02/07/2010 | Yazar: Kambur

Sakat-queer kesişimselliği üstüne yayınladığımız bu ilk m

Sakat-queer kesişimselliği üstüne yayınladığımız bu ilk metin, “Senin Cinselliğin, Senin Bedenin, Sorun Etmeyi Bırak Artık!: Queer ve Sakatlık Kuramının Özgürleştirici Etiği” başlığını taşıyor. 

John B. Kelly’nin bildirisini sakatlikcalismalari.net’ten Kambur çevirdi. Sakat-queer kesişimselliği üstüne başka metinleri de yine Kambur’un çevirisi ile kaosgl.org’da yayınlamaya devam edeceğiz. Katkılarınızı ve önerilerinizi bekleriz…
 
Bildiri, 2002’de San Fransisko’da düzenlenen Queer-Sakatlık Konferansı’ndan.
 
Bazen, okyanus-aşırı çevirilerin bağlamını hatırlatan notlar düşmek gerekli olabilir. Burada, Kelly’nin gey evliliğine ilişkin söylediklerini ABD’deki güç ilişkileri bağlamında değerlendirmek gerektiğini hatırlatalım. Michael Warner’ın aktardığı genel soru somut koşullar bağlamında cevaplanacak bir soru. ‘Evlilik gibi bir kurum, onları da içerecek şekilde genişlediği halde, kapsadığı insanları değiştirir mi? Yoksa, gey insanları da içermesiyle değişen evliliğin anlamı mı olur?’
 
Kelly’nin metninin bizim için önemi sakatlık mücadelesi ve queer mücadelesini ‘utanç siyasetine’ karşı bir politika etrafında eklemlemek. ‘Utanç siyaseti’nin bir veçhesinin, muhalefet siyaseti dahilinde kimin kiminle bir araya gelebileceğini düzenlemek olduğunu belirterek, bir sonraki metne göndermeyle bitirelim.
 
Senin Cinselliğin, Senin Bedenin, Sorun Etmeyi Bırak Artık!: Queer ve Sakatlık Kuramının Özgürleştirici Etiği
 
John B. Kelly
 
Haysiyet, bazı insanların diğerlerinden daha fazla sahip olduğu bir şey mi; kaybedilebilecek bir şey mi? Farklı sözcüklerle ifade edeyim, fiziksel ya da bilişsel olarak başka insanlara bağımlı olmak, salyalarının akması ya da sidik ve/ya dışkıyı tutamamak [inkontinans] kendinde utanılacak bir şey mi; rastgele seksten haz almak, kamusal alanda ya da para karşılığı seks yapmak, farklı cinsiyetin kıyafetlerini giymek ya da bir toplumsal cinsiyet tercihi yapmamak utanılacak bir şey mi? Engelsiz ve heteronormalliğin emirlerine bakılırsa, soruların cevabı o kadar aşikar ki bu soruları sormaya dahi gerek yok. Normallik, marjinalleştirme pratikleriyle, eğer çoğunluk kültürüne ucundan dahi kabul edilmek istiyorsak, bu rezil farklılıklarımızın üstünü örtmemizi talep ediyor. Biz de kabul görme olasılığıyla kandırılıyoruz, kendi deneyimimizi yadsımaya cezbediliyoruz ve böylece, normalliğe en az uyan kız ve erkek kardeşlerimizi terk ediyoruz. Özel olarak kastettiğim şey, biz toplumsal sakat insanların sakatlıklarımızı gizlemeye, herkes gibiymiş gibi yapmaya baskıya zorlanmamız, bazı şöhret sahibi gey insanların şimdilerde hem saygınlık kazanmak hem de serkeş kitleleri uygarlaştırmak adına gey evliliğini yasallaştırmaya kafayı takmış olması. Bu baskılara karşı sakatlık ve queer kuramının en iyi tarafına tutunuyorum: haysiyetin her birimizde eşit ölçüde var olduğunu ve - sakatlık, hastalık ya da ölüm süreci olsun, veya normal-olmayan cinsellikler ve cinsel pratikler olsun – hiçbir biçimde silinemeyeceğini öne süren basit ama radikal önermeye. Bu kuramlar, hem normal’e asimilasyonu reddediyor hem de normalin ağına takılanlara daha özgür, daha insani bir yaşama yönelik umut veriyor.
 
