08/03/2016 | Yazar: Deniz A

Ankara, Roboskî ve Adana’dan kadınlarla 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü konuştuk. Buse Kılıçkaya, Meral Geylani, Şükran Kaplan Yeşil ve Emek Erez, mücadele ve dayanışma mesajlarını KaosGL.org ile paylaştı.

‘Kadınların ülkesi tüm dünya!’ Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Ankara, Roboskî ve Adana’dan kadınlarla 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü konuştuk. Buse Kılıçkaya, Meral Geylani, Şükran Kaplan Yeşil ve Emek Erez, mücadele ve dayanışma mesajlarını KaosGL.org ile paylaştı.

Erkek şiddetine, savaşa, militarizme karşı kadınlar yaşamı, barışı, özgürlüğü savunuyor. Kadın bedeni üzerinden iktidar şovu yapanlar, nefesi faşizm kokan, öfkesi cinsiyetçiliğin doruklarında gezen iyi halli tecavüzcüler ülkesi Türkiye. Bütün bunlara karşı mücadele eden kadınlarla 8 Mart’ın önemini, yaşadığımız savaş iklimini, bu savaşlarda kadınların mücadelesini konuştuk.

“Yasak ne ayol?”

Buse Kılıçkaya, Pembe Hayat LGBTİ, Ankara: Yasaklanan bedenlerimizden, yasaklanan mekanlarımızdan, ehlileştirilmeye çalışılan ruhlarımızdan engellenmeye çalışılan bu 8 Mart yürüyüşüne ve tüm kadın yoldaşlarımıza trans hareket adına selam olsun. Biz bir adım attık, adımlarımızı peşimize taktık. Şimdi beraber yürüyoruz. Sürgün, şiddet, baskı, savaş ve ölümlerin yoğunlaştığı bir zulüm döneminden geçerken gündelik yaşamlarımızda da birbirimize ve kendimize ördüğümüz duvarları yıkmak, özgürleşmek için beraberce yürüyoruz ve haykırıyoruz. Dönmeler döne döne özgürleşiyor. Yasak ne ayol demenin vaktidir. Barış için nerdesin aşkım?

“Katliamlara karşı kadın özgürlüğü ve mücadelesi”

Meral Geylani, Roboski: Kapitalist sistemin 19. yüzyılda "endüstri devrimi" olarak adlandırdığı süreçte (en çok kadınların yaşadığı emek sömürüsü) Amerika'da zor şartlarda çalışan 40.000 tekstil işçisinin grevi sırasında 8 Mart 1857 'de bir fabrikada kilitli kalan 129 kadın, polis saldırısından sonra çıkan yangın sonucu yaşamlarını yitirdi. 8 Mart Emekçi Kadınlar günü onların anısı adına da her yıl tüm dünyada kadınlarca kutlanıyor Bulunduğum topraklarda Kürt illerine yapılan saldırılar kadına karşı yapılan saldırılardır. Çözüm süreci sırasında çalışmaları yoğunlaşan kadın kurumları 7 Haziran seçimlerinden sonra devletin saldırılarının artması ile birlikte Eylül ayında Cizre Belediyesi Eş Başkanı Leyla İmret görevinden devlet tarafından alındı. Son süreçte Cizre, Silopi ve Sur'da kadınlar katledildi, bedenleri günlerce sokaklarda kaldı ve kadınların bedenleri çıplak olarak teşhir edildi. 2016 yılında bu bölgede kadınlara karşı yapılan saldırıların ilkellik seviyesi en yüksek düzeye ulaştı. Kadına karşı yapılan saldırılar, eşitsizlikler, çağımızda farklı biçimlerde olsa da özünde kadına yüzlerce yıllardır yapılan ve yapılmak istenenlerle aynıdır. Geçtiğimiz yıl Ocak ayında Kobane'nin IŞİD'ten temizlenmesinden sonra Diyarbakır’da 1 Şubat 2015’te kurulan KJA (Komaleya Jînen Azad) Özgür Kadınlar Kongresi, Kürt ve dünya kadınları için bir umuttur. KJA birçok alanda kadının özgür ve eşit şekilde var olabilmesi için kuruldu ve Batı'dan da kadın kurumlarının desteği ile çalışmalarına devam etmektedir. Ağustos 2015'te IŞİD'in Şengal'e saldırmasından sonra binlerce kişi katliama uğradı. Binlerce kadın ve kız çocukları IŞİD tarafından esir, alındı ve pazarlarda satıldı. PYD'nin askeri gücü YPG ve kadın askeri gücü YPJ sayesinde Şengal IŞİD'den temizlendi. Kadınların öncülüğünde yapılan Rojava devrimi Ortadoğudan Dünyaya doğru açılan umut kapısı oldu. Kadınların Ortadoğu'daki eski bilinen imajını yerle bir etti. Bir zamanlar tanrıçaların var olduğu bu topraklarda son 13 yıl içinde beş binden fazla kadın katledildi. Kadına karşı yapılan şiddet hızla artmakta ve devlet tecavüz sonucu hamile kadının çocuğunun bile alınmasına bile izin vermeyerek tecavüzcüyü de iyi halden serbest bırakmaktadır. Kadını desteklemeyen, korumayan kanunlara ve yaptırımlara karşı mücadele vermemiz gerekiyor. Bulunduğum topraklarda kadın mücadelesi katliamlar ile durdurulmaya çalışılsa da bugüne kadar yaşamları ile bize yaşam katan, kadın özgürlüğü ve eşitliği için mücadele vermiş olan tüm kadınları sevgi ile selamlıyorum.

