25/07/2017 | Yazar: Deniz A

Praksis Müzik Kolektifi, ülkenin her tarafındaki ekolojik tahribatla ilişkilenmiş bir Müzik Kolektifi.

Praksis’ten: Kavga devam ediyor! Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Doğa ve kent mücadeleleriyle sürekli temas halinde olan Praksis Müzik Kolektifi, ülkenin her tarafındaki ekolojik tahribatla ilişkilenmiş bir Müzik Kolektifi. Kolektif “Kapitalizmden kaçış yok” ve “Kavgadadır kurtuluş ancak” diyor.

Praksis Müzik Kolektifi, yeni albümü "Kavga Devam Ediyor"u internet üstünden yayınladı ve ücretsiz indirme imkanı ile dinleyicilerine sundu. Kolektif ile toplumsal mücadeleleri, müziği ve son albüm "Kavga Devam Ediyor"u konuştuk.

Praksis nasıl kuruldu, nasıl bir araya geldi?

2005-2008 arasında üniversitelerdeki müzikli muhalefetin bir sonucu demek doğru olur Praksis için. Oradan filizlenen fikriyat 2012’de isme, Gezi’yle beraber gerçek anlamıyla cisme büründü.

Praksis Müzik Kolektifi’nin belli bir üye sayısı veya çekirdek kadrosu var mı ?

Şimdiye kadar yaklaşık 20 kişi Praksis Müzik Kolektifi’nde bulundu. Fakat şu an 8 kişiyiz. Bu 8 kişi çeşitli biçimlerde kolektif içindeki tüm grupları götürüyor. Yani Praksis, Şubadap, Terane ve Deliler Teknesi

İlk albümünüzün üzerinden üç yıl geçti. Uzun bir süre değil mi?

Albüm odaklı bir ekip değiliz ama kayıt yapmayı reddeden bir idealizme de saplanacak değiliz. Şöyle bir biçimimiz var: şarkılar çalanların ve dinleyenlerin süzgecinden geçmeden albüme girmiyor. Yani albüme girilene kadar o şarkı onlarca konserde, mitingte, eylemde, etkinlikte çalınıyor. Yani ‘bi orda bi burda söylenmekten yoruluyor’ ve artık albüme hazır hale geliyor. Yani bizi konserlerde dinleyenler albümde belirgin bir sürpriz ile karşılaşmıyor. Dolayısıyla albümlerimiz ‘flaş’ albümler değil arşivlik nesneler ve aynı zamanda da tarihselliğimiz oluyor. Tabi bütün bunların dışında bu 3 yıllık mesafenin en önemli sebebi toplumsal durum, kitlesel katliamlar, açık faşizm koşulları dolayısıyla mücadelenin sertleşmesi olarak ifade edilebilir.

Bu zaman diliminde konserler, söyleşiler, paneller oldu. Biraz bahseder misiniz?

Yılmaz Güney’in mektubu aklımızda: “Her gün yeniden sarsılıyorum. Sarsılmadan, yıkılmadan değişmenin imkanı yok çünkü. Yıkıp yeniden yapıyorum kendimi...” Her dönem kendi sömürü ve baskı biçimiyle geliyor üzerimize, barikatları yenilemeye ihtiyacımız var, onun için sürekli yeni araçlar ve yeni yöntemler deniyoruz. Gezi İsyanı boyunca sokakta gaz bombası ile dağılan eylemcileri tekrar toplama işlevi gördük. Sonraki dönem bestelerimizle forumlardaydık. Ardından doğa talanına karşı Türkiye Turneleri yaptık. Çocuk şarkıları ürettik, albümler yaptık, ülkenin her tarafındaki çocuklarla buluştuk. Kendimizi daha iyi anlatmak için ‘Telifi var söyleyemem’ başlıklı bir söyleşi-dinleti formatı denedik, ülkenin çeşitli yerlerinde copyleft, halk sponsorluğu, yeniden anonimleşme, kolektif popülerleşme gibi kavramları bu vesileyle tartışmaya açtık. Elbette ‘praksis’ sözcüğünün anlamından da çıkarılabileceği üzere bu kavramların pratik karşılıklarını yaratmak için yoğun bir çaba sarf ettik. Önemli mevziler elde ettik ama eksiğimiz çok, daha çok çalışmalıyız.

