07/05/2020 | Yazar: Sibel Yükler

TİHV Genel Sekreteri Metin Bakkalcı: LGBTİ’ler, bu ülkede kıymetli bir telaş yürütüyorlar ve Türkiye'deki demokratik hayat açısından da olağanüstü kıymetli bir alan açıyorlar.

Şimdi tam da sırası: ‘Ama’sız, ‘ancak’sız bir yaklaşım Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

“Şimdi tam da sırası” diyerek başladığımız “Haklar” dizimizin üçüncü konuğu, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Genel Sekreteri Metin Bakkalcı. Bakkalcı ile cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine yönelik işkence ve kötü muameleleri konuştuk.

Bakkalcı, 30 yıldır işkence ve kötü muameleye karşı mücadele veren TİHV’in cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim fark etmeksizin ‘ama'sız, ‘ancak'sız bir yaklaşımı ilke edindiğini söylüyor. Ancak cinsel yönelimiyle işkenceye maruz kalan LGBTİ+’lara ulaşmada sıkıntı duyduklarını da ekliyor: “‘Bizi bilmiyor meselesi’ bir noktaya kadar gerekçe olabilir, bilmiyor olabilirler ama bilenler de demek ki yeterince güvenmiyor olabilirler.”

TİHV’in kurucular ilkesinde “eşcinsel ve trans bireylerin de temsil edilebilmesi için çalışma yapılması” kararı olduğunu hatırlatan Bakkalcı, insan hakları ve LGBTİ örgütlerinin birlikte çalışmasının hayati önem taşıdığını ve geç olmadığını vurguluyor.

“‘Ama'sız, ‘ancak'sız bir yaklaşımımız var, temel ilkemiz bu”

Türkiye İnsan Hakları Vakfı, 1990 yılında kuruldu. Kurulduğu tarihten itibaren işkence ve kötü muameleye karşı hak savunuculuğu yapıyor. Vakfın varlık sebebinden ve misyonundan bahsedebilir misiniz?

Türkiye İnsan Hakları Vakfı kurulalı 30 yıl oldu. Vakfın varlık sebebi işkence görenlerin tedavi ve rehabilitasyonunu sağlamak. “İşkence gören” sözü şöyle bir şey: Bir insandan bahsediyorsunuz, aslında işkence mutlak yasağının ihlal edildiği insandan bahsediyorsunuz, bir ihlale maruz kalandan bahsediyorsunuz. Dolayısıyla aslında ihlale maruz kalan insanın deyim yerindeyse “telafi hakkının yerine getirilmesine” katkıda bulunuyoruz. Biz bir yardım kuruluşu veya destek kuruluşu değiliz. Bir ihlale maruz kalanın hakkı olan, telafi dediğimiz bütünlüklü meselede o hakkın yerine getirilmesine katkıda bulunuyoruz. Tabii ki tıp burada kesin bir rol oynuyor, hiç kuşku yok ama bu işi başından itibaren salt olarak tıbbileştirmeyelim diyen bir yaklaşıma sahibiz. Çünkü tedavi rehabilitasyon dediğiniz mesele, doğrudan insan eliyle gerçekleşen, o toplumda aslında insanların güvenliği için görevlendirilen “devlet görevlileri” tarafından gerçekleştirilen şiddet, işkence dediğimiz meselenin tanımı bu.

Ama bu herhangi bir şiddet yahut işkence değil, dediğiniz gibi devlet görevlilerinden, kamu görevlilerinden yönelik bir işkenceden bahsediyoruz. Kamu görevinin kötüye kullanılmasından kaynaklı uygulanan işkence ve kötü muameleyi, diğer işkence ve kötü muamelelerden ayrılan özelliği nedir?

