12/02/2015 | Yazar: Yıldız Tar

"Eğer bizler tam demokrasi istiyorsak, devletin ve siyasetin iktidar alanını kontrol altına almalı, kamu erkini tamamen şeffaflaştırmalı, bireyi devlete, siyasete, topluluğuna ve ailesine karşı güçlendirmeliyiz."

Murat Köylü: Siyasi temsil iktidarı meşrulaştırabilir, değer ortaklıkları kurmalıyız Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
“LGBT’ler dahil her kesimden ‘temsilciler’ mevcut melez iktidar yapısının meşrulaştırılmasına hizmet ederler; iktidardaki ya da muhalif muktedir yapılara vitrin malzemesi olma riskleri yüksektir. Eğer bizler tam demokrasi istiyorsak, devletin ve siyasetin iktidar alanını kontrol altına almalı, kamu erkini tamamen şeffaflaştırmalı, bireyi devlete, siyasete, topluluğuna ve ailesine karşı güçlendirmeli, yerel yönetimleri merkezî vesayete karşı güçlendirmeli ve özgürleştirmeliyiz.”
 
“Siyasetin O Biçimi”ni konuşmak üzere çıktığımız yolda yeni konuğumuz Kaos GL Derneği’nden Murat Köylü. LGBTİ’lerin anayasal haklarının tanınması, nefret suçuna karşı mücadele ve ayrımcılıkla mücadele konusunda hem alanda mücadele yürüten hem de yazıp çizen isimlerden birisi Köylü.
 
LGBTİ hakları ve savunuculuk faaliyetlerinden tanıdığımız Köylü ile fazlasıyla haşır neşir olduğu parlamento çalışmaları üzerine konuştuk. Kaos GL’den Ezgi Koçak’ın açtığı, SPoD LGBTİ’den Sezen Yalçın’ın ise yerel seçimler sürecindeki çalışmaları üzerinden ilerlettiği temsil politikası tartışmalarına bu sefer Köylü ile devam ediyoruz.
 
Türkiye’deki siyasetin güncel durumuna ilişkin bir değerlendirme yapan Köylü, “Türkiye’de parlamenter düzeyde gösterilen çabalar ne LGBTİ’ler dahil herhangi bir kesimin insan haklarını desteklemeye dair somut bir sonuç üretebiliyor, ne de makro düzey demokrasi ve insan hakları dayanaklarının kurumsallaştırılmasına liderlik ediyor. Tam tersine bu çabalar Cumhurbaşkanı ve iktidar partisi tarafından giderek dozu artırılan kutuplaşma iklimine hizmet edebiliyor” dedi.
 
Makro düzeydeki bu tıkanıklığın, merkezi vesayete karşı yerellerin güçlendirilmesi ile aşılabileceğini hatırlatan Köylü’ye göre, LGBTİ hakları için parlamentoda mücadele yürüten HDP ve CHP’nin önümüzdeki süreçte yerel yönetimler bağlamında ciddi adımlar atması gerekiyor.
 
Köylü temsili sistemlerin demokrasi de olsa “ilkel” sistemler olduğunu söyleyerek kimlik ve temsil politikalarının tehlikelerine dikkat çekiyor: “LGBT’ler dahil her kesimden “temsilciler” mevcut melez iktidar yapısının meşrulaştırılmasına hizmet ederler; iktidardaki ya da muhalif muktedir yapılara vitrin malzemesi olma riskleri yüksektir. Eğer bizler tam demokrasi istiyorsak, devletin ve siyasetin iktidar alanını kontrol altına almalı, kamu erkini tamamen şeffaflaştırmalı, bireyi devlete, siyasete, topluluğuna ve ailesine karşı güçlendirmeli, yerel yönetimleri merkezî vesayete karşı güçlendirmeli ve özgürleştirmeliyiz.”
 
AKP’nin merkez siyaset blokajını kırmak için yerelde somut adımlar
 
Meclis’teki siyasi partilerin LGBTİ haklarını savunmadaki pozisyonlarını nasıl değerlendiriyorsun? Parlamenter düzeyde yapılan çalışmalar sence yeterli mi?
 