Şarkılarınızda zengin bir dil kullanıyorsunuz. Sizi neler besliyor, şarkılarınızı yazıp bestelerken üretim kısmı nasıl ilerliyor?

Şairlerin şiirlerinden sıkça faydalanıyoruz. Şiirlerde değişiklikler yapmaktan çekinmiyoruz. Onun dışında öfkemizi, neşemizi sakınmıyoruz sözümüzden, müziğimizden. Birisi bestenin tıngırtısıyla, fikriyle geliyor, sonrası kolektif bir inşa oluyor.

İcra ettiğiniz müzik türünü “protest müzik” olarak ifade etmektesiniz. Neden protest müzik?

Tür olarak ifade etmekten kaçınıyoruz. Mücadelenin müziğini yapmaya, bir miktar da müziğin estetik varoluş mücadelesini vermeye çalışıyor.

Sizi eylemlerde, sokaklarda sık sık görüyoruz. Müzik yapmak için uygun şartlar olmuyor bazen. Bu durumlar müzik kalitenizi düşürüyor mu?

Kalite tartışmasını ses sisteminin markasından hareketle yapınca “evet, düşürüyor” ama piyasa kendi ‘esneklik’ini nasıl bir saldırı biçimine dönüştürüyorsa bizde kendi esnekliğizle bunu göğüslemeye çalışıyoruz. Belki davul, bas, elektrogitar formatı için sokak eylemleri uygun düşmüyor. Peki, o zaman akustik gitarımız var, kajonumuz, zillerimiz var. Hiçbir şey yoksa ıslıklarımız, seslerimiz var.

Bir müzik kolektifisiniz. Lakin müziğinizden çok yargılanmanız, gözaltına alınmanız ve hareket halinde olmanız daha çok ön planda. Buna dair neler söylemek istersiniz. Bu bir sorun mu?

İlk akla gelen tarafı önemli bir sorun, müzik ile ilgili bir ekibin müziğiyle öne çıkamaması. Bir tarafıyla da yeni bir müzik-mücadele hattının kuruluş iradesi ve ısrarı olarak görülebiliyorsa o zaman hiç dert değil. Zamanla besteler ve kulaklar uzlaşır.

“Hayır Kampanyası” sürecinde müzik çok öne çıktı. Hayır sürecinden biraz bahseder misiniz? Nasıl geçti?

‘Hayır’ kampanyası boyunca açık faşizm koşulları bildiri dağıtımına bile kelepçe taktığı için muhalefet mecraları farklılaşmak zorunda kaldı. Müzik bunların başında yer aldı. Güzel şarkıların yanı sıra “yeter artık” dedirten uyarlama ve besteler de 100 civarında şarkıyla bu mücadelenin içinde yer aldı. Müzisyenlerin ülke çapında iletişim kanalları üzerinden kurdukları koordinasyon bunda önemli bir rol oynadı. Müzisyenler sokak propaganda çalışmalarında da yer aldı. Bunların benzerlerini ‘Adalet’ süreci için de söyleyebiliriz. Ve sokakta bir karşı-hegemonya yaratıldı. Birkaç ay öncesinde banko gözaltılı alanlar 2’şer otobüs çevikten temizlendi.

Söylemleriniz daha çok iktidar karşıtı, isyan ve sınıf odaklı. Peki LGBTİ hakları, Kürt sorunu, kadın sorunu ve benzeri mücadeleler için neler söylüyorsunuz?

“Şimdiye kadarki tarih sınıf mücadelelerinin tarihidir”. Bu halen geçerli sözün yanına yeni cümleler elbette konmalı. Sur Direnişi’nde Ali Paşa Mahallesi’ndeki halkla birlikte surun etrafında müzik yapıyorduk. Onur Yürüyüşleri’nde bando şeklinde olduk, her daim daha fazla kadın müzisyen yetiştirmek ve bağımsız grupların da kurulması noktasında önemli çabalar sarf ettik. Benzer şekilde doğa-kent mücadelelerinin neredeyse gedikli müzik ekibi olduk. Mevcut sömürü düzeni temelde bir sınıf çelişkisi üzerinde yükselmeye devam ediyor. Fakat toplumsal sömürü düzeninin saldırı mekanizmasından nasibini alan tüm tanımlamalarla ortak yıkıcı potansiyeldeyiz.

