11/03/2013 | Yazar: Murat Köylü

Milletvekili Aykan Erdemir KaosGL.Org’a konuştu: Başbakan’ın nefret suçları yasası yerine İslamofobi yasası üzerinde durmasından, ifade ve basın özgürlüğünü sınırlandıracak bir düzenlemenin hayata geçirilmesinden endişe ediyoruz.

Nefret Suçları Meselesi Salt İslamofobiye İndirgenemez! Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Milletvekili Aykan Erdemir KaosGL.Org’a konuştu: Başbakan’ın nefret suçları yasası yerine İslamofobi yasası üzerinde durmasından, ifade ve basın özgürlüğünü sınırlandıracak bir düzenlemenin hayata geçirilmesinden endişe ediyoruz.
 
Nefret söylemi ve nefret suçlarına karşı yoğun çaba içinde olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Bursa Milletvekili Aykan Erdemir, Türkiye’nin nefret suçları gündemi üzerine KaosGL.Org’un sorularını yanıtladı
 
“Devletin hiç de üzerine vazife olmayan mahrem konulardan elini eteğini çekmesinin, haddini bilmesinin zamanı geldi de geçiyor bile.”
Murat Köylü: Türkiye’de iktidar partilerinin, muhalefetin yasa teklifleri, meclis önergeleri ne kadar elzem ve yapıcı olursa olsun reddetmeleri gibi bir gelenek var. Bu olumsuzluk, geçtiğimiz günlerde BDP, CHP ve MHP’nin desteklediği Nefret Suçlarına Dair Meclis Araştırması Önergesi için de yaşandı.
Aykan Erdemir: Türkiye’de nefret suçlarına ilişkin bir düzenlemenin hayata geçirilmesi için hem çok güçlü bir iç dinamik, hem de çok güçlü bir dış dinamik mevcut. İç dinamik derken, öncelikle yetmiş sivil toplum örgütünü bir araya getiren Nefret Suçları Yasa Kampanyası Platformu’ndan söz etmek gerekir. Bu başarılı Platform, Türkiye’de nefret suçlarıyla mücadele alanında ortaya çıkmış ortak aklın en önemli göstergesi. Şüphesiz ki bu Platform’un dışında da gerek siyaset, gerek medya, gerek sivil toplum dünyasından gelen çok önemli talepler var. Türkiye’de güçlü bir iç dinamiğin varlığı sevindiricidir. Diğer yandan da Türkiye’nin uluslararası yükümlülükleri bulunuyor. Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı gibi kurumların beklentileri ve talepleri söz konusu. Dolayısıyla bence tam da bu koşullarda, güçlü iç ve dış dinamiklerin örtüştüğü bir ortamda, Türkiye’de kapsamlı bir nefret suçları düzenlemesini hayata geçirmeliyiz.
 
Bugüne kadar neler yapıldı?
Nefret Suçları Yasa Kampanyası Platformu’nun verimli ve etkin çalışmalarının yanı sıra, Meclis’te de bir hareketlenme görüyoruz. CHP’nin ve BDP’nin nefret suçları araştırma önergeleri Meclis gündemine taşındı. Bu süreçteki amaç Meclis içinde bir Nefret Suçları Araştırma Komisyonu’nun kurulmasıydı. Bunu henüz başaramamış olsak da sevindirici bir gelişme yaşandı: Bu önergeler oylanırken CHP, MHP ve BDP milletvekilleri araştırma önergeleri lehinde oy verdi. Meclis’te grubu bulunan dört partinin üçü uzlaşma sağladı, diyebiliriz. Üzücü olan yanı şu: Ne yazık ki AK Parti, CHP’nin ve BDP’nin verdiği önergelere destek olmadı. Dolayısıyla da Meclis aritmetiğinin bir sonucu olarak bu araştırma komisyonları kurulamadı. Biz hep dört partinin birlikte ve ortak hareketiyle bu komisyonun kurulmasını arzu ettik. Önümüzdeki süreçte de nefret suçları yasasının yine dört partinin işbirliğiyle geçmesini diliyoruz. Böylece de Türkiye’nin bu çok önemli düzenlemeye bir toplumsal uzlaşmayla, partiler üstü bir anlayışla kavuşmasını istiyoruz. Yasanın geçmesi için basit çoğunluk yeterli olmasına rağmen neden böyle bir uzlaşmayı hedefliyoruz? Bu gibi temel hak ve özgürlükler alanında toplumsal zihniyet dönüşümünü hedefleyen girişimlerde Meclis’in bir bütün olarak bu meselenin arkasında durmasının sembolik önemi bulunuyor. Bu birliktelik ülkemizdeki tüm toplum kesimlerine güçlü bir mesaj verir: “Biz ülkemizde önyargılara, ayrımcılığa ve nefret suçlarına geçit vermeyeceğiz; nefret ve şiddetle kararlılıkla mücadele edeceğiz.”
 
