07/03/2019 | Yazar: Tarık Şimşek

LGBTİ+ görünürlüğünün Türkiye sinemasında kısa bir tarihi var.

“LGBTİ+ sinemacılar sinema yapmadıkça sahici bir görünürlükten söz edemeyiz” Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

“LGBTİ+ görünürlüğünün Türkiye sinemasında kısa bir tarihi var. Bu görünürlük büyük ölçüde dışarıdan bakışlarla olmuştu, bu da zaten baştan bir dezavantaj.”

Sinemada LGBTİ+” yazı dizimize sinema yazarı Evrim Kaya ile devam ediyoruz. Kaya, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği çeşitliliğini şu sözlerle vurguluyor:

“Bir yandan LGBTİ+ karakterlerde, heteroseksüel olarak resmedilenler kadar çeşitlilikten söz edebilmeliyiz. İyiyi de kötüyü de, hırsızı da uğursuzu da, mazbutu da aşırıyı da...”

Sansürün sinema yapmak isteyen kişilerde otosansüre yol açacağına değinen Kaya, “Pembe Hayat KuirFest’in yasaklanması, yani bir valiliğin süresiz olarak LGBTİ+ etkinliklerini yasaklayabilmesi hem güncel durumun korkunçluğunu anlatıyor, hem de karanlık bir geleceğe işaret ediyor. Çünkü sinema gökten gelen vahiyle yapılmaz, birikimle olur. Yeni kuşak sinemacılar festivallerde eğitilir, oraya gönderdikleri kısa filmlerle serpilir, büyür, sinemacı olurlar” diyor.

Kaya’nın sorularımıza yanıtları şöyle:

“Görünürlük talep etmeyi bırakacağımız o yere gelmek…”

Sizce sinemada LGBTİ+ temsili, görünürlüğü nasıl olmalıdır?

Sinemanın normali ne ise onun dışında kalan her karakter için hayalim görünürlük talep etmeyi bırakacağımız o yere gelmek. Yani nasıl ki kırk yaşında orta sınıf beyaz bir erkeğin görünürlüğü nasıl olmalıdır diye sormuyorsak, yaşlı bir lezbiyenin, sakat bir trans karakterin görünürlüğü üzerine kafa yormadığımız zamanların gelmesini bekliyorum. O noktaya gelmenin yolu da bana kalırsa hem daha çok hem de daha doğru görünürlük kazanmaktan geçiyor. Daha çok; çünkü senaristinden yönetmenine, makyözünden ışıkçısına yaratıcı ekip bu karakterleri gösterdikçe göstermeyi öğrenecek. Daha doğru meselesini de açmak gerek: Bir yandan LGBTİ+ karakterlerde, heteroseksüel olarak resmedilenler kadar çeşitlilikten söz edebilmeliyiz. İyiyi de kötüyü de, hırsızı da uğursuzu da, mazbutu da aşırıyı da... Öte yandan geçen yılların birikimini göz ardı edemeyiz. Anaakım sinema nihayet farklı cinsel kimliklere açıktan yer açabildiği zaman, heteronormatif olandan her türlü sapmayı tekinsizliğin ya da mizahın alanına hapsetti. O yüzden bir tane daha kendini öldüren zayıf eşcinsel genç ya da gizli gizli kadın iç çamaşırı giyen sapık katil filmi yapmasak bir şey kaybetmeyiz. Sinemanın insanların, bilhassa gençlerin psikolojisi üzerindeki gücünü, toplum üzerindeki etkilerini hafife alma lüksümüz yok. Bunu sadece etik bir yerden de söylemiyorum: Klişeleri ve kötücül ideolojilerin etkilerini dizginlemedikçe estetik bir yerden bakıp iyi filmler diyeceğimiz, en azından benim sinemasever olarak izlemek isteyeceğim filmler yapamayız zaten...

Bu bağlamda Türkiye’de ne durumdayız?

Ekonomik ve siyasal nedenleri olan, derin bir kültürel bir kriz yaşayan bir ülke Türkiye, bu bağlamda şaşırtıcı değil ki kötü durumdayız. LGBTİ+ görünürlüğünün Türkiye sinemasında zaten kısa bir tarihi var. Bu görünürlük büyük ölçüde dışarıdan bakışlarla olmuştu, bu da zaten baştan bir dezavantaj. Sanatçı kendisini anlatınca doğru anlatacak diye bir şey yok -hemen Zenne’yi hatırlayalım: yüz kızartıcı bir klişeler yumağı. Ama LGBTİ+ sinemacılar sinema yapmadıkça sahici bir görünürlükten söz edemeyiz, diğerleri biraz onları beklemek zorundaydı. Böyle bir kuşağın oluşmasına da zaman vardı. Yani zaten emekleme dönemindeyken AKP Türkiyesinin dozeri üstümüzden geçti, en başa dönüyoruz. Temel sorun anaakımda görünürlüğe giden yolu açacak mekanizmaların kesintiye uğraması. Pembe Hayat KuirFest’in yasaklanması, yani bir valiliğin süresiz olarak LGBTİ+ etkinliklerini yasaklayabilmesi hem güncel durumun korkunçluğunu anlatıyor, hem de karanlık bir geleceğe işaret ediyor. Çünkü sinema gökten gelen vahiyle yapılmaz, birikimle olur. Yeni kuşak sinemacılar festivallerde eğitilir, oraya gönderdikleri kısa filmlerle serpilir, büyür, sinemacı olurlar. Böyle bir yasağı kabul ettiğimiz andan itibaren kısır bir geleceğin ilk adımındayız.

