27/01/2012 | Yazar: Kumru Toktamış

Ülkenin üçüncü büyük eyaletinde hiç bir azınlığın evlilik hakkının gaspedilemeyeceğinin yasallaşmış olması sadece eşcinseller için değil tüm eşitlik, özgürlük ve demokratik hak savunucuları için çok önemli bir adım.

New York’ta Düğün Var Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
“Başka derdiniz mi yok sizin Allah aşkına?” ABD’de eşcinsellere evlilik hakkından söz edilmeye başlandığında ilk tepkimin böylesine sığ bir duruş olduğuna, NY eyaletinde, nikahın bütün çiftler için cinsiyet gözetmeksizin bir hak olmasının yasallaştığı bugünlerde inanmakta zorluk çekiyorum.
 
Evliliğin romantizme bulanmış olsa bile çoğunlukla bir baskı kurumu, bir sınıf atlama veya statü edinme aracı olarak ifa edildiğini izlemekten usanmış biri olarak, mevzunun tarihselliğini ve bir hak savaşına konu olabileceğini kavramam oldukça zaman aldı açıkcası. Konu cinsel yönelim değil, aşkın içine devlet karıştırılması sorunu idi benim için. Aşk sınır tanımaz bir duygu iken, devletten onay almaya ne gerek vardı?  
 
Oysa yıllar önce, muhtemel bir devletin anayasa hazırlıklarına fiilen katılan Filistinli bir kadın “Senin ayakların yere basmıyor.” demişti bana, “Evlilik bir haktır, özellilkle kadınların her türlü suistimalden korunabilmeleri, çocuklarının geleceklerini garanti altına alabilmeleri için.” Bir yüzyıl önce anarşist marxist Emma Goldman’nın evlilik aleyhine söylemiş olduklarının tam tersini dile getirirken bile aslında aynı şeyleri söylüyordu Filistinli arkadaşım: “Evliliğin aşk ile ne ilgisi var.” Bu kurum hukuki bir akit sonucu ortaya çıkar ve nikah, bireylerin haklarının korunması için yapılmış bir anlaşmadır.
 
Nikahın aşk ile ilişkisinin kurulmaya başlandığı 19. yüzyılın ikinci yarısından bu yana, kendimizi romantizme kaptırmış bir halde işin akit, sözleşme, hakkaniyet yönünü unutmuş görünüyoruz. Oysa nikah, önce kabileler,  aileler, aşiretler, krallıklar arasında yapılan bir anlaşma iken, daha sonra –“birey” kavramının toplumsal kurgunun merkezine yerleşmesi ile birlikte- bireyler arası sözleşme olarak devlet toplum ilişkisinde yerini almıştır. Aynı zamanda beşeri aşkın da nihayetleneceği bir hedef olarak yeni bir kültürel çerçeveye oturmuştur. Hal böyle olduğunda, böyle bir sözleşmede çıkarları ve istekleri korunan taraf olmak, modern hukuka göre aşkı anlayan ve kavrayan her bireyin hakkı olmalıdır.
 
Bir de tabii nikahı Tanrı’nın önünde verilmiş kutsal bir söz olarak anlayanlar var. Her ne kadar dini metinler dile ve yazıya döküldüğünde bireysel tercih ve kararlardan çok grubun/kavmin seçim ve davranışları ön planda idiyse de, bugün ABD’de milyonlarca kişi evliliği dini bir müessese olarak kabul etmekte.  İşte bu grup uzun yıllardır ABD’de eşcinsellere evlilik hakkının verilmesine şiddetle karşı koymaktalar. Onlara göre, eşcinsellik İncil’de lanetlenmiş bir davranış biçimi olduğundan, bu günahkarların Tanrı’nın evine gidip İsa’nın önünde birbirlerine bağlılık yemini etmelerine izin verilmemesi gerekiyor. Eşcinselliğin İncil’de ne şekilde lanetlendiği konusu da pek o kadar net bir konu olmadığından, aslında kiliseye ait tek bir görüş olduğunu söylemek de pek mümkün değil. Eski Ahit’teki “kadınlarla yattığın gibi erkeklerle yatmayacaksın” ifadesi ile başlayan homosexualite karşıtı olduğu iddia edilen bir dizi ayet, yine pek çok mümin, dini bütün şahıs, din insanı ve ilahiyatçı tarafından “İsa’nın yolu sevgidir; İsa tüm kullarını sever ve sevgiye davet eder.” anlayışı ile farklı biçimlerde de yorumlanmakta.  Bu durumda eşcinsellere ve evliliklerine dair yekpare bir kilise tavrından ve karşı çıkışından söz etmek pek mümkün değil.
 