Nefret suçlarına dair yasa teklifiniz ile ilgili gelişmeler ne durumda?
Nefret Suçları Yasa Kampanyası Platformu’nun hazırladığı taslak metni 3 Aralık 2012 tarihinde, içeriğini aynen koruyarak, yasa teklifi olarak verdim. Yalnızca gerekçeye eklediğim bir paragrafta yönetişim anlayışı çerçevesinde sivil toplumun yasama süreçlerine katılımının ve ortak aklı geliştirmenin önemini vurguladım. Ne yazık ki aradan geçen üç aylık sürede yasa teklifim sevkedildiği Adalet ve İnsan Hakları İnceleme komisyonlarında görüşülmedi bile. Bu noktada İç Tüzük’ten kaynaklanan bir hakkımız var: Kırk beş gün içinde görüşülmeyen teklifler doğrudan Genel Kurul’a indirilebilir ve görüşülmesi talep edilebilir. Bu konuda farklı partilere mensup Meclis Başkan Vekillerinden talepte bulunuyorum. Bakalım bu kadar geniş bir çevrenin yoğun bir şekilde talep ettiği yasa teklifini Genel Kurul’un gündemine alma vizyonu ve onuru hangi Meclis Başkan Vekili’ne nail olacak.
Nefret suçları yasa teklifinin mevcut şekliyle Meclis’te ilk defa görüşülebilme ihtimalini ve siyasi parti ve milletvekillerimizi de verecekleri oy üzerinden tutumlarını belli etmeye zorlayacak olmasını çok önemsiyorum. Bu hepimiz için tarih ve gelecek kuşaklar önünde vereceğimiz önemli bir sınav. Toplumsal talepler güçlendikçe siyasetçilerin de bu yasanın karşısında durma olasılığı azalıyor. Siyasi partiler toplumun taleplerine, beklentilerine, arzularına yanıt vermek zorundalar. Türkiye’yi bu ayıptan kurtaracak güçlü ve örgütlü bir irade ve arzu oluştu artık. Bu noktadan geri adım atılması söz konusu olamaz.
 
Arzunun dışında, acil bir gereksinim de var. Son günlerde, Kürt Sorunu’nda diyalog arayışlarının ivmelenmesiyle Türkiye’nin çeşitli kentlerinden etnik ya da siyasi görüş temelli nefret suçu haberleri geliyor. Gün geçmiyor ki, bir eşcinselin ya da transın öldürüldüğünü duymayalım…
Türkiye’nin içinden geçtiği süreçte nefret suçları yasası hem bir toplumsal gereklilik, hem bir toplumsal beklenti. Bu fırsatı kullanmalıyız. Ben istiyorum ki bu yasa teklifini en geniş kapsamlı haliyle Meclis’ten geçirelim. Lezbiyen, gey, biseksüel ve translar başta olmak üzere hiçbir mağdur grubu dışarıda bırakmayalım. Buna ilişkin olarak hem farkındalık yaratma hem de ulusal ve uluslararası platformlarda dayanışma ağlarımızı güçlendirme çalışmalarımız devam edecek.
 
