26/09/2014 | Yazar: Yıldız Tar

İz oyununda Sevengül karakterini canlandıran Sadri Alışık Tiyatro Oyuncu Ödüllü oyuncu Okan Urun ile konuştuk.

Son dönem tiyatro ve sinemalarda “bir eşcinsel, bir Rum, bir Kürt, bir engelli” klişesine okkalı bir tokat savuruyor İz. Yan yana eklenmiş kenar süsleri olmaktan çıkıyor karakterler. Aynı sahnede Sevengül sinir krizi geçirirken öte yanda Eleni şarkı söylüyor. Birbirinden habersiz, birbirine değemeden… 6-7 Eylül’ün “Kıbrıs Türktür, Türk kalacak” sesleri, Markiz ve Eleni’yi paramparça eden ırkçı nefret Sevengül ve Rizgar’ın hikayesinin fon müziği oluyor.
 
Bağımsız bir sanat girişimi olan Galataperform’un Türkiye’nin yakın tarihindeki üç farklı döneme odaklanan oyunu “İz”i sonunda izleyebildim. Baştan söyleyeyim, geç kaldığıma bu kadar üzüldüğüm başka bir oyun da yok!
 
İz; Tarlabaşı’nda yüzyıllık bir evde geçiyor. Sahne de oyuna özel kurgulanmış. Galata’da bir evin salonunda oturup üç farklı dönemden bambaşka hikayeleri izliyoruz. İzlemekten öte bir parçası oluyoruz. Bunda sahnenin içinden geçerek, izleyici koltuklarına oturmamızın da etkisi olabilir; sahnenin üzerine konulan kameralarda diğer odaları izliyor oluşumuzun da… Ama bana kalırsa izlemenin bir adım ötesine geçmemizi sağlayan şey muhteşem oyunculuklar.
 
Evin asıl sahipleri Markiz ve Eleni’nin hikayesi; eve “konan” Karadenizli ev sahibi Turgut Usta ve kiracısı Dev-Yol’cu Ahmet ve son olarak trans seks işçisi Sevengül ile “kocası” Rizgar… Hikayeler 1950’lerde başlayıp 2000’lere gelmiyor. Dümdüz ve sıkıcı bir çizgide ilerleyen tarih anlatısı yerine iç içe geçmiş bambaşka öykülerde kayboluyoruz. Bir izin peşinde savrulmamak elde değil. Öyle ki oyun bittiğinde diğer izleyicilerden ilk duyduğum cümle, “Tır çarpmış gibi oldum” oluyor.
 
Eleni’nin Markiz’e anlattığı bir Madam ve onun umutsuz aşkının hikayesini dinlerken; Sevengül ile Rizgar’ın Almodovar hikayesini aratmayacak aşkına şahit oluyoruz. Turgut Usta’dan Markiz ve Eleni’nin hikayesinin çarpıtılmış bir halini dinlerken; darbe rejiminden kaçan devrimci Ahmet vasıtasıyla yeniden Sevengül’e ve Rizgar’a uzanıyoruz: “Bu evde 30 yıl sonra yine insanlar ölecek!”
 
Sevengül ile Rizgar’ın aşkı klasik bir Tarlabaşı hikayesi. Orospu Sevengül’ün torbacı ve jigolo sevgilisi Rizgar. İkisi de göçebe ve ikisi de “yırtma” derdinde. Herkesin “yırtmak” istediği bir dönemde Sevengül ve Rizgar’ın “yırtma” isteği başka bir anlam taşıyor. Çünkü onların başka bir şansı da yok. Yaşamak, en kaba anlamıyla yaşamak, nefes almaya devam edebilmek “yırtmaya” bağlı onlar için: “Heraaaalde kızım!”
 
Oyuna ilişkin en beğendiğim kısımlardan birisi de belki de binlerce kez anlatılmış, klişe hikayeleri hiç de klişe olmayan bir şekilde anlatması. Karakterler o kadar sahici ki; hikaye o kadar hakikatten süzülmüş ki klişe olmasının mümkünatı yok. Son dönem tiyatro ve sinemalarda “bir eşcinsel, bir Rum, bir Kürt, bir engelli” klişesine okkalı bir tokat savuruyor İz. Yan yana eklenmiş kenar süsleri olmaktan çıkıyor karakterler. Aynı sahnede Sevengül sinir krizi geçirirken öte yanda Eleni şarkı söylüyor. Birbirinden habersiz, birbirine değemeden… 6-7 Eylül’ün “Kıbrıs Türktür, Türk kalacak” sesleri, Markiz ve Eleni’yi paramparça eden ırkçı nefret Sevengül ve Rizgar’ın hikayesinin fon müziği oluyor.
 
