05/03/2014 | Yazar: Aylime Aslı Demir

Yoldaş Ben İbneyim kitabı ile solun homofobiyle imtihanını görünür kılan Yıldız Tar ile siyaset, sol ve homofobi üzerine söyleştik.

Yerel seçimler mevzusunda ise açıkçası tartışmanın belediye başkanlığı veya meclis üyeliğine indirgenmiş olması hakikaten çok üzücü. Hepimiz Harvey Milk yaratma peşinde koşarken meselenin özünü kaçırabiliyoruz. Nasıl bir kent istiyoruz? LGBTİ’lerin nefes alabileceği bir yerel yönetim nasıl mümkün? Sağlık, barınma, eğitim, ulaşım alanlarında neler yapılmasını talep ediyoruz? Sorular çoğaltılabilir ve çoğaltılmalı da. Ayrıca kent dediğimiz şehir merkezlerinden oluşmuyor. Bağcılar’daki bir lubunyanın sorunlarına ilişkin politikası olmayan bir belediye başkanı ya da meclis üyesine oy vermem. İsterse ‘eşcinselliğin, translığın kitabını yazmış’ olsun. LGBT olup olmaması benim umrumda değil. LGBTİ konusunda ne yapmayı planladığını duymak istiyorum.”
 
Yoldaş Ben İbneyim kitabı ile solun homofobiyle imtihanını görünür kılan Yıldız Tar ile siyaset, sol ve homofobi üzerine söyleştik.
Kitabın ilk bölümünde kişisel tanıklıklarına yer veriyorsun. Kitabın oluşum sürecini anlatabilir misin?
Gezi direnişi sırasında aklıma gelen bir fikirdi. Çünkü belki de ilk defa LGBT hareketi ile sosyalist partiler bu kadar yakın temasta bulundu. Bu yakınlığın yaratacağı kırılmayı, etkileşimin sonuçlarını merak ediyordum.
 
Yaklaşık dokuz yıldır sosyalist hareketlerin şurasında, burasında yer alan bir lubunyayım. LGBT meselesi sol hareketin ya sadece insan hakları meselesi olarak gördüğü ya da beylik laflarla geçiştirdiği bir mesele olageldi şimdiye kadar. Esas merakım bu konu hakkında bir örgütle uzunca bir röportaj yapıp yapamayacağımdı.
 
Diğer bir nedense kendi öznel deneyimim. Lisede sosyalist bir partide örgütlenirken Mehmet Tarhan vicdani reddini açıklamış ve cezaevine girmişti. Bu durum muhalif hareketin gündemindeydi. Bense çok heyecanlanmıştım çünkü Tarhan’ın cinsel yönelimi sebebiyle LGBT meselesini partime tartıştırabilirdim. Ancak benim karşılaştığım cevap "Mehmet şu şey olan değil miydi?" oldu. O zamanlar lisedeydim ve cinsel kimliğimi herhangi birine açıklayabilmek benim için çok mümkün gözükmüyordu. Özgürlükçü olmasını beklediğim bir sosyalist partide de aynı baskıcı, otoriter ve ataerkil tutumlarla karşılaşmak benim için çok sarsıcıydı. Zaten ardından o partiden ayrıldım. Lisede bir sürü sıkıntıyla uğraşan, cinsel kimliğiyle özgürce yaşamayı bırakın, “Birileri duysa başıma neler gelir” diye her gece korku ve endişeyle kâbuslar gören birisi; inandığı, güvendiği ve eşit bir özne olarak parçası olduğunu düşündüğü bir yerde aslında eşit görülmeyi bırakın “sapkın” olarak görülünce hayat daha da çekilmez oluyor.
Benzer bir durum hasta tutsaklar kampanyası sırasında Güler Zere toplantılarında LGBT örgütlerine gelen tepkiydi. Bilgisizliği, potları bekliyorduk ama hiç beklemediğimiz bir yerden homofobik şiddetle karşılaştık. Anladım ki kurtarılmış gördüğümüz bölgeler de iktidar ilişkilerinin dışında değil.
 
Yani bir yandan kendi yaşadıklarım; öte yandan Gezi direnişinin ardından topyekun özgürleşme potansiyelinin iyice görünür olması bu kitabı ve söyleşileri yarattı. O yüzden de ikili bir nitelik taşıyor. Kitap sadece LGBT meselesine dair fikirler derlediğim bir işten çok; öznel deneyimlerimin de yer aldığı bir şey.
 
