17/03/2008 | Yazar: Kaos GL

‘Üniversite, EBTT bireylerin kısıtlamalar ve baskılar yaşadığı mekanlara dönüşme tehlikesini barındırmaktadır.

‘Üniversite, EBTT bireylerin kısıtlamalar ve baskılar yaşadığı mekanlara dönüşme tehlikesini barındırmaktadır. Ancak toplumsal sorunlar üzerine çalışmalar yürütme görevini üstlenmiş ve toplumu dönüştürme kapasitesini elinde tutan bir kurum olarak üniversitenin özellikle örgütlenmeyi mümkün kılacak imkanlara sahip olduğu hatırda tutulmalıdır.’ Sabancı Üniversitesi’nde kurulan ‘Cins Kulüp’ten Arda Can ve Esen Ezgi Taşçıoğlu üniversitede eşcinsel olmayı anlatıyor.
*Bu yazıda sarf edilen her ‘eşcinsel’ sözcüğü ile lezbiyen, gey ve biseksüel bireyleri kastedilmektedir.

Eş‘cin’sel

Aktivist bir dostum, eşcinselleri cinlere benzetir devamlı. Cinler görünmezlik aleminde yaşar; isimleri bilinir, var olduklarına inanılır, ancak görünmezdir. Hatta çoğumuz, zarar verebilir kaygısıyla, görmemeyi tercih eder onları, onlarla temasa geçmekten özellikle kaçınır. Ama yine de, cinler biz beşeri varlıkların merakını cezbeder. Cin muhabbetleri eder, cin çağırma seansları yaparız karanlık gecelerde. Geldikleri yere, onların bizler için görünmez, bizlerden uzak olacakları eski yerlerine dönmeleri ise bu anmaların en önemli şartıdır. Hangimiz cinlerle bir arada yaşamak ister ki!

İşte biz ne kadar görmezden gelmeye çalışsak, görünmezlik alemine itsek de, toplumumuzda yaşayan eş‘cin’seller var. Evimizde, iş yerimizde, okulumuzda, sokakta, her yerde. Eşcinsel bireylerin olabileceğinin farkında olunmasına rağmen, her fırsatta görmezden gelinen, görünmezliğe itilen yine onlar. Eşcinsellik bir ‘görünmez’, eşcinsellik her nasıl olabiliyorsa bir ‘yok’, eşcinsel birey bir ‘olmayan’, eşcinsellerin varlığından haberdar olunmasına rağmen. Öte yandan, merak etmeden duramadığımız bir mesele eşcinsellik, eşcinsel bireyler ve yaşayış biçimleri. Onlar gazetelerin magazin köşelerinde, arkadaşlar arası geyik muhabbetlerinde en ilgi çekici konulardan biri olarak yerini alır. En gözde eğlence ikonlarımız transeksüel, travesti ya da gey olabilir, ama bir eşcinselin yakınımızda bir yerlerde, çevremizde var olabilme olasılığı dahi bizi içten içe korkutmaya yeter. Bir yakınımızın eşcinsel olduğunu öğrenmek ise, ondan uzaklaşmamız için yeterli bir sebeptir. Hangimiz eş ‘cin’sellerle bir arada yaşamak ister ki!