Herhangi bir şiddetten bahsetmiyoruz. Doğrudan kamu otoritesini elinde tutan kişiden bahsediyoruz. Kamu otoritesi dediğimiz şey de toplum olarak bizim ona verdiğimiz “yetkidir.” Tabii ki bir sorumlulukla biz bu yetkiyi ona veriyoruz. Diyoruz ki, “En ufak bir şekilde fiziksel bütünlüğe zarar vermeyeceksin, koruyacaksın.” Dolayısıyla bu bütünlüğe zarar veren her türlü eylem işkence ve kötü muamele çerçevesinde tanımlanıyor. İnsan eliyle gerçekleşen, daha ötesi toplum olarak bizim verdiğimiz yetkiye dayanılarak kamu görevlileri tarafından gerçekleşen ve güven duygusunu baştan sarsan bir durum. Çünkü sen birine görev veriyorsun, o sana işkence ve kötü muamele uygulamasında bulunuyor, bu güven duygusunu sarsmada olağanüstü kuvvetli bir etmen oluyor. Bunun tedavi rehabilitasyon süreci ise bir tür onarımdır. Bu yüzden saf tıbbi bir yaklaşım olamaz, böyle bir zeminden kaynaklanıyorsa bütünlüklü yaklaşım olmalı. Bir defa, “Neden bu gerçekleşti, neden bu benim başıma geldi?” sorusunun açığa çıkabilmesi önemli, “hakikat hakkı” diyoruz buna. Bir değeri de “Kim?” sorusu. Bütün bu sorumların da mutlak anlamda cezalandırılması gerekiyor. Bu cezalandırılma gerçekleşmeden, yani hakikatin ortaya çıkması ve cezalandırılması gerçekleşmeden, işkenceye maruz kalan bir insanın “en nitelikli tıbbi tedavi rehabilitasyon” süreçlerine maruz kalsa bile kendini bütünüyle onarması kolay bir şey değil. Çünkü “Neden?” sorusu yanıtlanmamış, hakikat ortaya çıkmamış ve muhatapları cezalandırılmamış. Dahası bizim gibi ülkelerde somut olarak cezasızlığı da korunuyor. Sanki kendisinin de bir başkasının da başına yarın yeniden gelebilir algısına yol açabilir ve kendisini hiçleştirme, eleştirme sonucuna zorlayabilir insanları. Bu bütünlük dediğimiz şey; hakikatin ortaya çıkması, bütün sorumluların silsile içerisinde bulunup cezalandırılması ve bunun bir daha tekrarlanmayacağı güven ortamının yaratılabilmesidir. Bunun bir daha tekrarlanmayacağı güven ortamının yaratılabilmesi için de yasal düzeyde, uygulama düzeyinde ve söylem düzeyinde pek çok unsuru var. Bütün bunların gündelik hayatta kullandığımız karşılığı “önleme”. İşkencenin önlenmesi. Vakfın esas varlık sebebi şu: Bu ülkede o dönem yaşayan pek çok insan gibi 12 Eylül’de ben de cezaevindeydim, 1986’da çıkmıştım. Hep beraber çok değerli insanların katkılarıyla 1986’da İnsan Hakları Derneği kuruldu. İnsan hakları ortamındaki 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra gerçek hayata geçen ilk geniş faaliyet alanı İnsan Hakları Derneği’ydi. Biz Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nı dönem itibariyle İnsan Hakları Derneği’ne bir alternatif olsun, aynı şeyi yapsın diye kurmadık. Bu ülkede bugün itibariyle 1 milyonu aşkın insanın işkence gördüğü, 1980 askeri darbesi döneminde yüz binlerce insanın işkence gördüğü ülkede somut ihtiyaca bir şekilde bir yerinden de olsa katkı sağlamak için İnsan Hakları Derneği ve o dönem Türk Tabipler Birliği'nin içindeki tartışmalardaki değerlendirme sonucunda buna özgülenmiş bir kurum olarak kuruldu. Burada asli fonksiyonumuz var, işkenceden bahsediyoruz. Kim olursa olsun, nerede olursa olsun işkence görenlerin tedavi rehabilitasyonuyla meşgulüz. Temel yaklaşımımız bu. Kadın, erkek, çocuk, cinsel yönelimden bağımsız, bu ülke sınırları içinde ya da dışında, bugün ya da 5 yıl önce, zamandan ve mekandan bağımsız, cinsiyet kimliği, cinsel yönelim fark etmeksizin ‘ama'sız, ‘ancak'sız bir yaklaşımımız var, temel ilkemiz bu.

“Cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim kendi başına özeldir”

TİHV’in önlem alma, cezasızlıkla mücadele, hakikatin ortaya çıkarılması noktasındaki çalışması rehabilitasyonun da doğrudan bir parçası değil mi?