İnsanları sürekli örgütlülüğe çağırıyorsunuz. Peki müzisyenler nasıl örgütlenecek?

İnsan tek boyutlu bir nesne değil, capcanlı bir tarihsel özne. Onun için örgütlenmenin tek bir biçimi yok ve bu toplumsal sistem değiştirecek güç ‘mecburen’ örgütlü bir güç olacak. Geri kalan ‘kültürel sol’ olarak hatıralarımızda yerini alacak gibi duruyor.

Müzisyenlerin örgütlenmesi meselesi daha geniş bir mecrada ayrıca açılabilir ama şöyle bir kestirmeye gidilebilir. Kültür üreticilerinin örgütlenmesinin ‘hak temelli’ biçimiyle ‘ideoloji’ temelli biçimi arasında temel farklar var. Dolayısıyla söz gelimi ‘Müzisyenler Sendikası’ tipi bir örgütlenme ile yine söz gelimi ‘Devrimci Müzisyenler Birliği’ arasında çok temel çelişkiler oluşuyor.

Grubun söylemleri çok keskin, grubun üyelerinin tamamı bu söylemleri sahipleniyor mu? Bu kadar keskin söylemler söyleyip Yavuz Bingöl gibi olma ihtimaliniz var mı?

Gruptaki herkes sermaye düzeninden ve tarihsel toplumsal koşulların dayattığı baskı ve zorbalıktan kurtulmak gerektiğine inanıyor. Elbette aynı biçimde ve keskinlikte düşünmediğimiz pek çok konu var. Birtakım tartışmalar sonucu söylemlerimizi yenilediğimiz, düzelttiğimiz oluyor. Tüm sohbetlerde ve söyleşilerde söylediğimiz temel şeylerden biri de ‘Yavuz Bingöl Sendromu’. Tekil bireylerin sistemin gücü karşısındaki olası dayanıklılığına güvenecek değiliz. Onun için isimlerimiz ön planda değil, hareket biçimimiz önemli, yoksa hepimizin sistemle uzlaşma ihtimali var. Önemli olan Praksis’i radikalleştirmek.

Uzun süredir müzik ortamının içerisindesiniz. Türkiye’deki müzik ortamını nasıl yorumluyorsunuz?

Müzik ortamı da biraz her şey gibi. Kavga devam ediyor. Bir tarafta kariyerizm, metalaşma, piyasa, bizim tarafta kolektif popülerleşme, özgünlük-deneysellik, dayanışma

Halk sponsorluğu diye insanlardan para topluyorsunuz. İnsanlar size neden güvenip de para versin ki?

Bu belki ilk çalışmalarımızı yaparken geçerli bir soru olabilirdi. Fakat #halksponsorluğu ile 2 Praksis albümü, 3 Şubadap Albümü çıkardık. Üç-Beş Ağaç Kervanı adını verdiğimiz turnemizle Türkiye’yi 2 tur döndük. Toplumun ortak ihtiyacı ve üretimi olarak görüyoruz bütün bunları ve tüm sorumluluğunu birlikte çekmek istiyoruz.

Müslüm Gürses’in “Garipler” şarkısını yorumlamıştınız. Arabesk müziği sahipleniyor musunuz? Arabesk müziği nasıl görüyorsunuz?

Bu tip şeyleri birer olgu olarak görmek daha doğru. Bir ihtiyacın sonucu olarak varolmuş. Reddetme şansımız zaten yok. Anlamak ve 11. Tez’deki gibi dönüştürmek mesele, bunu yapabilirsek hayatta kalacağız.

Albümü bu linkten dinleyebilirsiniz.


Etiketler: kültür sanat
nefret