07/03/2011 | Yazar: Gülistan Aydoğdu

TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi ve Kaos GL’nin birlikte düzenlediği, mekân ve cinsiyet hallerinin tartışıldığı panel, 5 Mart’ta, İnşaat Mühendisleri Odası&rs

‘Şehirler hem özgürlük, hem de korku mekânlarıdır’ Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi ve Kaos GL’nin birlikte düzenlediği, mekân ve cinsiyet hallerinin tartışıldığı panel, 5 Mart’ta, İnşaat Mühendisleri Odası’nda yapıldı.
Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Fatih Söyler’in açılış konuşması ile başlayan"Kent ve Mekân Ekseninde Toplumsal Cinsiyet Tartışmaları" panelinin ilk oturumunu Serpil Sancar kolaylaştırdı.
 
“Toplumsal Cinsiyet ve Kent” başlıklı birinci oturumda Berrin Yanıkkaya’nın bildirisini asistanı Hilal Erkan sundu. “Şehirde Kaybol(AMA)mak ya da Kadın Olmak” başlıklı sunumda, Anayasa’nın aslında “AMA”yasadan başka bir şey olmadığına dikkat çeken Yanıkkaya, bu durumun kadının kent ile ilişkisinde de geçerli olduğunu belirtti: “Düşünce özgürlüğü vardır “ama” şu düşünceler suçtur. İfade özgürlüğü vardır “ama” şunları söylemek suçtur. İstediğiniz yerde miting yapabilirsiniz ”ama” şuraya girmek yasaktır. Buna göre kadınlar sokağa çıkarlar “ama” şu saatte çıkamazlar. Kadınlar her yere gidebilirler “ama” giyimlerine dikkat etmelidir gibi uzayıp giden birçok ama’lar vardır, yaşamımızı kısıtlayan ve belirleyen.”
 
“Şehirler kadınlar için hem özgürlük, hem de korku mekânlarıdır”
 
Muhafazakârlığın ve medyanın kodlamalarının bu cinsiyetçi söylemeleri yeniden yeniden ürettiğini belirten Yanıkkaya’nın sunumu şöyle devam etti:
“Var olan bu durum kadınlara farklı yollar bulmaya itti. Kalabalık saatlerde otobüslere binmemek, sokakta mümkün olduğu kadar kimseyle göz göze gelmemek, sokakta tek başınayken sigara içmemek, o sokaktan değil bu sokaktan işe gidip gelmek gibi. Sanayi kentlerinin ortaya çıkışı aslında kadınların kamusal alandan çekilmesini de getirdi. Kentsel oluşumlar kadını dışlayandır. Kadın toprakla ilişki içinde olduğu kırsal kesimde durum tam tersidir.”
 
“Şehirler Kadınlar için hem özgürlük, hem de korku mekânlarıdır. Gündelik pratikler içerisinde var olurken bir yandan da alıp başını sokaklarda aylaklık yapmak istediğinde, bunu yapması mümkün olmaz. Yani kent sokaklarında kaybolamaz. Bugün kentin bir başka semtinde olmak istiyorum dediğinde bu iş o kadar kolayca olmaz. Önceden plan yapması, oradan bir arkadaşını ayarlaması vs gibi sorunlarla karşı karşıya kalır.”
 
“Kentsel dönüşümün asıl hedefi yoksullar”
 
Yıldız Teknik Üniversitesi’nden Asuman Türkün, İstanbul’da son zamanlarda hızla artan,   kentsel dönüşüm üzerine üç yıldır devam eden çalışmalarını anlattı. Konfeksiyonda çalışan kadınlar ile ev eksenli çalışan kadınlarla yürüttüğü çalışmalar hakkında bilgi verdi.
 
Yeni ekonomik politikaların kadın üzerindeki etkileri hakkında ise şunları dile getirdi. “Esnek, kayıtsız, yarı zamanlı çalışma. Hizmet sektöründeki değişimler, işsizlik nedeniyle ücretlerin düşük olması, yoksulluğu artırmakta bu durum ise en çok kadınları vurmaktadır.”
 
TÜİK verilerine göre, Türkiye’nin işsizlik ve yoksulluktaki artış ve gelir adaletsizliğinde Meksika’dan sonra ikinci sırada yer aldığını belirten Asuman Türkün şöyle devam etti:
 
“Üretimin örgütlendiği kentlerden, üretimsiz kentlere geçiş vardır. Bu durumun sonucu kentin merkezinde kalan mekânlarda kentsel dönüşüm politikası başlıyor. Bu politikaların aslında ise kent içinde kalan yoksulların buralardan sökülüp çıkarılması vardır. Seçim üreci nedeniyle tavsamış gibi görünen bu durumun seçim sonrası hız kazanacağını düşünüyorum.
 
İstanbul’da, Tarlabaşı, Tozkoparan, Ayazma, Bezirganbahçe’e sürdürülen bu kentsel dönüşümün asıl hedefinde olan yoksullardır.”
 
“70-80’li yıllarda göçle gelen insanlar buralara yerleşmiş, gecekondu sahibi olmuşlar, ihtiyaca göre de bu evlerde genişleme yapmışlar. Bahçelerine meyve ağaçları dikmişler, ufak tefek sebzeler üretmişler. Komşularıyla kurdukları sosyal ilişkilerle var olmuş, kentlere tutunmuşlardır.”
 