‘Normal’ kavramının ve homoseksüel ve kötürüm kimliklerin yaratılmasının tarihine değindikten sonra, bunların oluşturduğu bağlamda gelişen kimlik politikalarına, bu politikaların güçlü ve zayıf yanlarına, değineceğim. Daha sonra, topluluklarımızı en fazla ve en az kabul edilebilir olanlara ayrıştırarak bölmek amacıyla normalliğin Michael Warner’ın ‘utanç siyaseti’ olarak adlandırdığı şeyi nasıl kullandığını tartışacağım.
 
Batı’da 19.yy’dan önce normallik ve sakatlık bir kavram olarak yoktu. ‘Normal’ sözcüğü kullanıma 1840’larda, istatistiğin nüfustaki ortalamayı ve bu ortalamadan sapmaları ölçmek için devreye sokulmasıyla girdi. Bu ilk istatistikçiler ya Tanrı’nın ya da doğanın kanunlarını keşfettiklerini düşünüyorlardı; böylece ortalama, hızla ahlaki ve iyi olanla denkleştirildi. Tıp bilimi patolojik sapkınlıklar arayışında norm kavramını bedenlere ve cinselliklere uygulamaya başladı. ‘Eşcinsel’ ve ‘kötürüm’ insanların normal insanların oluşturduğu toplumlardaki patolojik sapkınlar olarak düşünülmesi gibi bir modern anlayış ancak bundan sonra ortaya çıktı.
 
Modern-öncesi dönemde, bedenlerin ona uygun olması ve davranması gereken bir normal kavramı yoktu. Kültürlerin varsaydığı, sadece mitoloji tanrılarının veya ahlak sistemlerinin kahramanlarının ulaşabileceği ideal karşısında tüm bedenler kaçınılmaz olarak kusurlu addediliyordu. Sıradışı bedenlerin doğumu (bugünün ‘kalıtımsal bozuklukları’ ya da ‘doğum kusurları’) huşu ve hayretle karşılanıyordu. Bu tür doğumlar, iyiye ya da kötüye yorulsun, tanrısal olanın insan dünyasına müdahalesinin işaretiydi. ‘Sakat insan’, diye bir statü yoktu.
 
Benzer biçimde, 19.yy’dan önce tüm insan varlığını işaretleyen bir cinsellik söylemi, bir cinsel statü, yoktu. Bunun yerine, yasaklanan anal seks gibi belirli edimlerdi, bunların cezası ağırdı ancak ceza seyrek olarak uygulanıyordu. Foucault’nun Cinselliğin Tarihi’nin birinci cildinde son derece ikna edici biçimde tarif ettiği gibi, tıp söylemi, homoseksüelliği, onu ve onun lekelediği insanları yaftalamak üzere ‘keşfetti’. Aynı şeyi, ölçerek, damgalayarak ve aşağılıklarını kaydederek artık sakat olarak nitelenecek insanlar için de yaptı. Yaratılan bu iki grup da aile, ulus, germoplazma vs. için tehditler olarak sunuldu.
 
Bu kimlikler baskı güçleri tarafından yaratılmış olsa da, marjinalize ettikleri insanlara, tam da bizatihi onları yaftalayan dili kullanarak, kendi adlarına cevap verme şansı da verdi. Ortak bir kimlik etrafında örgütlenmek bizi karşılıklı dayanışma ve eylem koalisyonları kurmak için bir araya getirdi. Bu kimliğe bir gurur atfetmek, hatta böyle bir kimliğin mümkün olduğunu keşfetmek dahi, çoğumuzun yaşamlarını son derece önemli bir biçimde etkiledi. Ama kimlik politikalarının sorunlu tarafları da var.
 
