06/11/2012 | Yazar: Kaos GL

Amargi Kadın Akademisi’nden Ayrılan Feministler: "Feminist Politika Yapma Zemini Kalmadı"

"Feminist Politika Yapma Zemini Kalmadı" Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Amargi Kadın Akademisi’nden Ayrılan Feministler: "Feminist Politika Yapma Zemini Kalmadı"
 
Biz aşağıda ismi bulunan kadınlar uzun süredir örgütlü olduğumuz Amargi’den ayrılmaya karar verdik. Bu ayrılma sürecine dair değerlendirmemizi, Amargi’deki arkadaşlarla da konuşarak diğer feminist gruplar ve feministlerle bu metin aracılığıyla paylaşmak istedik. Çünkü ayrılmamızla sonuçlanan süreçte yaşadıklarımızın bugünün koşullarında feminist örgütlenmeye ve feminist politikaya içkin sorun ve çatışmalar olduğunu düşünüyor; feminizmin bu noktada alışılagelmiş ideolojik işleyişlerden farklı olarak, örgütçülük, hizip, bölünme gibi adlandırmaların ya da “kol kırılır yen içinde kalır” tavrının ötesine geçme sorumluluğu taşıdığına inanıyoruz. Ve ayrılış sürecimize dair bu değerlendirme metniyle Amargi içinde yaşadığımız sorunlara dair analizimizi daha geniş bir platforma taşıyarak feminist hareket içindeki tartışmalara katkı sunmayı umuyoruz.


Son gelinen noktada ayrılışımızla sonuçlanan süreç Amargi içinde anti-militarizm ve şiddet kavramları üzerinde bir tartışmaya ve uzlaşamamaya odaklanmış olsa da, bu aslında uzun zamandır devam eden bir sürecin son durak noktasıydı. Ve aslında tartışılan herhangi bir konudan ziyade, her türlü olay ve duruma bakışta, değerlendirmede ve yöntemlerde ortaya çıkan keskin farklılıklar nedeniyle bu noktaya gelindi. Belirtmek isteriz ki Amargi’den toplu olarak ayrılmamızın sebebi, ayrılan grup olarak bizlerin feminist politika konusunda birbirimizle ortak ya da benzer bakış açılarına sahip olması değil, Amargi’deki hâkim işleyiş ve düşünme biçimine yönelik eleştirilerimizin ortaklığıdır. 

Elbette bir örgüt içinde yaşanan sorun ve çatışmaları herkes kendi perspektifinden değerlendirip farklı biçimlerde adlandırabilir. Bizim toplu olarak ayrılmamıza ve bu metni ortaklaşa kaleme almamıza sebep olan, yaşanan sorun ve çatışmaları liberalizmle, liberal düşünme ve eyleme biçimiyle bizim feminizmlerimizin çatışması olarak bütünsel bir resmin içinde değerlendiriyor oluşumuz.

Amargi örgüt çatısını feminizm olarak belirlemiş; feminist olmanın yanı sıra farklı politik angajmanlara sahip, ayrıca feminizm anlayışları da birbirinden farklı kadın ve transların bir arada bulunması ve birlikte iş yapması fikri üzerine kurulu bir örgüt. Örgütün kuruluş metninden bugüne kadar Amargi’de örgütlü olmanın koşulları “anti-homofobik, anti-transfobik, anti-militarist, anti-kapitalist olmak” gibi birtakım anti’ler üzerinden tarif edilmiş, bu anti’lerden geriye kalanın belirli bir tanım ya da tarifinin yapılmaması esas alınmıştır. 

“Farklılıklarla bir arada olmak” bu nedenle Amargi içinde ve tarihinde en temel feminist yaklaşımlardan biri olagelmiştir. Fakat Amargi’de örgütlenirken kendimize yakın bulduğumuz bu yaklaşım, bugün Amargi’den ayrılma kararını vermemizin de en önemli sebebi. Her birimiz feminizmin tek tip tarifinin yapılmaması ve farklılıklarla bir arada olmaya dair kişisel yaklaşımlarımızı korumakla beraber, “farklılıklarla bir arada olma”nın Amargi içinde bugün, liberal bir söylem olmaktan öteye gidemiyor olduğunu düşünüyoruz.

