30/06/2020 | Yazar: Yıldız Tar

Onur Haftası’nda artışa geçen LGBTİ+ karşıtı açıklamalar nefreti pekiştiriyor. Peki bu nefret nelere yol açıyor?

“Nefret suçlarının temelinde eşitsizlik var!” Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası’nda kamu görevlilerinin LGBTİ+’ları hedef gösteren açıklamaları, medyada ve sosyal medyada nefret söylemi ve ayrımcılık hız kazandı.

Son yıllarda Valilik ve Kaymakamlıkların yasak kararlarının yanı sıra, üst düzey kamu görevlilerinin LGBTİ+’ları hedef gösteren açıklama ve uygulamaları sistematikleşti. Koronavirüs pandemisinin ilk günlerinde Milli Eğitim Müdürlerinin talimatıyla okul müdürleri karantina günlerinde online eğitimi sürdürmek için kurulan WhatsApp gruplarında LGBTİ+’ları hedef gösteren mesajlar paylaşılması, Netflix’te olmayan bir eşcinsel karakter üzerinden sosyal medyada nefret kampanyaları ve RTÜK Başkanı’nın ayrımcı açıklaması ve Diyanet’in nefret hutbesi ve ardından çok sayıda bakanın nefrete sahip çıkması ile başlayan süreç Onur Haftası’na da sıçradı.

Sosyal medyada nefret kampanyaları, Kızılay Başkanı’nın LGBTİ+’ları hedef gösteren açıklaması, KADEM’in hedef göstermesi, Watan TV’de “eşcinselleri öldürün” çağrısı ve son olarak Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamaları İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası’nda ayrımcılığın ve nefretin görünen yüzü.

Peki nefret söylemi ve nefret suçları neye yol açıyor? Özellikle kamu yetkilileri ve etki gücü yüksek aktörlerin nefret söyleminin sonuçları ne?

Linç niteliğinde nefret suçları

Bu sorulara Kaos GL Derneği’nin 2019 Yılında Türkiye’de Gerçekleşen Homofobi ve Transfobi Temelli Nefret Suçları Raporu’ndan yanıtlar aradık. Rapora göre homofobi ve transfobi temelli nefret suçlarının üçte ikisinde failler iki veya daha fazla sayıda kişiden oluşuyor. 2019’da bildirilen 150 vakadan 41’inde yani dörtte birinden fazla oranda olayda failler üç kişiden fazlalar. Bu durum raporda şöyle açıklanıyor:

“Öncelikle, egemen ve çoğunluk grubun üyeleri, LGBTİ+’lara karşı bir güç gösterisi olarak bu suçları işliyorlar. Suçun hedefinde sadece bir birey olsa da etkisi itibariyle bütün bir LGBTİ+ toplumuna “mesaj vermek” ve üzerlerindeki iktidarı pekiştirmek amacıyla bu politik suçlarda işbirliği yapıyorlar. Ayrıca bir güruh halinde bunu yaparken, Prof. Dr. Melek Göregenli’nin sözleriyle, “suçun sorumluluğunu paylaşıyorlar”. Bir anlamda, ceza yasasına göre apaçık suç olan bu eylemleri kolektif olarak işleyerek suçu meşrulaştırıyorlar hatta suçu LGBTİ+ kişilere dönük bir ceza haline getiriyorlar.”

Raporda ayrıca nefret suçlarının büyük oranda kamusal alanda ve görgü tanıklarının gözü önünde işlendiği, vakaların büyük çoğunluğu kamusal mekânlarda, görgü tanıklarının gözü önünde gerçekleştiği de vurgulanıyor.

Raporda öne çıkan bir diğer durum ise polisin pek çok vakaya kayıtsız ya da küçümseyici yaklaşması. 2019 yılı araştırmasının sonuçlarına göre 150 vakadan sadece 26’sı polise bildirildi. Bildirmeme gerekçesi olarak ise en çok “başvurunun işe yarayacağına inanmama”, “polis tarafından aileye ya da medyaya ifşa edilmekten sakınma” ve “polis tarafından ayrımcılığa uğratılmak istememe” dile getiriliyor.

Rapora göre nefret suçuna maruz bırakılanların çoğu olayların ardından ciddi psikolojik tahribata uğradı ve bu zarar uzun süreli etkileriyle mağdurların hayatını birçok bakımdan kötüleştirdi. Az sayıda (yüzde 19) mağdur travma sonrası stres bozukluğu, depresyon, anksiyete, öfke veya paranoyadan kaynaklı ciddi sorunların üstesinden gelmek üzere profesyonel psikolog ya da psikiyatrist desteği aldı. Yüzde 38 oranında vakanın mağduru ise olaydan sonra aile ya da arkadaş desteği dâhil hiçbir destek görmedi.

Nefret suçlarının temeli: Eşitsizlik

Üst düzey kamu görevlilerinin LGBTİ+ karşıtı açıklamaları da bu tabloyu ağırlaştırıyor. Raporda nefret suçlarının hedefinin sadece bireyleri hedef almadığı belirtilerek şöyle deniliyor:

“Nefret suçlarının hedefi sadece bireyler değil. Bireyler üzerinden “makbul görülmeyen” toplumsal kesimler ve toplumun bir arada yaşama kültürü, yani çoğulcu demokrasi. İşte bu yüzden sadece ceza kanunundaki düzenlemeler ya da mahkeme kararları yeterli değil ki LGBTİ+ kişilere ya da diğer toplumsal kesimlere dönük nefret suçları ile ilgili böylesi bir etkili mevzuat ya da içtihattan da söz etmek mümkün değil. Koruma, önleme, izleme, raporlama, sağaltma ve farkındalık yaratma politikaları eksik. En önemlisi, mevcut hükümetin bir nefret suçları ile mücadele stratejisi yok.

“Öyleyse ne yapılmalı? Tabii ki AGİT standartlarını referans alan bir nefret suçları mevzuatı ve politika çerçevesi oluşturmak atılması gereken ilk adımlardan. Mevcut haliyle TCK’nın 122. Maddesi bu standartları karşılamaktan uzak. Başka herhangi bir hukuki ya da politik tedbirden söz etmek de mümkün değil. Yapılacak çok şey var ve bu yazının sınırlarını aşar ama kalıcı başarı, nefret suçlarının hedefi halindeki grupların siyasi katılım hakkını teslim etmekten geçiyor. Yani LGBTİ+’lar ve “dezavantajlı” kılınmış diğer gruplar politik ve bürokratik karar alma mekanizmalarında söz sahibi olmalılar. Bunun için teşvik edilmeliler. Örneğin, işe LGBTİ+ örgütlerinin de bileşeni olduğu, kamu- sivil toplum işbirliğini önceleyen, çok taraflı bir Nefret Suçları ile Mücadele Ulusal Stratejisi ile başlanabilir. Böylesi süreçlerde kendi sorun ve ihtiyaçlarını gündeme getirme ve toplumun tüm bileşenleriyle birlikte çözüm üretme yolları açılmadıkça ve bu “teamül” halini almadıkça LGBTİ+’lar ve diğer “dezavantajlı” kesimler nefret suçlarının hedefi haline gelmeye devam edecekler. Çünkü bu suçların temelinde “eşitsizlik” var.”


Etiketler: insan hakları, nefret suçları
nefret