11/12/2006 | Yazar: İsmail Alacaoğlu

‘Dilimin ucunda kelimeler’ Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

‘Uzun bir sessizlik. Sinan kendini gece karanlığında denizin ortasındaymış gibi hissetti birden. Yapayalnız, karanlık ve soğuk bir suyun içinde. Buz gibiydi şimdi her yer, sanki kanı çekilmişti. Kalbi duracak gibiydi. Sonra bir an sıyrıldı bu hislerinden. Şaşkınlıkla sordu: ‘Ama nasıl olur? Biz iki yıl boyunca kimseyle...’’ İsmail Alacaoğlu’nun kaleminden…

KAOS GL

İsmail Alacaoğlu

Kapı çaldı...

Oysa kimseyi beklemiyordu bu saatte ve en keyifli anlarından birini yaşıyordu. Dışarıda bardaktan boşanırcasına bir yağmur. Belli ki rüzgarla birlikte yağıyordu. Cama vuran damlaların sesini daha iyi duyabilmek için televizyonu kapattı. Ev sessizliğe büründü, sadece cama vuran yağmurun sesi bir melodi gibi evinin içindeydi. Mutfağa gidip su ısıtıcısına bir fincanlık su koydu, dolabından bir çay çıkardı ve fincanına doldurdu. Evet, işte keyif saati başlıyordu Sinan’ın. Pencerenin altındaki kalorifer peteğinin önüne koyduğu iki büyük mindere kurulmadan önce, son eksiği tamamlamak üzere CD dolabına doğru yürüdü, çok düşünmeden bir CD seçti en sevdiklerinin arasından: Sezen Aksu –Firuze.

Şimdi minderin üzerine kurulmuş, kısık bir sesle açtığı müzik eşliğinde çayını yudumluyordu. Işıklar kapalıydı, sadece sehpanın üzerinde belli belirsiz yanan bir mum odayı aydınlatmaya çalışıyordu titreyerek. Uzakta duran sokak lambasının ışığı da çok cılızdı. Cama vuran yağmur damlalarını sessizce ve keyifle seyrederken bir an yüzünün siluetini gördü camda. Kendine baktı. Gözlerini seçmeye çalıştı, nasıl göründüklerini merak ederek. On gün önce biten ilişkisi geldi aklına. Depresif, stresli ve gergin bir ilişkisi vardı. Ondan 2 yaş büyüktü. Kendi istemişti sona ermesini ama ilk birkaç gün, şimdi nasıl göründüğünü merak ettiği gözlerinden hayli yaş dökülmüştü. Ama şimdi iyi görünüyorlardı. Kendini de iyi hissediyordu. Doğru olanı yapmıştı sonuçta, kangren olan bir ilişkiyi yürütmenin insanı nasıl yorduğunu, nasıl yıprattığını bir kez daha görmüştü. İnsan iş duygusal ilişkiler olunca, önceki deneyimlerinden pek ders çıkaramıyor diye düşündü, gülümsedi. Bir yudum daha çay aldı ve o sırada kapı çaldı.

Hiç adeti değildi kapıyı açmadan önce kimin geldiğini kontrol etmek ya da kim olduğunu sormak kapıyı çalana. Saat gece 23.00’ü gösteriyordu. Pek alışkın değildi bu saatte birinin gelmesine, eğer bir randevu verilmemişse -ki bu saatte evine birilerini davet etmek pek adeti değildi. Gecelerinin kendisine kalmasını ve yalnız olmayı seviyordu çünkü. Kapıyı açtı. Dakikalar önce hiç kimse ve hiçbir şey bozamaz keyfimi diye düşünmüştü. O kadar sakin, o kadar dingin ve bir o kadar da huzurluydu ki.

Bir an kalp atışlarının hızlandığını hissetti karşısında duran kişiyi gördüğünde. Islanmıştı, elinde şemsiyesi olmasına rağmen. Belli ki yağmur, Sinan’ın penceresinden görülenden çok daha şiddetliydi. Hiç alışık değildi Akif’i böylesine uzamış sakallarla görmeye. Göz göze, öylece duruyorlardı, ikisi de birbirinden bekliyordu ilk sözün gelmesini. Sonunda sessizlik Akif’in dudakları arasından çıkan bir mırıldanmayla bozuldu.

- Merhaba... İçeri davet etmeyecek misin?

Sinan şaşırmıştı, kapıyı açarken karşısında görmeyi umduğu en son kişiydi Akif’ti, hatta hiç aklına bile gelmemişti. Bir önceki ilişkisinde yaşadıkları geldi aklına. Ne kadar sancılı olmuştu hayatından çıkarması Mehmet’i. Defalarca gelmiş, ilişkilerine bir şans daha vermesi için çok dil dökmüştü Sinan’a. Her gün mail kutusunda onlarca mailini buluyordu Mehmet’in. Ama dönüşü yoktu bunun. Aradan epey bir zaman geçtikten sonra, Mehmet’in de fark ettiği gibi. Bir an canı sıkıldı, hiç böyle bir süreci kaldıracak gücü hissetmiyordu kendinde. Bunları düşünürken, kapının önünden yana çekildi, kapıyı ardına kadar açtı ve içeri geçmesini söyledi Akif’e.

- Çok ıslanmışsın, istersen çıkar gömleğini. Ben bir şeyler getireyim sana.

Gayri ihtiyari bir şekilde döküldü dudaklarından bu cümle, eski günlerden kalma bir alışkanlık. İçinden gülümsedi kendine. Demek hala önemsiyorum onu, diye geçirdi aklından.

