03/09/2012 | Yazar: Esra Güleç

Toplumsal Haklar ve Araştırmalar Derneği Genel Başkanı Akbulut: "Engelliler konusunda yardım odaklı çalışmalar ve projeler değil, hak temelli çalışma ve projeler yürütülmelidir."

‘Mavi kapak toplanmasına ihtiyacımız yok’ Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Birkaç gün önce Facebook’ta gezinirken bir sayfaya denk geldim. Sayfanın ismi “mavi kapak toplanmasına ihtiyacımız yok”. Mavi kapakların tekerlekli sandalye için toplandığını biliyordum ve sayfanın paylaşımlarından bu tür kampanyaların tamamen duygu sömürüsü amaçlı yapıldığı anladım. İstedim ki engellilerin yaşadığı sorunlar engelliler adına konuşan yorum yapan ama doğru şeyler söylemeyen kişilerce değil de bizzat bu sorunları yaşayan bireylerin ağzından duyulsun bilinsin. Ve sayfa yönetiminden Süleyman Akbulut ile iletişime geçerek bu konuyla ilgili bir röportaj teklifinde bulundum. Kendisi de bizi kırmadı.
 
Röportaja geçmeden önce sizlere Süleyman Akbulut hakkında biraz bilgi vermek daha iyi olacaktır.
 
1970 yılında doğan Süleyman Akbulut, ilk, orta ve lise öğrenimini İstanbul’da tamamladı. 1988’de Hava Harp Okulu sınavlarını kazandı, deneme uçuşlarını tamamladıktan sonra birinci sınıfın başında ayrıldı. Ekonometri ve kamu yönetimi alanlarında eğitim gördü. Gazi Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi’nde yükseköğrenim görürken, 5 Ekim 1991’de geçirdiği bir trafik kazası sonucu belden aşağısı felçli kaldı. Felcin ardından bir yıl rehabilitasyon amaçlı tedavi gördü.
 
1998 yılından sonra, engelliler konusunda faaliyet gösteren kuruluşların yönetimlerinde görev aldı. BU kuruluşlarda engelli bireylerin yasal-sosyal konulardaki haklarının kazanılması konusunda çalışmalar yaparak kamu kurum-kuruluşlarına idari girişimler ve davalar açılmasını üstlendi. 
 
Yirmili yaşlarda yazdığı yazılarını  Masalsı Yüzleşmeler isimli bir kitapta topladı. 2008 yılında Sandalye-Ben Büyüyünce… Mavi Olacaktım isimli anı-roman türündeki kitabı Doğan Kitap tarafından yayımlandı. Ardından 2012 yılında “Her Savaş Bir Tanrı Öldürür” isimli savaş karşıtı bir romanı, Doğan Kitaptan yayınlandı.
 
Süleyman Akbulut, yazın çalışmalarının bir ayağını da dergiler ve yerel gazetelerde sürdürmüştür. 2002–2004 yılları arasında İstanbul genelinde yayınlanan Yaşam Gazetesi’nde köşe yazarlığı, ardından da 2004-2007 yıllarında TOFD’nin ulusal yayını olan Kimlik dergisinin Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı.  2008 yılında Finansbank’ın Kobifinas dergisinin ve Teknoloji Holding’in THema dergisinin editörlüklerini yaptı.
 
Halen, başta engelliler olmak üzere dezavantajlı gruplara yönelik ayrımcılığın önlenmesi ve haklarının kazanılması konusunda üniversitelere ve sosyal topluluklara yönelik seminerler veren Akbulut, Toplumsal Haklar ve Araştırmalar Derneği Genel Başkanlığını yürütmekte.
 
Öncelikle mavi kapak kampanyalarına neden karşı olduğunuzu anlatır mısınız?
Aslında soruya soruyla cevap vermek en doğru başlangıç olacaktır. Devlet ihtiyacı olan her engelliye tekerlekli sandalye veriyor. O halde devletin verdiği bir şey için, örneğin mavi kapak toplanmasında olduğu gibi tekerlekli sandalyeler için neden yardım toplanır? Neden halkımızın engelliler konusundaki hassasiyeti böyle bir konu için suiistimal edilir?
 
