21/06/2011 | Yazar: KAOS GL

Ruh sağlığı alanında hizmet veren kişilerin eşcinsellikle ilgili hak ihlallerini, ayrımcılığı ve nefret söylemini körükleyebilecek ifadelerinden, bilgi kirliliğinden ve toplumda oluşan olumsuz yargılardan dolayı endişelenmemek mümkün değildir.

Homofobi sadece psikolojik bir kavram değildir. Her 48 saatte bir eşcinsel bir kişinin homofobiyle bağlantılı şiddete maruz kalarak öldürüldüğü tahmin edilmektedir.

Ruh sağlığı alanında hizmet veren kişilerin eşcinsellikle ilgili hak ihlallerini, ayrımcılığı ve nefret söylemini körükleyebilecek ifadelerinden, bilgi kirliliğinden ve toplumda oluşan olumsuz yargılardan dolayı endişelenmemek mümkün değildir. Bu tür kişilerle ilgili bu yıl Onur Haftası kapsamında “Hormonlu Domates” ödülleri verilecek olup belli kategorilerde en büyük homofobikler seçilecektir. Bu kişilerin teşhir edilmesi adına önemli bir uygulamadır.
 
Psikolog Ferihan YANCI yazdı

Bundan tam 42 yıl önce 1969’da New York’taki Stonewall Inn isimli bara illegal cinsel aktiviteler yaşanıyor gerekçesiyle polisin düzenlediği baskın sonrasında eşcinseller tarafından polise karşı gösterilen 4 günlük mücadele ve karşı koyuş bir simge haline gelmiş olup yaşanan olayları anmak amacı ile her sene “Gay Pride” ismi ile dünyanın çeşitli ülkelerinde yürüyüşler ve etkinlikler düzenlenmektedir. Lezbiyen, Gey, Biseksüel ve Trans Kimlikler için özel bir hafta olan bu haftanın adının ONUR HAFTASI olmasının nedeni ise; “kişinin kendi oluşunun onuru, kendi varoluşundan utanmayışı” anlamını içermesidir. Türkiye’de ise ilk kez 1993’te “cinsel özgürlük haftası” adı altında bir kutlama yapılmak istenmiş ancak valilik izin vermemiş ve hatta yurtdışından gelen konuklar sınırdışı edilmiştir. 1993 yılından bu yana Haziran ayının sonlarında bir takım etkinliklerle kutlanmaya çalışılan Onur Haftası 2005’ten bu yana ise düzenli bir şekilde programlarla yürütülmektedir. LGBTT bireylere yönelik baskı, şiddet ve ayrımcılığa dikkat çekmek, "birlik ve dayanışma"yı güçlendirmek için gerçekleştirilen etkinlikler bu sene de 19. Onur Haftası kutlamaları ile devam etmektedir. Programda paneller, gösterimler, tiyatrolar, konserler ve partiler gerçekleştirilmekte ve son gün ise Taksim meydanından İstiklal Caddesi boyunca yürünmektedir.
 
Yüzyıllardan bu yana var olan farklı cinsel yönelimler ve toplumsal normdan farklı eğilimler toplumlar/devletler tarafından kimi zaman görmezden gelinmiş, kimi zaman ötekileştirilmiş, kimi zamansa nefret söylemleri ile çeşitli zulümlere ve hak ihlallerine maruz kalmışlardır. Özellikle LGBTT’leri içine alan kurum ve mekân bulma konusunda büyük sorunlar yaşanmıştır. 1950-1960 Amerika’sında da bu durum böyle idi ve Stonewall Inn eşcinsellerin rahat girebildiği nadir mekânlardandı. Sık sık polis baskınlarının yaşandığı bu mekânlardan Stonewall Inn baskını o dönem gergin homofobik tutumların bardağı taşıran son damlalarından biridir denilebilir. Bu dönüm noktası beraberinde pek çok kazanımı da beraberinde getirmiştir. Birçok eylemci grup ve dayanışma grupları bir araya gelmeye ve haklarını savunmaya başlamıştır. Tüm bunlara rağmen halen LGBTT’lere yönelik ayrımcılık ve kötü muamele devam etmektedir.
 
Canlı salt karşı cinsine ilgi duymaz. Bireyin hemcinsine olan duygusal ve cinsel sevgisi yüzyıllardır varolan bir gerçektir. Cinsel yönelim bireylerin tercihleri ile oluşan bir durum değildir. Kişinin iradesinden bağımsızdır. Eşcinselliğin bir tercih olduğunu, değiştirilebilir bir şey olduğunu iddia etmek de bu bağlamda abesle iştigaldir. Doğa pek çok canlı türünün eşcinsel yönelim örneği ile doludur.
 