Amargi’de iki yılı aşkın süredir zaman zaman doğrudan liberalizm başlığı altında, zaman zaman bir konu ya da olayda ortaya çıkan farklı yaklaşımlar ekseninde liberalizm tartışması yürüttük. Ne yazık ki bu tartışmalar verimli geçmedi. Ayrılan grup olarak yaşadığımız ortak sorun, bir tavrı, düşünme biçimini ya da yöntemi neden liberal bulduğumuzu aktaramamak, daha da önemlisi liberal düşünüşe ya da liberalizme muhalefetimizin anlamlı bulunmaması, çoğunlukla “sekter refleksler” olarak değerlendirilmesiydi. 

Bu noktada belirtmekte fayda var ki Amargi’de kendini liberal olarak tanımlayanlar olsa da, sayısal olarak böyle bir çoğunluk söz konusu değil. Ama ağırlıklı görüş, liberal düşünüşün de Amargi’de bir arada olunacak “farklılık”lardan biri olduğu, bazı politik tavırların, yöntemlerin koşullara göre liberal olabileceği, liberalizm ekseninde belirlenebileceği yönünde. Bu hâkim görüş, liberal tanımlamasını olumsuz ya da bir düşünüşe muhalefet çerçevesinde kullanmaya karşı çıkıp, liberalizmi siyaset bilimi literatürü içinde nötr bir kavram olarak görmekten yana.

Bizim, ayrılan grup olarak Amargi’deki deneyimimiz ise, liberalizmin kendinden ve kendisinin belirlediği “farklılıklar”dan başkasına alan bırakmadığı, durmadan çoğulculuğa atıfla konuşmasına rağmen, liberalizmin varlık koşulunun kendisinden başka bir sese imkân bırakmamak olduğudur.

Bu süreç adı konulmuş, açıkça niyet edilmiş bir şekilde işlemiyor ve elbette çok daha geniş bir toplumsal süreçte liberalizmin egemen düşünme ve eyleme biçimi hâline gelmiş olmasından bağımsız değil. Ancak burada liberalizmin tarihsel olarak ortaya çıkışı, gelişimi vs. üzerine bir analiz yapacak değiliz. Bizi ilgilendiren liberalizmin adı konulmadan, tanımı yapılmadan ve zaten adının konulmamış olması üzerinden nasıl kendini gizleyerek bütün boşluklardan sızdığı; düşünme biçimlerini, eylemleri, akıl yürütme biçimlerini, tahayyül dünyalarını belirlediği; her türlü ideolojiye, her türlü politik tutuma nasıl kolayca eklemlendiği, bunların altını boşalttığı ve her yandan bizi kuşattığı. 

Feminizm gibi sürekli kendini sorgulamaya yönelik bir ideoloji, liberal bakış açısıyla ele alındığında, politikasızlaşıyor. Feminizm politikasız bırakılıyor. Bu şekilde feminizm ideoloji olmaktan çıkarılıyor. Liberal siyasetin kavram ve deyimleriyle konuşan feminizm, “farklılıklarla bir arada olmak”, “çoğulculuk”, “şiddetin her türlüsüne karşı olmak,” “öfke siyaseti yapmamak” gibi pek çok söylemi, tartışmadan, konuşmadan sloganlaştırıyor ve sadece slogan düzeyinde feminizmin olmazsa olmazları olarak kabul edilmesini bekliyor. Feminizme dair niyetler unutuluyor, sloganların kendisi amaç hâlini alıyor. 

Örneğin çoğulculuk derken, çok sayıda fikrin bir arada bulunduğu ama birbirine değmediği, birbirini eleştiremediği, birbiriyle çatışmadığı bir düzlem oluşturuluyor. Ve birbirine değmeyen bu fikirler dile getirilebiliyor diye çoğulcu olduğu varsayılan bu düzlemde, ortada feminizme dair bir amaç ya da niyet olduğu unutularak, değiştirme dönüştürme ve etkileme faktörleri yok sayılarak, bu temassız çoğulculuk varılması gereken esas amaç hâlini alıyor. 