AK Parti’nin benzeri yasama süreçlerinde cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğini tüm eleştirilere rağmen dışlama tavırları oldu. Bu tavrı nefret suçları yasasında da beklemeli miyiz? Daha önce gündeme geldiğinde Adalet Bakanı Sadullah Ergin “cinsel tercihler” diye bahsetti ama göz göre göre, nefret suçlarının bu kadar mağduru bir kitleyi dışarıda bırakabilir mi sizce?
Aklımız ve vicdanımız böyle bir gafleti anlamakta zorluk çeker. Ne yazık ki bu yönde kaygı verici bazı işaretler var. Örneğin Sayın Başbakan’ın nefret suçları yasası yerine İslamofobi yasası üzerinde durması, daha çok nefret söylemine vurgu yapması bizi endişelendiriyor. Türkiye’de hâlihazırda düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü alanında çok büyük sıkıntılar yaşanıyor. Bu alanda yeni baskılar getirecek bir düzenlemeyi elbette ki istemiyoruz. Yasa “blasphemy” (dine küfür) olarak adlandırılan bir dini koruma düzenlemesine dönüşürse sıkıntı yaratır. Dine küfür kavramının sınırları çok muğlâk olabiliyor. İnançlara hakareti engelleme düzenlemesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı şekilde ifade ve basın özgürlüğünü sınırlandıracak bir düzenlemenin hayata geçirilmesinden endişe ediyoruz.
Nefret suçları meselesinin salt İslamofobi ve nefret söylemine indirgenmesi, yalnızca belli inançlara yönelik koruma sağlayan yetersiz ve olumsuz bir gelişme olur. Hem çerçeveyi daraltır, hem bizi hedefimizden uzaklaştırır. Aynı zamanda da temel hak ve özgürlükler alanına yeni kısıtlamalar getirerek geri adım atmamıza yol açar. Bizim istediğimiz İslamofobi ve Anti-Semitizm de dahil her türlü nefret suçuna dair bir düzenleme geçirelim. Bu kapsayıcı ve bütünlükçü yaklaşımımızla da dünyaya örnek olalım.
 
Türkiye neden böyle bir ülke ki, bu kadar çok mağdur kimlik varken nefret suçları gibi bir olgu, Başbakan tarafından hâlâ sadece İslamofobi üzerinden gündeme getirilebiliyor?
Ne yazık ki Türkiye’de popülist ve oportünist siyaset geleneği çok güçlü. Oysa siyaset değerler temelli olmalı. Siyasette vicdani, etik ve felsefi açıdan doğru olanı yapmak daha önemli diye düşünüyorum. İnsanların hiçbir koşulda askıya alınamayacak ve ortadan kaldırılamayacak hak ve özgürlükleri var. Bu evrensel ilkeler siyasetimizin şaşmaz pusulası olmalı. Siyasetçiler kendilerini muktedir hissettiklerinde hayata da yalnızca kendi dar popülist çerçevelerinden bakıyorlar. Üniversitede görev yaparken derslerimde sıklıkla dile getirdiğim bir mesele var. Her birimiz, kimliklerimiz ya da toplumsal konumlarımızdan biri nedeniyle ezen konumunda olabilirken bir başka kimliğimiz ya da toplumsal konumumuz nedeniyle de ezilen konumunda olabiliriz. Bir siyasetçinin, bir akademisyenin, bir yurttaşın kendini muktedir, güçlü hissetmesi, o kişinin nefret suçlarına ve diğer mağdur birey ve topluluklara ilgisiz ve duyarsız kalmasını gerektirmemeli. Kürtler arasında bir Türk, Aleviler arasında bir Sünni, LGBT bireyler arasında bir heteroseksüel de ayrımcılık mağduru olabilir. Başbakan dahil her bir birey bir gün ayrımcılık ve nefret suçu mağduru olabilir.
 
Bir kamu görevlisi olarak Başbakan, İslamofobiyi gündeme getirirken, ülkede sürekli nefret suçlarına ve nefret söylemlerine maruz kalan Aleviler’in ibadet yerlerine ise “Cemevleri dini değil, kültürel mekânlardır.” diyebiliyor. Bunu nasıl açıklarsınız?
Bu talihsiz ve ayrımcı açıklama karşısında bilim de siyaset de çaresiz kalıyor. Bu ifadeler son derece üzücü ve yaralayıcı bir yaklaşımı yansıtıyor. Türkiye’nin bu ayrımcılığı artık geride bırakmasını diliyorum. Çocuklarıma böyle bir ülke bırakmak istemiyorum. Türkiye’nin mezhepçiliği aşarak artık asli meseleleriyle, etkin sosyal politikalarla, sürdürülebilir kalkınmayla, yenilenebilir enerjiyle, yaşanılabilir kentlerle uğraşması gerek. Türkiye’nin ayrımcılıkla, nefretle, şiddetle, ötekileştirmeyle, mağdurlaştırmayla kaybedecek enerjisi ve zamanı yok. Her topluluk kendi inancını, kendi ibadethanesini ve kendi ritüellerini belirlemekte özgür olmalı. Devletin hiç de üzerine vazife olmayan mahrem konulardan elini eteğini çekmesinin, haddini bilmesinin zamanı geldi de geçiyor bile.
 
* Kaos GL Derneği, Nefret Suçları Yasa Kampanyası Platformu üyesidir.

Etiketler: insan hakları, nefret suçları
İstihdam