Tüm bunlara rağmen pek çok toplumda LGBTT bireyler normalden sapma, bir tür sapkınlık, psikolojik ya da genetik bir bozukluk olarak değerlendirilmekte, eşcinsel bireyler kimi zaman görmezden gelinmekte, ahlak dışı bireyler olarak görülmekte, ötekileştirilmekte, işe alınmamakta, kimi zaman da nefret söylemleri ile yıpratılmakta, şiddete maruz kalmakta ve hatta nefret cinayetlerine kurban gitmektedirler.
 
Eşcinselliğin bir hastalık olduğu yaklaşımı 40 yıl önce terk edilmiş ve psikiyatrik hastalık tanı listelerinden çıkarılmıştır. Uluslararası ve ulusal hekim örgütlerince eşcinsellik heteroseksüellik gibi sağlıklı bir durum olarak kabul edilmektedir. Ancak eşcinsellikle ilgili tabular devam etmekte, eşcinselliğe ve eşcinsel bireylere karşı duyulan irrasyonel nefret, korku, hoşnutsuzluk ya da ayrımcılık sürmektedir. Eşcinsellik gibi öteki/diğer cinsel yönelimlere sahip LGBTT (Lezbiyen-Gey-Biseksüel-Trans Kimlikler) kişilerin tümüne karşı bu tür olumsuz duygu ve davranışların hepsine birden homofobi denmektedir.
 
Homofobik eylemlerin içine pek çok türde davranış ve söylem girebilmektedir. Bunlara örnek olarak; ötekileştiren davranışlar (aynı ortamda bulunmaktan kaçınma, negatif söylemlerde bulunma, iş vermeme, işten çıkarma), şiddete dönüşen sözel ya da fiziksel tacizler, devlet kurumları, eğitim ve dini kurumlarda ayrımcılığa maruz bırakmak, askeri kurumda ayrımcılığa ve tacize maruz bırakmak, tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu ileri sürmek gibi pek çok şey sıralanabilir.
 
Homofobinin günlük hayata yansımalarına en temel örneklerden biri de kullanılan dildir. Birçok dilde homofobik argo sözcükler ve hakaretler mevcuttur. Türkçe’de sıklıkla homofobik şekilde kullanılanibne sözcüğü, TDK sözlüğüne göre "edilgin eşcinsel erkek" anlamına gelmektedir ve kökeni "kız çocuk" anlamına gelen Arapça (ubne) kelimesidir. Gündelik kullanımda ibne kelimesi, eşcinsel olmasa bile birisini aşağılamak için de sıkça kullanılmaktadır. Türkçe’de bazı diğer homofobik sözcükler topoğlancı ve kulampara dır.

Homofobi sadece psikolojik bir kavram değildir. Her 48 saatte bir eşcinsel bir kişinin homofobiyle bağlantılı şiddete maruz kalarak öldürüldüğü tahmin edilmektedir. Uluslararası Af Örgütü’ne göre yaklaşık 70 ülkede eşcinsellere yönelik fiziksel ve psikolojik şiddet uygulanmaktadır.

Nefret söylemi temelini önyargılar, yabancı korkusu/düşmanlığı, tarafgirlik, ayrımcılık, cinsiyetçilikten alır. Kültürel değer ve kimlikler, grup özellikleri gibi unsurlar nefret söyleminin kullanılmasını etkiler. Nefret dili yükseldikçe ötekileştirilen bu tür azınlık ve yabancı algılanan bireylere karşı eylemliliklerde artar. Pek çok nefret cinayeti de bu nedenle işlenmektedir. Homofobi de özünde bir nefret söylemidir ve bireye karşı bir eylemliliğe dönüştüğü noktada bir insanlık suçudur. Bu açıdan eşcinsellerin yaşadığı ayrımcılık ve ötekileştirme ile mücadele, insan haklarının gelişimi açısından ayrı bir öneme sahiptir.

Eşcinselliğin suç olarak kabul edildiği ülkeler gün geçtikçe azalsa da halen eşcinsel ilişki içerisinde olan bireylere idam cezası veren ülkeler bile bulunmaktadır. Türkiye’de eşcinsellik kanunen yasak değildir ancak homofobi oldukça yaygındır. Ayrıca her ne kadar eşcinseller ve trans kimliklerle ilgili sınırlandırıcı yasalar olmasa da bu bireyler evlilik hakkı vb. haklardan yararlanamamakta, iş bulma gibi konularda sorun yaşamaya ve sınırlandırılmaya devam edilmekte ve böylece aslında yasalar tarafından görmezden gelinmektedirler.