“Farklıklarla bir arada olma” yine fark’ı fetişleştirerek, o farklar üzerine konuşmadan, tartışmadan, farklar arası bir diyalogla feminist politikaya dair bir niyet ortaya koymadan, fark’ın kendisi ve farklılıklarla bir arada olmanın kendisi esas amaçmış gibi atıl hâle getiriliyor. Sonuçta farklılıklarla iş yapılmıyor, ilerlenilemiyor; farklar birbirine değmiyor, yalnızca bir arada ama birbirine temas etmeden duruyor. Ve bu farklılıkların kim tarafından ve hangi eksende ön plana çıkarıldığı, kime göre neyin farklı olduğu göz ardı ediliyor. Bunun belki de en açık örneği sınıfsal farklılıkların asla tartışma konusu olmaması, telaffuz bile edilmemesi; ya da diğer taraftan bazı “farklılık”lar hiç telaffuz edilmezken, hangi farklılıkların sürekli “gündemde” tutulduğu. 

Mesela Amargi içinde pek çok LBT birey olmasına ve “LGBT dostu” bir imaj çizilmesine karşın, esasen Amargi içinde heteroseksizmi ve homofobiyi esastan sorgulayan bir politika benimsendiği söylenemez. Yani LBT bireylerin Amargi’de örgütlü olmaları “farklılıklarla bir arada olma” söylemi için yeterli olabiliyor. Ve bu “farklılığın” gündemde tutulması, LGBT gündemine temas eden ya da onu örgüt içinde gündemleştiren bir çalışma yapılmamasına rağmen Amargi’yi “farklılıklarla bir arada olan” bir örgüt yapmaya yetebiliyor.

Örgüt içinde liberalizm tartışması yürütürken, Amargi’nin anti’lerinden biri olan “anti-kapitalist” olma koşuluyla, bir arada bulunulacak farklılıklardan biri olarak kabul edilen “liberalizm”in ilişkisi üzerine hiç konuşamadık. Bunun sebeplerinden biri, liberalizmin ya da liberalliğin örgüt içindeki hâkim anlayış kapsamında ekonomik, politik ve sosyal olarak ayrı ayrı tarif ediliyor oluşu. 

Bizler, ayrılan grup olarak ayrı ayrı tarif edilen bu alanların bütünsel bir ideoloji olduğu görüşünde olsak da, bu bütünselliği tartışmakta başarılı olamadık. Çünkü Amargi’de yaşadığımız en büyük sorun esasında politik bir tartışma yürütememekti.

Son yapılan toplantılarda Amargi’den ayrılan grup olarak bizlerin ve Amargi’de örgütlü olmaya devam eden arkadaşlarımızın uzlaştığı, ortaklaştığı nokta şu oldu: Biz uzun zamandır Amargi’de “tartışmasız”, “politikasız” kaldık. Konuşamayan, tartışamayan ve politika üretemeyen bir hâle gelmemizle ilgili bu uzlaşı noktasında buluşsak da, bunun nedenleri konusunda ayrılıyoruz. Gelinen noktayı örgüt içi bir iletişim problemi, her örgüt içinde yıllar boyunca katman katman biriken bazı refleks ya da husumetlerin kemikleşmesi olarak değerlendiren arkadaşlarımızın aksine, biz tartışmasız ve politikasız kalma durumumuzun, Amargi’de liberal görüşün iktidar ve hâkimiyet elde etmesinden kaynaklandığını düşünüyoruz. Diğer türlü olsaydı elbette ayrılmak yerine, iletişim problemlerini çözmek ya da yıllar içinde zedelenen ilişkileri onarmak için Amargi’de kalıp çabalamaya devam ederdik. Fakat biz herhangi bir çabanın anlamını yitirdiği anı deneyimledik.

Yukarıda farklılık fetişinden ve çoğulculuk illüzyonundan bahsederken liberalizmin kavramlarıyla konuşan feminizme değindik. Fakat bu süreçte bir de feminizmin kavramlarıyla konuşan liberalizmle karşılaştığımızı düşünüyoruz. 

