05/02/2009 | Yazar: Ali Erol

Batı’da ne dinci sağın eşcinsellere yönelik haçlı seferleri biter ne de tek farkları isimlerindeki uzman doktor sıfatları olan aynı zihniyetteki ‘onarıcı’ psikiyatrların ‘bilimsel’ saldırıları.

Batı’da ne dinci sağın eşcinsellere yönelik haçlı seferleri biter ne de tek farkları isimlerindeki uzman doktor sıfatları olan aynı zihniyetteki “onarıcı” psikiyatrların “bilimsel” saldırıları. Amerikalı eşcinseller hadlerini bilmediler ve varolma hakları için mücadele ettiler. Bu saatten sonra Türkiyeli eşcinseller neden hadlerini bilsinler ki!

“Erkek Homoseksüeller İçin Onarım Terapisi” adlı kitabı yayınlayan Kaknüs Yayınları, bu kitapla “sizleri homofobinizle yüzleşmeye davet ediyoruz” diyor ve bu yüzleşmeyi de açıkça “homoseksüel eğilimleri tedavi ederek” yapacağını belirtiyor! Türkiye LGBT hareketinin kullandığı gibi Türkçe okunuşuyla “gey” şeklinde yazan Yayınevinin ifadesi dikkat çekse de kitabın adındaki “onarım” dilinde de, “tedavi edici” zihniyette de yeni ve dikkat çeken bir yaklaşım yok gibi. Hemen aklımıza söz konusu “onarıcı” zihniyetin takipçilerinden dinci gruplardan Exodus ile kitabın yazarı gibi Dr. Joseph Nicolosi öncesi dönüştürmecilerden Dr. Charles W. Socarides geliyor.

Nedenleri şudur budur ama sonuçta “eşcinsellik” demezler özellikle “homoseksüellik” şeklinde vurgularlar ve tedavi edilmesi gerektiğini söyledikleri bu “hastalıklı” eğilime dair sahip oldukları “temel gerçekler”den o kadar emindirler ki güya farklı tekniklerle hepsinin vardığı nokta “heteroseksüelliğe dönüşüm”dür.

Kaos GL Dergisinin daha fotokopi ile yayınlandığı 1995 Aralık sayısında, 1996 Ocak sayısında aynı hikâyelere ve karşı cevaplara yer vermiştik. Eşcinsel oğluna rağmen Socarides “duygusal bozukluk”, “sapık davranış” iddialarından vazgeçmezken Dr. Nanette Gartrell, “bizler, sağlık uzmanları olarak, hastalarımıza ve topluma lezbiyenlik hakkında kesin ve güncel bilgi sağlamak zorundayız. Dr. Socarides, lezbiyenliğin patolojik olduğunu kanıtlayacak hiçbir veri sunmuyor. Gerçekte, çalışmalar ısrarla tam tersini göstermektedir, lezbiyenler uyumları açısından heteroseksüel kadınlardan ayırt edilemezler. Psikiyatrların, lezbiyenliğin yaşanabilir ve sağlıklı bir alternatif yaşam biçimi olduğu üzerine yeni bir anlayış geliştirebilmeleri için zaman gelmiştir.” dediği 1981’den bu yana geçen zamana ne demeli!

Newsweek Türkiye, kırk yıllık cinsiyetçi, homofobik ve ırkçı zihniyetin temsilcilerinin yaklaşımını güya “eşcinselliğin bir rahatsızlık olup olmadığı tartışması” şeklinde sundu okurlarına. Newsweek bunu hep yapar! Orijinal Newsweek de misal hem “psikiyatrlar terapi yoluyla kişinin cinsel yönelimini değiştirmenin hiçbir bilimsel temeli olmadığını ilan ettiler” diye söyler hem de dinci Exodus’un “hayrını” okurlarına sunar. Batı’da ne dinci sağın eşcinsellere yönelik haçlı seferleri biter ne de tek farkları isimlerindeki uzman doktor sıfatları olan aynı zihniyetteki “onarıcı” psikiyatrların “bilimsel” saldırıları.

