26/06/2007 | Yazar: KAOS GL

Esmeray bir travesti. Sekiz yıldır geçimini seks işçiliği yapmadan Beyoğlu’nda midye satarak sağlıyor. Esmeray 5 Haziran gece yarısı paydos ettikten sonra evine dönerken yolunun üzerinde bulunan Beyoğlu Emniyet Amirliği (Tarlabaşı) önündeki polisler tarafından durduruldu. Agos gazetesinden Markar Esayan, Esemaray’la konuştu.

Esmeray bir travesti. Sekiz yıldır geçimini seks işçiliği yapmadan Beyoğlu’nda midye satarak sağlıyor. Esmeray 5 Haziran gece yarısı paydos ettikten sonra evine dönerken yolunun üzerinde bulunan Beyoğlu Emniyet Amirliği (Tarlabaşı) önündeki polisler tarafından durduruldu. Agos gazetesinden Markar Esayan, Esemaray’la konuştu.

KAOS GL

Markar Esayan

Travestilerin karakolun önünden geçmelerinin yasak olduğu gerekçesiyle yumruklandı, tekmelendi ve ağır hakarete uğradı. Esmeray’la, bir şiddet toplumunda piramidin en altında yaşamanın nasıl bir şey olduğu üzerine konuştuk.

Öncelikle geçmiş olsun. Hadiseyi bir de sizin ağzınızdan dinleyelim.

5 Haziran gecesi işimi bitirmiş Beyoğlu Emniyet Amirliği’nin arka sokağında bulunan evime gidiyordum. Karakolu geçtikten sonra polis memuru bana seslenmiş. Duymadım. Sonra o bildik küfürle bağırınca bana seslendiğini anladım, durdum. Polis memurunu bekledim. Bana ‘Buradan geçişin yasak olduğunu bilmiyor musun?’ diye bağırdı. Ben de 10 yıldır burada oturduğumu ve her akşam bu yoldan eve döndüğümü söyledim. Bunun üzerine polis memuru ağza alınmayacak şekilde küfürler ederek bana saldırdı; gözümün üstüne yumruk attı ve beni yere düşürdü. Sonra diğer görevli memur geldi. Ben herhalde bana yardım etmeye geliyordur diye düşünürken bu sefer ikisi birden tekmelerle beni dövmeye devam ettiler. Sokaktan geçmeme izin vermediler.

Şikâyette bulundunuz mu?

Elbette. Doktor raporu aldım ve savcılığa suç duyurusunda bulundum.

Peki, bu geçiş yasağı uygulaması hangi gerekçeye dayanıyor?

Ben de yetkililere bunu soruyorum. Bu uygulamanın yasal bir dayanağı varsa öğrenmek istiyorum. Son altı aydır karakolun böyle bir kural uyguladığından haberim vardı. Karakolun bulunduğu sokakta travesti ve transeksüellerin çalıştığı birkaç mekân var. Bundan dolayı olduğu söyleniyor. Ama bunun hiçbir mantığı yok.

Siz geniş bir çevre tarafından tanınan saygın bir sivil toplumcusunuz. Okurlarımıza biraz kendinizi tanıtır mısınız?

Seks işçiliği yaptığım dönemde feodal toplum alışkanlığı gereği kendime ahlaki açıdan bakıyor ve bunu onaylamıyordum. Ancak sonra bunun bir dayatma olduğunu keşfettim ve ahlaksız bulduğum için değil, toplum bizlere başka türlü var olma şansı tanımadığı için bu işi terk ettim. Yani toplum bize sadece avukatlığı dayatsaydı, avukatlık yapmayı da reddedecektim. Sonra kimliğimi, kadını, kadın-erkek ilişkilerini sorgulamaya başladım. Çeşitli eşcinsel dernekleri ve feminist örgütleriyle temasım oldu. Ancak buralarda tutunamadım. Çünkü pek çok önyargı ve feodal toplum alışkanlıkları buralara da sızmış ve görüş açıları daralmıştı. Kadınlar sadece kadın kimliği ile meşguldüler. Oysa benim bir Kürt kimliğim, bir solcu ve demokrat kimliğim de vardı. Bunun üzerine bir grup arkadaş bir araya gelip tartışmaya başladık. Bu tartışmaların neticesinde Amargi Kadın Akademisi’ni kurduk. ‘Amargi’, Sümercede özgürlük ve anaya dönüş manasına geliyor. Yaklaşık 5-6 yıldır profesyonel olarak kadın çalışmalarımızı kadının diğer alt kimliklerini yadsımadan yürütmeye çalışıyoruz. Bir de tiyatro topluluğu kurduk ve oyunlar sahneledik. Ben de bir süredir kendi yazdığım bir stand-up gösterisi sahneliyorum.