Kaleme aldığımız bu yazıyı başlığı nedeniyle çoktan okunmayacak yazılar arasına katmış olanlar olabilir. Şu ana kadar birçok defa eşcinsel kelimesinin kullanılmış olması bazılarının yüzünün ekşimesine sebep olmuş, bu yazıyı okumaktan vazgeçmelerine ve hatta dergiyi kaldırıp bir köşeye itmelerine yol açacak olabilir. Bu yazıyı bu noktaya kadar okumaya devam etmişseniz, şimdiye dek bilincinizde birikmiş eşcinsel çağrışımlarının beyninizde yankılanması sizi rahatsız etmiş de olabilir. Zira gözümüz eşcinselliği görmeye, kulaklarımız onu duymaya, dilimiz onu söylemeye alışık değil. İçine doğduğumuz, küçük yaşlardan itibaren bizleri şekillendirmiş ‘toplum yargıları’nın en büyük parçalarından biri karşıcinsellik, yani cinsel ve duygusal olarak karşı cinse ilgi duymaktır. Gey, lezbiyen, biseksüel, transeksüel ya da travesti kimlikler anormallik, sapkınlık, ahlaksızlık ya da hastalık olarak değerlendirilerek meşru alanın dışına itilmesi, bu varoluşlara karşı toplumsal düzlemde ciddi bir baskı, yadsıma benimsenmesine ve rahatsızlık hissedilmesine yol açmıştır. Bu durumu tesadüfî olarak görmek içinde yaşadığımız toplumun ve bireyselliğimizin gerçekliğine sırt dönmektir. Öncelikle cinsel yönelim ayrımcılığının tesadüfi-olmayışını ve sistematikliğini teşhis etmek, ardından heteroseksizmi tanımlama kaygısı gütmek ve yarattığı söylemin toplumda erkek iktidarını nasıl beslediği üzerine, kadına yönelik ayrımcılıkla arasındaki bağlantıyı da es geçmeden kafa yormak gerekir.

Üniversitede Eşcinsel Olmak

Üniversite, eğitim ortamı sağlamanın yanı sıra, farklı kimliklerin buluştuğu bir kamusal alanı da yaratır. Topluma yetişkin bireyler olarak adım atmadan önce farklı il, dil, din, etnik köken ve cinsel yönelimden, ‘diğer’iyle tanışma ve ortak bir yaşam alanını paylaşmayı sağlar. Bu durum, kişide yeni ve heyecan verici özgürlük alanlarının açılabileceği umudunu yeşertse dahi, kat’i doğruluğuna inandığı kendi kişisel deneyimi dışındaki deneyimlere tanık olmayı rahatsız edici bulanlar olabilir. Bu tür bir karşılaşma, eşcinsel birey için sıklıkla sancılı bir sürecin başlangıcını işaret eder. Norma uymayana duyulan rahatsızlığın şiddete dönüştüğüne yüzyıllardır nasıl defalarca şahit olduysak, eşcinsel birey ‘öteki’ olarak kabul edilegelmiş kimliğini açıkça taşıyabilmek adına, en sert yüzleşmeleri üniversitede yaşamak zorunda kalabilir.

Şiddetin boyutu yalnızca fiziksel değildir. Yaşadığımız çevre ve zamanda fiziksel şiddet çok da yaygın olmayabilir. Fakat şiddetin görünmez olması varlığının yokluğuna işaret etmez. O, yerini psikolojik şiddete bırakmıştır. Toplumun sizden beklediğiyle örtüşmüyorsanız, ders, forum, haber grupları, yemekhane gibi kamusal alanlarda psikolojik şiddete maruz kalırsınız. Bakışlar, imalı sözler, direk laf atmalar, çevrenizdekilerin sizden uzaklaşması, arkadaşlarınızın sizinle birlikte görülmekten çekinmesi ya da cinsel yönelimizin kimi topluluklara dahil olmanıza engel olması, üniversitede karşılaşabileceğiniz psikolojik şiddetin birkaç örneğidir. Eşcinsellik bir hastalık, bir anormallik ya da sapkınlık olmamasına rağmen, eşcinsel kelimesinin bir hakaretmişçesine kullanımına rastlamak işten bile değildir. Psikolojik şiddet, cinler aleminde yaşayan görünmezlere değil, kimliğini kabullenmiş, ya da tavırları ile kimliğini belli eden eşcinsellere yönelikken, henüz ‘açık’ olmayan eşcinsellerin de kimlikleriyle barışık yaşayamamalarına neden olacak bir baskıyı da imler.

