28/09/2007 | Yazar: Nil Sorgun

Nil Sorgun.

Nil'in Güncesi – IV Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı Nil Sorgun. Biraz melankolik ama umut dolu… Şaşkın ama kendini, insanları tanımaya çalışan… Bazen aşkları harcayan, bazen aşkları harcanan… Yirmi yaşında, Ankara’da tek başına yaşayan üniversite öğrencisi, lezbiyenliğiyle barışıyor, güncesinin her sayfasında ve yepyeni bir dünyayla tanışıyor. Nil, korkularından arınabilmek, açılabilmek için yazdığı hayatının iki sayfasını cuma günleri size veriyor.

GÜNCE - Sayfa 7

İris son konuşmamızdan beri aramadı bakalım ne kadar kaçacağız?

İnanılmaz bir haftaydı! Finallerden önceki son hafta Burak (saatlerce benle oturup film izleyen, beraber yemek yapıp benim pelte kalçamı büyüttüğümüz, dünya tatlısı, sınıfın arka sıralarında bulduğum…) bende kaldı. Sabah kalktık, balık istifinin iki parçası olarak Ego’ya bindik. Bölüme girince gördüğüm afiş gözlerimi parlattı: HOMOFOBİ KARŞITI BULUŞMA! İki gün sonra ve konuşmacı Profesör Meleğim. Onu geçen sene psikoloji kongresinde dinlemiştim. Yanımda o vardı, zaten o getirmişti beni buraya. Salon psikoloji öğrencileriyle doluydu. En öne yere oturmuştuk, meleğimizin öğrencileri anlatıyordu homofobiyi ama geleceğin psikologları homofobilerini yenemiyorlardı. Kürsünün yanında yerde oturan melek ayağa kalktı ve konuşmaya başladı, konuşması bittiğinde benim gözlerim dolmuştu ve güzel meleğin de. Nasıl inanarak, nasıl yumuşak aynı zamanda keskin konuşuyordu; ‘Çoğunluk olmak sorumluluk getirir. Siz bir insanın çocuk sahibi olma hakkını nasıl elinden almaya çalışırsınız, sizin yaptığınızın beyazların Amerika’daki zencilere yaptığından hiçbir farkı yok. Şu anda aranızda oturuyorlar ve çok merak ediyorum ne hissediyorlar. Daha fazla konuşamayacağım çünkü konuşursam ağlayacağım.’ Hafızamda kalanlardan toparlayabildiklerim bunlar.

İki gün sonra dersten çıkınca bizimkilere salonun yerini sordum, bilmiyorlardı. Ne için olduğunu sordular, anlattım. Kimisi homofobinin ne olduğunu sordu, kimisi ‘Salla ya Tunalı’ya gidelim’ dedi… Burak sırıtıp duruyordu, daha önce bu konuları hiç onunla konuşmamıştım sanırım homofobik olmasını hiç istemediğim için, yüzleşmek istemedim. Geliyor musun dedim, tabii ki dedi. Bir an içim kımıldadı, acaba mı? =) Ben kesin istediğim gibi algılıyorum yine. Benim titreşim ya da radar dedikleri sistemim bozuk, çalışmıyor hatta yok bile olabilir ama titreşimlerde beni algılayamıyor ya da algıladı ama kimse benimle konuşmak istemedi… Yok, canım o kadar da değil, kendimize göre bir karizmamız, çekiciliğimiz var. Neyse salona girdik, melek yine inanılmaz enerjisiyle güç verdi bana. Arada Burak benim gözlerimin içine bakıyor, ben Burak’ın gözlerinin içine bakıyorum. En sonunda kulağıma doğru eğildi ve ‘ben geyim’ dedi. Sevinçten kafasına zıpladım resmen çocuğun. Hazine bulmuş gibi hissettim kendimi. Akşam bize gittik, sabaha kadar konuştuk. O bana gaz veriyor, ben ona gaz veriyorum. Hafta sonu İstanbul’a gidiyoruz Burak’ın sevgilisine.

Artık bu kabuktan çıkmalı. Sadece L Word izleyerek yaşamamak lazım tabii. Köşe başındaki salonda çalışan Shane saçlarımı kesmiyor, Marina karizmatik Türkçe aksanıyla beni part time işe aldığını söylemiyor ya da Alice bugünkü radyo programını beğenip beğenmediğimi sormuyor. Buradakileri bulmak, yaşamak, açılmak, paylaşmak lazım. Nefesimi tutmaktan yoruldum.

GÜNCE - Sayfa 8

İstanbul; herkesin kendinden çok emin gözüktüğü ama içten içe her gün daha çok yorulduğu şehir. En ‘benmerkezci’ şehir, kendinden ibaret sanıyor sanki dünyayı ve içine girer girmez size de hissettiriyor aynısını.

Küçük, şirin hayatlar gösterdiler bana burada. En çok Kadıköy tarafındaki kafeyi sevdim. Girişinde ‘Evet, orası burası?’ yazıyordu ya da ‘burası orası’… Her neyse insanı gülümseten sakin bir yer. Yan masada kalabalık bir grup tabu oynuyordu, o kadar neşelilerdi ki yanlarına oturup sıranın bana gelmesini beklemek geldi içimden. Sağ taraftaki masada iki karizmatik butch tavla oynuyordu. Burak ve sevgilisi (Mert) sürekli birilerine selam veriyordu, yüz kaslarım gülümsemekten acımaya başlamıştı. Her zaman gittiğim yerlere benziyordu, hiçbir farkı yoktu ama etrafımda o canımı acıta acıta her tarafımı nasırlaştırmış, varlığını fark ettirmez hale getirmiş sinsi önyargı duvarı yoktu. Saatlerce orada oturdum, korkusuzca… Bizimle gurur duydum. Karşı masada oturan kızın ara sıra bana baktığını fark ettim, ben de ona baktım tabii. Nasıl güzel bir his o öyle. Hoşuma giden birinin gözlerine bakabilmek, korkudan arınabilmiş heyecanı duymak her yanında. Tuvalete gitmek için ayağa kalktığımda Ayşeciğin çirkin ‘Hayat sevince güzel…’ dansını yapacaktım neredeyse=)

O kadar mutluydum ki paranoyam ancak buradan çıkarken bulabildi beni. Ya bir şekilde ailem öğrenirse? Bugün kaç kişiyle tanışmıştım, herkes başka bir ihtimal değil miydi? Sus dedim kendime, güvenmek zorundasın. Ne olacaksa zaten olacak, anlarını mahvetme. Güçlü olabilirsin.

Gece su almaya giderken televizyonun ışığını fark ettim, Burak ile sevgilisi uyuyakalmışlardı. Kaşık pozisyonunda uyuyorlardı ve o kadar huzurlu gözüküyorlardı ki birkaç dakika onları izledim. Bütünleşmiş bedenlerinden yek ruhlarını… Burak’ın minik burnunun sevgilisinin ensesine değişine baktım. Uyurken soluduğu bu hava için teşekkür ettim ona içimden, kaçmadığı için aşkından. Biraz da benim kaçmamamı sağladığı için.




*Nil’in Günlüğü’ndeki diğer sayfalar:

[[Nil'in Güncesi - I]]

[[Nil'in Güncesi – II]]

[[Nil'in Güncesi – III]]

Nil Sorgun


Etiketler: yaşam
İstihdam