İşte bu durum, karşı çıkışımızın temelini oluşturuyor. Aslında konuyu sadece mavi kapak toplama faaliyetine de indirgememek gerekiyor. Biz aslında, engellilere yönelik olarak tıbbi malzeme, ameliyat vb tüm sağlık yardımları için yürütülen yardım toplama kampanyalarına karşıyız. Bir engellinin ihtiyaç duyacağı özellikle tıbbi içerikli mal ve hizmetler, tıbbi tedaviler, bir yardım konusu değil, anayasa tarafından güvence altına alınmış bir haktır. Bir hakkı, yardım konusuna dönüştürmek, engellinin eşit birey olma durumu ortadan kaldırıp, onu toplumun merhametine ihtiyacı olan, öteki insan durumuna indirgemektedir. Bu kampanyalar, toplumun belleğine, özellikle de bu kampanyalara destek veren çocukların zihnine, engelli bireyin, mağdur, acınacak, bir mavi kapağa bile muhtaç olan zavallı insan olduğu algısı yerleştiriliyor. Unutmayalım, sakat, acınacak insan motifi, 1970’li yıllarda popüler film kültürüyle siyah beyaz filmlerde toplum belleğine yerleştirilen bir motifti. Bu motifi hala toplum belleğinden silemedik. Şimdi bu mavi kapak benzeri kampanyalarla da oluşan bundan başka bir şey değil. Engelli bireyin, toplumun diğer bireylerle eşit haklara sahip bir birey olduğu, onun asıl ihtiyacının yasalarca onlara tanınmış hakların hayata geçirilmesi gerektiği düşüncesinin yaygınlaştırılmasına ihtiyacımız varken, biz yardımlarla onları lütuf gösterilmesi gereken insanlara dönüştürüyoruz.
 
Altını bir kere daha çizmekte fayda var: Bu yardım toplama faaliyetlerine konu olan mal ve hizmetler, devletin sosyal güvenlik hizmetleri kapsamında devlet tarafından karşılanması gereken ve zaten devlet tarafından karşılanan mal ve hizmetleri kapsıyor. Mavi kapak toplama kampanyasından örnek verirsek, 300 kg yani 30 bin civarında kapak toplayarak engelli insanlara piyasa değeri 150-160 TL bedelli, ilkel sayabileceğimiz tekerlekli sandalyeler dağıtılıyor.  Oysa aynı esnada devlet, hastaneden bir günde çıkarılan heyet raporları karşılığında hak sahibi engellilere 550 TL gibi bir sandalye bedeli ödüyor.
 
Evet, bu rakam yeterli değil, sistemde hala sorunlar var. Ama bize düşen, hak temelli mücadeleyi geliştirerek bu sorunları giderilmesi, engellileri bilinçlendirerek ihtiyaç duydukları şeyleri sosyal güvenlik sisteminden yararlanmaya yönlendirilmesi ve ngelli bireye insanca yaşam koşullarının teminidir.
 
Ama biz bunu yapmak yerine, onları acınacak insanlar olarak gösterip, çocuklara çöplerden kapak toplatıyoruz. Ardından “Mavi kapaklar umut oldu!” sloganları eşliliğinde basınının kameraları önünde sadaka verir gibi sandalye veriyoruz.
 
Ayrıca bu işin bir de rant boyutu var. Yardım, toplama faaliyeti 2860 Sayılı yardım Toplama Kanunu kapsamında yapılması gereken bir faaliyettir. Mavi kapak toplama kampanyalarında böyle bir izin alınmış değildir. Toplanan yardımlardan ne kadar gelir elde edildiği, gelirlerle ne kadar sandalye alındığı denetlenmemektedir. Yani ciddi bir rant kuşkumuz vardır. Bu rantın kaynağı dernekleri ve geri dönüşüm firmalarına kadar uzanan bir zinciri kapsamaktadır. 
 
İşte bu düşünceyle, mavi kapak toplamakta cisimleşen bir anlayışa karşı çıkıyoruz. Facebook’taki “Mavi kapak toplanmasına ihtiyacımız yok” isimli sayfa, bu işin sosyal medyada yürütülen küçük bir parçası. Ben ve benim gibi düşünen birçok STK, bu kampanyaların sona ermesi için birçok alanda farkındalık çalışması yürütüyor. Dernekler olarak bu kampanyalara karşı bir duruş sergiliyoruz.
 
Bu tür kampanyalara alternatif olarak ne tür çalışmalar yapılabilir?
Mavi kapak toplama özeline indirgersek, mavi kapak toplanması gibi kampanyalar özellikle çevre konularını odak almalıdır. Çevre bilincinin geliştirilmesi, kentsel plastik atıkların değerlendirilmesi ve elde edilecek gelirlerle çevre projelerinin yapılması, çok daha anlamlı ve doğru olacaktır.
 
