18/06/2020 | Yazar: Yıldız Tar

Mülteci Hakları Koordinasyonu, düzenlediği online panelle sınırda ve devamında pandemi sürecinde mülteci haklarını tartıştı.

Sınır ve pandemi: LGBTİ+’lar, mülteciler arası dayanışma ağlarına da dahil olamadı! Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Mülteci Hakları Koordinasyonu (MHK) 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü kapsamında bugün “Sınır, Pandemi, Mülteci Hakları” online paneli düzenledi.

MHK’nın Pazarkule raporunun ve pandemi öncesi durumun konuşulduğu, altmıştan fazla kişinin dinleyici olarak katıldığı panelde ilk olarak Kaos GL Mülteci Hakları Programı’ndan Av. Hayriye Kara konuştu. MHK’nın Pazarkule’de mültecilerin yaşadıklarını raporlamak için oluşturduğu heyette yer alan Kara, Pazarkule’deki gözlemlerini ve süreci anlattı.

“Türkiye, Yunanistan ve AB’nin ayrı ayrı sorumlulukları var”

“Pazarkule’de yaşananlarda Türkiye, Yunanistan ve Avrupa Birliği’nin ayrı ayrı sorumlulukları var” diyen Kara, pandemi öncesinde ‘sınırlar açıldı’ açıklaması ile mültecilerin sınıra gidişi ve sınırda yaşanan hak ihlallerini aktardı.

Kara, sadece MHK üyeleri olarak değil sahada farklı alanlarda çalışan kişilerle birlikte bir heyet oluşturduklarını da söyleyerek, “Heyet Edirne sınırına gittiğinde oradaki mültecilerin yanı sıra kamu görevlileri ve sivil toplum örgütleri ile de görüştü. Pazarkule’de fiili olarak kurulan yaşam alanı Mart başında Valilik izniyle girilebilen bir alana dönüştü. Valiliğin izniyle 9 Mart öğleden sonra kamp alanına girebildik ve orada kalan mültecilerle de görüşme fırsatımız oldu” dedi.

27 Mart tarihinde Edirne sınırındaki mültecilerin karantinaya alınacakları söylenerek Türkiye’nin çeşitli yerlerine dağıtıldığını hatırlatarak, “Bir gecede çadırlar yakılması, döndüklerinde ne ile karşılaştıklarının üstü kapatıldı. Sadece orada kaldıkları süreç değil ardından nelerin olduğunun da üstü kapatıldı. Biz sonraki süreçte de mültecilerle iletişimde kalmaya çalıştık. Ancak karantina sürecinde bir kısmının telefonlarına el konuldu. Karantina bittikten sonra mültecilerin bir kısmı kendi imkanlarıyla şehirlerine dönmek zorunda kaldı. Bu süreçte hukuka uygun olmayan uygulamalar yapıldı. Geri gönderme merkezinin sistemine işleyebilmek için sınırdışı kararları alınıp kaldırıldığını da gözlemledik. Şu anda da Pazarkule’deki durumun yanı sıra oradan alınan kişilerin karantinada ve sonrasında neler yaşadığı da yeteri kadar gündemde değil” ifadelerini kullandı.

MHK’nın Pazarkule’de yaşananlara ilişkin kapsamlı raporu da önümüzdeki günlerde yayınlanacak.

Uluslararası hukuk bağlamında yaşananlar

Kara’nın ardından Dr. Neva Övünç Öztürk, uluslararası hukuk bağlamında Türkiye ve Yunanistan’ın yükümlülüklerini değerlendirdi. İlk olarak devlet-devlet ilişkisi temelinde yaşananları aktaran Öztürk, “Eğer bir devletin sınırları üzerindeki kontrol yetkisi sadece ona ait olan bir yetki ise uluslararası hukukun genel ilkesi olan iyi niyet etkisi çerçevesinde, bu yetkisini iyi niyetle kullanması beklenmez mi” diye sordu ve bu sorunun cevabının uluslararası hukuk kuralları ile yanıtlanmasının mümkün olmadığını söyledi.

“Türkiye sınırlarını açarak Yunanistan’a zarar verdi” tezini tartışmaya açan Öztürk, “Bu hareket imkansızlıktan mı kaynaklandı yoksa kasten mi açtı” sorusuna yanıt aranması gerektiğini belirtti:

“Resmi açıklamaların bazıları bu sınır açma eylemini bilerek ve isteyerek yaptığı yönünde iken bazılarında imkansızlık yönünde. Net bir görüş bulunmuyor.”