Elbette ama bir hukuk örgütü değiliz, çok değerli birçok hukuk kurumu var ülkede. Bu bütünlüklü çalışmada, önlemenin bütün fonksiyonlarını üstlenme gibi bir iddiada bulunmamız haddimizi aşmak olur. Önlemenin bütün fonksiyonlarını yerine getirebilmek için değişik disiplinden sağlıkçılar, hukukçular, başka alanda faaliyet yürütenlerle bir bütün olarak insan hakları ortamında gönüllü ağları seferber etmeye baştan beri çaba gösterdik. O yüzden, bugün itibariyle 6 merkezimiz var, kadrolu insanlar, ücretle çalışanlar var ama başından bugüne kadar ve bundan sonra da zaten temel zemini gönüllü çalışmadır. Özellikle de biz tıbbi rehabilitasyon anlamında daha baskın bir kurumuz. Önlemede kritik olan tıbbi belgeleme konusunda sadece bu ülkede değil, dünyada çok büyük bir otörüz. Birleşmiş Milletler’in tek bir dokümanı vardır, işkence görenlerin belgelenmesine ve etkili soruşturmasına yönelik, kısa adı İstanbul Protokolü’dür. Neden İstanbul’dur, çünkü bu ülkenin çok derin acılarından süzülmüş ama çok değerli insanlar tarafından, kurumların çabalarıyla bir bilimsel süzgeçten geçirilip üretilmiş bilginin ortaya konmasıyla ve bunun insan hakları değerleriyle donatılmasıyla, aslında bu önemli ölçüde bu ülkenin katkısıyla 1999'da hazırlanarak Birleşmiş Milletler’e sunuldu. Bir rehabilitasyon süreci zaten kaçınılmaz, tıbbi belgeleme, tıbbi dokümantasyon bizim tarafımızdan gerçekleşiyor ama onun ötesinde toplumsal, hukuksal, politik ve diğer yanları itibariyle de bir ağamız var. Bu ağları geliştirmeye, zenginleştirmeye çalışıyoruz başından beri “önleme” faaliyetini birlikte sürdürüyoruz.

‘Ama'sız, ‘ancak'sız bir yaklaşımın temel ilkeniz olduğundan bahsettiniz. Bu ilkelerinizde toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine dönük perspektifiniz nedir?   

“Kim olursa olsun” demek hiçbir şeye özel ilgi göstermiyoruz anlamına gelmez. İşkence gören her insan biriciktir, o insanın biricikliğine özgülenmiş somut koşullarına, ihtiyaçlarına dayalı bir yaklaşımı esas alıyoruz. O somut ihtiyaçlar nedir? Biz de kendimizi geliştirmeye, eğitmeye çalışıyoruz, burada kritik eşik toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifidir. Toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifi ışığında bütün bunları çalışmalarımızı gerçekleştirme telaşındayız. Gündelik hayatımızdan, mekanlarımızın dizaynına, buradaki görevli arkadaşlarımızın profilinden birbirimizle kurduğumuz ilişkilere kadar böyle. Ama daha önemlisi kendimiz için değil, işkence görenler için biz buradayız. Burada işkence görenlerle de olan ilişki süreçlerimiz ilk andan itibaren bütün tedavi sürecinde böyledir. Cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim kendi başına özeldir. Kendimizi gelişmeye çalışıyoruz, bu bir yolculuk.

“LGBTİ’ler demokratik hayat açısından da kıymetli bir alan açıyor”

Bahsini ettiğiniz bu yolculuğu merak ediyorum. 1995 yılında İnsan Hakları Derneği Ankara Şubesi’nde Ankara Kaos GL aktivistlerinin de bulunduğu Gay ve Lezbiyen Hakları Komisyonu kurulmuş, ama yönetim değiştiğinde komisyon onaylanmamış ve buradaki aktivistler İHD’den ayrılmıştı. O günlere ve bugün gelinen noktaya dair tanıklığınızdan bahsedebilir misiniz?