Engelliler konusunda konuşmak gerekirse, oradaki cevap çok basittir. Engelliler konusunda yardım odaklı çalışmalar ve projeler değil, hak temelli çalışma ve projeler yürütülmelidir. Engellilerin erişim engellerinin kaldırılması, eğitimde fırsat eşitliğin sağlanması vb konularda haklarının hayat geçmesi konusunda toplumsal farkındalık artırıcı kampanyalar düzenlenmelidir. Yardım toplama kampanyalarını çok önemli bir sosyal boyutu var. Bunu kabul ediyoruz. Ama bizce bu kampanyalar devletin karşılamadığı, karşılamak zorunda olmadığı taleplere yönelik olmalıdır. Örneğin, engellilere sportif malzeme alınması, ya da devletin verdiği bursun dışında eğitim gören engellilere ekstra burs alanlarda yardım toplanması anlaşılabilir.
 
Günümüze kadar engelli hakları için verilen mücadeleler yerinde ve yeterli olmuş mudur?
Bu soruya “evet” cevabını vermek mümkün değil. Zira engelli hakları için yeterli mücadele verilmiş olsaydı, engelliler bugün olduğu gibi toplumdan dışlanmış, hayata katılamayan bireyler olarak yaşamlarını sürdürmek zorunda olmazlardı. Zaten bu yardım toplama anlayışı da bu olumsuzluğun en başta gelen sebeplerinden biridir. Ülkemizde 1997 yılından bu yana engellilere yönelik birçok yasal düzenleme yapıldı. Bu düzenlemeler aslında gelişmiş ülkelerdeki düzenlemelerle benzer nitelikte. Ama sorun bu yasaların hayata geçmemesi. Şüphesiz ki bu sonuçta birkaç sebep rol oynuyor. Ama en başta gelen sebep, engelliler konusunda faaliyet gösteren derneklerin, bu yasaların takipçisi olmamaları. Hak temelli çalışmalar yerine, mavi kapak kampanyalarında olduğu gibi, yardım temelli çalışmalar yaparak, engelli sorunlarını haklın acıma duygularıyla yapacakları yardımlara indirgemeleri. Diğer yanda yasalar uygulanmadan öylece kalıyor ve engelli bireyler, eşit yurttaşlar olarak eğitim, erişim, istihdam vb haklarından yararlanamıyor.
 
Toplumun engelli bireylere karşı var olan bakış açısını değiştirip dönüştürmek için neler yapılabilir?
Her şeyden önce engellilere yönelik algının değiştirilmesi gerekiyor. Engelli ayrımcılığını Önlem ve Mücadele Platformu’nun yapmış olduğu Engelli Konumlandırma, Algı ve Ayrımcılık Araştırması, özellikle engelsiz bireylerden, engelli bireylere yönelik bakış açsını yansıtması açısından çarpıcı veriler ortaya koymuştur. Bu verilere göre, Türkiye’de engelli olmayanların, neredeyse yarısında, engellilere yönelik ilk algısı «yetersiz insan», «yardıma muhtaç» ifadeleriyle (% 46,7) karşılık bulmaktadır. Bu rakama kadersiz ve acınacak insan olarak değerlendiren % 7,8 kişilik kitle de eklenince, tablonun ne derece düşündürücü olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Engelli kesimin yetersizliğine, başkalarına yük olacağı inancı o derece yaygın hale gelmiştir ki anket yapılanlar arasında sokakta görülen dilencilerden öncelikle hangisine sadaka verileceği sorusuna, en çok "engelli dilenciye" verileceği (% 27,1) yanıtı alınmıştır. Bunun bir uzantısı olarak, engellilere iş verilmekten hatta ev kiralamaktan kaçınılan bir toplumsal bakış açısı ortaya çıkmaktadır.
İşte bu olumsuz algının değiştirilmesi, yani ayrımcı bakış açısının kaldırılması gerekmektedir. Bu ise okullarda, STK’lerde, medya kanallarında, yani her türlü toplumsal platformda, engelliye yönelik tutum değişikliği yaratacak bir eylem planını gerekli kılmaktadır.
 
