27/01/2012 | Yazar: İlker Cihan Biner

Ben en çok kızıl, kara ve beyazı severim. Kızıl devrimin, kara iktidarsızlığın ve beyaz barışın simgesi olduğu için. Moru ve gökkuşağını da çok severim. Son ikisi olmadan kızıl, kara ve beyazın bir manası da yok zaten.

Uyurkulak: ‘Homofobi, metastaz yapmış kanser gibi. İliklere, kemiklere işlemiş!’ Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Murat Uyurkulak, yeniden evrilmenin yazarı. Bir ihtimal olanların anlatıcısı. Her yazdığı cümleyi başa sarıp okuduğunuzda  bir yeni soluk hissedersiniz. Biz de Kaos GL sayfalarında o soluğu yeniden hissetmek için, en son çıkan öykü kitabı “Bazuka”yı, cinsiyetçiliği, homofobiyi, renkleri  -kısacası hakikati- konuştuk onunla.
  
Yeni öykü kitabınız “Bazuka”, daha önce çeşitli dergilere yazdığınız hikayelerden oluşuyor. Kitabın alt başlığı ise “aşk, yalnızlık ve şiddete dair hikayeler”... Aşk, yalnızlık ve şiddet kelimelerinin hayatınızdaki rolü nedir?
İnsanlık hallerini kendime mahsus saymama mani bir hayat yaşadım sanırım. Azap ve sevinç hasıl eden her tür hali, duyguyu, nihayetinde tekil tecrübe edilse bile, ortaklaştırmaktan, beraber tartışmaktan yanayım. O yüzden insanlık durumuyla ilgili her kavramı teşmil etmeye meyilliyim. Yoksulluğun, ayakta kalma gayretinin içerdiği dayanışmayı, netameli rekabeti, yalnızlığı, şiddeti az çok gördüm, tanıdım. Bütün bu cangıl içinde aşkın nasıl ulaşılması zor, ulaşıldığında ise kaybedilmesi kolay bir mevzu olduğuna da tanığım diyebilirim. Cinsel ve sınıfsal tertibatıyla bu düzen, büyük çoğunluğun ezilmesi, yalnızlaştırılması ve daimi bir açık-örtük şiddete maruz bırakılması üzerine kurulmuş. Önümüze de dandik bir avuntu imkanı gibi aşkı atıyorlar. Şekilsizleştirilen, mallaştırılan, her yerde yüzünü gösterip aslında hiçbir yerde olmayan bir şey bugün aşk. Bu haliyle, yalnızlığı ve şiddeti azaltmaktan ziyade çoğaltıyor adeta…
 
İlk romanınız olan “Tol” için erkek, ikinci romanınız “Har” için kadın ve eşcinsel demiştiniz. “Bazuka”da yer alan öykülerden biri olan “Kuş Yuvası”, iki kadının aşkını anlatıyor. Bir erkekle bir kadın arasındaki aşkla, bir kadının başka bir kadınla olan aşkı arasında bir fark görebiliyor musunuz?
Beş yıl önce cevapladığım o soru bugün sorulmuş olsaydı, Tol ve Har’ı öyle nitelemekten kaçınırdım sanırım. Bu tür kategorileştirmeler bana netameli geliyor. Erkekle kadın arasındaki aşkla kadınla kadın arasındaki aşkın farkını aramak, birinden birine dolaylı bile olsa bir tür normallik atfetmek manasına gelebiliyor. Kadın-erkek aşklarının kendi arasında, kadın-kadın ve erkek-erkek aşklarının da kendi arasında yığınla fark olabilir. Mühim olan aşk dediğimiz o ferahlık, heyecan, sızı hasıl eden mayhoş ve meçhul hali insan gibi, hayvan gibi yaşayabilmek. Bunca cenderenin, bunca şiddetin, bunca sefaletin ortasında ne kadar mecalimiz kalırsa artık…
 
