30/07/2012 | Yazar: Umut Güner

Kaos GL’in çağrısıyla 9-10 Martta feministler ve LGBT aktivistler olarak bir araya geldik. Bu bir araya gelmeler devam etsin ve farklı alanlara da taşsın diye hepimiz ortaklaştık. "Aynı yolun yolcusuyuz ve aynı şey için mücadele ediyoruz" demek için söyleşi dizimize ‘Yoldaş söyleşiler’ dedik. Yoldaş söyleşimizin üçüncü konuğu İstanbul’dan feminist Sema Semih.

Yoldaş Söyleşiler- Sema Semih Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Kaos GL’in çağrısıyla 9-10 Martta feministler ve LGBT aktivistler olarak bir araya geldik. Bu bir araya gelmeler devam etsin ve farklı alanlara da taşsın diye hepimiz ortaklaştık. "Aynı yolun yolcusuyuz ve aynı şey için mücadele ediyoruz" demek için söyleşi dizimize “Yoldaş söyleşiler” dedik. Yoldaş söyleşimizin üçüncü konuğu İstanbul’dan feminist Sema Semih.
 
Söyleşi dizimize yolu feminizm ve LGBT mücadelesiyle kesişen herkes katılabilir. Yanıtlarınızı dergi@kaosgl.orgadresine gönderebilirsiniz.
 
Kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Feminizmle ne zamandır haşır-neşirsiniz?
Ben Sema Semih. Feminizmle yıllardır haşır neşirim. 2005 yılında Boğaziçi Üniversitesi’nde Felsefe okumaya başladım. Bir süre sonra trans olarak çevreme açıldım ve aynı dönemde Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü’nde çalışmaya başladım. Açıldığım dönemde cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği meselelerine duyarlı feminist arkadaşlarımın olması bana güçlü olduğumu hissettirmişti. Kendimi 2011 yılındaki 8 Mart yürüyüşüne kadar feminist olarak tanımlamakta hiçbir zaman çekinmemiştim. Bu yürüyüşe kadar çevremdeki feminist kadınlar hiçbir zaman benim neden ve nasıl feminist olabileceğimi sorgulamamışlardı. Ancak bu tarihten sonra farklı feminist gruplarla gerek çeşitli toplantılarda gerekse yürüyüşlerde yaşadığım karşılaşmalar beni kendi feminizmimi sorgulamaya itti. Sadece kadınlara açık olan bir sürü ortamdan trans ya da erkek olduğum gerekçesiyle çıkarılmak istendim ve bahsettiğim yürüyüşte birçok trans arkadaşım taşıdıkları dövizler yüzünden, yıllardır feminist hareket içinde mücadele veren diğer birtakım insanlar tarafından açıkça şiddet gördüler. Ve bu olaylardan, tartışmalardan sonra feminizmin kendisi benim için mücadele etmem gereken bir alan haline geldi. Anladım ki Türkiye’de yıllardır feminist hareketin temsil ettiği özne ya da öznelerden biri ben değildim. Peki kimdi? Bu sonu gelmez teorik ve pratik tartışmanın içinde aslında birçok feminist siyaset biçiminin olduğunu fark ettim ve bunlardan birçoğuna göre de translar feminist olamazdı, hatta transfeminizm diye bir şey cinsiyetsizliği savunuyordu ve kadınlar için mücadele veren feminist hareketin önünde bir engeldi. Tüm bu tartışmaları O dönemde İLLET adını verdiğimiz grubumuzla transfeminizm adına düşünme fırsatı buldum. Şu an kendimi bir feminizm kategorisi altına koyacaksam bu transfeminizm olur.
 