Ama Akif kabul etmedi. İçeri girdi, koltuğun köşesine oturdu, düşünceli bir şekilde etrafına bakınıyordu göz ucuyla, sanki ilk kez bu evde bulunuyormuş gibi. Oysa bir ay önce birlikte almışlardı şu an ucunda eğreti bir şekilde oturduğu koltuğu, Akif çok beğendi diye.

- Sağ ol, çok kalmayacağım. Sana söylemem gerek bir şey var. Onun için geldim. Üç gündür nasıl söyleyeceğimi düşünüyordum.

Bir süre sessizlik hakim oldu odanın içinde. O sessizlik süresince Sezen’in şarkısı çalıyordu derinden.

Ellerinde ellerim titriyorsa

Dilim anlamsız sözler söylüyorsa

Nedenini o an sakın sakın sorma

Dilimin ucunda kelimeler

Bir türlü söyleyemiyorum

Dilimin ucunda kelimeler

Nerden başlasam bilmiyorum...

Yine Akif oldu sessizliği bozan.

- Evet, gerçekten nasıl söylesem bilemiyorum. Ama telaşlanma lütfen, sakin ol. Öğrendiğim bir şeyi seninle paylaşmam gerekiyor sadece.

- Seni dinliyorum. Böyle yaparak beni daha çok endişelendiriyorsun.

- Ben üç gün önce bir test yaptırdım...

- Ne testi?

- HIV

Sinan’ın kalp atışları yine hızlandı. Akif’in geldiği andan beri sergilediği davranışları geçirdi aklından. Yutkundu. Şakaklarında damarlarının genişlediğini hissetti. Akif de susmuştu o sırada. Sinan’ın bir şey demesini bekliyordu. Sinan ise bu anı nasıl dondursam da devam etmesek diye geçiriyordu aklından. O korktuğu kelimeleri duymamak için. Ürkek ve gergin bir şekilde sordu.

- Sonuç?

Aslında alacağı cevabı biliyordu. Akif’i hiç böyle alt üst olmuş görmemişti çünkü. En şiddetli kavgalarında bile Akif hiç dağılmazdı. Hep dimdik ayakta dururdu. Üzülen yıpranan taraf hep kendisi olurdu. Ama şimdi karşısında duran adam hiç tanımadığı biri gibiydi. İki elini birbirine kenetlemiş, başparmaklarını birbirinin üzerinden geçiriyordu durmadan. Bir yandan da sağ bacağını sallayıp duruyordu. Gözleri halının üzerinde bir noktaya kitlenmiş öylece bakıyordu. Akif’in buz gibi sesi böldü düşüncelerini Sinan’ın:

- Duyduğumda şoke oldum. Sanki hiç benim başıma gelmezmiş gibi geliyordu. Sinan... HIV pozitif olduğumu söylediler!

Uzun bir sessizlik. Sinan kendini gece karanlığında denizin ortasındaymış gibi hissetti birden. Yapayalnız, karanlık ve soğuk bir suyun içinde. Buz gibiydi şimdi her yer, sanki kanı çekilmişti. Kalbi duracak gibiydi. Sonra bir an sıyrıldı bu hislerinden. Şaşkınlıkla sordu:

- Ama nasıl olur? Biz iki yıl boyunca birbirimiz haricinde kimseyle...

Sözleri yarım kaldı, Akif’in gözlerindeki suçlu bakışları fark ettiği anda. Oysa ne kadar güvenirdi ona, adı kadar emindi kendinden başkasıyla birlikte olmadığına bu 2 yıl içerisinde.

Şimdi karmakarışık duygular içerisindeydi. Öfke miydi hissettiği, hayal kırıklığı mı? Bağırıp çağırmalı mıydı? Neye yarayacaktı bu? Oturup ağlamalı mıydı? Kim için? Neden?

Ne zaman, kiminle diye soracak gücü hissetmedi kendinde. Belki Akif’e destek olması gerekiyordu bir şeyler söylemesi gerekiyordu ama öfkesi engel oldu buna. Hem ne diyebilirdi ki.

— Ama biliyorsun bu seninde yakalanmış olduğun anlamına gelmiyor. En kısa sürede bir test yaptırmalısın, dedi Akif soğuk ve donuk bir sesle.

Yine sessizlik...

Kendisi en son ilişkiye başladıklarının 5. ayında bir test yaptırmıştı. Birkaç gün sonra da Akif. Negatif çıkmıştı sonuçlar. O günden sonra o kadar emindi ki Akif’ten, korunmaya bile gerek duymamıştı. Şimdi aptal gibi hissediyordu kendini, tedbirsiz bir aptal.

Akif’in gidişinin ardından öylece kalakaldı kapıda Sinan. Yağmur hala cama vuruyordu hızla, Sezen şarkısını söylemeye devam ediyordu, mum titrek bir şekilde aydınlatmaya çalışıyordu odayı. Her şey Akif’in gelmeden önceki halinde devam ediyordu. Hiçbir şey olmamış gibi. Sadece çayı soğumuştu Sinan’ın, bir de kalbi. Bir yandan, Akif’e duyduğu güvenden dolayı canı acımaktaydı diğer yandan bir endişe kaplamıştı her yanını. Önündeki birkaç sürecek olan sancılı bir bekleyiş.

Niye ben, diye düşünürken gözünden süzülen yaşlar dudağının kenarına kadar indi. Az önce Akif’in kalktığı koltuğun ucuna oturdu, ellerini başına koydu, dudaklarından birkaç kelime döküldü belli belirsiz: ‘Lütfen n’olur, lütfen...’







Etiketler: insan hakları, sağlık
nefret