Sol örgüt ve partilerle yaptığın görüşmelerde dikkatini çeken noktalar neler oldu? Sol nerelerde sınıfta kalmış, nerelerde geçmiş?
Sol harekette bir değişim dönüşüm var. Benim ilk hafızama çağırdıklarımla şu an arasında büyük bir değişim görüyoruz. Sol sosyalist hareket de çok heterojen. Öyle bir blok halinde değerlendiremiyorsun, kendi içinde farklılıklar var. Röportaj yaptığım yapıların bir kısmı klasik "toplum buna hazır değil" argümanını savunurken, bir kısmı için ise bu teorik ve politik olarak önüne koyduğu bir mesele ama henüz ne yapacağını kestiremiyor. Bir kısmı için insan hakları meselesi. Ama röportaj yaptığım yapıların hiçbirinde doğrudan bir homofobik tutum görmedim. Daha çok örtük homofobi olabilir veya önemsememe, görmeme, bu meseleyi gündemimize alalım da nasıl alalım... Bir kısmı çok pragmatist yaklaşıp "biz bunu konuşursak halk bize tepki gösterir, konuşmayalım, sonraya atalım, toplum buna hazır değil" fikri hakim.
 
Toplum buna hazır değil” meselesi çok önemli. Birincisi toplum dediğin LGBT’leri kapsamıyor mu? Biz toplum değil miyiz, LGBT’ler uzaydan mı geldi, aydan buraya gönderilmiş uzaylı ajanlar mı? Senin kasabın da açılamamış bir eşcinsel olabilir. Öğretmen de olabilir, doktor da olabilir. Sokakta gördüğün herhangi bir insanın cinsel yönelimini bilmiyorsun -ki çok da doğal insanlara cinsel yönelimini sormak ayrı bir baskıya dönüşebilir. Toplumda açılamayan, cinsel kimliğini özgürce yaşayamayan bireyler var. "Toplum hazır değil" argümanı, hadi doğru olduğunu kabul edelim, toplum sosyalist bir düzene de hazır değil. Toplum bir şekilde demokrasiye de hazır olmayabilir ya da senin savunduğun eşitlik, özgürlük, adalet gibi kavramlara da hazır olmayabilir. Ama inandığın doğruları daha yüksek sesle söyleyerek, kendini anlatarak ve etkileşimle birlikte kendini de değiştirip dönüştürerek dinamik bir süreç içerisinde mücadele veriyorsun. Peki niçin LGBT için mücadele vermiyorsun ki ben bu argümanın doğru olmadığının kanıtlandığını düşünüyorum. LGBT Blok Haziran ayaklanmasının en temel öznelerinden birisiydi. Birçok insan LGBT hakikati ile karşılaştı, doğrudan örgütlerle ilişkiye geçti ve homofobi ve transfobi onların da gündemine girmeye başladı. Homofobi- transfobinin tamamen yok olduğunu söyleyemeyiz tabi ki bir ayaklanmayla ama bu gündeme alma hali aslında toplumun birçok şeye hazır olduğunu gösteriyor. Kendi hazır olmadığımız şeyleri toplum hazır değil diye piyasaya sürmek, mücadelenin önünü tıkamak anlamına geliyor.
 
En temel örneği Çarşı. Her yerde diyorum, çok erkek bulduğumuz, maço erkek kültürün taşıyıcısı olduğunu söylediğimiz Çarşı grubu ile LGBT blog arasında Gezi’de gelişen ilişki. İbneyi küfür olarak kullanan Çarşı, LGBT aktivistlerin de müdahalesiyle bunu bir süre sonra bıraktı ve gelip bize "cinsiyetçi homofobik olmayan küfür öğretsenize" demeye başladı. Çarşılı erkekler bunu yaparken, sosyalistlerin toplum buna hazır değil demesi hakikaten iç acıtıcı bir durum.
 
Sosyalist örgütler kendi iç dönüşümlerini gerçekleştirmek için başvurdukları çeşitli metodlardan bahsediyorlar kitapta. Bu metodlardan kısaca bahseder misin?
Aslına bakılırsa ‘içerideki homofobiye’ karşı mücadele sorum en zorlandığım soruydu. Çünkü hiçbir yapı tam olarak cevap veremedi. Ama birtakım atölye ve panellerle meseleyi kotarmaya çalıştıklarından bahsettiler.
 