Feminizmin kavramsal sınırlarını çizerken LGBT bireyler bu sınırların neresine düşüyor?
Bell Hooks şöyle der: “basitçe ifade etmek gerekirse feminizm cinsiyetçiliği, cinsiyetçi sömürü ve baskıyı sona erdirmeyi amaçlayan bir harekettir.” Bu bakış açısıyla LGBT hareketi de feminist bir harekettir diyebiliriz. Ancak Türkiye’de feminist hareket ve LGBT hareketi arasında çakışmalar olduğu gibi çatışmalarda mevcut. Bu çatışmalar aslında feminizmin kendi içindeki çatışmalardan da bağımsız değil. 2. dalga feminizm kadınların erkeklerden ve birbirlerinden farklılığı üzerine ve evrensel bir kadın ezilmişliği fikriyle şekillendi. 90’lardan sonra ortak noktası kadın olmak olan bu anlayış da sorgulanmaya başlandı. Ben de bir trans olarak bu sorgulamanın içindeyim. Örneğin yıllardır Türkiye’de farklı feminist gruplar kadınlara açık kamusal alanlar kuruyor. Son dönemde bu alanlar sorgulanmaya başladı. Bu sorgulama özellikle transların bu alanlar içine nasıl dahil olacağı ile ilintili. Kadınlar kendilerine tacizden, baskıdan ve şiddetten azade güvenli alanlar yaratırken aslında farklı baskı ve ezilme biçimlerinin olabileceğini ve kadınlara açık bir alanın da bu farklı baskı ve ezilme biçimlerini barındırabileceğini tartışmaya başladılar. Trans olarak sadece kadınlara açık pek çok alanda bulundum ve farklı tepkiler aldım. Bu ortamlarda trans olup olmadığımın sorulmasının bile bir şiddet olduğunu düşünüyorum. Ben kimsenin bedeninden, kılığından, kıyafetinden yola çıkarak cinsel yöneliminin ya da cinsiyet kimliğinin ne olduğunu sorma lüksünü kendimde görmüyorum. Bunun da ötesinde kimsenin ne kadar feminist olabileceğini tartışamıyorum. Ama benim feminist olup olmadığım sürekli birileri tarafından tartışılıyor. Burada çok büyük bir iktidar var. Birileri yıllardır cinsiyetçilikle, ataerkiyle mücadele etmiş olduğu için hâlihazırda feministleşmiş bir özne haline geliyor ve harekete yeni katılan insanların feminist bir özne olup olamayacağını tartışma hakkını kendinde görüyor.
 
Bir toplantıda benim erkek bedenine sahip olduğum ve dolayısıyla erkekliğin avantajlı konumuna sahip olabildiğim ve bu yüzden feminist olamayacağım söylenmişti. O an kafamı nerelere vuracağımı bilemedim yıllardır ‘bedenim benimdir’ diye sokaklarda bağıran kadın, benim bedenimi sorgulamaya muktedirdi. İçimden bunu söyleyen arkadaşa sen kimsin diye söylenip durdum. Ben bir erkek bedenine sahip olduğumu düşünmüyorum. Birincisi arkadaşım böyle bir varsayım üzerinden hareket etmişti. İkincisi toplumsal olarak kendisinden daha avantajlı bir durumda olduğumu söyleyemem. Emi Koyama’nın da Transfeminist Manifesto da belirttiği gibi transların trans olmanın duygusal, sosyal ve mali dezavantajlarını da yaşadığı ve bu konuda trans olmayan kadın ve erkeklerle eşit konumda olmadıkları açıktır. Üçüncüsü sen kim olarak benim feminist olup olamayacağıma karar veriyorsun? Yani Türkiye’de yıllardır ortak kadın deneyimi üzerinden hareket eden bir feminizm var ve bu oluşturulan kadın algısının dışında kalanlar maalesef feminist hareketin sınırında sürekli güvenlik kontrolüne maruz bırakılıyor.
 
Kadın-erkek ikiliğine dayalı egemen feminist söylem içinde LGBT bireyleri konumlandırmanın bir yolu var mıdır? Yoksa bu ikiliği aşmak mı gerekir?
İkilikleri her daim aşmak gerektiğine inanıyorum. Kadın-erkek ikiliğine dayalı bir feminizm içerisinde LGBT’leri konumlandırmak neredeyse mümkün değil. Cinselliğin, arzuların, bedenlerin, toplumsal cinsiyetin çok çeşitli olduğunu düşünüyorum. Dünyada ne kadar çok insan varsa o kadar da çok cinsiyet ifadesi var bence.  Dolayısıyla o kadar çok cinsel şiddet, baskı, sömürü ve ezilmişlik biçimi de. Bu farklılığın farkında olmalı ve deneyimlerimizi genellemek yerine her tekil olayda yeniden düşünmeli ve farklı iktidar mekanizmalarını ifşa etmeliyiz.
 