“8 Mart homofobi ve transfobiye karşı duruştur” 

Şükran Kaplan Yeşil, Adana: 8 Mart yüzlerce yıldır dışlanan, yok sayılan, bedeni, emeği ve kimliği ötekileştirilen, görmezden gelinen kadınların yüzlerce yıllık mücadele mirasıdır. 8 Mart; kadını eve, aileye, anneliğe, bir kocaya ya da babaya mahkum etmek isteyen, kimliğini yok sayan ataerkilliğe karşı duruştur. 8 Mart; kadının giyimi, yaşam tarzı, cinselliği ve bedeni üzerinde tahakküm kurmak isteyen erkek egemen sisteme, tacize, tecavüze ve kadın katliamlarına karşı duruştur. 8 Mart; kadının ev içi emeğini görmezden gelen, kamusal alanda ise güvencesiz, kayıt dışı, yarı zamanlı çalıştırmayı kadına dayatan patriyarkal kapitalizme karşı duruştur. 8 Mart; cinsel yönelim, cinsiyet kimliği gibi kavramları reddeden, lezbiyen, biseksüel, gey, trans ve interseksleri yok sayan, topluma heteroseksüel aile yaşamını dayatan; homofobik, transfobik zihniyete, nefret söylemlerine ve nefret cinayetlerine karşı duruştur. 8 Mart; doğanın talanına, savaşa ve militarizme karşı; kadınların eşitlik, adalet, özgürlük ve barış için tüm dünyadan isyan ve direniş çığlığıdır. Yıllardır Kürt coğrafyasında ve Ortadoğu’da süren savaşlar var. Bu savaşlarda kadınlara yönelik tecavüz ve işkenceler kadın bedenini savaş alanı olarak gören zihniyetin ürünüdür. Yine savaşlarda kadın ve kız çocuklarını seks kölesi olarak rehin alan, böylece iktidarlarını kadın bedenini teslim alarak kurmaya çalışan IŞİD ve emperyalist barbarlığa karşı; bedenlerini ve yaşamlarını korumak için kadınlar öz savunmalarını gerçekleştiriyor. Yüzyılların isyan geleneği bölgede kadınların direnişi ile büyüyor. Rojova’ da toplumsal yaşam, kadınların anayasası ile düzenleniyor. Taciz, tecavüz ve cansız bedenlerin sokak ortasında teşhiri gibi yöntemlerle teslim alınmak istenen Kürt kadın hareketi; kimliğine ve yaşamına sahip çıkarak; iş yaşamında, evde, okulda, yerel yönetimlerde, mecliste kısaca her yaşamın her alanında mücadeleyi büyütüyor.