İlk olarak bence örgüt içerisinde homofobi ve transfobiyi görünür kılmak gerekiyor. Bu heteroseksist toplumsal yapıdan azade değiliz hiçbirimiz. Bunu görmek gerekiyor. Örgütler bunu görüyorlar ancak somut olarak neler yapıldığı konusu henüz muamma…
 
Kitabın ardından birtakım güzel gelişmeler de oldu. Bazı yapılar LGBT çalışması yapmaya başlayacaklarını ve bir tür ‘bilinç yükseltme’ denebilecek etkinlik dizileri gerçekleştireceklerini belirtti. Bazı yapılar ise bu tarz çalışmaları halihazırda yapıyordu ancak onların da sistematikleşmesi ihtimali belirdi.
 
Yani ne yaptılar kısmının altı biraz boş olsa da, geleceğe dair umut vaad ediyor.
 
Sol örgütlerle LGBT örgütlerinin karşılaşmaları, kuracakları bağlar taraflar için nasıl bir dönüşüm yaratır sence?
İki tarafın da öğreneceği çok şey var. Sol örgütler, Gezi direnişi ile iyice görünür olan yeni toplumsal dinamikler ile yıllardır kuramadıkları bağları LGBT örgütleri aracılığıyla kurabilirler. Bu sadece homofobi ve transfobiyle yüzleşip, LGBT’lere destek olmak meselesi değil. Bu LGBT’lerden öğrenme meselesi bir yandan da. Yeni dil denilen dil yıllardır LGBT hareketinin dili. Yine, kentsel dönüşüm ve kent paryaları dediğimiz mesele tam olarak LGBT’lerin meselesi olageldi. Prekarya diye tanımlayabileceğimiz toplumsal tabaka veya sınıfın en temel bileşenlerinden biri LGBT’ler…
 
Keza 20 Kasım ’Nefret Cinayeti Mağduru Trans Bireyleri Anma Günü’ dolayısıyla bir yazı yazmaya girişirken bir kez daha fark ettiğim bir şey vardı. LGBT’ler olarak yıllardır (şu günlerde HDK’de somutlaşan) devrimci dayanışma dediğimiz şeyin en güzel örneklerini sergiliyoruz.
Yine kitapta sorduğum bir soru var: “LGBT mücadelesi bu topraklarda yeşermeye başladığı ilk günden itibaren diğer ezilen kesimlerin taleplerini sahiplendi. Öldürülen direnişçiler, devrimciler, eşcinsel ve translar için ‘Katil polis hesap verecek’ sloganını Onur Yürüyüşü’nde gördüğümüz gibi Madımak, Roboski, Hrant anmalarında, 1 Mayıs meydanlarında görmek çok mu uzak ihtimal?”
 
Yine LGBT örgütleri açısından ise mesele, anti-kapitalist zeminimizi büyütme meselesi bana kalırsa. Yoldaşlaşmak değişime açık olmakla olur. Bu yolla LGBT örgütleri kısmi de olsa şehir merkezlerine sıkışmışlıktan kurtulmanın yollarını bulabilir. Gülsuyu, Gazi, Okmeydanı gibi semtlerde yaşayan LGBT öznelere ulaşmanın yolları da sol, sosyalist örgütlerle kurulacak bağlardan geçiyor.
 
LGBT hareketi her ne kadar kitleselleşen bir hareket olsa da, biz mekansal olarak biraz şehir merkezlerine sıkışmış durumdayız. Ve oranın ötesine geçmek için bir adım atıyoruz ama engellerle karşılaşıyoruz. Bu noktada benim için bir sosyalist yapı ne yapabilir, ne yamalıdır sorusunun cevabı çok berrak. Sosyalist yapılar çoğunlukla emekçi semtlerde örgütlü. Orada yaşayan LGBT’lere ulaşabilir, LGBT’lerin sorunları ile ilgili politika üretebilir ve böylece emekçi semtleri de LGBT mücadelesine katabilir.
 
