02/09/2017 | Yazar: Özge Göztürk

Burhan Sönmez, hikâyelerle arasındaki bağı kaosGL.org’a anlattı...

Yazdığını demlenmeye bırak Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Eserleri otuzu aşkın dile çevrilen yazar Burhan Sönmez, hikâyelerle arasındaki bağı kaosGL.org’a anlattı...

Fotoğraf: Kaan Sağanak

24 Ağustos’ta Londra’daki The Asian House, şahane odalarından birinde son romanı İstanbul İstanbul hakkında konuşmak üzere Burhan Sönmez’i ağırladı. Bu güzel akşamın ardından değerli yazarımız bize de vakit ayırdı ve sorularımızı yanıtladı.

Londra’daki hoş söyleşinizin ardından nasıl hissediyorsunuz? Art arda pek çok ülkede pek çok konuşma yaptınız. Sesinizin, sözünüzün yayılabilmesi sizi mutlu, huzurlu hissettiriyor mu?

Kendimle ilgili özel bir mutluluk hissedip hissetmediğimi hiç düşünmedim. Belki de mutluluk budur, yani onun üzerine düşünmemektir. Romanlarım farklı ülkelerde okunurken, her yerde başka türlü sorular, başka türlü yorumlarla karşılaşıyorum. Kendime farklı açılardan bakma imkanı veriyor bu.

Roman İstanbul’da geçiyor, beş ana kahramanı var karşılıklı hücrelerde kalan. Birbirlerine hikâyeler anlatıp içinde bulundukları durumun acısını hafifletiyorlar. Bu romanı yazmaya karar verdiğiniz, veya hikâyesinin ilk aklınıza geldiği anı hatırlıyor musunuz?

Roman olarak bunu not aldığım ânı hatırlamıyorum, ama dönemi hatırlıyorum. İlk romanımı çalışıyordum. Yani henüz hiç romanım yayımlanmamışken, üçüncü romanım olan İstanbul İstanbul’u notlarıma eklemiştim.

Akışları bulmaya çalışmak...

Roman karakterlerinizi nasıl seçtiğinizden de biraz bahseder misiniz?

Ana karakterler, hikâyeyle birlikte zihnimde belirir. Bazen, bir sahne veya olay akışı düşündüğümde karakterler de ona uygun biçimde ortaya çıkmaya başlar; bazen de, karakterin duygu dünyasını izler, onun gereği olan akışları bulmaya çalışırım.

Hikâye anlatmak sizin için çok derin bir anlam ifade ediyor olsa gerek: Sadece anlatmakla, yazmakla kalmıyor, karakterlerinize de bu hüneri veriyorsunuz. Bize hikâyelerle –yazmakla, anlatmakla ve dinlemekle- aranızdaki bağı anlatır mısınız?

Anlatmak için doğduk. Susan bir karakteri yazmak için bile onu kitapta anlatmaya ihtiyaç duyarız. Çocukken masallar dinleriz, filmler izler, kitaplar okuruz. Arkadaşlarımızla sohbet ederiz. Bunların hepsi anlatmanın ve hikâyelerin biriktiği yerler. Ama edebiyatta neyi anlattığınızdan ziyade nasıl anlattığınız belirleyicidir. Her anlatının kendi dili olur, olması gerekir.

Bir Rus, Dostoyevski’yi okuğunda, benden farklı ne hisseder?

Romanlarınız otuzdan fazla dile çevrildi, ana dildeki etkisini bulup bulamaması sizi endişelendiriyor mu?

Tercüme bir dilden öteki dile gerçekleşmeden önce, insandan insana doğru gerçekleşir. Ben bir roman yazarım, onu farklı düşünürüm. Bir okur, onu farklı yorumlar. Bir diğer okur, daha başka türlü hisseder. Her birey, kendi iç diline sahiptir. Tercümenin asıl yeri orasıdır. Diller arasındaki çeviri söz konusu olduğunda, anlam kaybı olmasından korkar kimileri. Benim Türkçede okuduğum Dostoyevski, onu Rusçadan okuyan kişinin anladığı Dostoyevski ile aynı mıdır? Bunu dert etmek yerine, aksine, her çevirinin metne yeni yorumlar ve hissiyatlar kattığını düşünürüm. Bir Rus, Dostoyevski’yi okuğunda, benden farklı ne hisseder? Bunu bilemem, bilmem de gerekmez. Çünkü benim o kitaptan aldığım hazzı da o kişi bilemez. Her okuma tecrübesi, kendine özeldir. Kendi romanlarımın diğer dillerde anlam kaybı yaşamasından ziyade benim hiç bilemeyeceğim yeni anlam zenginlikleri edinmesini düşünürüm. Işte bu beni mutlu eder.

