11/10/2007 | Yazar: Nil Sorgun

Nil Sorgun. Biraz melankolik ama umut dolu… Şaşkın ama kendini, insanları tanımaya çalışan… Bazen aşkları harcayan, bazen aşkları harcanan… Yirmi yaşında, Ankara’da tek başına yaşayan üniversite öğrencisi, lezbiyenliğiyle barışıyor, güncesinin her sayfasında ve yepyeni bir dünyayla tanışıyor. Nil, korkularından arınabilmek, açılabilmek için yazdığı hayatının iki sayfasını cuma günleri size veriyor.

Nil'in Güncesi – V Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Nil Sorgun. Biraz melankolik ama umut dolu… Şaşkın ama kendini, insanları tanımaya çalışan… Bazen aşkları harcayan, bazen aşkları harcanan… Yirmi yaşında, Ankara’da tek başına yaşayan üniversite öğrencisi, lezbiyenliğiyle barışıyor, güncesinin her sayfasında ve yepyeni bir dünyayla tanışıyor. Nil, korkularından arınabilmek, açılabilmek için yazdığı hayatının iki sayfasını cuma günleri size veriyor.

KAOS GL

Nil Sorgun - Ankara

GÜNCE - Sayfa 9

Sabah uyandım, baktım bizimkilerden ses yok. Çikolatalı süt yapıp, beş yüz altmış sekizinci defa ‘Fucking Amal’ı izledim. Elin’e sen ‘fucking’ yer görmemişsin demek geldi yine içimden. Sonra etrafıma baktım; eskisi kadar kötü görünmedi benim ‘fucking’ dünyam. Tam İsveççe öğrenmeyi istememi sağlayan Ingmar Bergman ve Lucas Moodyssons’u düşünürken kapı çaldı. Mert, japon balığına benzemiş gözleriyle kapıyı açtı.



Ve o girdi içeri…

Tüm oda siyah-beyaz oldu sanki o içeri girdiğinde. Solmuş teninden çok, ruhunun kırıklığı titretiyordu insanı. Çıkık elmacık kemiklerinin üzeri zorla örtülüyordu sanki. Göğüsleri yoktu, kalçaları yoktu. Kadınlığı çalınmıştı. Her an ilgi isteyen bir çocuk kalmış gibiydi. Kollarının altında koltuk değnekleri vardı sadece, onlardı ilgilenen onunla. Mert kırılmasından korkar gibi sarıldı ve tek başına geldiği için gerçekten kızdı. Yirmili yaşlarındaki çocuk elini uzattı bana, okşar gibi sıktım elini. Kahverengi gözlerinde hala bir ışık olduğunu görünce içim rahatladı.

Yirmi üç yaşında, adı Burcu, anoreksia. Hastaneden yeni çıkmış. Burak son zamanlarda çok daha iyi göründüğünü söyledi. Daha kötüsünü ben hayal edemedim. Saatlerce konuştuk. Günlük konuşmaları bile imgesel ki çok az konuşuyor. Gizemli, kapalı, aşklarını büyük yaşayan bir kadın, yorgun bir kadın… Kokusunu asla unutmayacağım bir kadın. Burak içeri kahve yapmaya gittiği sırada, çantasından sandık lekesi renginde bir kâğıt çıkardı, Mert’e uzattı. İstersen sen de oku dedi, yüzüme gerçekten bakmadan.

Çok zaman geçmişti kâğıdın sağ üst köşesindeki sayılar kuruyalı.

''Kıpırtısız sularında bir denizkızı, olmayan gölün. Hep dolunay yüzü… Çıplak kadınlar dalıyor dolunaya ara sıra. Bir denizkızı; başı hep yukarda, gözleri hep bacakları izler. Onları izledikçe ağlar. O ağladıkça su çoğalır. Su çoğaldıkça dolunay büyür. Dolunay büyüdükçe bacaklar artar. Bacaklar arttıkça, gözyaşı…''

''Denizkızı yalnız. Denizkızı tüm balıkları yemiş, bacakları izledikçe. Yedikçe şişmiş gövdesi. Şiştikçe gövdesi, acının çukurları daha da çirkinleştirmiş onu. Masallar ve hikâyelerde o olmamış hiç böylece. Her gün büyüyen göl kalmış masallara, hikâyelere.''