Demokratikleşmek isteyen Türkiye’nin, bizzat yurttaşların kendilerinden başlayarak topyekûn bir özeleştiri ve dönüşüm sürecinden geçmesi gerektiği muhakkak. LGBT haklarına dair pozisyon da bu dönüşümün bir parçası. Doğrusu, Türkiye’nin ve Türkiyelilerin demokrasi ve insan hakları ilkeleri doğrultusunda ne denli dönüştüğünü, LGBT meselesine karşı takınılan tutumlar gösterecek.
 
LGBT’lere ilişkin bugüne kadar ya nefret söylemleri ya da derin bir sessizlik üretmiş olsa da, AKP Türkiye’nin topyekûn dönüşümün öncülüğünü üstleniyor. Ancak “dönüşüm”den anladığı, kendi tarih yorumları doğrultusunda tam zamanında gelmiş bulunan kutsal lidere tam itaat. İtaat etmeyen, örneğin yolsuzlukları sorgulayan, Gezi’deki şiddeti eleştiren her taraf, her tür muhalefet düşmanlaştırılarak ve yabancılaştırılarak, günah keçisi haline getirip marjinalize ediliyor. Tabii ki böylesi bir toplumsal dönüşüm ne rasyoneldir, ne analitik sonuçlar verir. Çarpıtılmış, tek taraflı bir tarih, bugün ve toplum anlayışından; özeleştiri içermeyen, gerçekçi olmayan bir liderlikten ne sonuç alırsınız? Nitekim insan hakları ve demokratikleşme konusunda Türkiye’nin bir türlü başarılı olamadığını görüyoruz.
 
Türkiye’de parlamenter düzeyde gösterilen çabalar ne LGBTİ’ler dahil herhangi bir kesimin insan haklarını desteklemeye dair somut bir sonuç üretebiliyor, ne de makro düzey demokrasi ve insan hakları dayanaklarının kurumsallaştırılmasına liderlik ediyor. Tam tersine bu çabalar Cumhurbaşkanı ve iktidar partisi tarafından giderek dozu artırılan kutuplaşma iklimine hizmet edebiliyor! İktidar partisinin sahiplenir görüntü verdiği Kürt sorunu veya dindarların insan hakları sorunları meselelerinde ilerleme görülüyor; ama bu çatışmalı ve ataerkil ortamda bu ilerlemeler toplumsallaşamıyor. İktidar partisi politikaları nedeniyle bu kümeler dışında kendisini tanımlayan yurttaşların bu iklimde iktidar partisinin attığı herhangi bir doğru adımı dahi insan hakları ve eşit yurttaşlık çerçevesinde algılamalarını beklemek kolay değil. Tam tersine büyük bir korku ve nefret körükleniyor; bunun sonucunda bazı hakları teslim edilen dindarların ve Kürtlerin de bu hakları hak ettikleri gibi, özgürce ve suçlanmadan, tam anlamıyla ve bir daha ellerinden alınacağı endişe yaşamadan kullanmaları söz konusu olamıyor. Ülkede bizzat iktidar eliyle farklı kesimlerin eşit insan hakları birbirine kırdırılmalarının aracı haline getiriliyor.  Oysa Parlamentonun iki işlevi doğrultusunda, toplumun sorunlarına “yasama ve denetim” yolu ile bütünsel çözümler üretmesi, bu ortak çözümlere farklı siyasal perspektiflerden yaklaşan partilerin kendi bakış açılarını diğerleriyle tartışması, müzakere etmesi ve toplumun tamamı için en iyi, doğru, gerçekçi, sürdürülebilir olan çözümü böylesi bir demokratik uzlaşma çabaları içinde bir otak akıl yaratarak meydana getirmeleri beklenir. Meclis’te siyasi partiler arasında nasıl bir çalışma paylaşımı olduğunu üzülerek takip ediyoruz. Avrupa’da, Amerika’da toplumun geleceğini şekillendirecek önemli konular bir buçuk 2 sene tartışılırken, çoğu kanun iktidar ve muhalefetin ortak imzasını taşırken; bizde haftalık, hatta gündelik operasyonlarla oldubittiye getiriliyor. Evet, böylesi koşullarda CHP’nin ve HDP’nin LGBT eşitliğine dair giderek güçlenen ve kurumsallaşan pozisyonları var; ama ne bugün, ne de önümüzdeki dönemin rejim değişikliği tartışmaları arasında LGBT’lerin veya siyasi temsi ve ekonomik varlık güçleri düşük diğer yurttaş kesimlerinin en temel insan haklarını siyasi çekişmelere malzeme etmeden ele almak kolay olmayacak. Önümüzdeki dönemde CHP ve HDP parlamenter ve merkezi düzeydeki çalışmalarını aynen korumalı ama AKP’nin merkez siyaset blokajını kırarak yerel yönetimlerinde LGBT yurttaşlar açısından hakları somutlaştırmalılar; CHP ve HDP’li belediyeler LGBT eşitliğine ilişkin merkez düzeydeki taahhütleri yerellerde kullanarak gündelik hayatı değiştirmeliler. Belki hayal ama, AKP ve MHP’li yerel yönetimler de inisiyatif kullanarak ayrımcılık ve şiddete karşı olumlu adımlar atabilirler. 
 