“Yeter artık, yeter çıkalım zıvanadan”

Emek Erez, Ankara: 8 Mart’ı bu gün çok daha geniş anlamlarla düşünmemiz gerekiyormuş gibi geliyor bana. Kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz haberlerinin hiç eksik olmadığı bir coğrafyada yaşarken, kadın bedenine yönelik devlet politikaları ayyuka çıkmışken ve hatta 8 Mart yasaklanmaya çalışılırken elbette tam anlamıyla sokaklara yayılan bir direniş günü anlamı birinci derecede yaşadığımız koşullara daha uygun. Çünkü devlet iktidarı kadına yönelik uygulamalarını; kadını eve hapsetmek, aile kurumunun getirdiği yükümlülükler dışında kadına yaşam alanı tanımamak, annelik kimliğini kutsayarak onu sadece kendi istediği biçimde var etmek ve oluşunu inkâr etmesini sağlamak üzerine kurmuş durumda. Oysa devlet iktidarlarının politikalarının kadına yüklediği o “kutsallık” misyonunun hiç de öyle anlaşıldığı gibi olmadığını o kutsallığın genel ahlâk değerleri ile yoğrularak devletin militarist politikalarıyla vatan ve namus üzerinden yeniden üretildiğini biliyoruz. Çünkü devlet için vatan ve kadın namustur ikisinin de kutsallığı hem erkeğin hem de devletin sahip olduğu “nesne” bir kadın benliğini ifade eder ve bu nedenle 8 Mart kadınların tüm bunlara karşı direnebilmesi için önemli günlerden bir tanesi. Bu gün bize ayrıca “kadınlık” adıyla kurulu kimliğin sınırlı tanımlarından kurtulmak ve tartışmak açısından da bir fırsat sunuyor. Kadın ve erkek olarak kurgulanmış cinsiyet kurumunun sınırlarını kırmak cinsel kimliğin tekliğinden sıyrılmak ve bunu anlatmak için alanlarda olmak sanırım bu günü daha anlamlı hale getiriyor ve getirecek. Bugün yaşadığımız ortamda lezbiyen, biseksüel, natrans, queer, interseks, trans hep birlikte alanlara inerek, iktidarın bedenimizin her noktasına temas eden politikalarına dur demek zorundayız. Bu nedenle 8 Mart bana göre: Her anlamda biz varız, sokaktayız, sevgili Birhan Keskin’e atıfla söylememiz gerekirse: “Yeter artık, yeter çıkalım zıvanadan” deme günü.

Kadınlar dünyanın her yerinde olduğu gibi Orta Doğu ve coğrafyamızda da direnişlerin ve inşa süreçlerinin en önünde yer alıyor. Çünkü “kadınlık” olarak tanımlanan kimlik kendisini aşındırmaya, çizilen sınırlarının dışına çıkmaya “oluşu” gereği çok müsait. Daha önce başka yerlerde de bahsetmiştim tekrar etmek isterim: Virginia Woolf’un şu cümlelerinin bu duruma çok iyi örnek olduğunu düşünüyorum: “Bir kadın olarak ülkesizim. Bir kadın olarak bir ülke istemiyorum. Bir kadın olarak ülkem tüm dünya.” Dünya erkek söylemi tarafından esir alınmış, ilk sözü söyleyen, dünyanın olumlu olumsuz gidişatında söz sahibi olanlar hep erkekler olmuş. Bu kadına oluşu gereği bir “ötekilik” kazandırmış gibi geliyor bana bu nedenle kadınlar ülkesizliğe, bir kimliğin içine sıkışıp kalmamaya daha açıklar. Bu durum da “göçebe” bir kimlik durumu sergilemelerine sebep oluyor. Bunun sonucu olarak da dünyada yaşanan tüm olumsuzluklarda ki sanırım gündemimiz itibariyle yaşadığımız savaşa ve acılarına çektiğimiz bunca sıkıntıya kadınlar en başta karşı çıkıyorlar. Çünkü kadınlar dünya devletlerinin politikalarının getirdiği olumsuzluklarla kendileri üzerine uygulanan politikalar itibariyle yüzleştiler ve bu politikaların kendilerine nelere mâl olduğunu görmeleri bu gün her direnişin önünde yer almalarında önemli bir etken. Bu nedenlerle bu gün coğrafyamızda yaşanan savaşa karşı barış çığlığına en yüksek ses verenler kadınlar ve Orta Doğu’da yaşanan savaşta en önde mücadele edenler yine onlar. Çünkü Woolf’un deyimiyle “kadınların ülkesi tüm dünya.” Bir vatanın ya da kimliğin sınırında değil. Kadınların bu gün dünyadaki tüm ezilenlerle, ötekileştirilmiş kimliklerle yan yana olması bu nedenle şaşırtıcı değil.


Etiketler: kadın
İstihdam