04/07/2009 | Yazar: Remzi Altunpolat

Toplumsal cinsiyete dair eşitsizlikleri anlamak, yalnızca toplumsal cinsiyetin bir yüzünü oluşturan kadınlık ve kadınlar üzerinden değil, daha ayrıcalıklı bir konumu

Toplumsal cinsiyete dair eşitsizlikleri anlamak, yalnızca toplumsal cinsiyetin bir yüzünü oluşturan kadınlık ve kadınlar üzerinden değil, daha ayrıcalıklı bir konumu imleyen erkekliğe ve erkeklere bakmakla mümkün olabilir.[1]

Erkekler üzerine yapılan çalışmaların tarihi eskilere uzansa da sosyal bilimlerde- biyolojik temelli, normatif bir alana sıkışmış sabit kodlardan hareketle erkekleri anlatan popüler psikoloji ve psikanaliz çalışmaları hariç- ‘erkekliğin’ bir araştırma konusu olarak ele alınması yenidir. Toplumsal cinsiyet rejimi tarafından erkekliğin nasıl tariflendiğinin, tahkim ve tahdit edildiğinin çözümlemesini yapan bir alan olarak ‘erkeklik çalışmaları’ (masculinity studies/men’s studies) Batı’da 1970’li yılların sonundan itibaren gelişmiştir. Feminizm, LGBT (Lezbiyen, Gey, Biseksüel,  Transgender) politikası ve Queer kuramı çerçevesinde toplumsal cinsiyet üzerinde odaklanan tartışmalar erkeklik çalışmalarının da önünü açmış; erkeklik/erkek kimliği/erkeklik halleri ile ilgili literatür bir hayli genişlemiştir.

[2]

Türkiye’de ise sayısı son yıllarda artmış olmakla birlikte erkekliği akademik ve entelektüel bir araştırma konusu olarak ele alan çalışmaların sayısı oldukça sınırlıdır. Özbay ve Baliç (2004)’in deyimiyle erkeklik handiyse ‘Türkçesi olmayan bir litetatür’dür.[3] Bu konuda bugüne kadar yapılan çalışmalara bakıldığında[4], başta Oğuz Onaran, Seçil Büker ve Ali Atıf Bir’in Eskişehir’de Erkek Rol ve Tutumlarına İlişkin Alan Araştırması (1998), Ayşe Saraçgil’in Bukalemun Erkek- Osmanlı İmparatorluğu’nda ve Türkiye Cumhuriyeti’nde Ataerkil Yapılar ve Modern Edebiyat (2005), Gönül Demez’in Değişen Erkek İmgesi: Kabadayı’dan Sanal Delikanlıya (2005), Ayşe Kudat’ın Satılık Erkeklik- Tarihten Günümüze Erkek Cinselliğinin İstismarı (2006) ve Al Kocayı Vur Sopayı (2007) adlı kitapları; Barış Bora Kılıçbay’ın Popüler Türk Sinemasında Erkekliğin Sunumu: Cüneyt Arkın Örneği (1999), Çağdaş Demren’in Ataerkkillik ve Erkeklik Biçimlerinin Karşılıklı İlişkileri ve Etkileşim Biçimleri (2001), Maral Erol’un İktidar, Teknoloji ve Maskülinite (2003) adlı yüksek lisans tezleri ve Serpil Sancar’ın Hane ve Piyasa Ekseninde Erkeklik (2005) adlı TÜBİTAK araştırma projesi ve Ankara Üniversitesi bilimsel araştırma projeleri çerçevesinde gerçekleştirdiği Demokrasi Kültürünün Cinsiyet Boyutu: Modern Erkeklik ve Cinsiyet Farkları (2006) adlı çalışma gelmektedir. TOPLUM ve BİLİM dergisinin 101. (Güz 2004) ve KAOS GL dergisinin 32. ( Mayıs 2007) sayıları ise erkekliğin bütün yönleriyle ele alınmaya çalışıldığı yayınlar olarak oldukça önemli bir yere sahiptir.