Sevengül’ü Okan Urun oynuyor. Okan vasıtasıyla bildiğimiz kadarıyla nefret cinayetine kurban gitmeyen bir trans seks işçisini tanıyoruz. Rizgar’a annelik eden; ondan aynı zamanda bir “koca” yaratmaya çalışan Sevengül… Urun, Sevengül’e hayat verirken bir de ödül kazanıyor. Urun, Sadri Alışık Tiyatro Oyuncu Ödülleri yardımcı rolde yılın en başarılı erkek oyuncusu ödülünü aldı. Ödülü ise, “hayatını kaybeden bütün trans arkadaşları”na adadı.
 
Urun’la oyun sonrası Sevengül, İz, sanat ve hayat üzerine konuştuk. Sahnede devleşen, hakikati ile insanı sarıp boğazına bir yumru oturtan Sevengül’ün aksine Okan o kadar mütevazı ki; kendisinden çok diğer oyuncuların başarıları hakkında konuştuk:
 
Oyunun hikayesine bayıldım. Özellikle değişik zamanların düz bir hatta ilerlememesi ve birbirinin içine geçmesi hakikaten çok başarılı olmuş. Neden bunu tercih ettiniz?
Oyunun yazarı Ahmet Sami Özbudak Galata Perform’un uzun zamandır olan “Yeni Metin Yeni Tiyatro” projede yer alan bir isim. Sami metni 2010 yılında yazdı. Ve ilk yazdığı zaman böyle bir kurguyla yazdı. Tarlabaşı’nda bir apartman dairesi; 3 farklı dönem ve 3 farklı hikaye. Bu hikayeler birbirine paralel. Peşi sıra da değil; iç içe geçmiş hikayeler…
 
Sami gazeteci aslında. Dolayısıyla bu yazma sürecinde hem atölyeler yardımcı oldu hem de gazeteciliğin verdiği araştırma dürtüsü… Aslında hikayeler yeni değil; bildiğimiz hikayeler. Farklı dönemler ve hayatlar ama herkes bir şekilde oradan atılıyor, sürülüyor. Nitekim şimdi de öyle… 1950’lerde Rumlar otururken kaçmak zorunda kalıyorlar. Sonra göç eden Türkler tabir-i caizse evlere konuyor. Kim misafir, kim ev sahibi hatlar karışıyor. Onlar da kiraya veriyorlar. Bu sefer de Tarlabaşı şehirden dışlananların sığınabileceği bir alan haline geliyor. Şimdi de kentsel dönüşümle aynı senaryo tekrarlanıyor.
 
İz’de Sevengül isimli bir trans kadını canlandırıyorsun. Bayağı da başarılısın bana kalırsa. Uzun zamandır sahnelerde görmediğim kadar sahici bir trans kadın gördüm. Nasıl hazırlandın rolüne?
Şunu gözlemledim gibi şeyler söylemek istemiyorum. Öyle söyleyenler de haklıdırlar kendilerince. Oyunculuk gözlem meselesi en nihayetinde. Farkında olmadan da gözlemliyoruz. İlk yönetmenimiz Yeşim bana teklif ettiğinde tereddüt ettim. O zamanlar Sumru Yavrucuk’un “Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi” oyunu vardı. Çok da iyi bir performanstı ve onun ardından bir transı canlandırmaktan çekindim. Altından kalkabileceğime emin değildim. Oyunun yönetmeni ve aynı zamanda Markiz karakterini oynayan Yeşim’e çok güvendiğim için kabul ettim.
 
Transları gözlemlemedim. Çünkü zaten komşularım, arkadaşlarım, gullüm yaptığım insanlar. Kelimeler, yaşam bana hiç yabancı değil. Gerçeği söylemek gerekirse oyunda beni çeken, oyunun içinde bir trans kadın olması ve onun neden böyle olduğunun konu edilmemesi. Yani nefret suçları, yaşanan mağduriyetler de dillendirilmeli elbette ancak bu oyunda bir yan karakter. İsmi Sevengül, bilmek isteyen varsa trans bir seks işçisi. Ama o kadar. Belirleyici noktası onun trans oluşu filan değil.
 
