24/11/2011 | Yazar: KAOS GL

Birden kendimi çok ‘yanlış’ hissettim. Ve bir o kadar da ‘yalnız’. Her an biri bana bir şey soracak, onlardan olmadığım ortaya çıkacak gibi geldi.

’Öteki’ Baskısının Ne Olduğunu Yaşamak Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Birden kendimi çok ‘yanlış’ hissettim. Ve bir o kadar da ‘yalnız’. Her an biri bana bir şey soracak, onlardan olmadığım ortaya çıkacak gibi geldi.
 
Umarım bu film bir ışık yakar ve elinde dondurması olan çocuklar hayatı doyasıya yaşar… 
 
Tamamen tesadüfen… Uzunca bir süredir takip edemediğim Kaos GL sayfaları arasında hegemonik erkekliğe dair izlerin peşine düşmüşken rastladım KuirFest ilanına. Heyecanla ‘umarım kaçırmamışımdır’ diye düşünürken, tarihi ve yeri görünce aradığım her şeyi unutarak festival sayfasına gömüldüm. Açılışa yetişemiyordum ama festival devam ediyordu, neresinden yakalasam kar diyerek program detaylarına ulaşamayınca Büyülü Fener’i aradım. Zenne, Nar ve Erkek Gibi Ölmek ilk sorduğum filmler arasındaydı. Ertesi gün için Zenne’ye 6 kişilik bilet kaldığını öğrenince tekrar telefona sarıldım ve eşimden iş çıkışı sinemaya uğrayıp benim için bilet almasını istedim. Filmden, festivalden bihaber ‘ama ben senle gelemeyebilirim, işten kaçta çıkacağımı bilmiyorum’ dediğinde, bilse zaten gelmeyeceğinden hatta bilet sormaya bile gitmeyeceğinden emin olarak ‘sorun olmadığını, gelecekmiş gibi iki kişilik bilet almasını, en fazla birinin yanacağını’ söyleyerek telefonu kapattım. Aradan geçen birkaç saatten sonra beni aradığında kalanlarında satıldığını ve bilet olmadığını öğrendim. Ama bir kez harekete geçmiştim ve durmak için çok geçti… :)
 
Üniversitede Radyo Televizyon Sinema bölümünde asistan olarak çalışan ve üniversitenin düzenlediği film festivalinde de görev alan biri olarak çoktan idareyle konuşmuş ve ‘Türkiye’de ilk kez düzenlenen bir film festivali bugün Ankara’da başladı, 24 Kasım’a kadar sürecek. İzin verirseniz takip etmek istiyorum’ demiştim. Aynı cümleyi başka başka insanlara en az 3 kere daha kurdum. İzin almak için konuştuğum kişilerden sadece biri ‘ne festivaliymiş bu?’ diye sormayı akıl etti. Ben de ‘şükür ki İngilizcesi yok’ diye içimden geçirerek ‘KuirFest Hocam KuirFest’ diye tekrarlayıp durdum. Onun ‘hmm KültFest gibi yani’ yorumunaysa sessizce kafa sallayıp bıyık altından gülerek, ‘bilse gönderir mi acaba?’ diye düşünmeden edemedim. Sonunda istediğim 1 haftalık izni alamasam da Cuma günü Zenne’yi kaçırmayacak olmanın mutluluğuyla Perşembe mesai sonrası ilk otobüse atlayarak yola koyuldum. Bilet yoktu, ama ben merdivenden de izlemeye razıydım, o da olmazsa sırf bu film için Konya’dan kalktım geldim, araştırma yapıyorum der, ‘araştırma görevlisi’ kartımı gösterir bir şekilde nasılsa içeri girerim diye düşünüyordum. En sonunda Ankara’ya vardığımızda eşim de beni AŞTİ’de ‘nasılsa bilet yok’ düşüncesinin dayanılmaz hafifliğiyle karşıladı.
 
Ertesi gün, Konya’nın beni saran mahalle baskısı mı desem, okuldakileri bir nevi kandırarak izin koparmanın gerginliği mi desem, yoksa farkında olmadan herkes kadar içselleştirdiğim tüm o patriarkal değerlerle yüzleşmek mi desem, ne olduğu tarifsiz bir çekinceyle, acaba vaz mı geçsem gitmekten diye düşüne düşüne düştüm Büyülü Fener’in yollarına. Aklımdan geçen onca şeyin arasında ‘ya beni de eşcinsel sanırlarsa, ya bir gören olursa’ gibi absürt düşünceler de yakalayınca kendimden utandım resmen. Bu acayip ruh haliyle Kızılay’a adım atar atmaz, eşimi aradım, işten çıktığını duyunca buluştuk ve beraber gittik bilet sormaya… Bu arada neye niye gittiğimizi açıkladım tabi eşime, o içeri girmeyeceğini kesin bir dille belirtti, ne işimiz var orada diye söylense de bilet olmadığını bildiğinden belki bir nebze rahattı. Gişede sonunda sıra bize geldiğinde merdivenlerin bile dolu olduğunu üzülerek öğrendim, ama son kozumu henüz kullanmamıştım. Benim hâlâ umudum vardı…  Tam bu sırada yan taraftaki gişe memuru ‘1 kişilik bilet mi lazım?’ diye seslenince hiç düşünmeden ‘evet’ dedim ve fazladan bileti biletimi satın aldım. Ben bilet buldum diye mutluluktan uçarken eşim tüm siniriyle köpürüyordu. ‘Seni bunlara mı teslim edeceğim?’le başlayan ani ve sert bir tartışmanın ardından beni orada bırakarak gitti. Bilet topluca alındığından tek nüshaydı ve bölememiştik, dolayısıyla içeri girmek için bileti aldığım kişilerle ortak hareket etmem gerekiyordu. Onları göz hapsinde tutarak, konuşmak isteyerek ama iletişim kuramayarak salona girmeyi bekledim.
 