Feminist örgütlenmenin iç dinamikleri, iç çatışmaları ve kendi üzerine düşünüşünden doğan ve bugün feministlerin gündeminde olan pek çok kavram ve mesele var. Yatay örgütlenme pratiğini hayata geçirmeyi hedefleyen feministler hiyerarşi kurmama, üstten bir dil kurmama, didaktik olmama, şiddet uygulamama, öğreten pozisyonda olmama ve tabii ki iktidar kurmama gibi meseleleri yıllardır gözetip tartışıyorlar. Ancak feminizme içkin bu ilişkilenme biçimleri liberal bakış açısıyla ele alındığında yine feminizm devreden çıkarılıyor. İçinde feminizm olmayan, feminist örgütlülüğe ilişkin bir niyet taşımayan “adlandırmalarla” konuşulmaya başlandığında hiyerarşi kurmamak, üstten konuşmamak, öğretir pozisyonda olmamak kendi başlarına amaçlarmış gibi; feminist bir örgütlenmede neden gözetildikleri üzerine kafa yormadan, tartışmanın tek merkezi hâline geliyor. 

Feminist ilişkilenme biçimleri, bu şekilde feminizmden arındırılıp birtakım “hassasiyetlere” indirgendiğinde ve tartışmada böylesi bir merkeze yerleştirildiğinde ise, her hareket hiyerarşi kurmak, her söz bir şey öğretmek, her argüman üstten konuşmak, her öneri iktidar kurmak anlamına gelip, gerçek bir tartışma yürütmenin önünü kolayca kapatabiliyor.

Bugün feminist örgütlerde yaşanan sorunların bir kısmının da doğrudan Türkiye’de feminist hareketin tarihiyle ilgili olduğunu düşünüyoruz. Bizler 2000’li yıllarda feminist harekete katıldık. Yani daha ilk adımı attığımız anda hiçbir şeyi tam olarak bilmesek de ikinci dalganın eski moda ve tü kaka olduğunu, feministlerin Türkiye’de bilinç yükseltme diye çok “falsolu” bir yerden başladıklarını ve bir feminist örgütte hiyerarşi kurmamanın, üstten konuşmamanın gözetilmesi en gerekli durumlar olduğunu “biliyorduk”. 

Bütün bunlara yol açan algıların altında yatanlar ve bunların doğrulukları, yanlışlıkları sayfalar boyunca tartışılabilir. Ama burada dikkat çekmek istediğimiz şu: feminist harekete doğru atılan ilk adımdan sonra bu ilk öğretiler ya da algılar üzerine düşünülmediğinde, okunmadığında, bunlar araştırılıp tartışılmadığında, yukarıda kaba hâlleriyle tarif ettiğimiz kalıplar, yıllar içinde daha sofistike hâle geliyor, ancak kalıp olmanın ötesine geçmiyor. Ve bu kalıplar bir “geri” (geri kalmış, geride kalmış) feminizm tarifinin yapılması; bir de yine bu kalıpları sürekli olumsuzlayarak ilerlemiş, yeni ve ideal feminizm tarifinin yapılması şeklinde iş görüyor. Fakat ne “geri” diye olumsuzlanan, ne de “yeni” olarak tarif edilen derinlemesine tartışılıyor. Aynı kalıplar hiç durmadan kendini tekrar ediyor.

İşte bu kalıplar arasında gidip gelirken, deneyim gibi duygu gibi feministlerin yılların birikiminden süzüp getirdiği kavram ve kategoriler de tartışılmadan, bağlamına oturtulmadan, yine kendinden menkul değerler taşıyorlarmış gibi resmin içine sokulduğunda, teori ve pratik birbirinden net biçimde ayrılıyor. Örneğin feminist teori üzerine düşünmek ve güncel tartışmaları teoriyle bağını kurarak gündeme getirmek, karşındakine öğretmek, üstten konuşmak, akademik konuşmak, bilgi satmak gibi çok çeşitli etiketlerle yaftalanabiliyor. Bunların karşısında duygu ve deneyim, sanki teorinin ya da bilginin karşıt kategorileriymiş veya ideal alternatifleriymiş gibi yerleştirilebiliyor. 