 Ayrıca çeşitli dergilerde ve kitaplarda yayınlanan makaleleri zikretmek gerekir. Deniz Kandiyoti’ninCariyeler, Bacılar, Yurttaşlar (1994) kitabı içinde yer alan ‘Ayrımcılığı yaşandığı Toplumlar Üzerine Bazı Düşünceler’ adlı makalesi bu alanda bir ilk olması bakımından önemlidir. Çağdaş Demren’in Ayşe Akın’ın editörlüğünü yaptığı Toplumsal Cinsiyet, Sağlık ve Kadın (2003) adlı kitaptaki ‘Erkeklik, Ataerkillik ve İktidar ilişkileri’, Belkıs Kümbetoğlu ve Hande Birkalan Gedik’in derlediği Gelenekten Geleceğe Antropoloji (2005) içinde yer alan ‘Hegemonik Erkeklik-Erkeklik Kavramlarına Antropolojik bir Bakış’  ve Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi’nin 32. sayısında (2008) yayınlanan ‘Kadınlık Dolayımıyla Erkeklik Öznelliği adlı makaleleri, Canan Koca ile Nefise Bulgu’nun TOPLUM VE BİLİM’in 103. sayısındaki (2005) ‘Spor ve Toplumsal Cinsiyet’, Çimen Güney Erkol’un PASAJ  dergisinin 3. sayısında (Ocak-Haziran 2006) sayısında yer alan ‘12 Mart Romanlarında Erkeklik ve Muhafazakârlık: Büyük Gözaltı ve Gençliğim Eyvah’, Özgür Heval Çınar ve Coşkun Üsterci’nin yayına hazırladığı Çarklardaki Kum: Vicdani Red (2008) adlı çalışmada yer alan Serpil Sancar’ın ‘ Vicdani Red ve Erkek Şiddeti’ ve Alp Biricik’in ‘ ‘Çürük Raporu’ ve Hegemonik Erkekliğin İnşası’, yine Alp Biricik’in Nil Mutluer’in derlediği Cinsiyet Halleri: Türkiye’de Toplumsal Cinsiyetin Kesişim Sınırları (2008)  içerisinde yer alan ‘Erkek Adam Ezberini Bozmak Üzerine: Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Sisteminin Resmi Söylem Üzerinden Kurgulanması’ ve Pınar Selek’in ‘ ‘Akıllı Ol…’ ’, Bahadır H. Türk’ün TOPLUM VE BİLİM’in 112. sayısındaki (2008) ‘Eril Tahakkümü Yeniden Düşünmek: Erkeklik Çalışmaları İçin Bir İmkân Olarak Pierre Bourdieu’ ve yine aynı sayıda Nurhak Polat’ın ‘Cinsiyet ve Mekân: Erkek Kahveleri’ başlıklarını taşıyan makaleleri bu alandaki belli başlı çalışmaları oluşturuyor.  Nihayet, KAOS GL tarafından gerçekleştirilen ‘II. Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma’da Ali Rıza Taşkale’nin ‘ Nedir Bu Hegemonik Erkeklik?’ ve Cihan Ertan’ın ‘Hegemonik Erkeklik ve Eşcinsellik’ başlıklı bildirileri de bu listeye dahil edilmelidir. 

Pınar Selek’in yakınlarda yayınlanan ‘Sürüne Sürüne Erkek Olmak’ adlı çalışması[5] işte bu sınırlı literatüre çok önemli katkı sağlayan yetkin bir örnek olarak karşımıza çıkıyor. Selek bu kitabında, ‘erkeklik laboratuarı’ olarak adlandırdığı askerlik üzerinden Türkiye’de hegemonik erkekliğin inşasını gözler önüne serme çabasına girişiyor.