Bildiğim kadarıyla Ankara’daki LGBTİ arkadaşlarımızın ilk kamusal alandaki faaliyetleri İHD’nin kuruluşundan bir iki yıl sonra Ankara Şube’ye gelmeleriyle olmuştu, ben de o sırada o mekandaydım. O karşılaşmayı, o teması hatırlıyorum. Bizler de kendimizi zaman içinde geliştirdik ama burada kayda geçsin diye itiraf etmek isterim, ilk karşılaştığımızda bu konuda derin bir boşluğumuz vardı. Kişisel tarihim açısından da bu karşılaşmadan sonra çok iyi hatırlarım, “Böyle bir durum var, peki nasıl bir yaklaşım içerisinde olmalıyız?” sorularıyla didiştik yıllar boyunca. Çocukluğumuzdan beri bugünkü noktamızda değildik, bunu demek istiyorum. Biz de zaman içinde geliştik. Kaos GL ve bu alanda çalışan LGBTİ’ler, bu ülkede kıymetli bir telaş yürütüyorlar ve sadece “kendilerine koydukları program” açısından değil, Türkiye'deki demokratik hayat açısından da olağanüstü kıymetli bir alan açıyorlar. Çok kıymetli bir şey bu, hepimizi zenginleştiriyorlar, bu alana özgü bir zenginleşme kendi başına kıymetli. Bu noktadan sonra tabii ki işkence gören özgülenmiş bireye toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifinden yaklaşım için de kendimizi geliştirmeye çalıştık.

Peki Türkiye İnsan Hakları Vakfı, işkence ve kötü muameleden kaynaklı tedavi rehabilitasyon anlamında LGBTİ+’lara yeteri kadar ulaşabiliyor mu?

Vakfın temel misyonu, işkence görenlerin tedavi rehabilitasyona yönlenmesiyle beraber bir de işkence ve temel birtakım başlıklarla insan hakları ihlallerini belgeleyen bir dokümantasyon çalışması yapmak. Bunu zaman zaman İnsan Hakları Derneği ile beraber özellikle İnsan Hakları Günü nedeniyle hazırladığımız raporlarda ortaklaştırıyoruz, İHD burada esastır ama biz de Türkiye İnsan Hakları Vakfı olarak insan hakları ihlallerini içeren günlük bültenler, yıllık raporlar, özel raporlar hazırlıyoruz. Yaşam hakkı, kişi güvenliği, ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, toplantı ve gösteri hakkı ile Kürt meselesi gibi temel ve öznel 5 başlık altında bunları esas alıyoruz. Dolayısıyla dokümantasyon çalışmalarında da geçerli olan toplumsal cinsel eşitliği perspektifini birlikte anmakta yarar var.

Dokümantasyon merkezimizin verilerine bakıldığında, çok sayıda örnek olmasına rağmen cinsel yönelimleri nedeniyle işkenceye maruz kalanlara çok üzgünüz ki bugüne kadar tedavi rehabilitasyon anlamında yeterince ulaşamadık.

“LGBTİ’lere ulaşmadaki sıkıntılarımızdan biri yeterince güven duymamaları”

Yeterince ulaşamamanın nedeni nedir? Örneğin Prof. Dr. Melek Göregenli ve Evren Özer’in gazetelere yansıyan haberler üzerinden hazırladığı “1980’lerden Günümüze Türkiye’de İşkence” raporuna göre, TİHV’in ilk 20 senesinde nadir LGBTİ+ başvurusu görülmüş.

Çok sorguluyoruz, çok zor buluyoruz. Bunun bir kısmı bizle ilgilidir. Bizim cinsel yönelimiyle işkenceye maruz kalanlara ulaşmadaki sıkıntılarımızdan biri bize yeterince güven duymamaları. “Bizi bilmiyor meselesi” bir noktaya kadar gerekçe olabilir, bilmiyor olabilirler ama bilenler de demek ki yeterince güvenmiyor olabilirler. İddialı cümlelerle zorlamak istemem, ama kendi ortamlarında bu sorunlarla baş etme tercihi ve esas olarak başka ortamlara güven duymamaları olabilir mi, tartışmak gerekir. Ama didişiyoruz, bu nedenlerle önceki yıl İstanbul’da bütün LGBTİ alanlarda çalışma yapan arkadaşlarla bir tür iki günlük bir özel buluşma yaptık. Bunun öncesinde de çok buluşma yaptık, biz de işkence ve tramvaya maruz kalanlarla temas etme, görüşme ilkeleri, ikincil travmadan korunma yöntemleri, ihlalleri belgelemek, özel olarak işkencenin belgelenmesi gibi birikimlerimizi aktardık. Bu buluşmalar aynı zamanda bir şeyleri de öğrenme, birlikte bir şeyleri yapabilme yollarını geliştirme konusunda telaşla yürüttüğümüz buluşmalardı.