Margaret Cruikshank, 1996 Temmuzunun Kaos GL’sinde şöyle diyordu: “Lezbiyen ve geylerin ikilemi düşmanlarının çok güçlü olmasıdır: Doktorlar, rahipler, papazlar, askeri liderler, hâkimler, politikacılar, hükümet görevlileri ve yayımcılar. Amerikan yaşamının en önde gelen konularını kontrol eden insanlarca kendine karşı konulan her grup, varolma hakkın korumak için bir harekete gerek duyar.”

Amerikalı eşcinseller hadlerini bilmediler ve varolma hakları için mücadele ettiler. Bu saatten sonra Türkiyeli eşcinseller neden hadlerini bilsinler ki!

Kaknüs Yayınlarının bu yaklaşımını nasıl karşıladıklarını Psikiyatr Nesrin Yetkin, Psikolog Mahmut Şefik Nil, Psikolog Utku Beyazıt ile Dr. Kürşad Kahramanoğlu’na sorduk.

Psikiyatr Nesrin Yetkin:

“Politik ve dini güçler, eşcinselliği tekrar patoloji haline getirmeye çabalıyorlar”

“Bir bireyin cinsel yönelimini değiştirmeye yönelik klinik denemelerin geçerliliği, etkililiği ve etik boyutu çok tartışmalıdır. Eşcinselliğin tedavi edilebileceğini iddia ederek tekrar patoloji haline getirme çabaları, bilimsel çalışmalar veya psikiyatrik araştırmalar tarafından yönlendirilmiş olmayıp, eşcinsellerin medeni haklarını kazanmasına karşı çıkan politik ve dini güçler tarafından desteklenmektedir. “Düzeltici” (Reparative) terapilerin etkinliğine veya verdiği zarara dair bilimsel olarak güvenilir çalışma yoktur. Bu konudaki yayınlar, değiştiğini iddia eden, değiştirmeye dair yapılan çalışmaların kendisine zarar verdiğini iddia eden ve değiştiğini iddia edip daha sonra bu iddialarından vazgeçen bireylerin öykülerinden oluşmaktadır.

1998’de, Amerikan Psikiyatri Derneği (APA), eşcinselliğin bir akıl hastalığı olduğu varsayımına ve eşcinsel yönelimin değişmesi gerektiği görüşüne dayalı “düzeltici” veya “dönüştürücü” terapi gibi psikiyatrik tedavilere karşı çıktığına dair bir bildirge yayımladı. Burada 1973’teki eşcinselliğin tanı konulabilir bir akıl hastalığı olmadığına dair görüşünü yineledi. Eşcinselliği “düzeltmeye” yönelik girişimlerin, bilimsel geçerliliği kuşkulu gelişim kuramlarını temel aldığını ve 40 yılda, “düzeltici” terapi uygulayıcılarının bu iddialarını kanıtlayan hiçbir bilimsel araştırma sunamadığını ilan ederek, etik açıdan “önce zarar verme” temel tıbbi ilkesinin göz önünde bulundurulmasını ve bireylerin cinsel yönelimini değiştirmeye çalışmaktan kaçınılmasını tavsiye etti.

“Düzeltici terapi” uygulayıcıları, erkeklerde ‘normal’ cinsel yönelimin daima heteroseksüel olduğunu, çocuklukta baba-oğul ilişkisinin uzak ve sorunlu olması nedeniyle ‘erkek kimliğinin’ gelişemediğini, böylece erkeklerle cinsellik dışı sağlıklı ilişki kurulamadığını, erkeklerle tüm ilişkilerin cinselleştirildiğini ve homoseksüelliğin geliştiğini ileri sürerler. Bu terapi için uygun adayların, eşcinsel hislerinden hoşnutsuzluk duyan ve ‘gey yaşam’ tarzını onaylamayan genellikle genç ve deneyimsiz erkekler olduğunu söylerler. Tedavi olarak, terapist ile ilişkide babayla barışmadan, grup içinde erkeklerle cinsellik içermeyen iletişim kurularak, ‘erkek kimliğini güçlendirmek’ten söz ederler. Sonuç olarak da eşcinsel hislerin silinmediğini kabul eder, hedefleri karşı cinsle ilişki olsa da, cinsellikten uzak bir yaşam kurulmasını desteklerler.