Öte yandan, trans diye melek olacak değil. Sevengül’ü tüm çelişkileriyle görüyoruz biz. Oyunun sonunda sevdiği adamı bırakıp gitmesi mesela… Mağduriyetin getirdiği bir şeyden dolayı pozitif ayrımcılık hoşumuza gidiyor olabilir ama insani zaaflar hepimize ait…
 
Hazır Sevengül’ü konuşmaya başlamışken; Sevengül nasıl bir karakter?
Sevengül oyunda kendi hikayesini anlatmayan tek karakter. Sevengül, kendisini var edebilmek için çocuk yaşta çok uğraşmış birisi. Kim uğraşmıyor ki zaten? Sürekli mücadele etmek zorundasın. Ve o mücadele Sevengül’ün bazı taraflarını o kadar sertleştirmiş ki… Tabi içindeki küçük, sevilmeyi bekleyen tarafını kaybetmiyor. O oğlana aşık aslında. Ama bir süre sonra aşık olduğu adamdan bir cacık olmayacağını fark ediyor.
 
İki kaybeden bir kazanan etmiyor ne yazık ki… Sevengül de bu gerçeği hayatın dayağını yiye yiye öğrenmiş birisi. Dolayısıyla birinin sıyrılıp gitmesi gerekiyor ve onun da kendisi olmasını tercih ediyor. Hayatının bu noktasında kaybeden olmak istemiyor. Çok insani bir şey. Egoist, bencil gelebilir ama bence herkes kadar bencil.
 
Bu durumu ben aslında Markiz ile Eleni’nin annesini bırakıp gitmek zorunda olmasıyla çok paralel okudum…
Evet, çünkü o bok çukurundan gitmesi gerekiyor. Sevengül’ün sevdiği çocuk uyuşturucu satıcısı. Çocuğu uyarıyor, dinlemiyor. O da uyuşturucularını saklıyor. Sonra çocuk yaralanıyor ve o gece öleceği o kadar belli ki. Hayat bazen hakikaten iki kere iki dört. Sonunun kötü olacağını bile bile o kadar kötü durumlarda kalmış ki Sevengül, bu hikayeden bir kişi kurtulabilir diye düşünüyor. O da niye Sevengül olmasın?
 
Aslında oyunun en başından itibaren çocuğun ölmesine hazırlanıyoruz gibi hissettim. Sevengül de o çocuğun öleceğinin farkında gibi?
Belki de… Seyirci her zaman daha derinlikli düşünür. Muhtemelen seziyordur. Çocuk İstanbul’a göç etmek zorunda kalmış bir Kürt. Tek isteği de yırtmak. Tek isteğiniz yırtmak olunca bazı şeyleri göze alırsınız. Sevengül’ün tek isteği de yırtmak. Ama Sevengül yırtmanın o kadar kolay olmayacağını çok iyi anlamış.
 
Diyeceksin ki oyunun sonunda kaçması kurtuluşu mu? Kim bilir? Birkaç gram uyuşturucuyu satıp ne kadar hayat kurulabilir ki? Haydi kurdu diyelim, transların rahat ve özgür hayatlar kurabilmesi o kadar zor ki. Sadece ünlü bir şarkıcıysanız mümkün. Ki onlar da trans olduklarını dile getirmeyerek kurabiliyorlar o hayatı… Çünkü hayat çok acımasız. Herkesin kendini koruma mekanizması çok önemli. İnsanlar gerçek anlamıyla hayatta kalmaya çalışıyor. Sanırım Sevengül’ün de oyundaki noktası bu.
 
Oyun açılıyor ölen bir kediyi atıyor dışarıya bir yandan da. “Ama translar hayvanları çok sever” diyorlar bana. Böyle genellemeler var ama böylesi genellemelere biz inanıyor muyuz? Aslında bu tür genellemelere ters gittiği için de hoşuma gidiyor. Sanırım Sevengül’deki durum Ömer Seyfettin’in bir hikayesinde kuşu çok sevdiği için sıkarak öldüren çocuk gibi bir şey. Çünkü sevgiyle tuhaf bir ilişkisi var. Ölümle sevgi arasındaki çizgi Sevengül için çok kaygan bir zemin.
 
Sen ne dersin bilemem ama Sevengül bana “Gece, Melek ve Bizim Çocuklar”daki has gacı kelavı çağrıştırdı…
Ay doğru söylüyorsun aslında şimdi düşününce… Çok benzer bir hikaye.
 