Şöyle bir algı var. LGBT’ler sadece Beyoğlu’nda varmış gibi. Oysa ki Türkiye ve Kürdistan’ın her yerinde LGBT’ler var ancak çoğu zaman görünür olamıyorlar ve bunun sebebi de homofobik ve transfobik kültür. Ben hızlaca sonuç alabileceğine inanıyorum. Bir sosyalist örgütün emekçi bir semtte halkla homofobi transfobiyi tartışmaya başlamasının oradaki LGBT’ler için çok özgürleştirici alanlar açabileceğini düşünüyorum ve bu yolla oradan bağımsız özerk LGBT örgütlenmeleri de çıkacaktır. Bu hem LGBT mücadelesi için hem sosyalist mücadele için büyük bir artı.
 
Bunun en basit örneğini Amed’de gördük. Herkesin kafasında Amed’te LGBT örgütü olmaz fikri vardı, ama Keskesor iki yıldır sokaklara çıkıyor ve belli bir kitleye ulaştı. Sadece salon aktivizmi üzerinden etkinlik üreten bir yer değil, belli bi bilinirliği var. Mesela biz HDK olarak Mersin’de bir panel yapmıştık. Ben o kadar kalabalık beklemiyordum, 700-800 kişi vardı. Panel çıkışı 15-20 kişi gelip oturup sohbet edelim dedi, o sohbetin ardından Mersin 7Renk LGBT örgütü kuruldu. Gezi direnişinin ardından birçok yerde LGBT örgütü kuruldu. Çok küçük adım gibi gözüken paneller, söyleşiler bile LGBT hareketine ivme kazandırabiliyor.
 
Parti içerisindeki LGBT’lerin görünürlükleri ve temsilleri üzerine de kimi sorular yönelttiğini görüyoruz. Bugünlerde CHP, BDP ve HDP’nin yerel seçimlerde LGBT adayları destekleyeceğine dair açıklamalarda bulunduklarını da biliyoruz. Elbette bu 3 parti aynı şeyi ifade etmiyor ancak bu gelişmeler üzerine ne düşünüyorsun? Sence bu LGBT’ler için ne anlama gelir? Hareketi ilerletmek için bir yöntem olabilir mi?
Aslında kitapta da eleştirdiğim bir tutum var. O da vitrincilik diyebileceğimiz bir anlayışla parti içerisindeki LGBT’leri bir tür pazarlama stratejisi içerisinde, “Bakın bizim LGBT yöneticimiz bile var”diyerek lanse etmek… Temsilde adalet, eşit temsil, kotalar filan iyi hoştur ancak mücadeleye temsile indirgemek; mücadelenin önünü kapatmak anlamına da geliyor. Peki örgüt içerisindeki homofobiyi napacağız? MYK’ya LGBT koymakla homofobiyle mücadele mi etmiş oluyoruz? Ayrıca bir kişi sırf LGBT diye bir yerlere yerleştirmek de öteki görme halinin inceltilmiş uzantısı.
 
Yerel seçimler mevzusunda ise açıkçası tartışmanın belediye başkanlığı veya meclis üyeliğine indirgenmiş olması hakikaten çok üzücü. Hepimiz Harvey Milk yaratma peşinde koşarken meselenin özünü kaçırabiliyoruz. Nasıl bir kent istiyoruz? LGBTİ’lerin nefes alabileceği bir yerel yönetim nasıl mümkün? Sağlık, barınma, eğitim, ulaşım alanlarında neler yapılmasını talep ediyoruz? Sorular çoğaltılabilir ve çoğaltılmalı da. Ayrıca kent dediğimiz şehir merkezlerinden oluşmuyor. Bağcılar’daki bir lubunyanın sorunlarına ilişkin politikası olmayan bir belediye başkanı ya da meclis üyesine oy vermem. İsterse ‘eşcinselliğin, translığın kitabını yazmış’ olsun. LGBT olup olmaması benim umrumda değil. LGBTİ konusunda ne yapmayı planladığını duymak istiyorum.
 
Aynı şekilde vitrinci yaklaşım vitrine yerleştirdiğin LGBT özneye LGBT politikalarını yıkarak o alandan elini çekmeni de getiriyor. Bana kalırsa yapmamız gereken her adaya LGBT politikalarının olup olmadığını soracak bir çalışmayı örgütlemek ve eğer yapabiliyorsak olmasını sağlamak. Yoksa vitrinlerle toplumsal dönüşüm zor.

Bu söyleşi Kaos GL Dergisi’nin “Kent ve Yerel Seçimler” başlıklı 134. sayısında yayınlanmıştır. 


Etiketler: yaşam, siyaset
nefret