Burada kadın eşcinseller tamamen göz ardı edilerek, yalnızca erkeklerin nasıl ‘patolojik olarak’ eşcinsel olduğu ve nasıl ‘düzeltileceği’nden söz edilmektedir. Oysa eşcinsel erkeklerin anatomik yapıları ve hormonları normal olduğu gibi, cinsel kimlikleri de anatomik cinsiyetleriyle uyumlu olarak erkektir. Başka bir deyişle eşcinsel erkek, erkek cinsel organlarına sahip olmaktan hoşnut olduğu gibi, kendini de erkek olarak hisseder. Erkek cinsiyet rollerini de aynen heteroseksüel erkek gibi farklı oranlarda benimser ama kendini yaşamın tüm alanlarında erkek ve eşcinsel hisseder. Heteroseksüel erkekten farklı olarak, cinsel eş olarak bir kadını değil bir erkeği ister. Burada farklı olan cinsel kimlik değil, cinsel yönelimdir.

Toplumda yaygın olan homofobi elbette eşcinsel erkekler için de geçerlidir. Daha yaygın olan heteroseksüel yönelim, tek biçim olarak sunulduğu ve dayatıldığı için, gelişmekte olan gençler eşcinsel ilgilerini fark ettiklerinde daha zorlu bir süreç geçirirler. Kendi cinsel kimliğini ve yönelimini fark etmekle kabul etmek arasında yıllar geçebilir. Bu süreçte bazı eşcinsel erkekler toplumun dışladığı eşcinsellikten kurtulmayı ve tek model olarak dayatılan karşı cinsle ilişki kurabilmeyi isteyebilir. Burada uygun yaklaşım, doğru bilgiler vererek eşcinselliği normalize etmek, kişinin kendi cinselliğini kabulüne ve doyumlu bir yaşam geliştirmesine yardımcı olmaktır. “Düzeltici tedavi”nin hedef kitlesinin çoğunlukla bu bocalama dönemindeki her yaşta gençler olduğu anlaşılıyor.

Her bireyin gelişimi kendi hızında ilerler, cinsel yönelimi ne olursa olsun insanlar, cinsel ilişkiye farklı yaşlarda başlar ve genel yaşamları içinde cinselliğe farklı oranda yer verirler. “Düzeltici tedavi uygulayıcıları, çok sayıda tanımadığı kişiyle rastgele kısa süreli cinsel ilişki kurmak ve uzun süreli ilişki kuramamak şeklindeki homofobik mitlere dayalı bir ‘gey yaşam tarzı’ tanımlayarak, bu tarzı benimsemeyen “gey olmayan homoseksüel”lerin kendi tedavilerinden yararlandığını ileri sürüyorlar. Cinsel yönelimi heteroseksüel, biseksüel ya da eşcinsel olan insanların farklı cinsel yaşam biçimleri olabilir. Ömür boyu tek bir cinsel eşleri olabileceği gibi, aynı anda ya da peşi sıra yüzlerce cinsel eş ile de ilişkileri olabilir. Cinsel yaşam biçimi kişilerin cinsel yönelimlerine değil, yaşamları hakkında kendi değer yargılarına ve koşullarına göre verdikleri kararlara bağlıdır. Her bireyin cinsel yaşam biçimini özgürce seçme hakkı vardır. Ayrıca çok sayıda tek gecelik ilişki kuran ve/veya kurmak isteyen birçok heteroseksüel erkek olduğu gibi, çok uzun yıllar birlikte yaşayan birçok gey çift de vardır. 

