15/02/2019 | Yazar: Aslı Alpar

“Nasıl bir yerel yönetim” yazı dizimizde bugün Belgin anlatıyor: LGBTİ’ler için güvende hissettiği, özgürce içinde dolaşabildiği bir ortam bulabilmek büyük bir mesele.”

Nasıl bir yerel yönetim (5): Kentin her yerinde iyi hissedebilmek Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

“Nasıl bir yerel yönetim” yazı dizimizde bugün Belgin anlatıyor: LGBTİ’ler için güvende hissettiği, özgürce içinde dolaşabildiği bir ortam bulabilmek büyük bir mesele.”

Yaklaşan yerel seçimler öncesi LGBTİ+’ları içeren yerel yönetimlerin nasıl olacağını, neler yapılabileceğini, bugüne dek dünyada nelerin yapıldığını inceliyoruz.

Türkiye’de 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimler öncesinde LGBTİ+’ların yerel yönetimlere ilişkin talepleri, siyasetçilerin bu taleplere ilişkin yanıtları, yerel yönetimlerde LGBTİ+’ların varlığına bu yazı dizisi kapsamında değinmeye çalışacağız.

Bu kapsamda hazırladığımız yazı dizimizde bugün interseks hakları savunucusu Belgin İnan nasıl bir kent istediğini kaosGL.org okuyucularına anlattı. Belgin, her saat, kentin her noktasında kendini güvende hissedebileceği, sanat galerilerinin ve parkların esirgenmediği, dezavantajlı grupların barınma hakkının planladığı bir kent düşlüyor. Sözü Belgin’e bırakalım.

“LGBTİ’lerin ve kadınların her sokağına, günün her saatinde korkmadan girebildikleri bir şehir isterdim”

“’Nerede yaşamalıyım?’, ‘Kendimi nereye ait hissedebilirim?’ soruları sadece benim değil tüm LGBTİ bireylerin kafasını kurcalayan hatta takıntı haline gelen sorular diye düşünüyorum. Bir LGBTİ’ler için kabul gördüğü, güvende hissettiği, özgürce içinde dolaşabildiği ve onu tatmin eden bir ortam bulabilmek toplumun çoğunluğu için olduğundan daha büyük bir mesele.”

“Ben en başta asfalt, yol, köprü, ihale, iki - üç plastik oyuncağın konulduğu, ağaçsız, uyduruk çocuk parkı gibi şeyler etrafında dönen belediyecilik anlayışından çok sıkıldım. Elektrikli otomobillerden, elektrikli otobüslerden, daha fazla sokağı trafiğe kapatmaktan, hava kirliliğini çözmekten, daha fazla yeşil alandan, mesela göstermelik hobi bahçelerinden değil her mahallede bir bostan kurmaktan bahseden bir belediye başkanı isterdim. Ev kadınlarına meslek edindirme ve eğitim verme konusuna daha fazla odaklanılsın isterdim. Kadınlar için iş imkânları oluşturulsun isterdim.”

“LGBTİ’lerin ve kadınların her köşesine, her sokağına, günün her saatinde korkmadan, çekinmeden girebildikleri bir şehir isterdim. Deniz kenarlarının, manzaralı yerlerin otomobillerini park etmiş alkol alan erkeklerin tekelinde olmamasını isterdim. Mesela kentte bir LGBTİ dayanışma merkezi olsun, LGBTİ’lerin kendilerini güvende hissettikleri kafe, bar gibi mekânlar olsun ama buralara da sıkışmasınlar, kentin her yerinde iyi hissedebilsinler isterdim.”

“Çocukluğumdan beri mekân – insan ilişkisine çok takılan, coğrafyaya da meraklı bir insanım. Sık sık Google Maps’te dolaşırım, Street View’dan farklı kentlerin sokaklarını incelerim, hatta Simcity ve benzeri şehir kurmaca bilgisayar oyunlarını severim. Geçenlerde yine asıl yapmam gereken işlerden kaytarmak için Street View’da gezinirken Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Montana eyaletinde Missoula diye bir kenti seçtim. 70 bin nüfuslu bir kent. Zaten koca eyaleti toplasan bizim Konya kadar insan yaşamıyor. Bu 70 bin nüfuslu kentte onlarca sanat galerisi ve en az üç tane müze gördüm. Sanat malzemeleri satan dükkânlar da vardı. Burası ABD içinde oldukça taşra ve ücra sayılan bir yer. Missoula’nın her yanının devasa parklarla çevrili olduğunu zaten söylememe gerek yok.”

“Bense Türkiye’de her şeyin merkezi sayılan Marmara bölgesinde 150 bin nüfuslu bir şehirde yaşıyorum. Burada sadece bir tane galeri diyebileceğimiz yer var, o da belediyeye ait ve her zaman sergi olmuyor. Olan sergiler de birkaç resim kursundaki amatör öğrencilerin sergileri genelde, dışarıdan sergi gelmiyor, şehirde profesyonel sanatla ilgilenen de az. Missoula sadece bir örnek, bunun gibi Türkiye taşrasının ve şehirciliğin ne kadar geri kaldığını gösteren daha birçok örnek bulunabilir.”

“Yaşadığım yerde gerçekten fonksiyonel, büyük parklar da yok. Park çok önemli çünkü biz dar gelirli insanlar daha çok güneş almayan, küçük, havasız, kötü evlerde yaşıyoruz. Beton ormanına dönüşmüş kentlerde nefes alabilmek, doğaya dokunabilmek, güneşi hissedebilmek için parklara çok ihtiyacımız var. Buraları aynı zamanda özel işletmelere para vermeden ucuza ya da bedavaya eğlenebildiğimiz, sosyalleşebildiğimiz, yiyip içebildiğimiz ya da spor yapabildiğimiz yerler.”

“Tabii bir de meselenin ekonomi boyutu var. Mesela konut sorunu. Dezavantajlı grupların, kadınların, mültecilerin, LGBTİ’lerin, öğrencilerin belediye kontrolünde ucuza kiraya verilen evlerde oturma imkânı olabilseydi keşke. Ülkemizde böyle bir düzenleme de yok.”

“Daha pek çok şey söylenebilir, bu konu hem derin hem de çok önemli. Bu konuda ifade edilecek hiç bir fikrin ‘uçuk’ olamayacağını düşünüyorum. Yaşadığımız mekânı istediğimize yakın hale getirebilmek için hayal kurmakta sakınca yok. Hayal kurdukça, üzerine düşündükçe, nasıl uygulayabileceğimize dair çözümler de bulabiliriz ve gerçekleştirmeye yaklaşabiliriz. “

**Bu haber Siyah Pembe Üçgen ve Kaos GL’nin yürüttüğü, Avrupa Birliği’nin desteklediği “Türkiye Belediyelerinde LGBTİ Eşitlik Politikalarını Güçlendirme Projesi” kapsamında yayınlanmıştır. Bu, içeriğin Avrupa Birliği’nin resmi görüşünü yansıttığı anlamına gelmemektedir.

İlgili yazılar:

Nasıl bir yerel yönetim (1): Dünyadan iyi örneklerde İsveç

Nasıl bir yerel yönetim (2): Yanımda olan bir belediye

Nasıl bir yerel yönetim (3): Kadın Seçim Beyannamesi

Nasıl bir yerel yönetim (4): Dünyadan iyi örneklerde Birleşik Krallık

 


Etiketler: insan hakları, kent hakkı
İstihdam