Feminist hareketin amacı sadece kadınlara yönelik hak temelli siyaset mi üretmektir? Yoksa dönüştürücü bir cinsiyet politikası mı amaçlanır?
Feminist hareketin tek bir amacı yok bence. Elbette ki kadınlara yönelik hak talepleri bunun bir parçası ancak bunun yanında toplumsal bir dönüşüm de hedeflenmeli diye düşünüyorum.
 
Bu amaç bağlamında LGBT bireyleri bu hareketin neresinde görebiliriz?
Eğer toplumsal dönüşüm amaçlanıyorsa bu LGBT bireylerin yok sayıldığı, görmezden gelindiği bir şekilde olamaz. LGBT bireylerin deneyimleri cinsiyeti, cinselliği, evlilik kurumunu, aileyi, askerlik kurumunu, akrabalık ilişkilerini ve daha birçok şeyi yeniden düşünmemizi gerektiriyor, dolayısıyla bu deneyimlerden bağımsız hareket edilmemeli diye düşünüyorum. Kadınlara yönelik bazı haklar alınmış/alınacak olabilir. Örneğin iş yaşamında kadınlara pozitif ayrımcılık, sosyal güvenlik gibi konularda kadınlar belli kazanımlar elde etse bile, eğer translar bu haklardan yararlanamıyorsa mücadele bitmemiş demektir. Hatta en başında bu taleplerin transları da içerecek şekilde genişletilmesi gerekir belki de.
 
Feminist metodoloji yapı eleştirisine mi yoksa kişisel deneyimlere mi dayanmalıdır? Bu bağlamda farklı deneyimlere sahip LGBT bireyler ve kadınlar ortak bir yapı eleştirisinde, mesela ataerkillik ve muhafazakarlık karşıtlığında buluşabilirler mi?
Bence her ikisi de. Ancak yapı eleştirisi altında buluşulduğunda bu yapının nasıl bir yapı olduğu ve kimlere nasıl etki ettiği konusu hep kafa karıştırıcı oluyor. Bu noktada sanırım devreye kişisel deneyimler giriyor. Birbirimizin deneyimlerini anlamaya çalışmak ve bunlar üzerinden söz üretmek önemli gibi geliyor. Geçen sene 8 Mart öncesi LGBT ve feminizm üzerine toplantılar alıyorduk. Ve birçok konuda uzlaşmadığım insanlarla bu konuda tartışmaktan çok yorulmuştum. Artık herkes kendi politikasına baksın, gerekirse ayrı yürüyelim. Feminizm buysa, bu insanlar feministse, ben feminist değilim arkadaş! noktasına gelmiştim. Ancak o gün İstiklal’de Hocalı’daki olaylara için çok geniş katılımlı bir eylem düzenlendi. Bir binanın üst katından 45 dakika boyunca önümden Türk bayrakları ve özellikle Ermenilere yönelik hakaretler, küfürler içeren dövizler taşıyan insanlar geçti. Ve bunu izlemekten başka hiçbir şey yapamadım. Korkunç bir andı. Sonrasında toplantıya gittiğimde dedim ki ya biz feministler LGBT arasında öyleydi böyleydi tartışıyoruz ama ben eminim hepimiz bugünkü eylem karşısında çaresiziz. Varsın olsun kadınlar bana feminist demesin, umurumda değil, en azından beraber oturabiliyoruz, dedim. Tabi ki o duygusal akışım içerisinde böyle hissettim ama birbirimizin kırılganlıklarını anlamakta pek başarılı olmasak da en azından yan yana durabiliyorduk, bunu biliyorum.
 