LGBTİ’lerin anayasal eşitliği sağlanamadığı gibi; nefret suçlarına karşı da korunmadan bahsedemiyoruz. Bu durum toplumsal alanda yaşanan cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığını nasıl etkiliyor?
 
Türkiye toplumu ve kamu yönetimi, siyasi iktidarın tercihi doğrultusunda geçen Mart büyük bir fırsatı kaçırdı. AKP’nin bilinçli tercihi ile cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğini TCK’daki nefret suçları düzenlemesinin dışında bıraktı. Bu yaşanılan onca cinayeti, linçi, hastanelerde dahi hizmet sunumunun verilmemesi, engellenmesi gibi insanlık dışı muameleleri onaylayan bir tutumdur. Siyasi iktidar topluma nasıl bir mesaj vermektedir? “Eşcinseller ve translar, kamu erki tarafından korunmamamktadır.” Bu mesajın düz anlamı budur ve maalesef bunu düz anlamı ile anlayacak, anlamaya hevesli milyonlarca insan var. Eğer LGBT’ler ile mücadeleyi ayrımcılık ve şiddeti meşrulaştırarak yürütecekse, bunun Nazizm’den hiçbir farkı yoktur. 
 
“Temsilciler mevcut iktidarın meşrulaştırılmasına hizmet edebilirler”
 
LGBTİ aktivistleri 90’larda ÖDP üzerinden milletvekili; geçtiğimiz yerel seçimlerde ise HDP ve CHP üzerinden belediye meclis adaylıklarını açıkladı. “Siyasi temsil” talebi sürüyor. Sence siyasi temsil ayrımcılık ve nefret ile mücadelede yeterli mi? Temsilin açabileceği kapılar neler?
 
Temsili sistemler, demokrasi de olsalar, ilkel sistemlerdir. Temsili demokrasi ancak mutlak monarşiler ile tam demokrasiler arasında bir geçiş formu olabilir; uluslaşma ve/ya kriz dönemlerinde başvurulmak durumunda kalınabilir. Toplum çeşitliliğini, güç dengesizliklerini, sistemin ana motoru ataerkil yapıları ve genel kültür olarak benimsenmiş hiyerarşiyi hesaba katarsak, bireylerin ve ezilen toplumsal kesimlerin yararına hep birlikte siyasal temsile dayalı demokrasi sistemini geride bırakmalı ve onu katılımcı, çoğulcu, hesap veren bir doğrudan demokrasiye dönüştürmeliyiz. Yoksa LGBT’ler dahil her kesimden “temsilciler” mevcut melez iktidar yapısının meşrulaştırılmasına hizmet ederler; iktidardaki ya da muhalif muktedir yapılara vitrin malzemesi olma riskleri yüksektir. Eğer bizler tam demokrasi istiyorsak, devletin ve siyasetin iktidar alanını kontrol altına almalı, kamu erkini tamamen şeffaflaştırmalı, bireyi devlete, siyasete, topluluğuna ve ailesine karşı güçlendirmeli, yerel yönetimleri merkezî vesayete karşı güçlendirmeli ve özgürleştirmeliyiz. Siyasi temsilcileri aracılığı ile LGBT Hareketi’nin tek başına mevcut siyasi partiler ve seçim kanunlarının, siyasi partilere içkin ataerkil klan yapısının üstesinden gelmesi çok zor; tek tek LGBT’lerin bunu yapması ise imkansız. Bunun için temsili de önemseyip, ama onun yanında kimlik temelli değil, benzer sistematik yaklaşımlar temelinde değer ve çıkar ortakları kurmak ve bunlar ile sistemi dönüştürmeye çalışmak gerek; tabii ki çabanın büyük kısmını sisteme dönüşmemek için harcayarak. Siyasi temsilin her zaman çoğunluğun kendinden farklı olanları belirli kimliklere indirgemesi riski vardır. Somutlarsak, kişilerin LGBT varoluşlarına ve kimliklerine indirgenmesi gibi bir tehlikeden bahsediyorum. Aynı şekilde bu “temsilcilerin” her sözünün temsil ettikleri iddia edilen grubun sözü gibi algılanması ve o şekilde kullanılması riski de duruyor.
 