Bazı eşcinseller toplumsal baskı nedeniyle, ailelerinden dışlanmakta, işlerini kaybetmekte, toplumun düşmanca davranışlarına maruz kalmakta ve baskı görmektedir. Bu önyargılı tutum ve davranışlar nedeniyle Türkiye’de birçok eşcinsel birey, aile içinde, ilişkilerinde ve kendi cinsel yönelimini bilen arkadaşları arasında kendini huzursuz hissetmektedirler. Toplumda var olan bu tutum kimi zaman devletin ileri gelenleri tarafından da pekiştirilebilmekte ve eşcinselliğin bir hastalık olduğunu, tedavi edilmesi gerektiğini bildirebilmektedirler.

Dünya literatüründe de kabul edildiği üzere bir hastalık olmayan eşcinselliğin doğal olarak tedavisi de söz konusu değildir. Fakat eşcinselliği doğuştan gelen bir yönelimden ziyade, sonradan öğrenilmiş bir tercih olarak algılayan, çocukluktaki duygusal istismardan kaynaklandığını ileri süren, ilgisiz ebeveyn tarafından yetiştirilen çocuklarda ortaya çıkan bir maraz olduğunu ifade eden, hatta çocuklukta yaşanan cinsel travmalar sonrası böyle bir eğilim geliştiğini iddia eden bir takım ruh sağlığı çalışanları bile bulunmaktadır. Eşcinselleri stigmatize ederek narsist ve borderline kişilik bozukluğu olan bireyler olarak sınıflandıran, dikkat çekmeye çalışan bireyler olarak sunan bu uzmanlar büyük oranda bir mesleki etik ihlali ile birlikte insan hakları bakımından da oldukça riskli cümleler sarf etmektedirler. Özellikle ruh sağlığı alanında hizmet veren bu tür kişilerin eşcinsellikle ilgili hak ihlallerini, ayrımcılığı ve nefret söylemini körükleyebilecek ifadelerinden, bilgi kirliliğinden ve toplumda oluşan olumsuz yargılardan dolayı endişelenmemek mümkün değildir. Bu tür kişilerle ilgili bu yıl Onur Haftası kapsamında “Hormonlu Domates” ödülleri verilecek olup belli kategorilerde en büyük homofobikler seçilecektir. Bu kişilerin teşhir edilmesi adına önemli bir uygulamadır.

Homofobik davranışlar insanları diğer insanlardan nefret etmeye, onları reddetmeye ve yargılamaya, sonuç olarak da zarar vermeye iter. Homofobi bireylerin kendi cinsiyetinden bireylerle olan ilişkilerinde sınırlamalar ve rahatsızlıklar yaratmaktadır. Bu bireylerin kişisel hayatlarını ve sosyal destek sistemlerini zayıflatır. Homofobi sosyal iletişimi sınırlar. Blumenfeld’e göre “İnançları ne olursa olsun aileler lezbiyen, gey, biseksüel ve trans çocuklar doğurmaya devam edecektir. Homofobi nedeniyle bir çocuğun ailesi tarafından reddedilmek korkusuyla eşcinsel olduğunu gizlemek zorunda kalmasının aileye bir faydası olamaz. Bu durumda eşcinsellik değil homofobi aile bütünlüğüne zarar vermektedir.

Homofobi sadece cinsel kimliği farklı olanı damgalanmaya, sessizliğe ve hedef gösterme itmekle kalmaz. Farklı olana karşı pozitif davranış gösterme taraftarı olanları da dışlar. Cinsiyetçilik nasıl ki insanlık nüfusunun yarısının insanlığa katkısını yok ediyorsa, homofobi de cinsel azınlığa ait pek çok yetenekli ve yaratıcı insanın insanlığa katkısını reddetmektedir.
Homofobi çeşitliliğe tolerans göstermez. Blumenfeld’e göre “Homofobi bütün çeşitlilik anlayışını reddeder, yani dominant kültür akımının dışında kalan herkesi eninde sonunda hedef tahtasına alır. Bu nedenle birimiz bir özelliğimizden dolayı aşağılandığında aslında hepimiz aşağılanırız.” Homofobinin negatif bir tavır ve nefret içeren bir durum olduğu açıktır. Nefretliğe akacak olan enerjinin pek çok olumlu yöne kanalize edilmesi mümkündür. Böylece daha yaşanılabilir bir dünya mümkün olacaktır. Nefrete İnat Yaşasın Hayat!
 
Psikolog Ferihan YANCI, Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği içerisinde çalışmalarına devam etmekle birlikte aynı zamanda Beyoğlu Adliyesinde Aile Mahkemesinde mahkeme uzmanı olarak görev yapıyor. Ruhsal Travma yüksek lisans programında ve kadına yönelik şiddet, homofobi ve nefret söylemi alanında çalışmalara devam ediyor. 
 
Kaos GL


Etiketler: yaşam
nefret