İlkin, kimlik, doğası gereği sınırlayıcıdır: Değişim için bir hareket örgütlerken bazı insanları dışarıda bırakabilir. Örneğin, 70’lerdeki Bağımsız Yaşam Hareketi herhangi bir nedenle kendilerinin yararlandığı bakım sistemini kendilerinin düzenleme yetisi olmayanları, ya da öyle addedilenleri, dışlayan bir bağımsızlık tanımı üstüne bina edildi: kendine yönelik bakım sistemini düzenleme ve yönetebilme bilişsel yetisi.
 
İkincisi, özgürleştirici olarak kucakladığımız kimlikler, tam da bize çoğunluk kültürünün verdiği kimlikler. Örneğin, bir cinsel yönelim kategorisi olarak gey kimliği 20.yy. başında gelişti; insanların genital yapıp etmelerini sınıflandırmak için başka birçok olası yol var.
 
O harika kitabı ‘The Trouble With Normal’da [Normal Belası], Michael Warner, 19.yy tıp uzmanlarının belirli edimleri mahkum etmek yerine kişinin bütününü sapık olarak etiketleyerek bu insanları kapsayan özel bir kategoriyi nasıl yarattıklarını anlatıyor.
Sapık edimlerden ayrı bir şey olarak sapıklık kavramı cinsel kimlik (ve onunla yakından akraba, cinsel yönelim) kavramını üretti. Bunların ikisi de, kimlik ve seks, kişi ve edim, statü ve yapıp-etme arasında bir ayrıma dayanıyor. Doktorlar, niyet etmeksizin, bir zamanlar hastaları olanların geyliğin zorunlu olarak seksle ilgili olmadığını öne sürmelerini mümkün kıldı. Homoseksüeller, edimlerinden bağımsız olarak, kişilikleri üstüne yargıların akıldışı olduğunu iddia edebileceklerdi. Böyle yaparak, kimliklerine iliştirilen yaftaya, cinsel edimlere yönelik utancı hiç sorgulamadan, meydan okuyabileceklerdi. Bugüne değin, gey siyasetinin önemli bir kısmında aynı mantık hakim.
 
Warner, resmi gey hareketinin cinsel yönelim meselesine gittikçe daha dar bir biçimde odaklanmasının diğer yaftalanan kimlik ve pratikleri dışladığını iddia ediyor. Gey evliliği meselesi, bu yaklaşımın en iyi örneği ve heteroseksüel normların sekse atfettiği utancın zaferini temsil ediyor. 1995’te basılan kitabı Almost Normal’da [Neredeyse Normal] Andrew Sullivan gey evliliğinin ‘bizi marjinalizasyon ve patoloji zincirlerinden gerçekten kurtarabilecek tek siyasi, kültürel, ve tinsel kurum olduğunu’ öne sürüyor. Gönderme yaptığı patoloji, heteroseksüel normun dışındaki cinsellikler ve pratikler.
 
Evlilik ancak diğer ilişki ve cinsellik tarzlarını dışlayarak var olabilecek imtiyaz bağışlayan bir kurum. ‘İnsanlar evlendiği sürece,’ diyor Warner, devlet evlenmeyenlerin cinsel yaşamlarını regüle etmeye devam edecektir; bizim yakın ilişkilerimizin –beraber yaşayan partnerler dahil— evli bir çiftle aynı haklara ve geçerliliğe sahip olduğunu reddetmeye devam edecektir. Bizim, iki tarafın da onayına dayalı, cinselliğimizi kriminalize edecektir. Hangi yaşta ve nerede seks yapabileceğimizi buyuracaktır. Seks işçilerini ve çarka çıkanları (cruiser: seks yapmak amacıyla dışarda, park gibi alanlarda, gezinenleri tabir eden deyim.) taciz etmek için polis göndermeye devam edecektir. Cinsel içerikli materyallere erişimimizi kısıtlayacaktır. Tüm bunları ve daha fazlasını, devlet, bu cinsel ilişkilerin evlilik dışı gerçekleştiği gerekçesiyle meşrulaştıracaktır.
 