Murat Uyurkulak metinlerinde cinsiyet meselesinin de ağır bastığını görüyoruz. Türkiye’de cinsiyet meselesi üzerinde, sol yeterince mücadele ediyor mu? Örneğin bundan on yıl önce sol örgütlerin çoğunda homofobi oldukça belirgindi. Bugüne bakıldığında daha az görülse de, bu örgütlerin bir kısmında hala homofobinin olduğunu görüyoruz...
Homofobi ve misojini, metastaz yapmış kanser gibi. İliklere kemiklere işlemiş! Söküp atmak çok zor. Ben kendi zaviyemden dilden başlayarak bir "kemoterapi" önerebilirim belki. Dili cinsiyetçi, homofobik ve misojinist tümörlerinden arındırma çabasıyla, masum ve makul addedilen pek çok geyiği, mavrayı, edayı, şakayı acımasızca eleştirerek işe başlayabiliriz. En gelişkin sayılan dimağların sözgelimi bir geyin arkasından muzip sırıtışlarla yaptığı esprilere müsamaha göstermeyebiliriz. En muhalif ve seçkin masalardaki “karı kız muhabbetleri”ni, masanın ortasına kusarak protesto edebiliriz. Ayrımcılık en başta dilde vücut buluyor ve bunun masumu veya makulü filan olmuyor.   
 
Öykülerinizden birinin adı da “Pembe”... Bu toplumda pembe renk heteroseksüel bir erkeğin neden korkulu rüyası?
Kız ve erkek bebeklere yakıştırılan renklerden, amcaların takdirine sunulan pipilere, oradan daimi bir erkeklik kanıtlama gayretinin arenası haline getirilen okullara, kışlalara, fabrikalara kadar uzanan uzun bir hikayesi var bunun. Müesses nizamın kirli toplumsal cinsiyet inşasının tezahürlerinden biri bu da. Pembenin erkek için bir kabus olarak teşekkül edişini yukardaki silsileyi takip ederek anlayabilirsiniz. 
 
Öykülerinizde bir renk vurgusu var. Mesela LGBTT bayrağı, gökkuşağı renginde ve takdir edersiniz ki bu renkler göz alıcı. Renklerin hayatınızdaki konumu nedir?
Ben en çok kızıl, kara ve beyazı severim. Kızıl devrimin, kara iktidarsızlığın ve beyaz barışın simgesi olduğu için. Moru ve gökkuşağını da çok severim. Son ikisi olmadan kızıl, kara ve beyazın bir manası da yok zaten.
 
Teşkilat-ı Mahsusa, Ermeni soykırımı gibi bıçak sırtı konularda öykülerinizde beliriveriyor. Türklerin “milli hassasiyetler” başlığı altında bir inkar toplumu olduğunu söyleyebiliriz. Bu sorunlarla yüzleşmenin bir yöntemi var mıdır?
Militan bir vicdanla mücadele etmek, ısrarla hakikati anlatmaya çalışmak, bir vicdan infilakının zeminini döşemeye gayret etmek... Yöntemi bence bu. Suçluluk duygusundan kaynaklı inkar, altında nice azaplar ve dertler barındıran çok kavi bir satıh gibi. Yarılması ve kırılması zor ama bir kez yarıldı mı içinden fışkıracak insanlık muhasebesinin önünü kimse alamaz kanaatindeyim.
 
Biz sizden bir roman beklerken, siz öykü kitabıyla karşımıza çıktınız. Ufukta yeni bir Murat Uyurkulak romanı var mı?
Evet, bir roman yazıyorum. Adı şimdilik “Merhume”. Ne zaman biter, biter mi bitmez mi bilmem, ama epey yol aldım.
 
Türkiye’deki LGBTT hareketinin etkinliklerinden haberdar mısınız? Düşünceleriniz neler bu alana dair?
Haberdarım. LGBTT ve benzeri örgütlenmelerin, kadın örgütlenmelerinin mücadelesinin, bu ülkenin erkek, muhafazakar, şiddet yüklü, kendinden başka kuş tanımayan, kasılmış ve suratsız “genel kültür”ünün değişmesi açısından hayati önemde olduğunu düşünüyorum.   
 
Bu söyleşi Kaos GL Dergisi’nin 119. sayısında yayınlanmıştır.

Etiketler: kültür sanat
İstihdam