Anatomik cinsiyetimizi, cinsel kimliğimizi ve cinsel yönelimimizi istemli olarak seçemeyiz ve değiştiremeyiz. Ama istersek cinsel davranışlarımızı değiştirebilir ve yok edebiliriz. Cinsel yönelim geçmişteki ve/veya bugünkü cinsel uygulamalara bağlı bir durum değildir. Yaşam boyu bedensel olarak hiç kimseyle cinsel ilişkisi olmayan bir kişinin de, cinsel isteğine, fantezi ya da gerçek yaşamda cinsel isteğini uyandıran cinse göre cinsel yönelimi bellidir. Gelecek cinsel yaşamımızda hiçbir cinsel uygulamaya girişmesek de, bu cinsel yönelimimizin değiştiği anlamına gelmez. Yalnızca, cinsel isteklerimizi bastırmaya ve cinsel yaşam biçimimizi değiştirmeye kendimizi zorlamakta olduğumuzu gösterir.

Ruh sağlığı çalışanlarının uygun ve etik yaklaşımı, kişilere toplumsal değer yargılarına göre nasıl yaşamaları gerektiğini dayatmak değil, bilimsel kabuller doğrultusunda kendini tanıyıp anlamasını sağlamak, yaşamını daha doyumlu hale getirmesinde yardımcı olmaktır. Eşcinsel bir erkeğin kendi isteği ile de olsa, cinsel istek ve davranışlarını bastırmaya zorlanması birçok psikolojik soruna yol açabilir. Karşı cinsle ilişki kurması ise, sadece kendisinin değil, bu ilişkinin öteki kişisi olan heteroseksüel kadının da yaşamında birçok sorun yaratmaya adaydır.

Öte yandan homofobi toplumun her kesiminde, her meslek grubunda olduğu gibi, ne yazık ki ruh sağlığı çalışanları arasında da çok yaygındır. Eşcinsellik için dönüşüm/değişim/ onarım/ düzeltme kavramlarının bilimsel ortamlarda değil, medyada bile gündeme gelmesi, eşcinselliklerini fark edip henüz kabul etmemiş bireyler gibi, cinsellik konusuyla çok ilgili olmayan ruh sağlığı çalışanlarının da kafasını karıştırabilir. Profesyonellerin homofobi karşıtı eğitimlerinin yaygınlaştırılması giderek daha da önem kazanmakta diye düşünüyorum.”

Psikolog Mahmut Şefik Nil:  

“Önce suçlama, sonra manipülasyon”

“İlginç bir kitap var elimizde; “Erkek Homoseksüeller için Onarım Terapisi - yeni bir klinik yaklaşım” başlığı ile yayınlanmış. Ancak kitabın kapağında iddia edilen “yeni” klinik yaklaşımın tam aksi, oldukça eski, denenmiş ve insanlara zarar vermenin dışında hiçbir yeni açılım kazandırmamış olduğu gerçeğini alan araştırmacıları oldukça iyi bilirler.

Eşcinselleri heteroseksüelleştirmek için bazıları işkence metotlarına benzeyen bilişsel-davranışçı terapiler, uzun soluklu psikoanalizler, hormon destek tedavileri ile psikoloji uzun zaman uğraştığı gey insanları sonunda metodoloji ve yaklaşımındaki eksiklikleri fark etmesi nedeniyle 1970’lerden itibaren “rahat bırakmaya” karar vermiş ve sorun olanın geyler değil, geylerin içinde yaşadığı sosyo-kültürel değerler olduğu sonucuna ulaşabilmiştir.

Bu kitabın yayınlanması için iki sene önce Amerikalı bir meslektaşından aldığı mektupla karar veren Ben Ötesi Derneği Başkanı psikiyatr Dr. N. Mustafa Merter hazırladığı önsözde, Amerika’da yapılanmış olan ciddi bir derneğin (NARTH) var olduğunu öğrendiğini, bu ‘onarıcı’ terapi metodu marifetiyle eşcinsel duygu ve dürtülerinden rahatsız olan insanlara yeni bir kapı açtıklarını ve “bazı moda akımlar” nedeniyle eşcinselliğin tedavisi üzerine fazla eğilmeyen psikiyatr ve psikologlara da yeni bir bakış açısı sunduklarına ‘inandığını’ söylüyor.