ABD’li eşcinseller, ister Tanrı’nın evinde bağlılık yemini edebilmek için olsun, ister evli çiftlerin sahip oldukları tüm hukuki haklardan yararlanmak için olsun yıllardır evlenebilmek istiyorlar.  Evlilik seramonileri, başlangıçta organize bir hak talebi olmaktan çok bir gösteri ve kültürel bir başkaldırı performansı olarak fazla sık olmamakla birlikte zaman zaman eşcinsellerin mitinglerinde göze çarpardı. 1993 yılında Hawaii’de açılan bir dava hakkında Eyalet Yüksek Mahkemesinin verdiği karar ile yasal ve siyasi olarak gündeme gelen “bir insan hakları başlığı olarak evlilik” konusuna ilk tepki G.W. Bush yönetiminden geldi ve muhtemel anayasal hak iddialarının önüne geçmesi amacıyla Kongre 1996 yılında “Evliliği Koruma Yasası” çıkartarak nikâhın sadece bir kadın ve bir erkeğin karı koca olması anlamına geldiği federal hukuk kuralı haline getirildi.  Bu yasanın, eşcinsellerin Amerikan geleneklerini değiştirme çabalarına engel olmak için çıkartılmış olduğu savunulsa da, ABD Anayasası, nikahı cinsiyetten uzak bir biçimde her bireyin hakkı olarak tanımlamakta olduğundan,  esas olarak Amerikan kültürünü -geriye doğru- değiştirmeye çalışan Kongre’deki tutucu çoğunluk idi.  ABD yasaları nikahı neredeyse yüzyıllardır bireysel hak olarak tanımlamakta iken, bu yeni yasa, açıkca söylemese de evliliği kimi dini çevrelerin yorumuna göre tanımlıyordu. Üstelik bu federal yasayı perçinlemek ve birbiri ardından gelen yerel eşcinsel nikâhlarını onaylayan belediye başkanları ve diğer yetkilileri durdurabilmek amacı ile aralarında California gibi yüksek nüfuslu merkezlerin de olduğu 35 eyalet, evliliğin sadece ve sadece bir kadın ve bir erkek arasında olacağı doğrultusunda eyalet anayasalarını değiştirdiler.
 
Evlilik bağı kurma ve bu bağın getirdiği koruma ve sorumluluklardan yararlanma hakkının eşcinsellere verilmesine engel olunması yönünde yükselen bu toplumsal dalga karşısında kimi yerel idareler, nikâhtan ziyade “medeni birliktelik” (civic union) yasaları çıkartarak evlenme hakkı ve izni olmayan vatandaşlarına benzer imkânlar sağlamaya yönünde adımlar attılar. Nikah ve medeni birliktelik arasındaki fark sadece seramoniyel bir fark olmayıp, aslında önemli hukuki güvenceler konusunda temel ayrımcılıkların altını çizmekte.  Kilisede veya nüfus memurunun önünde evlenebilen çiftler, aralarında evlat edinme, miras, bakım, vergi, hastalık ve hayati kararlarda söz sahibi olma gibi hukuki konularda tam 1138 adet değişik hak ve sorumluluğa otomatik olarak kavuşurken, medeni birliktelikler ne kadar kapsamlı olurlarsa olsunlar böylesi bir sözleşmeye imza koyan çiftlere bu oranda garantiler sağlayamıyor ve haklarının federal yasalarca korunmasını öngöremiyor. Örneğin evlilikte bireysel hak eşitliğinin yasallaştığı bir eyalette evlenebilirsiniz ancak eşiniz yabancı uyruklu ise diğer heteroseksüel çiftlerin federal hakkı olan oturma iznini ve vatandaşlık hakkını federal devlet eşcinsel evliliklerini tanımadığı için talep edemez. İşte bu ayrımcılık yüzünden eşcinsel çiftler bir azınlık grup olarak kendilerine ikinci sınıf vatandaş muamelesinin meşrulaştırıldığını göstererek tam ve federal eşitlik taleplerinde ısrar etmekteler.
 