Bunların yanında, cinsel yönelim ayrımcılığının üniversite kurumu ve kadrosunu es geçtiğini belirtmek de safdillilik olacaktır. Bugün Türkiye’nin hangi üniversitesinde açık bir eşcinsel öğretim üyesi ders vermektedir, ya da kimliğini açıkça yaşayan bir eşcinsel çalışma olanağı bulabilmektedir? Gerek eşcinsel öğrencilerin üniversitelerin bünyesinde yaptıkları kulüp başvurularının geri çevrilmesi, gerekse geçen sene Bilgi Üniversitesi Gökkuşağı Kulübü’ne, resmi olarak açıldıktan sonra verilen tepkileri göz önünde tutarsak Eşcinsel, Biseksüel, Transeksüel, Travesti (EBTT) bireylerin sorunlarıyla ilgili olduğunu iddia eden akademik çevreler, bu tür durumlarda ve eşcinsellerin psikolojik baskı altında kaldığında adım atmaktan neden geri durmaktadır?

Üniversite, EBTT bireylerin kısıtlamalar ve baskılar yaşadığı mekanlara dönüşme tehlikesini barındırmaktadır. Ancak toplumsal sorunlar üzerine çalışmalar yürütme görevini üstlenmiş ve toplumu dönüştürme kapasitesini elinde tutan bir kurum olarak üniversitenin özellikle örgütlenmeyi mümkün kılacak imkanlara sahip olduğu hatırda tutulmalıdır. Bu noktada hem öğrenciler, hem de öğretim görevlileri sorumluluk üstlenmeli ve dayanışmanın dönüştürücü gücüne inanarak harekete geçebilmelidir.

Sabancı Üniversitesi’nde ‘Öteki’ Olmak

Üniversitede eşcinsel olma deneyimi, Sabancı Üniversitesi’nde diğer üniversitelere göre daha farklı yaşanır. Öteki ile yalnızca aynı sınıflar değil, aynı yurtlar, lojmanlar, kafeler paylaşılır. Öğrencilerin ve öğretim görevlilerinin çoğu 24 saatini bu kampuste geçirir. Kampustekiler için ‘şehre inmek’, okul ortamından dışarı çıkmak çok da kolay değildir. Kısacası Sabancı Üniversitesi yalnızca eğitim yapılan bir mekan değil, başlı başına bir yaşam alanıdır.

Fakat ne yazık ki, öteki ile aynı ortamda yaşamak, onunla bir bağlantınız olduğu ya da bir şeyler paylaştığınız anlamına gelmez. Çoğu zaman kendi mikro ortamlarımızı yaratıp, bizim gibi düşünen ya da yaşayan insanlarla beraberizdir. Bahsettiğimiz ortamlarda eşcinselliğe çoğunlukla yer yoktur. Aldığımız bir dersin hocası, yanımızda oturan öğrenci ya da dersin asistanının eşcinsel olabileceği gerçeği akıllara gelmez, bir öğrencinin hemcinsine aşık olması da zaten imkansızdır. Bu gerçeklerle yüzleşme anı geldiğinde ise ötekinin saygı görmek yerine ayrımcılığa uğradığını görürüz. Kısacası diğer üniversitelerde olduğu gibi homofobi Sabancı Üniversitesi’nde de hüküm sürer. Burada homofobinin belki de en acımasız tarafı kişiyi kimliğini 24 saat gizlemek zorunda bırakmaksıdır. Eşcinseller, yaşadıkları sorunlar ve karşılaştıkları ayrımcılıkla görünmezliğe itilir.