Geri gönderme yasağı, toplu sınırdışı etme yasağı ve etkili başvuru yapma bağlamında süreçte ihlaller olabileceğini hatırlatan Öztürk, Yunanistan askerlerinin kendi sınır hatlarında olsalar dahi iki sınır arasındaki kişileri doğrudan etkileyebilecek şekilde güç kullandığını hatırlattı.

AİHM kararlarından bahsederek, kişinin geri gönderileceği yerde gerçek bir risk olmasa dahi Yunanistan’ın bu konuda hiçbir inceleme yapmamış olmasının geri gönderme yasağı ihlali olarak görülebileceğini vurgulayan Öztürk, “Özellikle kırılgan grupların durumuna ilişkin de ayrıca bir inceleme yapılması gerekiyordu. Ancak Yunanistan-Türkiye arasındaki olaylar sırasında hiçbir inceleme yapılmadığını görüyoruz” şeklinde konuştu.

Öztürk konuşmasının devamında hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) hem de Birleşmiş Milletler İşkenceyi Önleme Sözleşmesi’ni hatırlatarak işkence ve kötü muamele yasağı bağlamında ayrıca inceleme yapılması gerektiğini söyledi.

Çadırlarda bulunan kişilere uygulanan muamele açısından Türkiye’nin sorumlulukları olduğunu ve ihlal ihtimalinden söz etmenin tutarlı olacağını hatırlatan Öztürk, “Türkiye’nin yükümlülüğü açısından geri gönderme yasağı da ayrı bir eksen. Türkiye’nin sınırdaki olaylar açısından, geri göndermeme yükümlülüğü bağlamında yükümlülüğü var mı? Türkiye’nin zorla bu kişileri kötü muamele ile karşılaşabilecekleri Yunanistan’a göndermesi ihtimali noktasında bir sorumluluğundan bahsedilebilir ancak bir diğer soru gönüllü olarak gitmek isteyen kişileri engelleme noktasında bir sorumluluktan bahsedilip bahsedilemeyeceği de tartışılmalı” dedi.

“Politik yönü ağır basan bir fiili durum var”

Doç. Dr. Kaya Burak Öztürk ise Türkiye içindeki durumu değerlendirdi. Sınırların açılmasına ilişkin siyasi parti sözcülerinin ve Cumhurbaşkanlarının beyanları olduğunu ancak ortada bir karar olmadığını hatırlatan Öztürk, “İdarenin ortada bir kararı varmış gibi görünmüyor. Yol izinleri konusunda karar var mı yok mu bilemiyoruz. İdare hukuku açısından bu gelişmelerin hukuki olmaktan çok politik yönü ağır basan bir fiili durum var” diye belirtti.

İdarenin icrai ve ihmali eylem, durum ve davranışları olduğunu hatırlatan Öztürk, “İdare tarafından gerçekleştirilen bu eylemleri yabancılara, uluslararası korumaya ve geçici korumaya ilişkin düzenlemelerden kaynaklanan özel kolluk faaliyeti açısından değerlendirmek mümkün. Sığınmacılar söz konusu olduğu için yabancılar kolluğu açısından birtakım uygulamalar olabilir. İkincisi ise idarenin kamu düzenini sağlamaya ilişkin klasik genel idari uygulamalar söz konusu olabilir” dedi.

Toplu yaşam alanlarında son derece olumsuz koşullar olduğunun sahadan anlaşıldığını vurgulayan Öztürk, “Güvenliğin de tam olarak sağlanamadığı görülüyor. Kişiler bu yaşam alanlarında kötü muamele denilen duruma düşüyor olabilirler. İdare de bu konuda kayıtsız kalıyor” şeklinde konuştu.

“Göçmen işçiler kullanılıp atılacak işçiler olarak görülüyor”

Son olarak Evrensel gazetesinden Ercüment Akdeniz, “Krizde de salgında da çarklar dönsün diye göçmen işçiler her zaman can simidi olarak görüldü. Pandemide de böyle oldu. Pandemi sonrası dünyada ise göçmen işçiler açısından kölece çalıştırılma düzeninin geleceğini maalesef söyleyebiliriz. Göçmen işçiler maalesef dünyanın her yerinde kullanıp atılabilecek maliyetsiz işçiler olarak görülüyor” dedi.