2019 yılında toplam 908 yeni başvuru geldiğinde gözlediğim kadarıyla çok az sayıda LGBTİ başvurusu vardı, çok üzgünüz.

TİHV, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği nedeniyle maruz kalınan işkence ve kötü muamelenin başvurularını nasıl alıyor, nasıl ayırt ediyor?

Bizim başvuru dosyalarımızda bir cinsiyet kimliği bölümü vardır. Cinsiyet bölümünde kadın, erkek, trans kadın, trans erkek diye dört şık bulunur ve bu sorularla kayıt alırız. Ama cinsel yönelimle ilgili soru maddesi yok. Tarafımızdan cinsel yönelimle ilgili soru sorulmaz, ama kişi kendisi kayıtlara geçmesi için paylaşırsa kayıtlara girer. Başvurucuların hiçbirine özel sorular sormayız, bu yaklaşımımızın sebebi de güven duygusudur. Çünkü her bir soru bağrında başvurucuyla sizin aranızdaki ilişki çok özel gelişir, güven duygusu esastır. Güven duygusunu olası zedeleyecek dini inanç, etnik köken, cinsel yönelim gibi sorular farklı algılara yol açma riski olduğu için sorulmaz, güven duygusu esas alınır. Ama cinsiyet kimliği aleni bir durumdur, bunun dışındaki kimlikler ya da özel durumlar kişi kendisi açtığında kayıtlara girer, o bilgi mahremiyet ilkesi olarak korunur, onun onay verdiği ölçüde alenileşen bir şeydir. Sonuç olarak kişi, başvurusunda bize cinsel yönelimini ifade etmemiş de olabilir, çünkü tarafımızdan açıkça sorulmuyor.

“Cinsel yönelim nedeniyle işkenceye maruz kalmak başka bir eşik”

Örneğin trans bir kişi, işkence ve kötü muameleye maruz kaldığını belirtti ve cinsiyet kimliğine ek olarak cinsel yönelimini de paylaşarak başvuruda bulundu. Bu noktadan itibaren TİHV başvurucuyla nasıl temasa geçiyor ve nasıl bir prosedür izliyor?

İşkence görenler için geçerli ilk görüşmede öncelikle bütün unsurlarıyla öykü alınır. Görüşme ilkeleri gereği öykü almak didaktik, sorular soran, yanıtlayan bir yerden değil, bir süreç içinde asli durumun ve duygusunun ortaya çıkmasını sağlayan biçimde yapılır. Güven duygusunun ortaya çıkmasına da bu neden olur. Dolayısıyla ilk görüşmede de her şey tamamlanmaz, o güven duygusu oluştukça ilerler. O aşamaya kadar zaten çok özenli yürütülmesi gerekiyor, ilk görüşme yetmeyebilir, ikinci görüşmede olabilir. Hekim arkadaşlarımız öykü alma dahil olmak üzere uygun görüşme süreçlerini tamamlarlar, sonra doğal olarak bir tıbbi değerlendirme yapılır. Tıbbi değerlendirme için ruhsal boyut vardır ama ayrıca ruhsal heyet tarafından da bir değerlendirme yapılmasının kıymeti paylaşılır, ayrıca gerekirse ruhsal heyet tarafından da yanı sıra bir ruhsal değerlendirme gerçekleştirilir, sosyal çalışmacı arkadaşlarımız da sosyal çalışma boyutunda görüşme süreçlerini tamamlarlar. Bütün bu süreç tamamlandıktan sonra, yani gerekli olan konsültasyon ihtiyacı, laboratuvar ihtiyacı gibi ihtiyaçlar tamamlandıktan sonra bir tanıya ulaşma çabası gösterilir. Bir tanıya ulaşıldıktan sonra da o tanıya dayalı fiziksel, ruhsal ya da bütün boyutlarıyla bir tedavi süreci başlar. Bu arada bütün bunlar kayıt altına alındığı için tıbbi belgelemenin de temel zemini oluşturulur ve sonuçta kişi eğer arzu ederse, eğer bizden bir rapor isterse tıbbi belgelemeye dayalı olarak rapor da hazırlanır. Sonra kişinin durumuna bağlı olarak bir tedavi süreci başlar, bu belli bir süre alacaktır. Hem bizim tıbbi açıdan, “Evet tedavi tamamlandı” dememiz hem de kişinin yeterli geldiği duygusunu hissetmesiyle de bir izleme süreci oluşur. Sonuç olarak vakfa başvuru yapıldıktan sonraki süreç anlık temasla ilerlemez.