Peki nedir hegemonik erkeklik?[6] Belli bir toplumsal/kültürel formasyon içerisinde kültürel olarak desteklenen, yüceltilen, örnek gösterilen ve mazur görülen cinsiyet pratiklerinin oluşturduğu, söz konusu formasyon içerisindeki diğer erkeklikleri az ya da çok etkileyebilen bir erkek olma biçimidir.[7] Koşullara, zamana ve kültürel bağlama göre farklılıklar göstermesine rağmen, hegemonik erkekliğin temel unsurlarını değişken özellikleri değil, muhafaza edilenler belirler.[8] Cinsiyetçilik, homofobi, ırkçılık/milliyetçilik ve bütün bunların dolayımlandığı bir alan olarak militarizm hegemonik erkekliğin oluşmasını ve pekişerek normal/normatif kılınmasını sağlayan unsurlardır.[9] Bu bağlamda Türkiye’de de ‘delikanlılık/harbilik’ kodu ve ‘at, avrat, silah’ söylemiyle temsil edilen hegemonik bir erkeklik mevcuttur.  Diğer bir deyişle hegemonik erkeklik Türkiye’de, heteroseksüel, kadın ve mülk ‘sahibi’ olan, sahibi olduğu(!) kadını ve mülkü koruyacak, gerektiğinde onlar uğruna dövüşecek, geleneksel değerlere bağlı aile babalarına tekabül etmektedir. Popüler söylemde idealize edilen böylesi bir erkeklik kurgusuna dahil olabilmek için erkekler tarafından geçirilmesi zorunlu olan aşamalar/duraklar bulunmaktadır: ‘Sünnet’, ‘askerlik’, ‘iş’ ve ‘evlilik’.

[10]

 Pınar Selek Sürüne Sürüne Erkek Olmak’da, erkek olarak kabul görmenin, kendi deyimiyle ‘erkek olarak pişmenin’ zorunlu duraklarından askerlik üzerine eğiliyor. Bunu yaparken her zaman ve her yerde gösterilmesi, kanıtlanması ve savunulması zorunlu olan erkekliğin sınandığı bir alan olarak askerliğin, erkek kimliğinin oluşumu açısından aslî bir işleve sahip olduğunun altını çiziyor ısrarla.

Selek, sınıfsal, kültürel, ideolojik ve mekansal bakımdan farklı anlatıların/deneyimlerin temsiliyetini göz önünde bulundurarak, çeşitli yaş ve meslek gruplarından elli sekiz erkekle görüşmeyi içeren bir sözlü toplumsal tarih çalışması gerçekleştirmiş. Görüşmecilerden biri de askerde hayatı değişmiş, kadınlığının farkına varmış olan bir transeksüel. Görüşmeleri ise, askerlik deneyimlerinin ‘doğrudan doğruya bir kadına anlatılmasının zorluğu dolayısıyla’ büyük ölçüde İrfan Uçar ve Hüseyin Deniz üstlenmiş.[11] Selek’i böyle bir çalışma yapmaya iten şey, televizyondaki bir görüntü. Hrant Dink cinayetinin azmettiricisi olarak adliyeye sevk edilirken kameralara doğru ‘Akıllı Ol…’ diye bağıran Yasin Hayal’in görüntüsü. Sonrasında bir bebekten katil yaratan zihniyeti sorgulama çabasından hareketle feminizmin penceresinden erkeklerin nasıl ‘erkek/adam’ olduklarına daha yakından bakmaya karar vermiş.[12] Selek, Radikal Kitap için Aslı Tohumcu’nun kendisiyle yaptığı röportajda şöyle diyor:

[13]

‘Feminizmin toplumsal iktidar ilişkilerini ve şiddeti daha derinlikli kavramamızı sağlayan yöntemlerinden ve toplumsal cinsiyet analizlerinden yararlanarak, Türkiye`de erkeklerin nasıl ‘adam’ edildiklerine, adam olmak` için nasıl ezildiklerine, zorlu sınavlar içinde sıkışarak içlerinde büyüttükleri korkudan nasıl bir şiddet çıkardıklarına, şiddet uygulamayı nasıl öğrendiklerine ve hangi mekanizmaların bu süreçte rol oynadığına baktım.’