Göçmen işçilerin hiçbir hakları olmadan çalıştıklarını ve pandemi sürecinde de ilk gözden çıkarılanlar olduğunu hatırlatan Akdeniz, hem iltica sürecindekiler hem de göçmen işçi olarak gelenler açısından yaşananları aktardı.

Akdeniz, Pazarkule’de bir gazeteci olarak yer aldığını da hatırlatarak, “Push back denilen geri itmenin yanı sıra aslında Pazarkule’de de gördüğümüz push forward, ileri itme diye bir konu da var. İleri ve geri itmeler arasında sıkışıp kalmış bir durum söz konusuydu. Ve bu durum sadece oradakileri değil aslında bütün süreci tahrip etti. İşçiler açısından mülteci ve göçmen işçiler ile Türkiyeli işçiler arasında yavaş yavaş kurulmaya başlanan bağları da tahrip etti. Ki biz daha önce çeşitli birlikte eylemler, grevler görmüştük ancak bu süreçle birlikte yerleşik, ben de Türk işçisi kadar hak istiyorum denmeye başlandığı dönemde, ‘Haddini bil, sen geçicisin, seni göçmen olarak sömürmeye devam edeceğiz’ zihniyeti yeniden yerleşti” şeklinde konuştu.

Mülteci LGBTİ+’lar: Saklanmak zorunda kalmak, dayanışma ağlarına girememek ve ihtiyaçların karşılanmaması

Panelin ardından mülteci LGBTİ+’ların hem sınırda hem de sonrasında yaşadıkları hakkında KaosGL.org’un sorusunu Av. Hayriye Kara şöyle yanıtladı:

“Sürekli olarak görüştüğümüz ve neler yaşadıklarına ilişkin bilgi aldığımız LGBTİ+’lar vardı. Sınırda hem onlarla hem de orada tanıştığımız LGBTİ+ mültecilerle görüştük. Toplumsal cinsiyet ayrı bir başlık açısından görülüyor ancak toplumsal cinsiyeti bütün süreçlerde dikkate almamız gereken bir konu olarak ele almak gerekiyor. Orada şunu çok net gözledik: Sınırdaki mülteci LGBTİ+’lar açısından düşük profilde kalma, dikkat çekmemeye çalışma, dikkat çektiği an saldırıya açık hale gelme çok sık yaşanan durumlar. Bize kendi iradeleri dışında kimliklerinin ortaya çıkmasının yaratabileceği tehdit, bunla ilgili ne yapacağını bilememe gibi durumları da aktardılar.”

Kara, kendi grupları ile gelen mülteci LGBTİ+’lar olduğu gibi karma gruplarla gelen mülteci LGBTİ+’lar da olduğunu belirterek şöyle devam etti:

“Tehlike nedeniyle kimliklerini sakladıklarını, geceleri ormanın içerisinde açık hedef haline geldiklerini bize aktardılar. Tampon bölgede lezbiyen bir mültecinin gökkuşağı bayrağı açmasının ardından oradaki grubun saldırısına uğraması gibi bir durum da vardı. Mülteci LGBTİ+’lar kimlikleri nedeniyle orada oluşan mülteciler arası dayanışma ağlarına da giremediler. İhtiyaçlar söz konusu olduğunda ihtiyaçların nasıl dağıtılacağı da ikili cinsiyet normları üzerinden şekilleniyor ve o normlara uymamanın kendisi de tehdit haline geliyor. Kadınlar için ped dağıtımı var ancak sadece kadınlar regl olmuyor ve orada pede erişimde bile sorunlar yaşandığını gördük.”

Kara yetkililere de toplumsal cinsiyete ilişkin sorular sorduklarını ancak Aile, Sosyal Politikalar ve Çalışma Bakanlığı’nın ilgilendiği yanıtını aldıklarını, nasıl ilgilendiğine ise yanıt olmadığını belirterek, “Toplumsal cinsiyet temelli şiddet, taciz, tecavüze ilişkin başvurular olup olmadığını, başvurabilecekleri bir mekanizma olup olmadığını sorduk. Mülteciler arasında böyle bir bilgi yoktu onun dışında yetkililerin de yok sayması vardı. ‘Zaten sınırı geçmeye çalışıyorlar, kimsenin aklına böyle bir mesele gelmez’ denildi. Vaka bazlı müdahale etmeye çalışma var ancak önlemeye dönük bir çalışma yoktu.”

Kara, karantina sürecinde de benzer sorunların devam ettiğini söyledi.


Etiketler: insan hakları, mülteci, çalışma hayatı, sağlık
İstihdam