Tam da bu noktada ruh sağlığı hizmetlerinin bir inanç ve motivasyon işi olmadığını, bilimsel yaklaşımlar olduğunu ve doğal olarak uygulanan her yanlış tedavi gibi öldürücü de olabileceğini anımsatmak yerinde olur diye düşünüyorum. Ayrıca yaşanmış ve kayıtlamış tarihi süreç hakkında hiçbir inceleme ve bilgi sahibi olunmadan söylendiğini umduğum (ki bu da ayrı bir rezalet anlamına geliyor) “moda yaklaşımlar” ifadesi de bence neden bu bakış açısının bir terapotik olmadığını oldukça net izah ediyor: ‘Eşcinsellik aslında kapitalizmin sonucudur, şeraitin olduğu yerde eşcinsellik olmaz çünkü kullar Allah ile bütünleşmişlerdir. Komünizmde eşcinsel kişi yoktur.’ gibi slogansı zırvalamalardan biri olarak hiç de yeni bir yaklaşım gibi durmuyor ve üstelik bilimselliği ima eden ‘klinik’selliğe ait hiçbir değer de taşımıyor.

Ben Ötesi Psikolojisi aslında insanın ‘aşkın’ olanla yani evrensel ya da ilahi olanla ilişkisi üzerinde odaklanıyor. Bu bakış açısının, insanın ait olduğu yapıyı kavrayabilmesi, kendini evrenin (ya da ilahi olanın) saygın bir parçası olarak algılayabilmesinden hareket ediyor olmasında bir sorun yok elbette. Ancak Türkiye’de bu yaklaşım kavramlarının müsaitliği nedeni ile tasavvufi bir psikoterapi olarak insanlara sunuluyor. Oysa bir Kızılderili kabilesinin ya da bir şamanın da aşkın olanın parçası olma yolundaki yaşantılarını temel alan bu yaklaşım sadece “İslami bir terapi” olarak sınırlanmış oluyor. Ki belirtmek lazım örneğin Amerika’da ise ulaşılan aşkın değer İsa ve onunla yakınlık oluyor. 

Maneviyatla yakınlığın insan doğasına iyi geldiğini, depresyon, anksiyete gibi ruhsal rahatsızlıklardan ve travmatik olaylardan daha kolay çıkabildiklerini gösteren araştırmalar var. Ancak insanı bu süreçte iyileştirenin herhangi bir dini söylem değil ‘inancın kendisi ve bileşenleri’ olduğu da gayet net gözlenebiliyor. Bir bütünün parçası olabilmek, kendini bazen kadere (yaşamın engellenmez olayları karşısında daha az suçluluk ve sorumluluk hissedebilmeye) bırakmak, ölümden sonra bir yeni bir yaşamda yeniden kavuşmaya inanmak, affedilmeye ve dolayısı ile affedilebilir olduğuna inanmak ve hissetmek gibi birçok faktör bu iyileşme süreçlerinde etkili oluyor. Ancak temelde iyileştirici olanın yeniden kabul görmek ve umut aşılanması olduğu da klinisyenler tarafından bilinen ve gözlemlenen bir gerçek.

Bu açıdan yaklaşınca, bir kişiyi cinsel yöneliminden dolayı önce suçlamak ve dışlamak, ardından da bunun kendisinin suçu olmadığı, babası ile yaşadığı süreçteki ilişkileri olduğunu söyleyip o suçu babaya yıkmak (yani onu yeniden kabul etmek), homoerotik duyguların temelde kendi cinsi ile sosyalleşmek gibi olağan ve sağlıklı bir ihtiyaç olduğunu söylemek (yani umut aşılayıcı olmak) yöntem olarak basamak basamak ne olduğu takip edilebilen stratejiler oluyor.

Ancak manipülasyon her zaman insan ruhunda iyileştirici değil yaralayıcı etkilere neden oluyor. Çünkü onu kendi olmadığı bir kılıfın içine sokuyor ve terapistinin ya da aşkın değer kimse/neyse onun memnuniyetini kazanmayı esas alıyor. İşte tam da bu sürecin yarattığı zorlanma ya da Yalom’un ifadesi ile “zoraki kahramanlık” sonucunda intihara kadar götürebilen bir süreç oluyor. 