Selek, kitapta militarizm ve militarizmin erkekliğin kuruluşunda oynadığı role dair uzun analizler yapmaktan kaçınarak, ‘Türkiye’de askerlik hizmetinin erkekliğin kuruluş sürecindeki etkilerine ve kimlik inşasındaki katkılarına, deneyimler penceresinden göz atmayı; erkeklik miti, şiddet ve iktidar ilişkileri içinde sıkışan bir varoluşa dair tartışma yürütmeyi’ hedefliyor.[14] Bu doğrultuda projektörü, erkeklerin askere uğurlanma ritüellerinden başlayarak orduya ‘teslim olmaları’[15] ve ‘askerlik görevlerinin’ sona ermesi arasındaki zaman dilimine tutuyor. Homososyal[16] hiyerarşik bir topluluk ve yeniden üretim alanı olan ordu içinde deneyimlenen ortak yaşam pratiği olarak bu süreç, erkeklerin ‘aynı kabın/kalıbın içinde’ düzeni sağlamak, yönetme yetisini kazanmak, zorluklara katlanmak, disiplinli olmak, ailesini ve yaşadığı toplumsal/kültürel çevreyi korumak/kollamak için ‘piştiği’, ezile ezile ezmeyi, sürüne sürüne adam/akıllı olmayı öğrendikleri bir süreç.[17] Erkeğin devlet aygıtının gücünü ve onun karşısında kendi gücünün sınırlarını gördüğü, devlet dersinden geç(ilir)erek yaşadığı çevreye ‘bir anlamda devlet olarak geri döndüğü’ bir ‘rüşt ispatlama aşaması.’

[18]

Askerlik hizmeti aynı zamanda, iktidarsızlık ile erk(ekliğe)/iktidara ulaşma vaadi arasında geçişken bir alan. Kışkırtılan, şişirilen, yüceltilen erkek, askerde maruz kaldığı dayak, küfür, hakaret, aşağılama gibi şiddet pratikleri karşısında kendi sınırlarını zorluyor. Zayıflıklarıyla yüzleşerek yediği tokat karşısında akıl adına öfkesini bastırmayı, tahammül etmeyi öğrenirken diğer taraftan içindeki hıncı[19] dolayısıyla şiddet gösterebilme/uygulayabilme potansiyelini büyütüyor.[20] Dahası askerlikleri boyunca çeşitli biçimde şiddet görmüş erkekler, bunu meşru ve rasyonel olarak görüyorlar.[21] Burada hınç-şiddet denkleminde kurumsallaşarak işlerlik ve süreklilik kazanan bir hiyerarşik ilişkiler ağı söz konusu. Askerde hiyerarşik tahakküm ilişkilerinin işleyişini öğrenen erkek, askerlik sonrasında, kendisine uygulanan yöntemleri başka bedenler- bir aile babası/’reisi’ olması hasebiyle başta kadın ve çocuk bedeni- üzerinde uygulayarak iktidar mekanizmalarının taşıyıcısı bir özne haline dönüşüyor.[22] Bu anlamda askerlik diğer erk(eklik) yapılarını güçlendiren bir işleve sahip.

Askerlik diğer taraftan erkeklerin çeşitli iktidar/tahakküm mekanizmaları ile kurdukları ilişkilerde kendilerini koruyacak stratejileri uygulama alanı buldukları ve geliştirdikleri bir ortam. Kitapta bu stratejilerle ilgili pek çok örnek bulmak mümkün. Askere gitmeden önce büyükleri tarafından yapılan, ‘Kendini koru’, ‘Ne önden git, ne arkada kal. Herkesin ortasından git’, ‘Kalabalığın içinde ol, göze batma’, ‘Sorulmadan konuşma, üç maymunu oyna’, ‘Dikkat et, aksilik yapma’, ‘Gününü doldurmaya bak, dönüşü düşün’ biçimindeki telkinler askerlik süresince sıklıkla başvurulan yollar oluyor.[23] Esasen askerlik bir yanıyla yerine getirilmesi zorunlu bir ‘vatan görevi/borcu’ diğer yanıyla yap-kurtul mantığıyla bir an önce olsun bitsin istenen ek bir külfet.

