04/12/2006 | Yazar: Kaos GL

‘O akşamın üzerinden beş ay geçti. İlk günlerde işten çıkar çıkmaz onu arıyordum kaybettiğim yerde, parklarda... Hiç bilmediğim sokaklara sapıyor, belki yeniden karşıma çıkar diye karanlığa karışıyordum. Umudum kırılıyordu, her gece eve döndüğümde biraz daha yorgun, umutsuz, sızıp kalıyordum.’ 1. Kadın Kadına Öykü Yarışması ikincisi Rüzgar rumuzlu yarışmacının öyküsü.

‘O akşamın üzerinden beş ay geçti. İlk günlerde işten çıkar çıkmaz onu arıyordum kaybettiğim yerde, parklarda... Hiç bilmediğim sokaklara sapıyor, belki yeniden karşıma çıkar diye karanlığa karışıyordum. Umudum kırılıyordu, her gece eve döndüğümde biraz daha yorgun, umutsuz, sızıp kalıyordum.’ 1. Kadın Kadına Öykü Yarışması ikincisi Rüzgar rumuzlu yarışmacının öyküsü.

KAOS GL

Rüzgar

''KADIN KADINA ÖYKÜ YARIŞMASI İKİNCİSİ'' – 2006

Çiçekçi kadın büyük mor şemsiyesinin altında, bugün tezgah açtığı köşe başında yağmuru ve çiçeklerini seyrediyor. Kızıl düz saçlarına papatyalardan bir taç takmış, iki mevsimi taşıyor saçlarında. Çiçeklerin arasındaki boş iskemlelerden birine oturup eski bir Çingene şarkısı söylüyor, hüzünlü sesi yağmura karışıyor.

Fotoğrafçı kadın saçlarından yüzüne sızan yağmuru içmiş de sarhoş olmuş gibi, yalpalayarak yürüyor. Adımları ağır, yüzü donuk…

Kırılan vazonun sesiyle irkilir ikisi de.

Aceleyle toplamaya çalışıyor çiçekleri ama nafile, zaman tüm ağırlığıyla omuzlarına çökmüş fotoğrafçı kadının. Ağır ağır doğrulur, karşısında çiçekçi kadın...

Çiçekçi kadın için zaman tüy kadar hafif. Her şey öyle çabuk olup bitmiştir. Karşısındaki kadının sakin mi, telaşlı mı, mutlu mu, hüzünlü mü olduğu anlaşılmayan bakışlarıyla ürperir, uzattığı çiçekleri alıp bir başka vazoya yerleştirir, parmak uçlarıyla hafifçe omuzlarından tutup kadını, şemsiyenin altına çeker. Elindeki kanı görür, acıyla ısırır dudaklarını. Hiçbir şey söylemeden tezgahın altından bir şişe su çıkarır. Fotoğrafçı kadın acısını saklamaya çalışan bir çocuk gibi karşı koymaksızın kadının eline bırakır elini, kadın bir çiçeğin yapraklarına dokunurcasına hafif temizler yarayı, çantasından çıkardığı mendille sarar. ‘Elleri ne kadar da küçük, beyaz ve soğuk... kar tanesi sanki...’ Eriyip gitmesinden korkar gibi çeker elini elinden.

Fotoğrafçı kadın bu ani hareketi fark eder; eli öylece kalakalır, boşlukta asılı...

Çiçekçi kadın karşısındakinin bakışlarından kurtulmak istercesine bir adım geriler. Şimdi onu daha net görüyordur; kendisine büyülenmiş gibi bakan bu kadının gözlerinde, duruşunda, hâlâ boşlukta asılı duran elinde, kendisini çeken, anlam veremediği bir güç sezer. Saçlarından alnına sızan yağmur, yüzünde dolaşıp boynundan içine inerken ne kadar da güzeldir! Yanakları kızarır çiçekçi kadının; avuçlarından kollarına ve boynuna yayılan bir yangın başlar. Gökten yağmurla ağmış şu yağmur perisinin kollarına atılsa, ıslak boynundan öpse!..

Yağmur durmuş, sokakta her şey sus pus olmuştur şimdi.

