05/07/2012 | Yazar: Gülistan Aydoğdu

Kaos GL derneğinin kütüphanesini gözden geçirirken buldum ‘Tek Kişilik Aile’ adlı kitabını. Yazarı; bizim ellili yaş gurubunun yakından tanıdığı birisi; Tuncay Özinel.

Tek Kişilik Aile Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Kaos GL derneğinin kütüphanesini gözden geçirirken buldum “Tek Kişilik Aile” adlı kitabını. Yazarı; bizim ellili yaş gurubunun yakından tanıdığı birisi; Tuncay Özinel. Tek kanallı, siyah beyaz televizyon döneminin eğlence kaynağı. Tiplemeleriyle bizi ekrana bağlayan tiyatro sanatçısı. Kendi öz yaşam öyküsünü yazmış kitapta.
Bu kitabı birisi bana oku dese okumazdım herhalde. Yani; bunun pek çok nedenleri var ama ilk neden özyaşam öyküsünü merak ettiğim birisi olmadığından. İkincisi de bu tür kitapları çok sevmediğimden. İçinde her daim abartı ve kendini olduğundan farklı gösterme gayreti olur.
 
Bir akşam Ahmet Nesin ile birlikte bir arkadaşımda otururken, İzmir Siyah Pembe Üçgen derneğinin yeni çıkarttığı “80’lerde Lubunya olmak” adlı kitap üzerine ve İstanbul’daki eşcinsel mekanlar üzerine sohbet başladı. Kitapta da sıkça adı geçen İstanbul’daki eşcinsellerin mekânları... 80’ler öncesi de eşcinsellerin ağırlıklı olarak gittiği kulüpler. Söz dolandı ve Tiyatro sanatçısı Tuncay Özinel’e geldi. 
 
Kitabı gördüğümde aslında heyecanlandım. Bakalım kitapta buralardan söz ediyor muydu? Okumaya karar verdim.
2002 yılında Epsilon yayıncılıktan çıkmış “Tek Kişilk Aile“ anı roman kitabı.
 
Kitabı elime aldığımda aslında kitabın beni ele aldığından haberim yoktu. Anlatımı duru, sade, güzel ve akıcı Türkçe ile yazılmıştı. Aslında seviyorum ben bu tarzı galiba. Kafayı karıştırmıyor. Ukalalık yapmıyor. Sizi içine çekiyor ve çok hızlı yol alıyorsunuz. Dil ise gerçekten çok doğru kullanılmış. Hani ağdalı değil, yabancı sözcüklerle kendi bilgisini size ispat etmeye çalışmıyor.
 
“Balkan harbi yılları! Yoksulluk, yoksunluk had safhada. Sarı saçlı bir kız çocuğu. Ağlıyor hiç susmacasına yoksul ve küçük bir İstanbul sokağında. Kapı önünde”. Annesinin çocukluğundan başlıyor. Şimdiki zaman ile geçmiş dönüşümlü veriliyor kitapta.
 
Ağlamasına dayanamayan İstanbul beyefendisi tarafından elinden tutulup, yoksul ailesinin ortağı olmak için evine götürülür. O evin kızı olur. Gelmeyecek babasını bekleyerek. Tıpkı oğlunun da Annesini beklediği gibi.  
 
Tuncay bir İngiliz ataşesinin oğlu. Babasını ne görmüş ne de biliyor. Hiçbir zamanda peşine düşmemiş zaten. Annesinin üvey kardeşlerini kendi ailesi kabul ediyor. Aile onu kabul etmese de .
 
Aşklarını anlatıyor Tuncay Özinel. Eşcinsel aşklarını. Acılarını, ayrılıklarını, sevişmelerini. İnsan Tuncay’ı anlatıyor. Arkadaşlıklarını, dostluklarını, hayal kırıklıklarını. Yoksulluğunu anlatıyor sonra; cinsel yönelimini, gey olduğunu anlatıyor. Yalansız dolansız içini anlatıyor aynı zamanda. Bu kadar güzel anlatılır…
 
Peki; Türkiye de kaç kişi kendini açabiliyor? Dolaptan çıkabiliyor. Kaç kişi eşcinsel olduğunu rahatça söyleyebiliyor. Ya da söylemek zorunda mı? Bunlar gibi pek çok soru geçiyor kafamdan. Bunun cevabı bende değil. Ne de kişilerde var. Bu kadar baskının, şiddettin, ölümün olduğu yerde, açılmak hiç kolay değil. O yıllardan günümüze geldiğimizde bile hala insanlar işinden, yaşadığı yerden oluyor. Cinsel yönelimi nedeniyle. Hala canından ediliyor. Hala sokakta rahat yürüyemiyor.
 
Yaşıyor ama nasıl? Toplum bunu kendine sormuyor, kişilerin özel alanından kime ne? Yakınlarda soracağı da yok. Yani bu toplumda bana benziyor galiba. Önyargılarından kurtulması çoook zaman alacak.
 
Tuncay kendini açan eden ender ünlülerden. Tabi!.. bir de Barboros Şansal’ımız var. Pek çok kişi hala kendini anlatamıyor baskılar ve güvenlik nedeniyle. Aslında Kaos GL web sitesi editörü Barış Sulu’nun bu konuda bir sözü vardı. “Neden heteroseksüeller bana açılmıyor? Neden benden açılmamı bekliyorlar? Neden hetoroseksüller kendi cinsel yönelimlerini söylemeye ihtiyaç duymuyor. O halde neden biz açılmak zorundayız? Neden eşcinsellerden bekleniyor bu?” demişti. Çok haklı ve yerinde bir soru!.
 
