25/02/2017 | Yazar: Gözde Demirbilek

Medyanın eril dilinin spordaki yansımaları ‘Spor Medyasında Cinsiyet ve Cinsel Yönelim Ayrımcılığı’ panelinde tartışıldı.

Potanın ‘perisi’ filenin ‘sultanı’ olmak istiyor muyuz? Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Medyanın eril dilinin spordaki yansımaları “Spor Medyasında Cinsiyet ve Cinsel Yönelim Ayrımcılığı” panelinde tartışıldı.

Sportif Lezbon’un düzenlediği “Spor Medyasında Cinsiyet ve Cinsel Yönelim Ayrımcılığı” paneli bugün TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası’nda gerçekleşti. Moderatörlüğünü Pınar Öztürk’ün yaptığı etkinliğin panelistleri Aysu Melis Bağlan, Dağhan Irak, Elif Çongur ve İlknur Hacısoftaoğlu idi. Panelde sporun “erkek etkinliği” olarak görülmesi, hakim spor dilinin cinsiyetçi ve ayrımcı söylemlerinin sonuçları; spor medyasının kadın ve LGBTİ’leri hedef alan yanları tartışıldı.

“Oyunları kurumsallaştıran ve spor hâline getirenler egemen sınıflardı”

Panelin ilk konuşmacısı Dağhan Irak’tı. Panele SKYPE bağlantısı ile katılan Irak, oyunun spora dönüşümü ve kazanma kültürünün ortaya çıkışını anlattı.

“Öncelikle konuşmamız gereken mesele, oyunla modern spor arasındaki fark. Bu fark 19. yüzyılda  belirginleşen oyunların spora dönüştüğü dönem bu farkı şekillendirdi. Hepimizin içerisinde oyun oynama duygusu var, içgüdüsel bir şey. Bu kadar doğal bir şeyin kurallara bağlanması ve bir sisteme oturtulması ve kurumsallaştırılması meselesi oyunla spor arasındaki farkı bize anlatıyor.”

“Oyunları spora kim tarafından nasıl dönüştürüldü sorusu bizim için önemli. Moderniteyle birlikte üretim biçiminde çok ciddi bir değişim yaşanıyor. İlk işçi sınıfları ortaya çıkıyor. Kırsaldan şehre gelen işçiler hasat zamanında kendi oyunlarını oynamaya başlıyorlar. Sınıfsal olarak mesele şu: burjuvalar, şehre gelen insanların oyunlarını sahipleniyor. Oyunları kurumsallaştıran insanlar, egemen sınıflardı. Bugün bu oyunları, o sınıfların kurallarıyla oynuyoruz. Dolayısıyla, bu sporların hiçbiri gökten inmedi. Belli sosyal müzakerelerle ve iktidar-tahakküm ilişkileriyle şekillenen oyunlar spora dönüştü. Bugün hala o aristokrat-burjuva sınıfların belirlediği kurallarla o oyunları oynuyorsak, o kodları hâlâ yıkamadığımız içindir.”

“Oyunla spor arasındaki en temel farklardan birisi, kazanma meselesinin sporun merkezinde olması. Bu çok ciddi ve ideolojik bir kırılma. Bir şeyi eğlenmek için yapmakla kazanmak için yapmak arasında çok ciddi farklar var. Katılmak için kimseyi geçmek zorunda değilken, kazanmak için yarışmak zorundasınız. Spor, oyunun üzerinden para kazanılan kapitalizmle çok yakından ilişkili bir biçimi. Fiziksel gücü ortaya çıkartarak tamamen testesteron merkezli bir endüstri yaratmış oluyorsunuz. Katılımcı sporun sosyal faydaları olduğuna, kazanmacı sporun ise tedavi edilmesi gerektiğine inanıyorum. İnsana dair her şeyin sporun içinde olduğu bir ortam yaratmamız mümkün. Sporun reddedilerek değil katılımcılık üzerine yoğunlaşarak bir oyun ortamı yaratmak lazım.”

“Kadın ve LGBTİ sporcular artıyor ama hâlâ görünür değiller”

Dağhan Irak’ın ardından, İlknur Hacısoftaoğlu sporda kadınların ve açık kimlikli LGBTİ’lerin artışına rağmen medyasında kadın ve LGBTİ görünürlüğünün değişmediğinin altını çizdi.

“Spora kadın katılımı son 10 yılda çok artış göstermesine rağmen, spor medyasında bu artış asla görünür değil. Bugün Türkiye’de spor medyası dediğimiz şey aslında futbol medyası. Bu futbol medyasıyla ilgili kısa bir araştırma yaptığımızda kadın görünürlüğünün %8 - %12 üzerine çıkamadığını görüyoruz.”