LGBTİ haklarını savunmak için LGBTİ olmak gerekmediğini biliyoruz. Genel seçimler de yaklaşırken medyatik bir konu olacak “LGBTİ adaylar” meselesini bir yana bırakırsak; genel seçimlerde LGBTİ hareketinin siyasi partilerden beklenti ve talepleri ne olabilir?
 
Türkiye gibi bir ülkede bu, medyatik veya klişe bir soru olmuyor: aslında siyaset ve siyasi partiler tam da bu sorulara yanıt vermek, bulmak için var. Ama bakın, örneğin bir AKP’ye: kendi seçmeni başta olmak üzere tüm ülkeye bir başkanlık rejimi dayatmaya kalkıyor. AKP tabanından böyle bir talep var mıydı; yoksa adım adım manipüle edilerek bu mu amaçlanıyor? Aslında bu dayatmacı tavır seçmen kitlesiyle organik bağı olmayan, esas amacı kendi iktidarını, çıkarlarını, ilişkiler ağını sürdürmeye hevesli irili ufaklı tüm siyasi taraflar için geçerli. Toplum mühendisliği ise, Türkiye’de siyasetin hep kitlelere, kişilere diktiği bir elbise var. LGBT’lerin talepleri? Hiçbir ilerleme olmadığı için, siyasi iktidar ve kamu yönetimi hiçbir yeni alan açmadığı için, LGBT’ler son 10 senelik repertuarlarını tekrarlayacaklardır sanıyorum: her tür ayrımcılığa ve şiddete karşı yasal korumalar, homofobiye ve transfobiye karşı liderlik, LGBT-odaklı bütçe gibi talepler. 
 
Seçim süreçleri politik pozisyonların iyice netleştirildiği ve bir tür maç ve skor ikliminin hakim olduğu süreçler oluyor. Böylesi süreçlerden LGBTİ’ler için olumlu sonuçlar çıkabilir mi?
 
Seçimlere eşlik eden maç ve skor iklimi olumlu da olabilir. Ama ülkemizde ise bu iklim diğerini yok etmek, ortadan kaldırmaya dönük her türlü operasyon anlamına geliyor. Türkiye’de hiçbir siyasal taraf çoğulculuğu veya muhalefeti içine sindirmiş değil. LGBT örgütleri dahi ortak değer ve çıkar odağında bir araya gelemiyor, kendi farkını koruyarak ortak zeminde buluşamıyor. Ülkede dehşet verici bir iletişim bozukluğu var. Aslında bozukluk demeyelim; ataerkil iletişim böyle bir şey: ikinci cümleden sonra taraflar birbirine giriyor. Ne yazık ki Türkiye’de seçimlerin büyük bir fırsat olarak topluma sunabileceği diyalog ve müzakere ortamı; tek başına ülkeyi ele geçirmek isteyen her türden, güçten ataerkil siyaset için ülkeyi bir arena haline getiriyor. Bu seçim odağında konuşacaksak; LGBT’ler için olumlu sonuç şu olabilir diye düşünüyorum; görünürlüğü güçlendirmek ve toplumun en ilerlemeci kesimi olarak, her tür olumsuzluğa rağmen, akil, sorumlu ve diyaloga açık bir toplumsal liderlik göstermek.
 
*Siyasetin O Biçimi’nde yarın: Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy ile söyleşi
 

Etiketler: yaşam, siyaset
nefret