[24]

Selek’in dikkat çektiği bir başka husus ise, erkeklerin erkeklik mitinin ağırlığı altında sessizleşmeleri, hayatlarının en önemli kısımlarından biri olan askerliği kolayca anlatamamaları, duygularını açığa vurmaktan kaçınmaları, kendi mahremlerine dair kadınlar kadar rahat konuşamamaları… Yaşanılan travmanın gülünçlükler silsilesi biçiminde hikâye edilmesi yoluyla geçiştirilmeye çalışılması…Yüzleşmekten kaçınma…[25] Bu bağlamda askerliğe dair hakikatin çevresinde Marx’dan ödünç aldığım bir kavramla ‘sessizlik komplosu’ (conspiration of silence)[26] olduğu iddia edilebilir.

 Erkeklerin içine sıkıştıkları hegemonik erkeklik denilen kabın/kalıbın dışına çıkabilmek için bir çağrıyla bitiriyor kitabını Selek; erkeklerin açıktan ve yüksek sesle ağlamayı başarabilmeleri.

[27]

Sonuç olarak Pınar Selek, daha önce Maskeler, Süvariler, Gacılar- Ülker Sokak: Bir Alt Kültürün Dışlanma Mekânı (2001)[28] ile LGBT çalışmaları açısından yapmış olduğu yol açıcılığı Sürüne Sürüne Erkek Olmak’la bu kez erkeklik çalışmaları bağlamında gerçekleştiriyor. Zannımca kitabın diğer bir başarısı, yazarının aktif okuyucuyla buluşmayı kendisine dert edinmesi. Nihayet erkekliğe/erkek olma hallerine dair Batı literatürünü aktarmak yerine bu coğrafyanın bilgisini üretmesi kitabı çok daha anlamlı kılıyor.

[29]

 

 

 

 

 


[1] R.W. CONNEL, Toplumsal Cinsiyet ve İktidar - Toplum, Kişi ve Cinsel Politika, çev: Cem Soydemir, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1998.

 

[2] Bu yapıtların bazıları Türkçeye de çevrilmiştir: Lynee SEGAL, Ağır Çekim - Değişen Erkeklikler, Değişen Erkekler, çev: Volkan Ersoy, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1992; David COHEN, Erkek Olmak, çev: Yavuz Alogan, Alan Yayıncılık, İstanbul, 1995; R.W. CONNEL, Toplumsal Cinsiyet ve İktidar - Toplum, Kişi ve Cinsel Politika ; Terrence REAL, Erkekler Ağlamaz, çev: Zerrin Koltukçuoğlu, Kuraldışı Yayıncılık, İstanbul, 2004.

 

[3] Tayfun ATAY, ‘ ’Erkeklik’ En Çok Erkeği Ezer’ ; Kurtuluş CENGİZ vd. ‘Hegemonik Erkekliğin Peşinden’ ; Cenk ÖZBAY - İlkay BALİÇ, ‘ Erkekliğin Ev Halleri!’ ; Maral EROL, ‘İktidar, Erkeklik ve Teknoloji’, Toplum ve Bilim, Sayı: 101 (Güz 2004).

 

[4] Burada sadece Türkiyeli araştırmacılar/akademisyenler tarafından Türkçe olarak yayınlanmış çalışmalar sıralanmış, yabancı dilde yayınladıkları metinler ise dahil edilmemiştir. Kuşkusuzki bu liste eksik.

[5]  Pınar SELEK, Sürüne Sürüne Erkek Olmak, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008.

[6] Burada Connel’ın, ‘çoklu erkeklikler’ ( multiple masculinities) kavramından yola çıkarak, tek bir erkekten değil, aynı cinsiyet rejimi içerisinde ırk, sınıf, din, kültür, cinsellik gibi özelliklere bağlı olarak değişkenlik gösteren, birbirleriyle ve iktidar mekanizmaları ile farklı ilişkiler kuran erkekliklerin mevcudiyetinden söz etmek gerekir. R.W. CONNEL, Masculinities (1995)’den aktaran: ÖZBAY-BALİÇ, a.g.m., s. 93.

[7]  ÖZBAY-BALİÇ, Toplum ve Bilim , s. 94.