“Başka türlüsünü talep etmek…”

Son çıkan sinemada sansür yasasının LGBTİ+ temalı filmlere yansıması nasıl olur?

Önerilen yasa gözünün üstünde kaşın var denerek sansür uygulanacağı günlere hazırlıyor bizi. Müneccim olmaya gerek yok, bu tabii ki önce LGBTİ+ temalı filmleri vurur. Çünkü homofobinin toplumda ciddi bir tabanı var, tek tek her filmin kavgasını vermezsek erken dönem Hollywood filmlerinin yaratıcı imalarına dönmek zorunda kalırız. İşin kötüsü sinemamız altın çağını yaşamıyor, o imaların öyle yaratıcı olacağını sanmıyorum yani... Türkiye’de kemikleşmiş bir otosansür sorunu var. Hem maddi beklentilerle hem de düpedüz korkudan çok zaman sansüre gerek kalmıyor, bir filmin sansürlenmesi kırk yönetmenin yan çizmesine neden oluyor. Sinema pahalı bir iş... Yasa da sansürden önce otosansürü ağırlaştırır maalesef.

RTÜK’ün “genel ahlak” adı altında sansürü artık çok yaygınlaştı. Bütün bu sansüre karşı LGBTİ+ görünürlüğü ve ifade özgürlüğü için neler yapılabilir?

İki farklı yol var, aynı anda ikisini de yürümek gerekiyor. İlkin, bıkmadan usanmadan, sonuç alınır mı diye düşünmeden mobilize olmak, sokağa çıkmak, hukuki yolları zorlamak, aktivist diyegeldiğimiz kişi ne yaparsa onu yapmak. Yakın zamanda olumlu sonuç alınamayacağını, Türkiye’nin altı milyon seçmenin tercih ettiği bir partinin yöneticilerini rehin tutan, hukuksuz bir ülke olduğunu bile bile. Bu çelikten sinirler isteyen bir yol, buna mecali olmayanları çok da eleştiremeyiz. İkincisi, 2019 yılında olduğumuzu hatırlamak ve alternatif kanalların getirdiği sayısız avantajı kullanmak. Her yerde neredeyse hiç maliyetsiz gösterimler yapabiliyoruz, filmlere erişebiliyoruz, televizyona muhtaç değiliz. Çok şükür. Teknolojiyi yalnız olmadığımızı hatırlamak ve yetişen yeni kuşakları yalnız bırakmamak için kullanabiliriz. Bir de biraz çok konuşmamız, çok tepki vermemiz gerekiyor galiba. Mesela otosansürü görünce bunu normal kabul edip pek yazıp çizmiyoruz, halbuki teşhir etmek, başka türlüsünü talep etmek gerek. 

Sizin sinemada en sevdiğiniz LGBTİ+ temsilinde güçlü, klişe karakterler barındırmayan filminiz ve karakteriniz hangisidir?

Tüm zamanların en iyisi denince aklıma ilk gelen filmlerin başında Mulholland Drive gelir; LGBTİ+ filmleri denince ilk sayılanlardan değildir ki bu da klişelerden uzak durduğuna işaret belki. Düpedüz kötü biten bir aşkın hikayesidir, iki kadının aşkının hikayesi. Sonuçta bir açıdan lezbiyen bir kadının sevgilisini öldürtüp, kendisini vurmasını izleriz. Üstelik ortalık tekinsizlikten geçilmez. Ama sonuç ne ders veren bir mesel, ne de eşcinselliği kötülüğün kaynağıyla ilişkilendiren ahlakçı bir filmdir. Zayıf ve kötücül eşcinsel bir karakterden beklenmedik bir film çıkarır Lynch, izlediğim en iyi gerilim filmini. İlk soruya yanıtımla birlikte düşünüyorum: LGBTİ+ karakterler her şekilde temsil edilebilir, yeter ki Lynch’inki gibi özgün ve taze bir bakışınız olsun. Ne kolay değil mi?

Ama karakterim Elio. Bunu pek bilmiş yanıtlayamayacağım. Sanki kafası benimki gibi çalışıyor, hissettikleri ergenken hissettiğim şeylere çok benziyor. Kurban olduğum…

İlgili haberler:

Sinema yazarı Senem Aytaç: Heteronormatif alan dışında ifade alanları yaratmak…

“Dizilerde en son ne zaman LGBTİ+ karakterlere rastladık?”


Etiketler: kültür sanat
İstihdam