Dönüyorum hemen kitaba. Kitabı okurken çok öfkelendiğim şeylerde oldu. İnanamadığım yerler de vardı. Fakat bütün bunları söylemek istemiyorum. Konumuz da bu değil zaten. Fakat bir nokta var ki dokunmadan geçemeyeceğim. Anneliğin; aslında, ataerkinin, erkek egemen sistemin bize dayattığı gibi, doğuştan, içten gelen kadınca, anaç bir his olmadığıdır. Annelik de her şey gibi öğreniliyor. Yani toplumsal cinsiyetçi rol olarak biz kadınlara öğretiliyor.
 
Bunu Tuncay’ın annesinde bariz olarak görmek mümkün. Çocukluğundaki o Tuncay, bazen insanda sarı saçlarını okşama hissi veriyor insana. Gençliğinde ise duru mavi gözlerinde kaybolma. Bir insanın bu kadar mesleğine aşık olduğunu görmek, her türlü baskıya, engellemeye, yoksulluğa rağmen direnmek. Sadece tiyatro yapmak için varını yoğunu ortaya koymasını görüyoruz. İnsana kendi yaşamına yeniden dönüp bakma ihtiyacını doğuruyor. Her şeye rağmen yaşamı bırakmayan Tiyatrodan vazgeçmeyen bir insan görüyoruz kitapta.
 
Kitabın arka kapağını kapattığımda kafamda birçok soru dolanmaya başladı. Hepsini sorma olanağım yok ama en azından bazılarının cevabını birlikte alalım istedim.
 
Özinel sağlık problemini atlatmış Bu en sevindirici haber oldu benim için.
Önce kitabın adı ile başlayalım. Neden “Tek kişilik Aile”? Tek kişi olursa aile olur mu?
Neden tek kişilik aile olduğunu kitabımda şöyle anlatıyorum: “Yatakta küçük bir çocuk gibi kalmıştı kadın. “Zavallı Kadriye” diye düşündü. “Onu hastalık değil insanlar yıktı. Ailesi zannettiği insanlar. Benden çok tüm hayatını adadığı insanlar. Oysa onlar hiçbir zaman senin ailen olmadı. Benim olmadığı gibi. İkimizin yaşamı birbirine çok benziyor anne. Sen ve ben hep tek kişilik aile olduk. Anne, baba, çocuklar, akrabalar hepsi bizdik. Biraz gayret edebilseydin, ikimiz bu tek kişilik aileleri birleştirebilirdik. İki kişilik bir aile yaratabilirdik. Ama olmadı.
 
“Çocuk” Tuncay ne sizin için? Aslında öyle güzel bir çocuk çiziyorsunuz ki! Ben fotoğraf aradım önce. Sonra o zamanın olanaklarını düşününce vazgeçtim.
Şimdi dönüp ardıma bakıyorum. Ve o zamanlar hiç ağlamadan yalnızlığı göğüsleyen, babasızlığı daha doğrusu kimsesizliği göğüsleyen bu çocuğa ağlıyorum.
 
Kitabı yazarken Akrep Nalan’ın size sorduğu “Eşcinsel olduğunu açıklayacak mısın?” sorusunu ben de kitaptan sonraki hali ile sorayım. Sizi “açılmaya” ikna eden ne oldu? Kendinizi “açmaya” nasıl karar verdiniz?
Kitabımı okuyan çok cesur buluyor. Her şeyi apaçık yazdığım için. Öyle olmalı kendimize karşı ne kadar dürüst olursak topluma karşı da o kadar dürüst olabiliriz.
 
Kitap yayınlandıktan sonra size okuyuculardan, çevrenizden, nasıl bir tepki geldi?
Müthiş güzel tepkiler aldım. Bir sanatçı için ne para önemlidir ne de popülarite . Bir sanatçı için en önemli şey geleceğe bıraktıklarıdır. Bu kitap beni geleceğe taşıyacak.
 
Okuma özürlü bir toplum olduğumuzu düşünürsek, kitabınızın okunma oranını biliyor musunuz?
Ne yazık kitap piyasada tükendi. Basan yayınevi de bazı krizlerden geçtiği için tekrar basım yapılmadı.
 
Kitabınızın bazı üniversitelerin psikoloji bölümünde ders kitabı olarak okutulduğunu söylediniz. Kaç yıldır okutuluyor ve nedenleri sizce nedir?
Şu anda Çapa tıp fakültesi ve Arel Üniversitesi psikiyatri bölümlerinde ders kitabı olarak okutuluyor.
 
Son olarak bu kitabın devamı olur mu?
Tutmuş filmlerin 2.versiyonundan hep nefret etmişimdir. TEK KİŞİLİK AİLE tarihteki yerini aldı. Yeni çalışmalarım var evet. Yakında bitecek umarım KEZBAN’IN GÜNLÜĞÜ var sırada. Kezban benim terier cinsi köpeğim idi. Oturmuş bir günlük yazmış. Onu hazırlıyorum şimdi. Bir de sırada SARDUNYA isimli bir öykü kitabım var.
 

Etiketler: kültür sanat
nefret