''Bir kadın dalmış yine dolunaya. Çırptıkça bacaklarını, denizkızının kalbine vurmuş. Korkarak suya dalmış kadın, açmış yosun gözlerini, parlak pulları et yığınında kaybolmuş denizkızını görmüş. Hızla yüzmüş, etli dudaklarını bastırmış denizkızının hüzünden kurumuş dudaklarına. Denizkızı başlamış kusmaya; sülükler, istiridyeler, çıyanlar, inciler…Olan, olmayan tüm okyanusların, denizlerin, göllerin en güzel denizkızı çıkmış ortaya sonunda. Kadın yıllarca denizkızıyla kalmış. Çok sevmiş onu, gerçekten aşık olmuş ona.''

''Bir gün kadınının, bacakları izlediğini görmüş denizkızı. Sonra fark etmiş ki hep aynı bacakları izliyor. Sonunda sudan çıkmış kadın ve öpmüş o bacakların sahibini. Öptükçe ihanet, haklılık, vefasızlık, özgürlük, hüzün, heyecan kusmuş. Denizkızı artık ne kusmuş ne yemiş.''

''Burcu.''

GÜNCE - Sayfa 10

İstanbul’a veda ve yine ailem, yine yutulan cümleler, hiç duyulmayan, görülmeyen, isyanlar, imalar…

İki gündür evdeyim. Annemden çok, telefonda Burcu’yla ve İris’le -efendisiyle kavga etmişler, çok kötüymüş, sesini duyduğuma çok sevindim ama bir yanım çok acıdı- konuştum. Daha doğrusu ben konuştum, Burcu dinledi. En güzel cümlesi; ‘Keşke demektense en kötüsünü yaşamayı göze almalı’ deyişiydi.

Annem dün gece bir anda odama girdi, daha doğrusu daldı. Üçüncü defa gece kulağımda telefon görünce gerilimli konuşmamız başladı yine:

—Kiminle konuşuyorsun kızım hala bu saatte? (Gözler sonuna kadar açılarak sorulur bu soru.)

—Arkadaşımla anne.

—Kimmiş o arkadaş?!

—Burcu.

—Burcu kim? Yeni mi çıktı?

—Evet, anne, indirimdeydi, aldım.

—Doğru konuş, yat hadi artık, kapat şu telefonu, bilgisayarı, yeter!

Bir yerlerde hissediyor ama susturuyor tüm ona kabus gibi gelen düşünceleri biliyorum.

Yatmadan babamın bilgisayarını kullandığım için yine o hiç sevmediğim kontrolleri yaptım. Msn iletileri kayıt edilmemiş, tamam. Geçmişe bak, bu adresler görünürse, her şey anlaşılır. Geçmişi sil! İstemiyorum, seviyorum ben o geçmişi. Kapıyı açıp hole bağırmak istiyorum tüm ev duysun diye; o geçmiş benim ve hiçbir anından pişman değilim! Bir gün bunu yapacağımı hayal ederek –tabii hole çıkıp bağırarak değil– sıkıcı bir yaz sabahına uyanmak için bırakıyorum kendimi uykuya. Atthis’in ruhu olsa benimki ve uykumda gelse kraliçe liriyle fısıldasa ruhuma: ‘Seni yıllar önce, sen daha yaramaz bir çocukken sevdim.’




*Nil’in Günlüğü’ndeki diğer sayfalar:

[[Nil'in Güncesi - I]]

[[Nil'in Güncesi – II]]

[[Nil'in Güncesi – III]]

[[Nil'in Güncesi – IV]]


Etiketler: yaşam
nefret