Kitapta ve önerilen “tedavi” yönteminde manipülasyon satır satır izlenebiliyor. Örneğin “Bir erkeğin yapacağı ilk iş kadın olmamaktır" şeklinde bir düstur açık bir şekilde danışanlarımıza ne olurlarsa kabul göreceklerini emrediyor. Oysa terapinin amacı danışanın, “ne olursa” değil “kim olursa olsun” kendini kabul edebilme sürecini yaşantılamasıdır. Ve Erik Erikson’un işaret ettiği gibi kendi ile bütünleşmiş bir yaşlılık ve huzurlu bir ölüm süreci ile yaşama barışık olarak veda edebilmesidir.

Kitapta lezbiyenlikten nasıl şifa bulunacağı konusu yok. Zaten ve gerçekten kadınlara dair tek şey şu, kadın olmak için yapılacak bir şey yoktur. Herkes kadın doğar ama erkek olmak için yapılacak şeyler vardır ve erkekliği hak etmek gerekir. Heteroseksüel erkeği temel olarak alan bakışın heteroseksüel de olsa kadına bu yaklaşımı elbette çok tanıdık. Kendi içindeki bu ikilemi bile neden heteroseksizmin bir ayrımcılık ve dolayısı ile faşizan bir algı olduğunun ve dolayısı ile neden iyileştirici olamayacağının da bir kanıtıdır.

Elbette bu paradoks heteroseksüelleştirilmeye çalışılan birey söz konusu olduğunda da oldukça net bir şekilde görünür oluyor: Latent (gizli) homoseksüel babaların covert (açık) homoseksüel oğulları olur. Eğer baba tam erkekse oğlu gey olmaz. (s. 67*) İlginç olan şu; övülerek tarif edilen ve ulaşılmaya çalışılan ‘erkeklik kalıbı’ yine kitabın kendi tarifi ile homoseksüelliğe neden olan ‘babalık kalıbı’. Biraz kafa karıştırıcı göründüğünü itiraf etmenin hiçbir sakıncası yok. Ama zaten paradoks kafa karıştırıcıdır. Yine de sadeleştirilmiş bir cümle ile şu sonuç ortaya çıkıyor; geyler heteroseksüel olurken öğrendikleri erkeklikle kendi oğullarının eşcinsel olmasına neden olacaklardır.

Yıllardır eşcinselliği ortaya çıkaran faktörleri araştıran bilim, her detaya takılmıştır ama bir türlü genellenebilir sonuçlara ulaşamamıştır. (Yani sanılmasın ki bilim hümanizması nedeniyle geyleri rahat bırakmıştır ya da lütufta bulunmuştur.) Aynı şeyi kitabın yazarı Nicolosi de yaşamış olacak ki üst paragraftaki iddiası ile ters düşen gözlemlerini de ifade etmek zorunda kalmıştır. (s. 47**)

*“Oğlunun kimlik oluşumuna yardımcı olabilmek için, öncelikle babanın kendisinin erkek (maskulen) kimliğinde yeterince güvenli hissetmesi gerekir.”

**“Görünürde efemine olan babanın, oğlunun cinsiyet kimliği üzerinde hiçbir olumsuz etkisi yoktur; hatta birçok efemine homoseksüel erkek, heteroseksüel oğullar yetiştirmişlerdir.”

Psikolog Utku Beyazıt (Lefkoşa):

“Socarides gibi yobaz söylemlerin yerine referans alınacak Isay gibi, Hooker gibi temel kaynakların bırakın Türkçesini, üniversite kütüphanelerinde bir kaç fotokopisini bile bulmak mümkün değil.”

“Nicolosi, ülkemizde -ne yazık ki- tıp ders kitaplarında okutulan Socarides ve Spitzer gibi adamların ve içinde yer aldıkları ya da kurucusu oldukları örgütlenmelerin, şu anki Bush hükümetinin sağlık bakanlığından ve Evangelizm gibi köktendinci Hıristiyan yaklaşımlardan maddi destek alıp, her seçim dönemi gazete ilanları ve "eşcinsellerin tedavisi" gibi batı dünyası için artık grotesk kaçan gerici söylem ve kampanyalarla, politik bir malzeme olarak kullanılması, umut sömürüsü boyutlarını çoktan aşmış durumda.