Ama gey evliliği savunucuları onu aşk ve özgür seçim retoriğiyle idealize ediyor. Sekse karşı utanç, her yerde. Yaşadığım yer, Boston’da, hamam-tarzındaki seks kulübü ‘The Safari Club’ açıldığı yıl 1993’ten sağlık müfettişlerince –büyük oranda, teknik sebeplerle— kapatıldığı 1999’a kadar çok iyi iş yapmıştı. Kapatıldığı dönemde, kulüp yılda 150,000 dolarlık iş yapıyordu, ayda 10,000 ziyaret alıyordu. Kapatılmaya karşı örgütlü bir direniş ya da protesto gerçekleşmedi. Özellikle, kulübe gittikleri kesin sayılabilecek hatırı sayılır sayıdaki kendilerini heteroseksüel olarak tanımlayan kişi için, rastgele seks adına düzenlenecek bir protestonun geleneksel anlamıyla saygın görünme olasılığı yoktu.
 
Çoğunluk kültürünün sakat insanlara atfettiği kimlik, kusurlu bir beden, zihin, duyu, normal-olmayan görünüşün, ya da genç-orta yaş arası fit erkek idealinden sapan herhangi bir bedenin kimliğiydi. Ezilmemizin ve farklılığımızın bedenimizin durumunun doğal sonucu olduğunu öne süren engelsizlik diline hapsolmuştuk. Genel olarak, buna cevabımız, sakatlıklarımızın yaşamlarımızdaki etkisini minimuma indirmek, genel nüfusla benzerliğimizi vurgulamak ve yetilerimizi ifade etmemizi önleyen toplumsal engelleri kaldırmaya çalışmak oldu. Çoğumuz, bu engeller ortadan kalktıktan sonra, normal olacağımıza inanıyorduk.
 
Birkaç yıl önce, British Disability Research [Britanya Sakatlık Araştırmaları] mail grubuna yazıp, inkontinans olasılığı karşısında nasıl ders verebileceğime dair tavsiye almak istedim. Cevap verenler şunda hem fikirdi: ‘toplumsal sakatlıklarımızı’ (yani, sakatlıklarımızın bizi ezmek için mazeret olarak kullanılma yöntemlerini) tartışmak meşru ise de, sakatlık ve özellikle ‘tesisat’ [boşaltım] meselelerini tartışmayı askıya almak en iyi tercih olacaktı. Bu, hepimize verilen rehabilitasyon mesajının aynısı: Farklılıklarımızı gizli tutalım, normal –‘miş gibi’ yapalım, normallerin dikkatini farklılığımıza çekmeyelim. Bazen, bir başka insana bağımlı olmak utanç verici bir şeymiş gibi davranıyoruz. Bağımsızlığımızın peşinden koşuyoruz.

Ama bu arada, en fazla kaybedenler, şu kendilerini hiçbir zaman sakat olarak düşünmeyecek sözde engelsizler. Güzergahları, tuvaletten tuvalete sanki bir ‘noktaları birleştir’ yarışmasındaymış gibi tek tek belirlenmediği sürece dışarı çıkmaya korkanlar. Şu, büyükbabanın işemek için oyun parkını terk ederek torununu hayal kırıklığına uğrattığı, belki de torunun sevgisini kaybettiği, Detrol reklamları. Şu, beyaz bastonlu ya da tekerlekli sandalyeli üye kabul etmeyen emekli cemaatlerinin (emekliler için site gibi düzenlenmiş ikamet bölgeleri) utancı.
 