Nerede sahneye çıkıyorsunuz?

Gösterimi Beyoğlu Süslü Saksı Sokak’taki Açık Kafe’de (Semerkant kitapçısının üstü) sergiliyorum. Her Cumartesi saat 20.00-22.00 arası sahne alıyorum.

‘En çok baskı görenler en hızlı bilinçlenir’ gibi bir ön kabul vardır ya, doğru mudur bu sizce? Sizin çevrenizde durum nasıl?

Bu maalesef doğru değil. Nasıl ki nüfusun %52’sini kadınlar teşkil ettiği ve bunca baskı altında yaşadıkları halde kadın organizasyonları yeterli değilse, bizim örgütlenmemiz de olması gerekenin çok altında. Hem niye tersi olsun ki? Bizler de bu ülkenin mahsulüyüz ve aynı dertlerden mustaribiz. Mesela benim dayak yediğim karakolun önünde daha evvel pek çok travesti ve transseksüel arkadaş feci şekilde dövülmüşler ama şikâyet eden olmamış. Onları da anlıyorum. Çünkü çalıştıkları mekân ve yaşadıkları yerler belli. Çok açık bir şekilde korkuyorlar. Bununla beraber 3-4 aydır Lambdaistanbul’da (gey, transseksüel, travesti, lezbiyen, biseksüel dayanışma derneği) seks işçilerinin sorunları ve çözüm yolları üzerine toplantılar yapılıyor. Seks işçilerinin yasal statüsü, sigortalılık hakları ve iş yerlerine çalışma kotaları konması gibi pek çok konuda çalışmalar yapılıyor. Ben çok faydalı buluyorum bu faaliyetleri.

Peki, insanların cinsel yönelimleri nedeniyle şiddete maruz kalmalarının nedeni nedir? Cinsellik neden şiddet üretiyor?

Açıkçası sadece travestilerin, transeksüellerin şiddete maruz kaldığına inanmıyorum. Bu ülkede kadınlar, çocuklar, Ermeniler, Kürtler, hayvan dostlarımız ve neredeyse herkes şiddetle iç içe yaşıyor. Evde koca karısını dövüyor, anne çocuğu, çocuk kardeşini. Sonra o da gidiyor kediye tekme atıyor. Bu nedenle bizlerin adının mağduriyetle yan yana anılmasına karşıyım. Ama şu da bir gerçek ki, ataerkil ve feodal bir toplumda tüm farklılıklar gibi cinsel farklılıklar da bir tehdit olarak algılanıyor. İktidar ile cinsellik çok yakın bir ilişki içerisinde. Dolayısıyla ataerkilin makbul saydığı tercih ve görüntünün dışına çıktığınızda sistem bunu kendi altının oyulması olarak algılıyor. Bizim daha çok şiddet gördüğümüz fikri ise tamamen algısal bir yanılsama. Dövülmüş, öldürülmüş ve yol kenarına atılmış bir transeksüel, her gün öldürülen pek çok kadından daha çok merak uyandırıyor.

Peki, sizce değişmesi gereken ne? Nereden başlamalı?

Zihniyet... Bu zihniyetin değişmesi lazım. Korkarım bu ülkede yakında ötekileştirilmemiş kimse kalmayacak. Geçmişle yüzleşilemediği, korkular aşılamadığı için her gün darbe korkusuyla, terörle, suikastlarla, cinsel şiddetle ve düşük bir hayat standardıyla yaşamak zorunda kalıyoruz.

Bizlere gelince: Ne zaman ki heteroseksüel olmayanların toplumda normal algılandığı –çünkü normaliz– günler gelecek, o zaman emin olun bu değindiğim tüm diğer sorunlar da çözülecek. Yani bir Ermeni’nin, bir Kürt’ün, bir kadının, bir travestinin, bir yoksulun dertlerinin aynı çözümde, yani zihniyet değişiminde yattığını düşünüyorum. Ancak bu söylediklerimin de altını doldurmak lazım. Ne demek zihniyet değişmeli? Bunu, bugünden yarına olacak bir şey gibi konuşunca yine kendi tuzağımıza düşüyoruz. Ben daha gerçekçi, somut ve kısa-orta vadeli, yani adı konmuş projeler üzerinde çalışılması gerektiğini düşünüyorum.

Sorunlu alanları belirlemek, o alandaki sorunu yaratan karanlığın üzerine ışık tutmak ve daha sonra aşamalı projelerle bu durumu düzeltmek gerekiyor. Henüz küçük bir adım bile atmamışken uzun mesafeler üzerine hayaller kurmak pek gerçekçi değil.

Kaynak: AGOS, 20 Haziran 2007


Etiketler: insan hakları
İstihdam