Radikal dini öğretileri, danışmanlık teknikleriyle harmanlayarak uyguladıkları yöntemin hiç bir bilimsel yanı olamayacağı gibi, propaganda olarak kullandıkları örneklerin eşcinsel değil, çoğunlukla biseksüel ve dini motivasyonu yüksek olan bireyler arasından seçilişi bir metodoloji harikası... Çarpıtma, yanıltma had safhada. PETA gibi militan "hayvansever" örgütlerin homoseksüel koyunların tedaviyle heteroseksüel olabildikleri ama hayvanların uygulanan yöntemden zarar gördüğü "yaygarası", sorunun herkesin kendi propagandasını yaptığı popüler bir mecra haline geldiğinin göstergesi.

2001'e kadar APA başkanlığı da yapmış olan Kernberg'in Nicolosi hakkında söylediklerine netten ulaşılabilir. Youtube’daki videoyu daha önce görmüştüm ama doğrusunu söylemek gerekirse kaynağı ne olursa olsun artık deliller, karşı deliller, tezler, anti-tezler güven uyandırmıyor. Eşcinseller üzerindeki baskının arttığı bir dönemde aklıma ilk gelen kitabın kimler tarafından yayınlandığı.

Daha bilimsel, daha güvenilir olduğunu iddia etmeyeceğim ancak eşcinsellikle ilgili literatürünün Türkçeye kazandırılması konusunda çok büyük ihtiyaç var. Yalnızca LGBT danışanlara yönelik değil, örneğin psikoloji eğitiminde, Socarides gibi 83 yaşında ve tedavülden kalkması hiçbirimizi üzmeyecek yobaz söylemlerin yerine referans alınacak Isay gibi, Hooker gibi temel kaynakların bırakın Türkçesini, üniversite kütüphanelerinde bir kaç fotokopisini bile bulmak mümkün değil.

Bir hatırlatma: Nicolosi aynı zamanda ilahiyatçı, psikoloji alanında Ph.D.’si var, "Jesus Christ of Latter-day Saints" adlı tarikatın liderlerinden. Bir "papaz psikolog".

Mesleki unvanlar konusundaki hassasiyetini bildiğim bu meslek camiası özelinde meslektaşlarımın söz konusu kitabi okurken, bu noktaları anımsayacağını umut ederim.”

Dr. Kürşad Kahramanoğlu:

 “ABD'deki köktendinci sağın eşcinselleri iyileştirme(!) tutkusunun devamı”

“Joseph Nicolosi yaşayan en tehlikeli gey düşmanlarının başını çekmekte çünkü doktoru olduğu Psikoloji bilimini ve ABD'deki köktendinci sağın eşcinselleri iyileştirme(!) tutkusunu kötüye kullanarak, yazı ve kitaplarında tarafsız, mantıklı bir bilim dili kullanır gibi yaparak yıllardır "geyliğin tedavi edilebileceğini" söylüyor!

Bu kitapta onlardan bir tanesi. Benim canımı sıkan konu Türkçede bu kadar az LGBT referansı varken, İngilizceden çevrile çevrile bu gey düşmanı adamın, bence oldukça tehlikeli, bu kitabının Türkçeye çevrilmiş olması.

Ben Bilgi Üniversitesi’nde okuttuğum ders için öğrencilere referans vereceğim diye göbeğim çatlıyor ve İngilizcede bu işe yarayacak binlerce referans kitabı çevrilebilirken bula bula çevirmek için Joseph Nicolosi'yi mi buldular? Yazıklar olsun o tercüme için para veren, basan kitap evine. Hani yüz tane doğru dürüst kaynağı tercüme yaparsında bir de bundan bulunsun diye J. Nicolosi'yi çevirirsin.

Bu kitap olsa olsa, Türkiye'de ki geyleri tedavi edelim diyen ve bu yolla para kazanmak isteyen psikolog ve psikiyatrlar ve en kısa zamanda ortaya çıkacağını tahmin ettiğim "dua etsinler, doğru yolu bulurlar" diyecek dincilerin işine yarar.”


Etiketler: insan hakları, sağlık
İstihdam