Peki, engellilere evde hapis yasası olarak söz edilen yasa meclisten geçti biliyorsunuz. Bu konu hakkındaki düşüncelerinizi bizimle paylaşabilir misiniz?
Bir engelli için erişim düzenlemeleri, ona yönelik bir lütuf değil, temel bir haktır. Zira erişim olanakları olmadığı için engelli dışarı çıkamamakta, okula gidemediği için eğitim olanağı bulamamakta, eğitim alamadığı için istihdam olanağından mahrum kalmakta, istihdam olanağı bulamadığı için de sonuç olarak sosyal yaşamın dışında kalarak yabancılaşma ve dışlanma yaşamaktadır.
 
İşte bu doğrultuda 07.07.2005 tarihinde de yürürlüğe giren 5378 sayılı Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un GEÇİCİ MADDE 2 ve 3. Maddesi, tüm kentsel ve kamusal mekanların, toplu taşıma araçlarının bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi yıl içinde özürlülerin erişebilirliğine uygun duruma getirilmesi zorunluluğu getirmekteydi.
 
Ancak ne yazık ki, devlet, kendi koyduğu yasaya uymadı. 7 yıllık süre sırasında sınırlı sayıdaki düzenlemeler dışında genel olarak geniş kapsamlı bir eylemlilik ortaya koyamadı. Süre boşa harcandı. Onun yerine sadece yasal açıdan doğacak sorumluluğun önlenmesi için 7 Temmuz 2012’ye yani yasal sürenin dolmasına günler kala, apar topar bir yasayla süre uzatıldı. Bu uzatma, biz engelliler açısından bir yılı kesin, 2 yılı da opsiyonlu olmak üzere 3 yıl daha sokağa çıkmayın, okula gitmeyin, iş bulmayın demektir. Bu, engelli vatandaşlara, “siz sokağa çıkmasanız, okula gitmeseniz de olur” demek, onlara ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapmaktır.
 
Engelsiz bir mimari oluşturulması için bu gün sivil toplum örgütlerinin herhangi bir çalışması var mıdır?
Şüphesiz ülkemizde engelliler konusunda faaliyet gösteren STK profili giderek değişiyor. Yardım temelli çalışma anlayışı, giderek hak temelli çalışma modeline yerini bırakıyor. Bu bağlamda birçok engelli STK’sı, engelsiz bir Türkiye yaratmak için gerek kendi başına, gerekse de dahil oldukları platformlar üzerinden çalışmalar yapıyor. Bu çalışmaların bir ayağını, kentsel mekanlardaki erişim sorunlarının tespit ve raporlamaları oluşturmakta. Diğer bir ayağını da yapılan tespitlerle ilgili kamu kurum ve kuruluşlara, bakanlıklara ve yerel yönetimlere idari başvurular oluşturmakta. Yolumuz uzun, yapılacak iş çok. Ama en azından bu yöndeki duyarlılık ve hak takipçiliği artmış durumda. Umudumuz eskiye oranla artık daha fazla.  
 
Ülkede LGBT bireyler, Kürtler, Aleviler, kadınlar, engelliler sürekli toplum tarafından ayrımcılığa maruz kalmakta ve zaman zaman toplum tarafından dışlanmaktadır. Siz toplumsal haklar ve araştırmalar derneği başkanı olarak Ayrımcılıkla mücadelenin en iyi yolunun ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Maalesef, ülkemizde ırk, din, mezhep, cinsiyet, engellilik gibi birçok konuda ayrımcı bakış açısı ve uygulamalara sık ve yaygın bir biçimde karşılaşmaktayız. Bu ayrımcı bakış açısı, ülkemize toplumsal gerilim, sosyal depresyon olarak geri dönmekte. İnsanların tercihlerine saygı göstermemek, farklılıkları bir zenginlik ve güzellik olarak görmemek, toplumu bir mühendislik projesi olarak kurgulayıp tek tipleştirmek, insanlığa yapılacak en büyük kötülüktür. TOHAD olarak, toplumda dezavantaj yaşayan herkesin yasal haklarından eşit ve etkin olarak yararlanmasının, toplumda farklılıkları bir yabancılaşma kaynağı değil, bir zenginlik olarak gören bir anlayışı hakim kılmanın gerekliliğine inanmaktayız. Bu sadece başkanı olduğum derneğin bakış açısı değil,  “öteki” olarak görülen insanların öykülerini yazmayı kendine görev edinmiş bir yazar olarak benim de temel düsturumdur.
 
Son olarak Kaos GL okurlarına iletmek istedikleriniz nelerdir?
Herkesin kendi benliğini ve kimliğini özgürce yaşayabildiği bir ülkede yaşamak dileğiyle, sevgi ve selamlarımı sunuyorum.
 

Etiketler: insan hakları
nefret