En sonunda içeri girdik. En önlerdeki koltuğa oturduğum andan film başlayana kadar geçen (ışıkların açık olduğu) süre hiç bitmeyecekmiş gibi geldi. Yerime geçerken çok az heteroseksüelin bu filmi izleyeceğini düşündüm. Bir salon dolusu lezbiyen, gey, biseksüel ve trans bireyle film izleme üzerine düşünürken birden parmağımdaki alyans beni rahatsız eder oldu. Sanki kim olduğumu açığa vuruyordu, zaten neredeyse herkes benim arkamda oturuyordu ve içimde hepsinin bana baktığı ve orada ne işim olduğunu sorguladığı duygusu vardı. Bütün gözleri üzerimde hissettim; hâlbuki çaktırmadan arkaya dönüp baktığımda herkes kendi halindeydi, birçok insan birbirini tanıyor, oradan oraya laf atıyor, konuşup şakalaşırken filmin başlamasını bekliyordu. Bense kimseyi tanımadığım bir ortamda sanki bir suçlu gibi görünmez olmaya çalışıyor ve biraz da utanıyordum. Bu orada olmanın utancı değil, garip bir şekilde oraya ait olmamanın, farklı olmanın utancıydı. Birden kendimi çok ‘yanlış’ hissettim. Ve bir o kadar da ‘yalnız’. Her an biri bana bir şey soracak, “onlardan” olmadığım ortaya çıkacak gibi geldi. Sanki bu festival, bu mekân, bu film sadece “onlara” aitti ve ben bir yabancı olarak tüm bunları sabote ediyordum, hakkım olmayan bir yeri işgal ediyordum ya da aslında orada bulunmayı hiç hak etmiyordum. Bu ve benzeri bir sürü duygu beni kuşatmışken film başladı, ışıklar söndü ama karanlık bile benim için saklanmaya yetmiyordu. Dışarıda ‘normal’ olan ben, burada ‘anormal’ olmanın sancısını yaşıyordum.
 
Kuir festival ve lezbiyen, gey, biseksüel, trans bireyler film izlemek benim için inanılmaz bir deneyimdi. Empati kurmak, bizden farklı olanı anlamayı kısmen sağlıyordu, bunu orada anladım. Gerçek bir deneyimi yaşamaksa, tüm taşları yerli yerine oturtuyordu ve gerçekten sarsıcıydı.
 
Film harikaydı. Aldığı tüm ödülleri fazlasıyla hak ettiğini düşündüm. Hem sinemasal özellikleri açısından hem de anlatmak istediğini böylesine kuvvetli ve klişelere kaçmaksızın yansıtması açısından söylemek istediğim birçok şey vardı. Okulda koca bir sınıf dolusu öğrencinin önünde konuşmaktan, düzenlediğimiz festivallerde daha büyük salonlarda daha çok insana hitap etmekten ufacık bir heyecan bile duymayan, çekinmeyen ben, film bitip de söyleşi başladığında yönetmene soru sormak için 5 dakikadan daha fazla sesi dışarıdan duyulacak denli şiddetli çarpan kalbimi susturmayı bekledim. Ve söz aldığımda, tebrik bile edemeyerek sadece çok teknik bir şey sorabildim. ‘Ait olmadığım’ bir yerde ‘varlık’ göstermenin bu denli zor olacağını hiç beklemiyordum. Tam anlamıyla alt üst olmuştum.
 
O gün o salonda sınırlı saatlerle yaşadığım bu tecrübe, bana sizin her gün her sokağa adım atışınızda ne hissettiğinizi, insanın kimliğini saklamak zorunda kalmadan yaşamasının nasıl bir özgürlük aksinin nasıl bir işkence/ikilem olduğunu, dengelerin hassaslığını ve göreceliğini, ‘normal’in kime göre, neye göre normal olduğunu, ne olduğunu, salt çoğunluğun hak sağlamada oynadığı rolün saçmalığını ve daha birçok şeyi anlattı. ‘Öteki’ olmanın ne demek olduğunu ben o salonda kendim yaşadım. Kimliğin/ benliğin inşasının öteki üzerinden kurulduğu bir dünyada, farklılıkların kayganlığını ve güvenilmezliğini, doğal kabul ettiklerimizin olduğu gibi olmayabileceği ihtimalini orada gördüm. Cinsel kimlik gibi insanın özelinde yer alan, sadece kişinin kendisini ilgilendirmesi gereken bir konunun nasıl bir ölüm tehdidine dönüştüğünü, bunun korkusunu ve acısını orada izledim.
 
Dileğim, bu ve bunun gibi filmlerin toplumun tüm kesimlerine ulaşması… Önyargıları kırarak herkesin her şeyden önce insan olduğu gerçeğini hatırlatması… Dileğim kimsenin ‘öteki’ olmaması. Suni ayrımlarla yaratılan her tür nefret söyleminin ve buna bağlı cinayetlerin bir son bulması. Umarım bu film bir ışık yakar ve elinde dondurması olan çocuklar hayatı doyasıya yaşar… (Camille C.)
 

Etiketler:
İstihdam