Peki kişisel algı farklılıklarından bahsetmişken. Roman okuma eylemini pek çok yazar tarif etmiştir, misal Orhan Pamuk bunun bir “yalana inanma paradoksu kaynaklı eğlence” olduğunu öngörür, siz bize nasıl tarif edersiniz bu keyfi?

Roman okumak, gerçeğin farklı katmanlarına erişme imkanı verir bize. Yakınımızda ama aynı zamanda uzak bir gerçektir bu. Bunun gerilimi ve hazzı bizi kitaba bağlar.

Uzun yıllar İngiltere’de yaşamıştınız, yurtdışı deneyimleriniz var fakat şimdi uluslararası bir yazarsınız, bu sonraki eserlerinizi nasıl etkileyecektir sizce? Tamamen öngöremeyiz ama farklı yöreler, daha farklı karakterler mi yoksa daha derin bir köklerine dönüş mü yaşayacağınıza dair içinize doğan bir his var mı?

Çok özel bir değişiklik olacağını sanmıyorum. Ben son yirmi yılın yarıdan fazlasını yurtdışında yaşadım. Henüz hiçbir dile çevrilmemişken yazdığım ikinci romanım Masumlar kısmen İngiltere’de geçer, içinde İngilizler, İrlandalılar, İranlılar var. Başka dillere çevrilmek bana daha çok çalışma isteği veriyor, şimdilik hissedebildiğim bu.

Uluslararası PEN yönetim kurulu üyesi oldunuz, tebrikler, gurur duyduk sizinle. Peki bu tam olarak ne anlama geliyor? Hem kendiniz hem de Türk edebiyatı için bunun olası etkilerinden ve sizin beklentilerinizden bahseder misiniz?

Uluslararası PEN, 125 ülkede örgütlü olan ve iki amaç etrafında çalışmalarını yoğunlaştıran bir yazar birliği. Bu amaçlar, edebiyatı desteklemek ve ifade özgürlüğünü savunmaktır. PEN’de yer almak, avantajdan ziyade yükümlülük getirir. Dünyanın her yanında gelişen edebiyat çalışmalarını ve ifade özgürlüğü sorunlarını sahiplenmek, bunun için çaba içinde olmak gerekir. Özellikle Türkiye’nin son yıllarda giderek bir açık cezaevine dönüştüğü, akademisyenlerin, öğretmenlerin, hukukçuların işten atıldığı, cezaevlerinin başta gazeteciler olmak üzere her alandan muhaliflerle doldurulduğu bir dönemde, yazarlara ve aydınlara daha fazla iş düşüyor. Hem sanatımızı iyi icra etmek, hem de haksızlığa karşı çıkmak için çalışan yazarların birliğidir PEN.

Türkiye’de yayıncılık maalesef büyük şehirlerde sınırlı, sizce bunu genç yazarlar nasıl aşabilir? Şu an sizi okuyan taze yazarlara ilk romanlarını yazma ve yayınlatma yolunda bir kaç cesaret verici ipucu verebilir misiniz?

Son yirmi yıldır dünya genelinde, on yıldır ise Türkiye’de roman ve öyküde bir patlama yaşanıyor. O kadar çok roman dosyası var ki bunların belki de sadece onda biri yayımlanma imkanı buluyor. Kimileri bu kadar çok roman yazılmasını bir tür dejenerasyon olarak görmekte. Sanırım, asıl sorun, yazılan metinlerin edebi düzeyi. Bu sorun her zaman her yerde vardır. Bir şey yazmak ve aceleyle yayımlamak bir zaaf olarak görülebilir, o yüzden yazdığını demlemeye bırakmak, farklı kişilere okutmak ve en önemlisi kendi roman birikimini geliştirmek önemli. Çalışmak, sabırlı olmak ve zamana inanmak iyidir.


Etiketler: kültür sanat
nefret