25/06/2005 | Yazar: KAOS GL

Berlin’de sıcaktan delirmiş bir gün. Yağmur geliyor, belli; öyle bunaltıcı bir hava. İnsan kendini parklara bahçelere, hatta nehre atmak istiyor ama ne mümkün! Bu bir iş seyahati; Almanya kadın hareketini yakından tanımaya, kadın örgütleri, politikacılar ve yerel yönetim temsilcileriyle toplantılar yapmaya yönelik yedi günlük bir Berlin ziyareti... Sıcaktan erisek de ana caddelerde koşuşturup randevulara yetişmemiz lazım. Aktivist olmak zor zanaat!

Berlin’de sıcaktan delirmiş bir gün. Yağmur geliyor, belli; öyle bunaltıcı bir hava. İnsan kendini parklara bahçelere, hatta nehre atmak istiyor ama ne mümkün! Bu bir iş seyahati; Almanya kadın hareketini yakından tanımaya, kadın örgütleri, politikacılar ve yerel yönetim temsilcileriyle toplantılar yapmaya yönelik yedi günlük bir Berlin ziyareti... Sıcaktan erisek de ana caddelerde koşuşturup randevulara yetişmemiz lazım. Aktivist olmak zor zanaat!

KAOS GL

Selen Doğan

Aylardan haziran, günlerden galiba çarşamba. Biniyoruz metroya. Sırtımızda içinde kitapların, dergilerin olduğu kim bilir kaç kiloluk çantalar. Yorgunuz ama keyfimiz yerinde. hem bu ülkenin sosyal yapısını kavramaya yönelik zihinsel egzersizler yapıyoruz hem de izlenim ve yorumlarımızı birbirimize aktarıyoruz. Altı kişilik bir grubuz ve aşağı yukarı hepimiz farklı dünya görüşlerine, farklı siyasi eğilimlere ve birbirini bütünleyebilen kanaatlere aitiz. Yüz altmış değişik ulustan insanın yaşadığı bir şehirde, önyargılar kadar hoşgörünün ve farklılıklarla bir arada yaşama becerisini deneyimlemek, altı kadının ortak noktası oluveriyor. Metro istasyonunda beklerken içimizden biri sesini fısıltaya ayarlayarak birkaç adım ötemizde birbirine sarılmış öylece duran iki adamın varlığından haberdar ediyor bizi. Türkiye gibi cinsellik ve cinsel kimliklere ilişkin sorunlarını henüz ve yazık ki halledememiş bir ülkeden gelenler için “seyirlik” bir durum bu. Üstelik “ilginç” de. Farklı olanın ‘öteki’leştirildiği, seyirlik bir malzemeye dönüştürüldüğü ve kim bilir hangi toplumsal kabuller çerçevesinde garipsendiği ya da acımasızca eleştirildiği bir ülke çünkü burası. Topyekûn komşu kapısı yaptığımız Almanya’ya (hatırı sayılır bir kısmını Türkleştirmemize rağmen) bu anlamda hiç benzemiyor ayrıca. Neyse...

Metro trenine binip yan yana sıralanmış koltuklara bırakıyoruz kendimizi. O da ne?! Tam karşımızda yine birbirine sarılarak oturmuş bir “erkek çift”. Birinin eli diğerinin bacağında. E haliyle bu da “tuhaf” bir durum; hatta sapıkça!!! Bu da yetmezmiş gibi, trenin her on yolcusundan sekizi eşcinsel! Bunlara ne oluyor böyle, sözleşmiş gibi hepsi aynı anda sokağa dökülmüş? Vardır elbet bir açıklaması.

Birkaç durak sonra iniyoruz; “onlar” da iniyor. Aynı çıkışa yöneliyoruz. Derken gözüm metronun içindeki duvarlarda asılı kocaman bir afişe takılıyor. Afişte kullanılan fotoğrafta birkaç genç kadın görüyorum: Lezbiyen kadınlar. Fotoğrafın orasına burasına yazılar yazılmış. “Siz onları görmüyorsunuz ama onlar sizi görüyor” anlamına gelen sloganlar var afişte. Anladığım kadarıyla bu, eşcinselleri “görünür kılmak” amacıyla yürütülen bir kampanya; zira afişin altında çeşitli kurum ve kuruluşların logolarını görüp iyice şaşırıyorum. Bu destekçiler arasında Almanya Polisi de var, kadın örgütleri de. Zaten, eşcinsel hareket tüm dünyada kadın hareketinin bir parçası, en azından öyle olmalı diye düşünüyorum. Fakat polis teşkilatının bu hareketi desteklemesi alışıldık bir durum değil. Devletin birimleriyle eşcinsel örgütlerin nasıl işbirliği yaptığını gösteren bir belge bu afiş.

Kendimizi dışarı atar atmaz, sokağın coşkusuna, hareketliliğine, renklerine karışıveriyoruz. Hoş bir rastlantıyla Christopher Street Day’e denk gelmişiz. Demek ki trende metrekare başına düşen eşcinsel sayısındaki artışın nedeni buymuş!