Obama hükümetinin Adalet Bakanlığı, geçtiğimiz aylarda federal savcıların artık mahkeme salonlarında “Evliliği Koruma Yasası”nı temel almaksızın dava dosyası hazırlayacaklarını çünkü yasanın Anayasa’ya aykırı bir ayrımcı niteliği olduğunu duyurduysa da, Kongre’deki çoğunluk yasayı savunmaktan, yürürlükte tutmaktan ve bu konudaki davalarda müdahil olmaktan yana olduğunu ilan etti.
 
Kongre ve Obama hükümeti arasındaki bu gerilim, gelenekler ve bireysel haklar arasındaki bir savaş olarak devam ederken, Haziran ayının son haftasında tam beş eyalette (Connecticut, Iowa, New Hampshire, Vermont, Massachusetts) ve başkent Washington’da (ve ayrıca bir yerli halkın -Coquille- özerk bölgesinde) yasal olan her bireye eşit evlilik hakkı, 24 Haziran günü gece yarısına doğru en büyük eyaletletlerden biri olan New York’ un meclisinden de geçti. Eyalet Valisi’nin yasayı imzalaması ile yaşanan çoşkulu kutlamaların karşısında “Başka sorun mu kalmadı da bununla uğraşıyorsunuz?” demek çok zor artık. Çünkü sorun bir kültürel çarpışmadan çok, geleneklerin ayrımcılığına direnen bir azınlık hakları mücadelesi…
 
Azınlıkların nikâh haklarının gaspedilmesi ABD için yeni bir konu değil aslında. 40 sene öncesine kadar siyahlarla beyazların evlenmesine izin vermeyen eyalet yasalarının yürürlükte olduğu ülkede, bu tip yasaların insan haklarına ve eşitlik prensibini nasıl ihlal etmekte olduğundan çok İncil yorumlarına denk düşüp düşmedikleri tartışılmakta hala. Aslında tartışılan bir bakıma Amerikan toplumunun ve geleneklerinin dinsel yorumlarla mı yoksa eşitlik prensibi ile mi tanımlanması gerektiği. Bu açıdan bakıldığında da en büyük eyaletlerden birinde evlilik hakkının tüm yurttaşlar için eşit biçimde yasallaşmış olması, sadece bu azınlık halk kesimini değil tüm ABD halkını ilgilendiren bir konu. Bu anlamda ülkenin üçüncü büyük eyaletinde hiç bir azınlığın evlilik hakkının gaspedilemeyeceğinin yasallaşmış olması sadece eşcinseller için değil tüm eşitlik, özgürlük ve demokratik hak savunucuları için çok önemli bir adım.
 
Ancak sonucu her ne olursa olsun,  New York Eyalet Meclisi’nde yapılan oylamanın 33’e 29 gibi kıl payı bir farkla kazanılmış olması gerek siyasi, gerek hukuki en önemlisi de kültürel çatışmanın henüz bitmediğinin göstergesi. Onur Haftası gösterilerine 36 saat kala yapılan oylamanın sonuçlarının çoskuyla kutlandığı mahallelerde bu kaygıyı dile getirmek ne denli zor olduysa da, bu kazanımın tarihsel boyutlarını göz ardı etmeden, eyalet valisinin dirsek çalımları ve Wall Street’in kâr ve kazanç amaçlı muazzam desteği olmaksızın homofobik kesimin bu son derece basit eşitlik ilkesini içlerine sindirebilmelerinin yolları üstüne ısrarla düşünmek gerekiyor.
 
Tabii ki başka dertler çok.  Ancak yasalar tarafından eşitçe korunmak ve herkes gibi hak sahibi olabilmek hiç de burun kıvrılmayacak bir başarı. Kutlu olsun, darısı… Umut etmeye cesaretimiz var mı?
 
* Brooklyn, New York 
 
Bu yazı Kaos GL Dergisi’nin 120. sayısında yayınlanmıştır.

Etiketler: insan hakları, aile
nefret