Son yıllarda çokça yapılan akademi/aktivizm, akademik feminizm/aktivist feminizm ayrımlarında da gördüğümüz “ikilik”, örgüt içinde yani aktivizm içinde de yaratılıyor aslında. Aradaki fark şu: akademi/aktivizm ayrımı net olarak “konuşup yazanlar” ile “sokakta eyleyenler” şeklinde yapılırken, aktivizmin kendi içindeki ayrım, teorik konuşup hızlıca yerine getirilmesi gereken işlerin önünde engel teşkil eden, yani sürekli “eleştirenlerle”, hızlıca yapılması gereken işler nedeniyle pratik konuşup pratik eyleyenler, yani “işleri kotaranlar” şeklinde yapılıyor.

Bizim deneyimimizde, tartışmanın, politik bir tartışma yürütmenin önünde duygu ve deneyim de engel teşkil etti. Çünkü “kişisel olan politiktir”in nerelerden bugüne geldiği ya da gerçekten ne anlama geldiği unutulup, sadece bir slogan, diğerleri gibi bir kalıp hâline getirildiğinde “deneyim” ve “duygu” da tartışmanın, konuşmanın, eleştirinin, birlikte akıl yürütüp birlikte eylemenin önüne geçiyor. 

Duygu’nun feminist politikada ve feminist yöntemlerde ne işlevi olduğu ya da olabileceği hiç düşünülmeden “ben böyle hissediyorum, o zaman böyle ve bu kadar” denildiğinde tartışmanın önü tıkanabiliyor; yani kişisel var oluş hâli “beni böyle kabul edin” şeklinde bir dayatmaya dönüşebiliyor. Deneyim’in kişiselliğinin içinde nasıl bir toplumsallık barındırdığı hiç sorgulanmayarak, biri deneyimini dile getirdiği anda deneyim biat etmeniz, eleştirmemeniz ve tartışmamanızın beklendiği bir değer olarak masaya konulabiliyor. Sonuç olarak feminizmin düşünsel mesaisinden ortaya çıkan bu kavramlar, kapalı kategoriler hâline getirilip düşüncenin önünde set oluşturuyor. Daha da vahim olanı, yukarıda da değindiğimiz gibi bu kapalı kategoriler sanki teorinin, teoriye yaslanan bir düşüncenin ve akıl yürütmenin karşıtlarıymış gibi değerlendirilebiliyor.

Neticede ortaya çıkan yapıya baktığımızda, konuşamayan ve tartışamayan bir feminist örgüt ne yapar sorusu kaçınılmaz oluyor. Bu yapı neden örgüttür? Feminist örgüt nedir? Türkiye’de, İstanbul’da, dahası Beyoğlu’nda bulunan bir feminist örgütün işlevi nedir? İşte bu noktada bizim liberal olduğunu düşündüğümüz görüş devreye giriyor. Örgüt ya da ideoloji kelimelerinden duyulan rahatsızlıkla, örgütle platform olma ya da örgütle sivil toplum kuruluşu olma arasında ne fark olduğu belirsizleşiyor, dahası böyle bir fark gözetmenin kendisi eleştirilir hâle gelebiliyor. Aynı şekilde feminizmin bir ideoloji olup olmadığı belirsizleşiyor ve tartışmaya açılıyor. İdeoloji olmayan feminizmin ne olduğu sorusu ise gündeme bile gelmiyor. 

Birbirinden bağımsız ve birbirine değmeyen farklı projelerin üretildiği, bu projeler ekseninde bir araya gelip ayrılan, örgüt içindeki farklı grupların birbirlerinin projelerinden haberdar bile olmadığı bir yapı, feminist örgütün bir nevi yeni ve “modern” tarifi oluyor. “İş bitirme”/”iş çıkarma” odaklı bu yapının neden iş yaptığı sorusu yanıtsız kalıyor.


Ve bu yapı içinde, bir feminist örgütün herhâlde olmazsa olmazlarının en başta geleni, “feminist dayanışma” yine liberal değerler ve liberal bir objektiflik algısıyla boşa çıkarılıyor. Örneğin liberalizmin diliyle konuşan feminizmde, “eşit mesafede durmak”, “kişiselleştirmemek”, “objektif olarak değerlendirmek” kadının beyanı esastır ilkesinin yerine kullanılıp, onu ikame edebiliyor. 