“Sadece kadın oyuncuların değil, kadın spor anlatıcılarının ve editörlerinin de çok az olduğunu fark ediyoruz. Çünkü kadınların sporda da fiziksel duruşlarıyla ve “anne”, “abla”, “eş” olma durumları üzerinden konuşulduğunu görüyoruz. Çok ünlü ve her iki tarafın sporcu olduğu heteroseksüel bir çiftle olan röportajları inceleyebilirsiniz, çiftlerden erkek olana hep sporla ilgili takımla ilgili sorular sorulurken, kadın olana hep anneliğin nasıl gittiği, ev işlerine nasıl yetiştiği aile olmanın nasıl bir şey olduğu sorulur.”

“Stadda taraftar için ‘kadın’ olmak her türlü aşağılamaya açıktır, bir hakem için edilebilecek en büyük küfür LGBTİ’leri hedef alan ‘ibne’dir. Spor gazeteleri de bunu yansıtır, herkesin bir lakabı vardır. Kimi imparatordur kimi aslandır. O oyuncular hep sözleriyle ‘bombalar’, ‘savaşır’ ve ‘operasyon’ düzenler. Bir adım ötesinde ‘erkeklik’lerini erkek olmayan herkes için üzerinde iktidar kurarak yeniden var ederler.”

“Filenin Sultanları ve Potanın Perileri olmak zorunda değiliz”

Etkinliğin üçüncü panelisti Aysu Melis Bağlan ise kadın sporcuların medyadaki yansımalarının toplumsal cinsiyete göre şekilleniş yansımalarını konu alan sunumunu yaptı. Sunumda potanın “perisi” filenin “sultanı” olmanın toplumsal cinsiyete ve kadına atfedilen rollere bağlı olarak geliştiğini anlatan Bağlan, kadın sporcu olmanın her zaman estetik kaygısı güden bir beklentiyi beraberinde getirdiğinin altını çizdi.

“Kadına yakışan sporlar ve yakışmayan sporlar ayrımıyla hep karşılaşırız. Kadınlar buz pateni yaparlar, voleybol oynarlar ama güç gerektiren sporlar için ‘Ne gerek var şimdi’ gibi bir tavır görürüz.”

“Öte yandan ‘Potanın Perileri’ diye bir şey yok. Bu kadınların peri olduğu falan yok. Boyları 2 metreye yakın, her basketbol oynayan kişi gibi beslenen sporcular. ‘Filenin Sultanları’ için de aynısı geçerli. Tabi ki, kadın ve sporcuysanız övülmek için perilik ya da sultanlık gibi üstünlük belirten ifadelerle anılırsınız, çünkü bir kadının spor yapması aşırı bir güç olmak zorundadır.”

“Hâlâ ofsaytı bilip bilmediğim sorgulanıyor”

Panelin son konuşmacısı Elif Çongur ise, bir spor yazarı olmasına rağmen kadın olduğu için “ofsaytın ne olduğunu bilip bilmediğinin” hâlen sorgulandığını ifade etti.

“Buradaki arkadaşlarıma oranla daha güvenli bir alanda spora dokunmama ve spor yazarı olmama rağmen sürekli ofsaytın ne olduğunu bilip bilmediğim sorgulandı. Üstelik evliydim çocuğum da vardı, hem de tam onların istediği gibi eski buz pateni sporcusuydum buna rağmen hayatımın her alanında sporla ilgili bilgilerimin her an sorgulanabilirliğini hissettim.”  

“Kendi alanımdan belki örnek vermem gerekir. ‘Katarsis’ seyircide duygusal bir sağaltım yaşanması demek. Aristo bunu böyle ortaya atıyor ama besbelli ki toplumsal bir arınma vadediyor. Sanıyorum, futboldan da otoritenin beklediği böyle bir şey. Takımın lisanslı ürününe para versin, 90 dakika boyunca bağırsın çağırsın içini döksün rahatlasın. Bir şeyin zaman kısıtlaması olması, sınıfsal olmasını da gösterir. Futbol izleyecekseniz, 90 dakika izlersiniz, uzatmalar olursa belki biraz artar o kadar. Ama golf öyle mi? Değil. Ucu açık ve istediği kadar sürer. Sporların sınıfsallaşmasını bu yönden görmemiz çok mümkün.”

Panel, katılımcıların deneyim paylaşımı ve sorularının cevaplanmasıyla son buldu. Etkinliğin videosunu buradan izleyebilirsiniz.


Etiketler: yaşam, spor
İstihdam