En ölümcül olanı, ‘haysiyetli ölüm’ üstüne bitimsiz konuşmasıyla yardımlı intihar hareketinin yükselişi oldu. Yardımlı intiharın savunucuları sürekli acı ve ölüm sürecinin hakikatinden bahsediyor, ama aslında bahsettikleri şey, fiziksel bağımlılık ve inkontinansa ilişen utanç. Örneğin, intihar yasasından bir zafermişçesine bahsedilmeye devam ediliyor; oysa yardımlı intiharla ölümlerin üçte ikisinde inkontinans ölümü istemekte büyük bir neden olarak sıralanıyor. Gittikçe daha fazla sayıda insan, “yük olmak istememeyi” bir neden olarak belirtiyor. Bu olguya karşı kimse yorum yapmış değil. Öncü bir yardımlı intihar savunucusu avukat gerçek nedeni şöyle belirtiyor: Acı, ölmek istememizin asıl nedeni değil. Hayır, asıl neden, haysiyetten yoksun kalmak. Geride kalan yıllarda, yataklarının baş ucunda bulunduğum yüzlerce insan adına konuşabilirim. Konuştuğum her müvekkil için şu geçerli: Tuvalete kendileri gidemeyince, bu onlar için bardağı taşıran damla oluyor. Çoğu, “popomu annemin, kocamın silmesini kaldıramıyorum” diyor. Yardımlı intiharı savunan hareketteki herkesin haysiyetli ölümden bahsetmesinin nedeni bu. İnsanların haysiyeti var. Kendilerinin denetim sahibi olmasını istiyorlar.
 
Bu utanç politikasında, heteroseksüel ve engelsiz çoğunluğun yaptığı şey, bizim değil, onların bedenlerinin, cinsellikleri ve cinsel pratiklerinin haysiyetli olduğunu iddia etmek. LGBTQ hareketi ve sakat insanlar arasında bazı unsurların yaptığı şey bu formülasyonu alttan alta kabul etmek ve çoğunluğun tatsız bulduğu şeyi reddederek kabul görmeye çalışmak oldu. Farklı, daha üretken cevaplar da var oysa.
 
En barizi, utancı reddedebilir ve farklılığımızı gururla öne sürebiliriz: Sadece bir cinsel yönelim statüsünden ya da sakat insanların becerebileceklerinden gurur değil, aynı zamanda bir cinsellikler tayfından, cinsel pratiklerden gurur ve bedenlerimizin tüm hallerinden ve tüm bağımlılık biçimlerinden duyulan bir gurur. Michael Warner’ın tutumu, farklı ve kışkırtıcı: bu tutum içerdiği kontrol kaybı, incinebilirlik ve söylemeye gerek yok, giysisizlik nedeniyle seksin utancını kabul tamamen kabul eden bir tutum. Onun öne sürdüğü queer etiğinde “utanç mihenk taşıdır.” Queer’liğin en fazla geliştiği çevrelerde, temel kural kimsenin kendini seksin haysiyetsizliğinin ötesinde sanmamasıdır. Kural şudur: Kendini beğenmeyi bırak artık. Başkalarını yargılamadan önce kendine bak. Bununla koşut diğer bir şey de: “en fazla şeyi, kendinden aşağı gördüğün insanlardan öğrenebileceğindir.” Heteroseksüellerin yaptığı ve gey evliliği hareketinin taklit etmek istediği şey, özel alandaki, evlilik dahilindeki seks diğer seks biçimlerinden daha haysiyetliymiş gibi davranmaktır.
 
Queer etiği, onaya dayalı seksin herhangi bir biçimde patolojikleştirilmesini reddeder; ama normal’in cazibesine de kapılmaz. Warner, ‘asimilasyona karşı, queer kültürün hakim kültüre değil, hakim kültürün queer kültüre asimile olmasında ısrar edilebilineceğini’ yazıyor. Düz kültür halihazırda queer’lerden çok şey öğrendi, şimdi durmamalı. Düz kültür, özellikle, yeni bir haysiyet standardını öğrenmeli; ama bu, gey insanlar ancak düz kültürün utanç politikasının terimleri dahilinde ‘kabul görebileceklerini’ düşündükleri sürece, gerçekleşmeyecek.
 
