, eğitim kalitesi çok kötü. Bir de bu kişileri koşulları iyi olmayan okullara atayınca iyice her şey mahvoluyor.

Ben avantajlı olan gruptayım çünkü liseyi zaten öğretmen lisesinde okudum. Daha o zamandan buna uygun bir eğitim aldım. Öğretmen liseleri de kapandı…

Yani eğitim çok kötü bir durumda ama bunun sebebi de YÖK’ün önce bir yapılandırmaya gitmesi gerekiyor nitelik ve nicelik bakımından.

“Bu tarz uygulamalar çocukları eşcinsel yapmaz. Eşcinselseler onları güçlendirir, açılmalarını sağlar”

Şimdi tekrar sana dönmek istiyorum. Materyal ürettiğinden bahsettin. Sence ürettiğin materyaller ve lubunya kimliğin arasında bir ilişki var mı?

Özellikle son iki yıldır çıkardığım ürünlere baktığımda inanılmaz güzel şeyler çıktığını görüyorum. Örneğin geçen hafta 5. sınıflarda yazdığım bir metinde erkek çocuğu evde oyuncaklarıyla oynuyor. Ardından annesi ve ablası dışarıdan geliyor. Ablası sokakta futbol oynuyor ve annesi de işten gelmiş. Babası da erken geldiği için yemek yapıyor. Böyle basit dokunuşlarla çocuğa başka bir bakış açısı da katabiliyoruz. Çocuk küçük yaşta bunları gördüğünde bunlara çok daha hazır oluyor. Örneğin ben aynı metni lise grubuna koyduğumda o yaşa gelene kadar böyle bir aileyi görmediği için çocuğa garip geliyor “bu nasıl aile ya?” gibi tepkiler veriyor ama ortaokul grubunda hiç bunu yaşamıyorum.

Bir de şimdi IB girdi dünyama. Bu alanda konuştuğumuz şeyler dil ve cinsiyet ilişkisine dair düşünmeye sevk ediyor beni. Gençlerle de bunlara dair konuşma şansımız oluyor bu sayede.

Renkleri anlatırken toplum normlarının dışına çıkıp erkeğe pembe kıza mavi giydirince bile değişim olduğunu gözlemleyebiliyorum. Veya terminolojide cinsiyetsiz olan kelimeleri kullanıyorum.

They pronoununu kullanamıyorum henüz. Birkaç kez kullandım ancak geri döndü.

Yani kendime alanlar açıyorum bu konuda içerik geliştirirken ama yer yer sansürlendiği de oluyor.

Cevabını ikimizin de bildiği bir soru ama sormak istiyorum: Sence bu tarz uygulamalar veya lubunya öğretmenler çocukların eşcinsel olmasına sebep oluyor mu?

Bu tarz uygulamalar çocukların eşcinsel olmasına sebep olmaz ama eşcinselseler bundan utanmamaları gerektiğini onlara gösterir, daha güvende ve mutlu olmalarını sağlar. Onları güçlendirir, açılmalarını sağlar.

Geçen sene mezun ettiğimiz öğrencimiz açık kimlikli bir trans kadındı ve bizle temas etmeden önce zorlanan da biriydi bu konuda. Eğer biz o öğrenciye dokunup ona uygun yönlendirmeler yapmasaydık hayatı daha farklı olabilirdi, intihar girişimleri olmuştu öncesinde. Ama şimdi mezun oldu ve yurt dışında eğitimine devam ediyor.

Biraz da sendikalaşmaya dair konuşalım istiyorum. Sen sendikalı mısın? Çalıştığın yerlerde buna dair baskı var mı?

Sendikalar özel okul öğretmenlerini kabul etmiyorlar, kamu personeli değiliz. Özel okul sahiplerinin ve yöneticilerinin paralarıyla ayakta duran Türkiye Özel Okullar Birliği Derneği var. Yani buranın bizlerin haklarını savunması imkansız çünkü kaynağın geldiği yer belli.

Ama böyle bir sendikaya kesinlikle ihtiyaç var. Bunun en büyük örneğini Doğa Koleji’nde arkadaşlar yaşadılar. Gidebilecekleri, başvurabilecekleri veya ortak hareket edebilecekleri bir sendika yoktu o yüzden hepsi farklı farklı yollardan gidip mücadele etmeye çalıştılar. Bir şekilde çoğu hakkını alabildi ama süreçleri uzadı, enerjileri boşa gitti, motivasyonları kırıldı.

Çok teşekkür ederim cevapların için. Benim sorularım bu kadar, senin eklemek istediğin bir şey var mı?

Ben gerçekten şuna inanıyorum: Bana ortaokuldayken ne olacaksın dediklerinde İngilizce öğretmeni olacağım diyordum. Sonra üniversiteye geçtiğimde şunu fark ettim, ben İngilizce öğretmeni olmak istiyorum ama neden istiyorum? Bende biraz dışarısı tarafından beğenilme arzusu var. Bunu sadece kendim için değil, mesleğim için, çalıştığım kurum için, kurumun bağlı olduğu vakıf için, sektörüm için istiyorum. Bu yola çıkarken de o niyetle çıktım.

Öğrencilerin gönüllülerine dokununca, samimiyetime inanırlarsa beni ve kimliğimi de kabul etmiş oluyorlar. Ben bu etkinin önemli olduğuna inanıyorum. İşimi çok seviyorum. Ama artık öğretmeyi sevmiyorum. Öğretmem hep sınırlanıyor. O yüzden de öğretmen olmayayım, içerik üreteyim pozisyonuna geçtim şu an.

Şimdi konuşurken aklıma şu soru geldi: Peki engellemesen yine içerik mi üretmek isterdin yoksa ders vermek mi?

Ders vermek isterdim. Çünkü ben sınıfı çok seviyorum, orası benim sahnem. Çok güzel orası benim için. Haftada 12 saat derse giriyorum ve o günlerim çok yoğun geçiyor ama gerçekten her şeyi unutuyorum o zamanlarda. Direktörün yaptığı homofobiyi de unutuyorum başka dertleri de. Eğleniyorum orada. Orası öyle eğlenceli ve dinamik ki… Ve her yıl kendimi daha fazla geliştirmem gerekiyor. Bu sebeple mükemmel bir yer.

Ben 2011’den beri öğretmenlik yapıyorum. 9 yıldır aynı işi yapıyorum yani ve konular da aynı aslında. Bu yüzden artık kanıksadığım bir işi daha sanatsal yapmaya başlıyorum. Orayı çok seviyorum yani…


Etiketler: insan hakları, çalışma hayatı
İstihdam