Kimsenin kimseyi yargılamaması, üstten konuşmaması, bir şey öğretmemesi gereken bir yapıda, hâliyle kimsenin feminizmi ya da feminist dayanışması sorgulanamayacağı için, bütün bu söylemlerin feminizmin neresine düştüğü üzerine bir tartışma da yürütülemiyor. 

Liberalizmin kendine adil, kendi belirlediği fark’la bir arada duran, kendini eşit gördüğü için eşit olduğunu varsayan, kendi çoğulcu dediği için çoğulcu olduğunu varsayan, kendisine yönelik eleştirileri hızlıca öğütüp içeren ve kendi bünyesinde bambaşka, hatta tam da aksini iddia eden bir şekilde yeniden var eden ve tüm bunları yaparken feminizmi politikasız, ideolojisiz iyi niyetli bir dileğe dönüştüren, feminist bir örgütü projeler ofisi olma yolunda evrilten yüzünü biz böyle deneyimledik. Bunun son ve en belirgin örneğini geçtiğimiz Mayıs ayında Amargi’nin yaptığı Sınır Ötesi Feminist Buluşmalar etkinliğinde yaşadık.

Anti-militarizm temalı bu buluşmanın etrafında şekillenen Amargi içi tartışmalar, bahsettiğimiz bu sürecin son ve en şiddetli noktası oldu. Amargi kurulduğundan bu yana, anti-militarizmi odak noktalarından biri olarak ele almış, militarizm-patriarka ve feminizm-anti-militarizm ilişkileri üzerinde duran bir örgüt olmuştur. Ancak son geldiğimiz noktada, düzenlenen “Ortadoğu buluşması”na dair, örgüt içinde yürütülen tartışmalar sonucu, organizasyon ekibine ve organizasyonun içeriğine yönelik esastan eleştirilerimiz, temelde “pratik işler yapılması gerekirken teorik tartışmalara dalmak” gibi bir nedenle ötelendi. 

Anti-militarizmi koşulsuz şartsız “her türlü şiddete karşı olmak” ekseninde ele alıp, bu yönde bir organizasyon düzenlerken, şiddet tartışmasını örgüt içinde yürüt(e)memiş olmamız, anti-militarizm tanımlarımızın birbirinden farklı olduğunu bile konuşmadan, böyle büyük bir organizasyon işine girişilmiş olması, çok gerilimli bir süreç yaşamamıza neden oldu.

Bu süreçte şiddeti bir direniş biçimi olarak mücadelelerine dâhil eden grupların varlığından bahsetmenin bile büyük tepkilerle karşılandığı tartışmalar yaşadık. Bu tür bir mücadelenin varlığını kabul etmeden feminist bir anti-militarizm tartışması yürütmenin anlamsız/eksik olacağını ifade etmek, “şiddeti savunmak” ile eşdeğer tutuldu. 

Yaşadığımız coğrafyada yıllardır devam eden savaşın gerçekliğine karşın bu tepkinin kendisi, bizce gerçekliği görmekten uzak ve “üstten” bir politika yapma biçimine denk düşüyordu. Ama yazının başından beri belirttiğimiz dinamikler nedeniyle bu eleştirileri dile getirmenin kendisi “üstten” bakan bir pozisyon olarak değerlendirildi. Burada dikkat çekmek istediğimiz nokta şu: biz Amargi’den ayrılan ekip ve orada kalanlar olarak şiddet ve anti-militarizm kavramları ekseninde bir “bölünme” yaşamadık. 

Bahsettiğimiz şiddet tartışması, organizasyon ekibinden birkaç kişiyle aramızda yaşandı. Fakat bizim gibi, şiddettin tartışılabilir olması gerektiği ya da meşru şiddetin de anti-militarizm tartışmasına dâhil olduğunu düşünen kişiler olmasına rağmen, bu tartışma sırasında Amargi’deki genel refleks, bu eleştiri ve “teorik” tartışmaları organizasyon sonrasına bırakmaktı. Tartışmayı ertelemeyi reddettiğimizde ise “üslup” meselesine, yani üstten konuşma, üstten eleştiri yapma, teori ya da bilgiyle üstünlük oluşturma meselelerine takılıp kaldığımızdan, şiddet ve anti-militarizm tartışmalarını yapma noktasına dahi gelemedik. Bu durumsa, tartışmanın artık bir alanı, daha doğrusu politik bir zemini kalmadığını yüzümüze net olarak çarpmış oldu.