Ayazma ise 90 sonrası zorunlu göçle gelen insanların kurdukları yaşam alanlarıydı. Bu mahallelerin hiçbir güvencesi ve kalıcılığı yok.
 
“TOKİ konutları tek tip yaşamı dayatıyor”
 
“Kentsel dönüşüm sonucunda TOKİ konutları ile evlerini ellerinden aldıkları insanlara tek tip yaşamlar dayatılmakta. Sosyal ilişkiler yok edilmekte, insanlar yirmi yıllığına borçlandırılmakta. Ödeyemeyecekleri taksitler önerilmekte, bu durum ise zaten yoksullaşan, işsiz kalan bu insanların güçlerinin üzerine çıktığı için buraları bırakıp gitmekteler.”
 
“Yerleşim yerinin iş yerlerine yakın olması, iç içe oluşu kadınların işe katılım oranını artırıyor. Eskiden olduğu gibi kırdan-köyden ve topraktan gelen destek de yok. Toprak bağları kalmamış. Buna bir de yakıcı konut sorunu eklendiğinde yoksulluğun boyutları daha da artmakta.”
 
“Eril kente karşı melezleme”
 
Eskişehir Osman Gazi Üniversitesi Mimarlık bölümünden Levent Şentürk, mimari proje konuları seçilirken doğrudan bina programları verilmesi eril kentin eleştirilmesini önlemektedir diyerek başladı sözlerine. “Daha çok erkek mekânı olarak bilinen kahvehaneler, berberler, camiler, otogarlar gibi mekânlar üzerinde çalışmak ve bu tür yerlerdeki eril yapılanmayı çözmek gerekmektedir. İlköğretimdeki ezber bozmaya duvarlara asılan padişah resimlerini yeniden yaparak başlanabilir. Camilerde kadın girişlerinin küçük ve yan tarafta olmaları da bu güç ilişkisinin sonuçlarıdır. Mimarların bu tasarımlarda melezlemeye gitmeleri gerekiyor.”
 
“Cinsiyet ve Mekân” başlıklı ikinci oturumu kolaylaştıran Ali Erol, Kaos GL olarak örgütleneme çalışmalarına başladıklarında yaşadıkları güçlükleri anlattı. “Toplanmak için mekân bulamıyorduk. Bunun için çalmadık kapı bırakmadık. Toplanmamıza izin verilen yerlerde ise kaygı hâkim oluyordu. Herkes bize kuşkuyla bakıyordu.”
 
Hiçbir uzlaşmaya, anlaşmaya yanamayan dışlamalar yaşadıklarını anlatan Erol, “Bugün, dışlandığımız mekânlarda, aynı masada, aynı salonda yan yana gelmemiz için 15- 20 yılın geçmesi gerekir miydi” diye sordu.
 
İzmir Ekonomi Üniversitesi Mimarlık bölümünden Gülsüm Baydar, “Cinsiyetsiz Mekânlar / Mekânsız Cinsiyetler” başlıklı konuşmasında, her ne kadar mekânın cinsiyetsiz olduğu sanısı olsa da aslında mekânların hep cinsiyeti olduğunu belirtti.
 
Hacettepe Üniversitesi’nden Aksu Bora, ev ve kadın ilişkilerinin zaman zaman çok sıkıntılı olduğunu, kadınların özgürleşmek için kendilerini sokağa, meydanlara, alanlara, dışarıya attığını söyledikten sonra sözlerine şöyle devam etti. “Kadınlar kendilerinin ev içinde görünmez kılındığını düşünerek kendilerini dışarıda, işte, sokakta var etmeye çalıştılar. Bütün kadınlara da dışarıya çağırdılar. Feministlerin evle olan ilişkisini yeniden gözden geçirmeleri gerekmektedir. Evle ilişkimizde yapıcı politikalar üretmek de mümkündür. Ev, yurdun yuvaya dönüşmesi, oradaki eşyalarla bizim ilişkilenme şeklimize de bakmak gerekiyor. Yani ev o kadar kötü mekânlar değildir.” 
 
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde görev yapan Elif Ekin Akşit, hamamlar üzerine yaptığı çalışmayı anlattı. Hamamlarda erkek girişlerinin meydana bakarken kadın girişlerinin genellikle küçük kapılarla yan taraflardan olduğuna dikkat çekti.
 
Sabancı Üniversitesinden Doğu Durgun gey barlar üzerine yaptığı araştırmayı anlattı. Eşcinsel mekânların giderek yaygınlaştığını fakat kendi içlerinde de ayrıldıklarını söyledi. Bu tür yerlerin eşcinseller açısında sosyalleşme mekânı olduğunu belirten Durgun, söz konusu mekânları olumlayan geylerin olduğu gibi olumsuzlayan geylerin de olduğunu anlattı. Gey barların kendi içlerinde de bir hiyerarşinin olduğuna dikkat çeken Durgun, bu ayrışmanın sınıfsal olduğunu belirtti.
 
İlgili Bağlantı:
 


Etiketler: yaşam, gezi/mekan
nefret