Queer’e tekabül eden sakatlıkla ilintili bir terim bilmiyorum. Ama queer’e varan sakatlar, her yerde var. Connie Panzarino ‘The Me in the Mirror’ [‘Aynadaki Ben’] adlı kitabında hem çalışıp hem de evde bakım hizmetinden yararlanmak uğruna mücadelesini anlatıyor. Çağırdığı bir haber fotoğrafçısı evine gelip Panzarino’nun yataktan dışarı bir Hoyer kaldırma cihazıyla (‘hasta lifti’ diye bilinen alet) transfer oluşunu kameraya almış. Panzarino bunun ardından “sakatlığı olan bazı arkadaşlarının hayretle ürktüğünü” yazıyor. Bunun nedeni "kendimi engelsiz kamuya incinebilir, bağımlı bir konumda göstermiş olmam zira bunun ‘yardıma muhtaç özürlü’ stereotipini destekleyerek üstümüzdeki baskıyı arttırabileceğini düşündüler. Bense, gereksinimlerimizin karşılanması için engelsiz topluluktan '-mışız gibi' ve kendi kendimize yetiyormuşuz gibi yapmaya son vermemiz gerektiğini düşünüyordum zira bu evde bakımın zorunlu bir yaşamsal destek olmak yerine fuzuli bir şeymişçesine yanlış biçimde algılanışını besliyordu.’ Connie utanmıyordu ve kökeni ne kadar eskiye dayansa da bu beden utancını reddetmenin, sakat insanların seçecekleri en iyi yol olduğunu düşünüyorum.
 
Utancın doğrudan üstüne gitmeliyiz, bağımlılığımızı ilan etmeliyiz ve şu sözde engelsiz insanların bağımlı olmak konusundaki isteksizlerine meydan okumalıyız. Tuesdays with Morrie adlı çok satan harika kitabın yazarı Morrie Schwartz, ALS’den ölme sürecinde olduğu zamanlarda, bağımlıyken, kendimizi rahat bırakmamızı, bunun zevkini çıkarmamızı söylemişti. Aynı bebeklerin yaptığı gibi.
 
Daha fazla fiziksel ya da zihinsel yeti (ability’i bağlamına göre, burada engelsizlik ya da ‘yeti’ olarak çevireceğiz. Bir toplumsal sistem, söylem ve beden rejimi olarak kullanıldığı haliyle ability’e ‘engelsizlik’ diyoruz. Tekil yapıp-edebilmelere gönderme yaptığındaysa ‘yeti’) sahibi olanların yaşam kalitelerinin bunlara daha az sahip olanlardan daha yüksek olduğunu öne süren “engelsizlik ideolojisi” dediğim şeyi reddetmeliyiz. Hepimiz, bunun yanlış olduğunu biliyoruz. Engelsizlik, engelsizliğin kendi hakkında iddia ettiği şeyden başka bir şey değil. “Yapabilir, edebilir” sözcüklerini kullandığınız her an, bir yeti iddia ediyorsunuz. E, o halde, Connie Panzarino “hava almak için durmama gerek kalmaksızın, saatlerce öpüşebilirim” diye yazmıştı bir şiirinde. Panzorino, trakeostomi ameliyatı olmuştu. Yani, benim bir açık hava konserine gidip, yemek için sızlanarak sırada bekleyen binlerce insanın yanından sandalyemle geçip gidebilmem –öğle yemeği yemiyorum—de bir yeti sayılabilir.
 
Öte yandan, şu sözde engelsiz-bedenli insanlara kendi bedenlerinin hatırlatılması lazım, zira Yüce Mahkeme onlar dişlerini kendileri fırçalayabildikleri sürece onlara karşı ayrımcılığı kaygısızca destekliyor. Ama bu çok utanç verici değil mi yahu?! Artrit, sırt ağrısı, solunum problemleri vs. gibi toplumumuzda en sık görülen sakatlıklara sahip olanlar (bilin bakalım, kim) kendilerini engelsiz olarak tanımlayan insanlar (ki depresyonu saymadım bile). Yaşlanan her kişi, herhangi bir travmadan ölmediği halde, birçok bedensel hasar/ bozukluğa sahip olacak. Bir gün, sakat olmamanın kural değil, istisna olduğu herkese aşikar olabilir.
 
Sakatlık ve queer kuramı radikal ve özgürleştiricidir, sadece maruz kaldığımız zulmün sonuna değil, şu anda beden ve cinsellik ikiliğinin diğer tarafında olanlara tekabül eden normalleştirici buyruğun gevşemesine de işaret eder.

 

Etiketler: insan hakları
nefret