Ayrılma kararını hızlandıran nokta bu aşamadan sonra kendimize sorduğumuz sorular oldu: Bir örgüt, kendi içinde anti-militarizm ve şiddet tartışmasını yürütmemişken, hem maddi olarak büyük külfetlere hem de mesai olarak büyük zahmetlere girip neden anti-militarizm ekseninde bir Ortadoğu buluşması düzenler? Amaç feminist politikaya dairse, politika önce örgüt içinden başlamaz mı? 

Anti-militarizm temalı bir Ortadoğu buluşmasının Birleşmiş Milletler’den alınan fonla yapıldığı ve bu konudaki itirazların çeşitli gerekçelerle (az zaman kalmış olması, organizasyon hazırlığının sonlarına doğru yapılan eleştirilerin süreci sadece tıkamaya yönelik olması, fon kuruluşlarındaki kişilerin iyi niyetle yardımda bulunmuş olması ve hatta Murat Belge’ye atıfla “paranın rengi yoktur” vecizesinin bizlere hatırlatılması) meşru bulunmadığı bir noktada birlikte politika yapma zeminini yitirdik. “Amargi” isminin varlığını devam ettirmesinin ve dışarıya dönük yapılan bu tip projelerle Amargi isminin kendisinin feminizmin, feminist politikanın önüne konulduğunu, Amargi’de gözetilen öncelik sırasının bizim beklentilerimizden çok farklı olduğunu kabul etmek durumunda kaldık. 

Ve uzun süredir örgüt içinde yaşadığımız çatışmaları da feminist mücadelenin bir parçası olarak gördüğümüz için örgütlü olmaya devam ettiğimiz Amargi’den, esastan feminizme dair bir ayrışma ve güven kaybı nedeniyle ayrılıyoruz.

Şiddeti direniş biçimi olarak gören ve kullanan örgütlerin varlığından bahsetmeye bile tahammül gösterilmediği, sınıfsal ve etnik farklılıkların adının anılmadığı, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine dair politika yapmanın LBT bireylerin “açık” olabilmelerine indirgendiği, dolayısıyla bazı farklılıkların hiç yer bulamadığı, var olan faklılıkların ise birbirine değmediği koşullarda ne yazık ki, “farklılıklarla bir arada olmak” artık Amargi’de liberal bir slogan olmaktan öteye gitmiyor. 

Örgüt içinde yapılan eleştirilerin ya geç, ya erken, ya “üstten” ama hep pratik işlerin önünde engel olarak görüldüğü bir ortamda kalıp içerden dönüştürmeye çalışmak artık mümkün görünmüyor. 

Liberal tanımlamasının “solcu bir refleks, sekter bir alışkanlık” olarak öteki’ni karalama mahiyetinde kullanıldığı düşünüldüğü için bu tanımlamayla birlikte yapılan politik analizin altı boşaltılıyor; ne meşru bulunuyor ne de dikkate alınıyor. 

Neticede bütün bu süreç, bize göre esas olarak ve esastan feminizmi politikasız bırakma, ideoloji olmaktan çıkarma hâlini yaratıyor ve feminizmi “toplumsal cinsiyet” odaklı iyi niyetli bir dilek hâline getiriyor. İşte bu nedenlerle de feminist politika yapma zeminini ve alanını artık Amargi’de bulamıyoruz. Dolayısıyla toplu olarak Amargi’den ayrılışımızla sonuçlanan bu süreç, aslında Amargi’de alansız bırakılışımızın sürecidir.

Esen Özdemir, Semra Aslan, Begüm Acar, Ayşegül Taşıtman, Berfu Şeker, Sevi Bayraktar, Feride Eralp, Suna Yılmaz, Hazal Halavut


Etiketler: kadın
nefret