[8] Çimen Güney ERKOL, ‘12 Mart Romanlarında Erkeklik ve Muhafazakârlık: Büyük Gözaltı ve Gençliğim Eyvah’, http://tulp.leidenuniv.nl/content_docs/wap/cg6.pdf, s. 5.

[9] Hilal ONUR-Berrin KOYUNCU, ‘ ’Hegemonik’ Erkekliğin Görünmeyen Yüzü: Sosyalizasyon Sürecinde Erkeklik Oluşumları ve Krizleri Üzerine Düşünceler’, Toplum ve Bilim, Sayı: 101 (Güz 2004), s.35.

[10]  SELEK, a.g.e., s. 19.

[11]  SELEK, Sürüne Sürüne Erkek Olmak, s. 12.

[12]  SELEK, a.g.e.,,s. 7.

[14]  SELEK, a.g.e.,s. 11.

[15] Askeri birliğe katılma gerçek bir teslim oluş gibi hikaye ediliyor. Bir nev’i bütün varlığını Türk Silahlı Kuvvetleri’ne armağan etme hali. SELEK, a.g.e, s. 55.

[16] Homososyal, aynı cinsiyetten kişilerin kendi aralarında oluşturdukları gruplar/topluluklar ve bunların arasındaki toplumsal bağları ifade eden bir kavramdır. Ordu, polis, futbol takımı vb. birer homososyal topluluktur.

[17]  SELEK, Sürüne Sürüne Erkek Olmak, s. 59 vd.

[18]  SELEK, a.g.e, s. 28.

[19] ‘Hınç’ kavramı için bakınız: Friedrich NİETZSCHE, Ecce Homo-Kişi Nasıl Kendisi Olur?, çev: İsmet Zeki Eyuboğu, Say Yayınları, İstanbul, 2008; Max SCHELER, Hınç-Ressentiment, çev: Abdullah Yılmaz, Kanat Kitap, İstanbul, 2004. Scheler’e göre hınç(ressentiment), ‘genelde insan doğasının normal bir bileşeni olan belli duygu durumları ve etkilenimlerin sistematik olarak bastırılması sonucu ortaya çıkan süreğen bir zihinsel durumdur. Bu duyguların bastırılmasıyla belli türden değer yanılsamalarına ve buna uygun değer yargılarına kapılma sürekli bir eğilim halini alır. Söz konusu duygu durumları intikam isteği, nefret, kötü niyetlilik, haset, kara çalma dürtüsü ve değersizleştirici kindir.’

[20]  SELEK, a.g.e., s. 212.

[21]  SELEK, a.g.e.,s. 134.

[22] SELEK, a.g.e.,s. 211.

[23]  SELEK, Sürüne Sürüne Erkek Olmak, s. 39 vd.

[24]  SELEK, a.g.e., s. 30.

[25] SELEK, a.g.e., s. 13.

[26] Hikmet Kıvılcımlı bu kavramı ‘susuş kumkuması’ olarak Türkçeleştirmiş; Ahmet Hamdi Tanpınar’dan alıntılayarak ‘sükût suikastı’ da denilebilir. Süreyyya EVREN, ‘21. Yüzyıla Girerken, Üçüncü Anarşist Canlanma’, Başka Bir Dünya Mümkün, (der.) Süreyyya Evren-Rahmi G. Öğdül, Stüdyo İmge Yayınları, İstanbul, 2002, s. 91-92.

[27] SELEK, a.g.e., s. 216.

[28] Pınar Selek, Maskeler, Süvariler, Gacılar-Ülker Sokak: Bir Alt Kültürün Dışlanma Mekânı, 2. Basım, İstiklal Kitabevi, İstanbul, 2007.

[29] Batıdaki erkeklik çalışmalarının Türkiye’de tanıtılmasını, bu literatürün Türkçeye kazandırılmasını anlamsız bulduğum sanılmasın. Ancak alternatif bir söz siyaseti üretilmesi bakımından Türkiye özgülünü mesele edinen çalışmaların çok daha verimli tartışmaları beraberinde getireceğini düşünüyorum, ki Selek’in kitabı bunu fazlasıyla yerine getirmiş görünüyor.


Etiketler: kadın
nefret