Fotoğrafçı kadın yağmurluğunun iç cebinden bir fotoğraf çıkarıp kadına uzatır. Elleri titreyerek fotoğrafı alır, şaşkınlıkla bakar, iskemleyi gösterir, tezgahın altından iki bardak çıkarır, yüzünde ‘ş-aşk-ın’ bir tebessüm... Sıcacık çaylar dolar bardaklara, şekerler erir, ilk yudumlar alınır çaydan. Yağmur yeniden başlar. Islanmamak için şemsiyenin altına doğru biraz daha yaklaşırlar, dizleri birbirine değer, her birinin aklından diğerinin bunu fark edip etmediği geçer.

Yüzündeki donukluk silinmiş fotoğrafçı kadının. Bir yudum daha alır çaydan. Heyecanlı. Yutkunur. İnce dudakları kıpır kıpır anlatmaya başlar:

‘Kadınlar, erkekler, çocuklar, yaşlılar şölen alanını doldurmuştu. Roman müzikleri alandakileri birbirine yakınlaştırıyor, insanlar birlikte şarkılar söylemenin, dans etmenin, hüzünlenmenin, ağız dolusu gülüşlerin keyfini çıkarıyordu. Herkes kendini müziğe ve bahara bırakmıştı. Gül ağacının mucizesini beklemenin sabırsızlığı gözlerinde ışıyordu.

Güneş batarken yaktılar Roman ateşini, güneşin kızıllığına karıştı ateş. Ateşin çevresinde dans edenler, üzerinden atlayanlar ve onlara alkış tutan yaşlanmış eller... Kordonda faytonları çeken atlar ritim tutarcasına gidip geliyor, müziğin sustuğu anda asi bir çığlık atıyorlardı. Seslerin yöneticisiydi; bir senfonik konserde maestroydu arabacı, kırbacıyla boşluğu döverken.

Hava kararmış, ateş daha yakıcı bir kızıllık almıştı. Ateşin üzerinden atlayanların fotoğraflarını çekmeye başladım, karanlığın içinden çıkıp ateşin üzerinden görünür olup yeniden karanlığa karışan görünmezlerin sırrını çözecektim. Çektiğim kaçıncı fotoğraftı bilmiyorum, alev saçlı bir kadın atlıyordu ateşin üzerinden. Kanatları vardı da uçuyordu sanki. Ateşin değil bulutların üzerinden atlar gibi hafif ve yumuşak. Her şeyi görüp duyanın, bilenin bilgeliğini taşıyordu, ateşe düşse yanmazdı. Dudaklarının kıvrımında, yüzündeki tebessümde bu sırrı saklıyordu. Art arda fotoğraflarını çektim, yeniden karanlığa karıştığı ana kadar. Onu takip etsem, diye geçirdim aklımdan. Şimdi gidip görmezsem bir daha göremeyebilirdim. Gittiği yöne doğru koştum, yoktu! Ateşi çevreleyen çemberi yarıp kalabalığa karışmış olmalıydı. Neden kimse ardından gitmemişti? Bir tek bana görünen, ateşten çıkmış düşsel bir melek miydi? Aklımda sorular kordona doğru dalgın yürürken bir fayton önümden tırıs geçip gitti. Bu kez boşlukta değil beynimde sakladı kırbaç. Yetişemezdim artık!

O akşamın üzerinden beş ay geçti. İlk günlerde işten çıkar çıkmaz onu arıyordum kaybettiğim yerde, parklarda... Hiç bilmediğim sokaklara sapıyor, belki yeniden karşıma çıkar diye karanlığa karışıyordum. Umudum kırılıyordu, her gece eve döndüğümde biraz daha yorgun, umutsuz, sızıp kalıyordum.

Gökgürültüsüyle uyandım bu sabah, yağmur yağacaktı birazdan. Neyse ki günlerden pazardı, çünkü en çok pazara yakışıyordu bu yağmurlu gök.

Pencereden yağmuru izlemekten sıkıldığımda akşamüstü dörttü saat. Yağmur aralıklarla yağıyor, önce hızlanıp sonra duruyordu. Dışarı çıkmayı planlamamıştım ama içimde canlanan küçük umut eve sığmıyordu. Aceleyle giyinip çıktım.

Nereye gideceğimi bilmeden yürüyordum, yorulmuştum. Eve sığmayan umudumu yutmuştu gri gök. Bacaklarım kontrolümden çıkmıştı, yalpalıyordum yağmurun sesine karışmış bir şarkının peşinde. Önünden geçtiğim mağazaların vitrin camından bir ölü geçiyordu, yüzüm donuklaşmıştı...

Kırılan vazonun keskin sesi! Seni buldum, gül dalına astığım dilek!’

Etiketler: kültür sanat
İstihdam