Farklı ayrımcılık deneyimlerine sahip gruplar farklı örgütlenmeler mi oluşturmalıdır? Bu farklı deneyimler ortak bir düzlemde mücadele etmeye engel midir?
Farklı ayrımcılık deneyimlerine sahip gruplar farklı örgütlenmeler oluştursun gibi bir şey söyleyemem. Farklı deneyimler ortak mücadele etmeye engel değil. Ayrımcılık üzerinden şekillenmiş bir örgütlenme yerine duygusal ve sosyal paylaşımların, dayanışmanın olduğu, çeşitli üretimlerin yapıldığı, dostluk, arkadaşlık ilişkilerine önem verilen, bireysel farklılıkların gözetildiği bir örgütlenme içinde olmayı tercih ederim. Farklı ayrımcılık biçimlerine odaklanan örgütlenme biçimlerinden bahsedeceksek, ben kendime hiçbir zaman hiçbir örgütlenme içerisinde kendime yer bulamam. Yıllardır bir trans örgütlenmesinden bahsediyoruz mesela. Ben sakalım olduğu için, hormon kullanmadığım için, seks işçiliği yapmadığım, elimde falçatayla dolaşmadığım için bazı trans arkadaşlar tarafından yeterince trans olmadığım gerekçesiyle eleştirildim. Şu elinde falçatalı, hormonlu trans kadın kim onu da merak ediyorum, hey acayip queer yarabbim, bu nasıl bir model üzerinden politika üretmektir. Neyse. Her muhalif hareket kendi normativitesini de oluşturuyor ve bazıları bunun dışında kalıyor. Kadın olmadığım için feministliğim, yeterince kadın olmadığım için translığım, içki içip dans ettiğim her eylemde ayrı bir kostüm giydiğim için sosyalistliğim, üniversite okuyup babamın parasıyla geçindiğim için içinde bulunduğum sınıf her zaman her bulunduğum hareket içerisinde tartışılıyor. Yani, farklı ayrımcılık biçimlerini görebiliyor musunuz?
 
LGBT hareketi aynı zamanda feminist bir harekettir demek mümkün mü?
Mümkün.
 
Kimlik temelli bir politikanın kendi içine kapanması bir çeşit muhafazakarlık mıdır size göre?
İçeriye doğru kapanmak muhafazakarlığı da beraberinde getirir tabi ki.
 
LGBT hareketinin 2000’lerdeki yükselişi, 20-30 yıllık bir tarihselliğe ve birikime sahip olan feminizm içindeki verili söylemlerde bir sarsıntı yaratmayı başarabildi mi sizce?
Daha önceki sorularınızda da bahsettiğim gibi büyük bir sarsıntı yarattı. Cinsiyet çeşitliliği ve cinsellik yeniden tartışılmaya başlandı ve bu da farklı siyaset yapma biçimlerini gerektirdi.
 
Resmi siyasetin sınırlarının dışına taşan bir sivil toplum mücadelesi içinde feministler ve LGBT bireylerin ortak hareket etmesi bir zorunluluk mudur?
Evet.
 
LGBT ve feminist hareket Türkiye’deki hızlı muhafazakarlaşma karşısında alternatif bir dayanışma biçimi geliştirilmeli midir? Öyleyse bu nasıl olur?
Tabi ki geliştirmeli, geliştiriyor da bence. Nasıl olacağına gelince bu bir süreç ve farklı varoluşların bir araya gelmesi ve birbirlerinin farklılığını anlaması, dinlemesi çözüm üretmeye çalışmasıyla muhtemel. Eğer bu farklılığı yok sayarsak o zaman birbirimizi yemekten öteye gidemiyoruz ve ataerkinin, kapitalizmin ve heteroseksizmin tam da istediği gibi kendi içimizde debelenip duruyoruz.
 
LGBT ve feminist hareketin ortak bir mücadele yürütebileceği alanlar nelerdir? Bir araya gelip konuşma ve tartışmanın ötesinde ne gibi kanallar açılabilir?
Birçok farklı alanda birlikte mücadele edilebilir/ediliyor diye düşünüyorum. Kadın cinayetlerinden bahsederken nefret cinayetlerinden bahsetmemek eksik kalır, tacizden tecavüzden bahsediyorsak bunlar herkesin ucundan bucundan bulaştığı konular. Aslında cinsiyetçiliğin, cinsel sömürünün ataerkinin, heteroseksizmin değdiği her konu birlikte mücadele etmek için bir alan yaratabilir. 
 

Etiketler: kadın
İstihdam