Christopher Street Day, eşcinsellerin her yıl kutladıkları bir gün. Karnaval benzeri bir yürüyüşle ve binlerce kişinin katılımıyla renklenen bir anma günü. Eşcinseller her yıl haziran ya da temmuzda kendilerini sokağa bıraktıkları Christopher Street Day’in, 1969 yılının haziran ayında New York’ta eşcinsellerin Christopher Street adlı caddede polisle çatışmalarına dayanan bir geçmişi var. 1969 Haziran’ında Amerika Birlesik Devletleri'nin New York kentinde Christopher Street adlı cadde üzerinde bulunan ve eşcinsellerin yeri olarak Stonewall Inn adlı barı basmış ve içeride bulunanları tartaklayarak bir bölümünü gözaltına almış. Bu haberin kente yayılmasıyla birlikte barın önüne gelen eşcinseller üç gün üç gece boyunca polise direniş göstermişler ve böylece kendilerine karşı yapılacak her türlü baskıya tavır alacaklarını kanıtlamışlar. Christopher Street Day bu nedenle bir direniş günü olarak kabul edilmiş ve ilk yürüyüş 1979 yılında Berlin'de düzenlenmiş. İlk zamanlarda katılım az olsa da, giderek yığınla insanın dahil olduğu kitlesel bir etkinlik halini almış.

Giderek siyasi bir harekete dönüşeceği tahmin edilen Christopher Street Day yürüyüşü, Berlin’de göçmen esnaftan ari vatandaşa ve hatta parlamentoya kadar pek çok kesim tarafından biliniyor ve yine pek çoklarınca destekleniyor. Onlarca araçlık konvoy eşliğinde yapılan ve Kurfürstendamm’dan başlayarak Potsdammeplatz’daki zafer anıtı Siegessaeule’de bir mitingle sona eren yürüyüşe, eşcinsel siyasetçiler ve diğer bazı siyasi partilerin temsilcileri de katılıyor.

Belleği güçlü bir toplum olmasak da kişisel bellek marifetiyle, eşcinsellerin bu yürüyüşü 2 Temmuz 1993’te İstanbul’da yapmak istediğini, ne ki bu girişimin Valilik tarafından yasaklandığını hatırlıyoruz. Ve ondan sonra da yeni bir organizasyonun yapılamadığını.

Biz Berlin’de küt diye karşımıza çıkıveren bu yürüyüşü sadece izlemekle yetiniyoruz, çünkü aynı saatlerde bir kadın örgütüyle randevumuz var. Alelacele bir şeyler atıştırmak, susuzluğumuzu gidermek ve birer sigara içmek için yürüyüş kalabalığının biraz uzağında bir kahveye oturuyoruz. Az ilerideki dükkanın önünde, kehribar rengi pullu elbisesi, peruğu ve ojeli tırnaklarıyla bir transseksüel yoldan gelip geçen “turistlerle” fotoğraf çektiriyor. Ne yana dönsek el ele yürüyen eşcinsel çiftler görüyoruz. Rehberimiz Deniz o semtte eşcinsellerin ağırlıklı olarak yaşadığını söylüyor.

Gece otelde, ziyaret ettiğimiz kuruluşlardan topladığım basılı malzemeleri karıştırırken eşcinsellere yönelik bir dergi gözüme ilişiyor. Kırık dökük Almancamla derginin sayfaları arasında gezinirken bir habere rastlıyorum. Haberin başlığı, “Heteroseksüel politikacının eşcinsel yardımcısı”. Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Claudia Roth’un 43 yaşındaki yardımcısı Ali Mahdjoubi’den söz ediyor. Gün boyu yaptığımız görüşmelere ilişkin notlarımı temize çekerken düşünmeden edemiyorum, acaba bizim Meclis’te böyle bir şey olsaydı ne olurdu, diye...

Özgürlükler ülkesi masalını büyük lokmalar halinde yuttuğumuz, ve özgürlüğü tanımlama biçimindeki rahatsızlığın bir sonucu olduğunu düşündüğüm muhafazakar Amerika’da, eşcinseller konusu nasıl halen sıkıntı yaratıyorsa; ahlakın cinsellik üzerinden kaydırıldığı, erkekliğin cinsel performansla ve kadınların namusunun bekçisi olmakla ölçüldüğü Türkiye’de eşcinsel hareket nasıl görmezden geliniyorsa, tam tersine Almanya’da olabildiğince geniş bir özgürlük alanı içinde hareket ediyor eşcinseller. En azından sokağa yansıyan hali bu. Parklarda, sokaklarda diledikleri gibi yaşıyorlar ve kimse de onlara bir suç işlemişler ya da pislikmişler gibi davranmıyor. Üstelik yalnızca sokaktaki gündelik yaşam da değil onların var olabildiği alan. Parlamentodan sivil kuruluşlara, ticari işletmelerden sanata kadar pek çok yerde varlar ve kendilerini ifade edebiliyorlar. Tabii bu, hiçbir sorunları olmadığı anlamına gelmiyor. Onlar da dünyanın dört bir köşesinde yaşanan ayrımcılıklardan bir biçimde etkileniyorlar.

Fakat galiba önemli olan, Almanya’da “eşcinselliğin”, tıpkı böyle tırnaklar içinde yazılmıyor olması. Cinsel kimlikler üzerinden sosyolojik sıkıntılar yaratılmaması. Demokrasinin sağladığı hak ve özgürlüklerin belli sınıfların tekelinde olmadığının anlaşılması. Ve daha da önemlisi, ayrımcılığa, ötekileştirilmeye, en kötüsü de yok sayılmaya karşı güçleri birleştirerek mücadele edilmesi.

Geçen baharda göreve gelen ve ilk icraat olarak İspanya’nın eşcinsel evliliklere izin verme girişimini kınayan Papa 16. Benedict’in kartpostallarının Protestan Almanya’nın başkentinde pek çok alışveriş merkezinde, sokaklarında, hediyelik eşya satan dükkanlarında karşımıza çıktığından ise hiç söz etmeyeceğim. Kurumsallaşan dinin eşcinselleri ele alış biçimi başka bir yazının konusu olsun.

Haziran 2005


Etiketler:
İstihdam