Ancak burada bir şansımız vardır. Okul yönetimi ve yönetmelikleri açıkça cinsel yönelim ayrımcılığına karşıdır. ‘Kişileri cinsel yönelimlerinden dolayı aşağılamak, onlara hakaret etmek’ Sabancı Üniversitesi’nin Türkiye’de bir ilki gerçekleştirerek kabul ettiği Cinsel Taciz Yönergesi’ne göre bir disiplin suçudur. Üniversitemizde, her öğrencinin zorunlu olarak aldığı SPS 102 dersinin bir haftası da ‘Toplumsal Cinsiyet’ konusuna ayrılmıştır. Bu derste, toplumsal cinsiyetin yalnızca kadınları ve erkekleri kapsamadığı, geyler, lezbiyenler, biseksüeller, travestiler, transseksüellerin de aynı zamanda bir toplumsal cinsiyet konusu olduğuna değinilir. Öte yandan, Toplumsal Duyarlılık Projeleri (TDP) kapsamında da, Cinsel Duyarlılık Haftası gibi fikirlerin hayata geçirildiğinden bahsedebiliriz. Belki de en önemlisi, 2006 – 2007 akademik yılının 2. döneminde, haber gruplarında şahit olduğumuz tartışmaların ardından, kampüste meydana gelen eşcinsel bireylere yönelik ayrımcı tutumlara, olumsuz olaylara karşı örgütlü davranabildiğimiz sürece dönüştürücü olduğumuzu öğrenmişizdir. Bu süreçte Cins Kulüp (Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Kulübü), bir dizi etkinlik ardından, ‘Cinsel Yönelim Ayrımcılığına Karşı İmza Kampanyası’ başlatarak, kısa sürede üniversitemiz öğrencileri, öğretim görevlileri ve çalışanlarından yüzlerce imza toplamayı başarmıştır.

Cins Kulüp halen toplumsal cinsiyet çalışmaları ve cinsellik politikaları tabanlı toplantılar yapmak için düzenli olarak bir araya gelmekte, etkinlikler düzenlemekte, böylelikle eşcinsel bireylerin kimlikleri ile barışma/tanıma ve örgütlenme sürecine katkıda bulunmayı hedeflemektedir. Tüm bunların eşcinsel bir öğrenci için taşıyabileceği anlamları akılda tutarsak, üniversitemizin eşcinsel örgütlenme ve toplumsal dönüşüm adına barındırdığı potansiyeliyle umut verici gelişmelere imza attığını ve güzel bir örnek teşkil ettiğini çekinmeden söyleyebiliriz. Ötekileştirilmiş bireyin (özellikle eşcinsel bireyin) kimliğini kabullenmesinin en önemli süreçlerinden biri yalnız olmadığını fark etmesidir.
Bizlere düşen, üniversite bünyesinde eşcinsel varlığını görünür kılmak, kulüp kurma hakkımızı kullanarak örgütlenmek ya da halihazırda varolan örgütlenmelere katılmak, sosyal aktivitelerde bulunmak, deneyim paylaşma ve bilgilendirme adına bütün üniversite öğrencilerine ve kadrosuna açık etkinliklere ön ayak olmak olabilir. Heteroseksizmin karşısında durmak için ise eşcinsel olmak zorunluluğu yok. Zira ‘destek’ politikaları destek verecek kişi ya da kurumun cinsel yönelimi üzerinden değil, ahlaki-ideolojik fikir birliği üzerinden şekillenir. Heteroseksist egemenliği ortadan kaldırma niyeti, ‘eşcinsellerin tek başına özgürlüğü’nü değil, ezilen ya da ötekileştirilen tüm toplumsal katmanların birlikte özgürleşmesini hedef belirlemiştir. Çünkü ancak bir araya geldikçe, acılarımızın kökünü nasıl kazıyabileceğimizi düşündükçe ve birbirimizin acısına sahip çıktıkça, daha insancıl ve özgür bir yaşama doğru yol alacağız. Deneyimlerimizin toplumsal bağlamdaki karşılığında bulunan yerini hep birlikte tanımladıkça, içinden geçeceğimiz açılma ve örgütlenme tecrübeleri asıl anlamlarını bulacak. İşte bu paylaşım her birimizi çoğaltan ve cesaretlendiren şekillerde yaşanacak. Öyle ki, her bir yeni adımımız özlemi duyulan yeni bir dönemi müjdeliyor olacak.

İletişim ve üyelik için: cins@sabanciuniv.edu

*Bu yazı Sabancı Üniversitesi’nin resmi yayın organı SU Dergi’de yayımlanmıştır.



Etiketler: insan hakları, eğitim
İstihdam