Aldığın ödüle dönelim istiyorum. Sadri Alışık Ödülü önemli bir ödül. Ne değişti hayatında ödülle?
Pek bir şey değişmedi. Hala metroyla dönüyorum eve. (Gülüyoruz) Teşekkür güzel bir şey bir yandan. Ödül töreninde de çok heyecanlandım ve şaşırdım da. Tabi ki performans değerlendiriliyor. Ama orda da dediğim gibi 2 sezondur Türk sinemalarında bir trans rüzgarı esiyor. Bugüne kadar temsiliyet bakımından bir komedi ögesi olarak kullanılmış transları komedi ögesi olmadan karakterleştirme çabası var. Başarılı olup olmadığı bir yana bu çabanın kendisi çok değerli. Bu büyük bir değişiklik. Bu değişiklik ödüllendiriliyorsa; hakikaten hayatta da birtakım karşılıklarını bulmalı. İnsanların ya güldükleri ya da iğrendikleri insanlar olmaktan çıkmalı artık translar.
 
Komedi ve trajediye sıkıştırılıyor sanki?
Evet evet… Hayatımız komedi ve trajedi arasında gidip geliyor elbette ama çoğu zaman ikisinin ortasında bir yerlerdeyiz. Translar da öyle. Herkes gibi alışverişini yapıyor; herkes gibi yaşıyor. Dolayısıyla, ödül almam ve ödül törenindeki konuşmam hiçbir şeyi değiştirmeyecek ama ödülü hayatını kaybeden bütün trans arkadaşlarıma armağan ettim. Onu da sadece şiddete kurban giden arkadaşlarıma adamadım. Sakin bir şekilde, yatağında ölebilen translar da var.
 
Onu söylerken de geçen yaz kaybettiğimiz Özge’yi düşündüm. Özge evinde kalp krizi geçirip öldü. Onu biz bulduk evde. Hemen birileri facebook’a fotoğrafını koydu ve “Bir nefret cinayeti kurbanı daha” denildi. Erkek arkadaşım aradı ve sordu ben de öyle duydum böyle servis edildiğini. Belki evinde kalp krizi geçirip yalnız başına ölmek de bir nefret ama bir arkadaşımız öldü. Yas tutalım ama ilk refleksimiz fotoğraf koyup, nefret cinayeti demek olunca tuhaf oluyor. Bu içimizi rahatlatıyorsa tamam ama bu giden kişiyi geri getirmiyor ve yanlış da bir bilgi. Bazen bazıları nefret cinayeti olmadan da ölebiliyorlar. Bütün transların nefret cinayetleri sonucu öldüğünü düşünmek çok hastalıklı. Özge’yi anmışken; o bu oyunu görmeyi çok istiyordu. Göremedi. Ama hep aklımda…
 
Bu anlattığın aslında sevgili Aligül’ü kanserden kaybettiğimizde birçok kişinin “Kim öldürdü” diye sormasını çağrıştırdı… Neyse, son olarak bu oyunda birçok karakter tanıdık. Bir kısmını çok sevdik, bir kısmından nefret ettik, bir kısmını anlayamadık. Okan Urun en çok hangi karakterde kendini buldu?
Sevengül’ün gelgitlerinde insanın kendisini bulmaması işten değil. Bilemiyorum. Hepsinin bazı anlarında kendimi buldum sanırım. Markiz’in kırılganlığında mesela… Türkiye tarihi bir klişeler tarihi, ne yazık ki…
 
Kime yakınım bilmiyorum ama basıp gitme kararını Sevengül gibi veremezdim. Muhtemelen Eleni gibi giderdim. Basıp gider gibi değil; kaçıp gider gibi…
 
Künye
Yazan: Ahmet Sami Özbudak
Yöneten: Yeşim Özsoy Gülan
Oyuncular: Okan Urun, Burak Safa Çalış, Batur Belirdi, Bertan Dirikolu, Yeşim Özsoy Gülan, Ceren Demirel, Görkem Doğan
Sinematografik Dramaturji: Ceren Ercan
Sahne Tasarım: Başak Özdoğan
Müzik Tasarım: Özüm Özgülgen
Kostüm Tasarım: Tülin Kermen
Görüntü Yönetmeni: Ferhat Öçmen
Teknik Yönetmen: Ömer Özkan
Sahne Amiri: Mustafa Dileklen
Teknik Sorumlu: Tugay Görmez
Fotoğraflar: Hande Göksan, Ali Öz, Atıf Ülkü
Süre: 85 Dakika / Tek Perde

*Bu röportaj Kaos GL Dergisi’nin "Queer ve Sanat" başlıklı 137. sayısında yayınlanmıştır.


Etiketler: kültür sanat
İstihdam