Cinsiyet kimliği ya da cinsel yönelime yönelik işkence uygulamaları değişebilir. Bir kolluk görevlisi gözaltındaki trans seks işçisinin saçlarını kesebilir ya da rızaları hastaneye götürülerek zorla test yaptırılabilirler. Ama aynı uygulama eşcinsel bir kişiye yapılmayabilir ya da yapılabilir de… Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği açısından bir farklılık görüyor musunuz? Dolayısıyla şunu sormak istiyorum. Cinsel yönelim ya da cinsiyet kimliğinden kaynaklı işkence ve kötü muamele başvurularında daha geniş kapsamlı bir görüşme yapıyor musunuz?

Bütün kötü muamele ve işkencelerin arasında cinsel işkence, cinsel şiddet kendi başına bir konu. Herhangi kadın, çocuk, LGBTİ’ye dönük olmak üzere sözlü, fiziksel, hakaret gibi cinsel şiddet ve işkencenin pek çok unsuru var. Özel olarak cinsel yönelimi nedeniyle işkenceye maruz kalmak ise bir başka eşik daha olur. Bugüne kadarki deneyimlerimizle ne yazık ki bu tür işkence ve kötü muamelelerin “daha da kolay” uygulanabildiğine dair gözlemlerimiz var. Bu konuda kendimizi ve yaklaşımlarımızı geliştirmeye, eğitmeye çalışırken cinsel yönelimleri nedeniyle işkence ve kötü muameleye maruz kalanların multidisipliner bir iyi heyet tarafından karşılanması gerektiğini biliyoruz. Güven ortamı yakalanamadığı ölçüde zaten işkence gören kişi, ruhsal ve fiziksel derinliklerini paylaşmada çok imtina ediyor. Çok özenli bir yürüyüş bu. İlk görüşmelerde, ilk haftalarda bunlar sonuç olarak paylaşılmayabilir, o güven duygusu oluşturma bakımından kritik ehemmiyete sahip bir şeydir. Sözünü ettiğim gibi özellikle bu alanda daha deneyimli arkadaşlarımızı seferber ederek öncelikle kendi iç yolculuğumuzu diğer kurumlarla ilişkilenerek sağlamak gerekiyor.

Buna ihtiyacımız var, bu alanda çalışan kurumlarla beraber özellikle de işkence görenlerin tedavi süreçlerini daha da tahkim edilmesine yönelik ortak kafa yormaya, ortak o bir şekilde kendimizi geliştirmeye daha çok ihtiyacımız olduğunu ifade etmek isterim.

“Yasakları gün gün takip ettik”

Sanırım iki farklı raporlama çalışmanız var. Örneğin günlük raporlamanıza Onur Yürüyüşü yasakları ya da trans cinayetleri yansıyor. Peki cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimi nedeniyle maruz kalınan ihlaller raporlarınıza nasıl yansıyor?

Raporlama iki boyutta yapılıyor. Bir tanesi doğrudan işkence gören bir insana ait tıbbi belgeleme dediğimiz raporlama süreci. Bu, işkence gören insanı ait bir süreç. Bu da İstanbul Protokolü dediğimiz şeyde tecelli eden bir yaklaşım içerisinde hazırlanıyor. İkincisi de 5-6 ana başlıkta işkence ve kötü muamelenin, ihlallerin belgelenmesi ve raporlaştırılması.

Bir kişi işkenceye maruz kalındığında Türkiye İnsan Hakları Vakfı, ilgili uzmanlarla o insanın maruz kaldığı işkencenin tıbbi değerlendirmesini yapıp rapor ulaştırır. Diğer raporlaştırmada da yaşam hakkı, kişi güvenliği, ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, toplantı ve gösteri hakkı ile Kürt meselesi gibi özgül çerçevede gündelik hayatı yakından izlemeye çalışıyoruz. Günlük olarak izlemenin bir noktasında, olabildiği ölçüde teyit alma süreçleri tamamlandıktan sonra günlük bültenler hazırlanıyor. Ardından belli konular altında raporlanıyor. Belli başlıklar, özel raporlar hazırlanabilir gündem maddesine göre.

Cinsel yönelimi ya da cinsiyet kimliği nedeniyle nefret suçu sonucu yaşamını yitiren insanları takip ederiz ve yaşam hakkı başlığına alırız. Günlük bültende de dönem dönem hazırladığımız, özellikle de gerek 26 Haziran İşkence Görenlerle Dayanışma Günü, gerek 10 Aralık İnsan Hakları Haftası nedeniyle hazırladığımız raporlarda da her zaman özel başlıklar altında yer alır. Kişi güvenliği, işkence ve kötü muamele bağlamında, bu tür muameleye maruz kalan LGBTİ’leri özel bültenlerde, ara raporlarda, başlıkların altında bahsederiz. Onur Yürüyüşü yasağı, toplantı ve gösteri hakkı ihlali raporlarına yansıdı, üstelik gün gün takip ettik.

“Birlikte bir şey yapalım, geç değil”

OHAL sürecinde sokağa çıkma yasakları boyunca LGBTİ+’lara yönelik işkence ve kötü muameleyi takip edebildiniz mi? Bu dönem güvenlik güçlerinin kadınlara ve LGBTİ+’lara yönelik işkence ve kötü muameleleri mevcuttu. Raporlarınıza yansıdı mı?

Kendi adıma söylersem bu ülkede her şeye yetemediği duygusunu taşıyanlardan birisiyim, yetemedik. Sokağa çıkma yasağı meselesinde yetemedik, sonraki süreçlerde çok telaş yürüttük evet ama yeterli değildi. Bu soru bende şunu uyandırdı: Birlikte bir şey yapalım, geç değil. Belki bir yandan çok geç evet ama bir yandan da geç değil. Birçok kurumla beraber hazırladığımız Cizre Raporu’muz, 79 günlük sokağa çıkma yasağı bittikten sonra yaptığımız ziyarete dayalıdır, mesela orada pek çok unsura değiniyoruz ama bu sizin bahsettiğiniz gibi LGBTİ’lere dönük işkence ve kötü muamele raporda yoktu. Yetemedik, çocuklara değindik ama yeterince değinemedik. Örneğin Gündem Çocuk Derneği ile beraber o dönem bu raporda belli başlıklar koyduk ama çatışma sürecindeki çocuklara yönelik bir bütün olarak daha sonradan çok kıymetli bir çalışma yaptık. Dediğiniz anlamda bir yandan bakınca çok geç, evet, özür diliyoruz ama bir yandan bakınca da çok geç değil. Elimizde çok somut veriler yok, üstünde çalışılması gereken bir şey. Lütfen beraber çalışalım. O dönem böyle bir perspektifimiz olmasına rağmen, böyle bakmaya çalışmamıza rağmen sonuçta anlamlı bir çalışma yapamamış olduk.

Biz de çok şey öğreneceğiz, birlikte öğreneceğiz ve bunu birlikte geliştireceğiz. Bahsini ettiğim LGBTİ’lerle buluşmamızdaki çalışmayı sürdürmek istiyoruz, kuvvetlendirmek istiyoruz. İhtiyaçları gidermek için sürekliliği olan ilişkiler olmalı bunlar.

Son olarak TİHV’in “kurucu ilkeleri”ndeki cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinin temsil hakkını sormak istiyorum.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın yeni kurucu ilkelerini 2013’te belirlemiştik. Bunlardan bir tanesi cinsel yönelim ve cinsel kimliğinin temsil hakkıyla ilgili. Yeni kurucu alımında ve çalışanlar için teşvik ediyoruz. Eşcinsel ve trans bireylerin temsil edilmesi için kurucular kararımız var: “İnsan hakları mücadelesini cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği perspektifinde sürdüren eşcinsel ve trans bireylerin de temsil edilebilmesi için çalışma yapılması.”


Etiketler: insan hakları, nefret suçları
nefret